El-Enfal Sûresi 45-75. Ayetlerin Tefsiri
Tarih: 08. 04. 2025
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿٤٥﴾ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ ﴿٤٦﴾ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ ﴿٤٧﴾ وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ ﴿٤٨﴾ اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٤٩﴾ وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ ﴿٥٠﴾ ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ ﴿٥١﴾ كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٥٢﴾ ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ ﴿٥٣﴾ كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ ﴿٥٤﴾ اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ ﴿٥٥﴾ اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ ﴿٥٦﴾ فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿٥٧﴾ وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ۟ ﴿٥٨﴾ وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ اِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ ﴿٥٩﴾ وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿٦٠﴾ وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٦١﴾ وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿٦٢﴾ وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٣﴾ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٦٤﴾ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿٦٥﴾ اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفًاۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ﴿٦٦﴾ مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٧﴾ لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٦٨﴾ فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٦٩﴾ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٧٠﴾ وَاِنْ يُر۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٧١﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٧٢﴾ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ ﴿٧٣﴾ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿٧٤﴾ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿٧٥﴾
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
45. -“Ey iman edenler, bir toplulukla karşılaşırsanız sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki felaha eresiniz.”
Ey iman edenler! İmanınızın gereği olarak, hakkın kelimesini yükseltmek ve dinine yardım etmek için kafirlerle karşılaştığınız zaman yani; onlarla toplu halde karşı karşıya geldiğiniz zaman onlar sizlerden kat kat fazla olsalar bile, korkup da onlara arkanızı dönerek sakın kaçmayın. Onların sizlere üstünlük sağlamalarına fırsat vererek bozguna uğramış bir halde, savaşı bırakıp kaçmayın.
Savaş esnasında O’nu açıktan zikrederek ondan yardım dileyerek ve O’na yalvarıp düşmanınıza beddua ederek çokça hatırlayın ki felaha eresiniz. Böylece arzuladığınız zafer ve ecri elde edebilesiniz. Bu buyrukta kulun Rabbini zikre aralıksız olarak devam etmesi gerektiği hissettirilmektedir. Kulun kalbinin en çok üzerinde duracağı, dikkatlerini toplayacağı -isterse başka düşünceler etrafında kendisini dağıtmış dahi olsa- husus, Allah’ın zikredilmesidir.
46. - “Allah'a ve Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve rüzgarınız gider. Sabredin, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.”
Bu itaat her hususta olmalıdır. Cihada ve fiilen savaşa dair emirler de bunların bir kısmıdır. Birbirinizle laf yetiştirip çekişmeyin, sonra aranıza soğukluk girdiği gibi birlik ve beraberliğinizden aldığınız güç ve hızınız veya rüzgarınız, devletiniz, hakimiyetiniz elinizden gider. “Sabredin” yani ister düşmanınızla savaşta, isterse de başka hususlarda sabrı elden bırakmayın. Kalplerinizi Allah ve Resulü ile birleştiriniz. “Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Onlara yardımcı olur ve onları korur.
47. - “Hem yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösterişi yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.”
Bedir günü müşriklerden böbürlenerek ve insanlara karşı riyakarlık yaparak gelen müşriklerin durumuna benzemeyin, demektir. Savaş için çıkışlarının, şu böbürlenen ve amelleriyle riyakarlık gösterenler gibi olmaları müslümanlara yasaklanmaktadır. Bu durum ise onların savaşa çıkışlarında takva sahibi ve Allah’tan korkuları sebebiyle üzüntü ve kederli, amellerini Allah için halis kılar halde çıkmalarını gerektirmektedir. Kendilerine verilen nimetlerin bolluğu, onları şükretmekten alıkoyduğu gibi sayılarının çokluğu ve çalım satmaları ile gösteriş yapmaktadırlar. Bu yanlış ve kötü niyetli hareketleri ile bile insanları, sırat-ı müstakim olarak adlandırılmış olan hak ve adaletli Allah yolundan çevirmek istiyorlar. Allah onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır.
48. - “Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve demişti ki: “Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur. Ben de size muhakkak yardımcıyım.” iki ordudan biri ötekine görünce de iki topuğu üstünde gerisin geriye dönerek dedi ki: “Benim sizinle ilişkim yok. Doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkuyorum, çünkü Allah azabı şiddetli olandır.”
Ey müminler, o zamanı hatırlayın ki, şeytan, kâfirlere, Allah'ın Resulü ve müminlere karşı savaşmalarını süslü göstermiş ve onlara şöyle demişti: "Bu gün, insanlardan kimse size galip gelecek değildir. Müsterih olun, sevinin. şüphesiz ki ben de sizin yardımcınızım. Onlara engel olurum. Muhammed'den ve arkadaşlarından korkmayın."
Fakat ne zaman ki Allah erleriyle şeytanın güruhu karşılaştı, birbirlerini gördüler. Şeytan, gerisin geri dönüp kaçıverdi. Bu defa da müşriklere şöyle demeye başladı. "Ben, size yardımcı olabilirim." diye verdiğim sözden caydım. Zira ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Müslümanlara yardım etmek için gökten melekler iniyor. Siz, bunu görmüyorsunuz. Ayrıca ben, Allah'ın cezalandırmasından korkuyorum. Zira, Allah’ın, kendisine karşı gelenlere verdiği ceza pek şiddetlidir."
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bedir savaşının yapıldığı gün İblis, şeytanlardan oluşan bir ordunun içinde, elinde sancak bulunduğu halde Müdlic oğullarından şair, Süraka b. Mâlik´in şeklinde çıkıp geldi ve müşriklere dedi ki: "Bugün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınızdayım." dedi. İnsanlar, savaş için mevzilenince Resulullah, bir avuç toprak alıp onu müşriklerin yüzüne serpti. Onlar da gerisin geri dönüp kaçmaya başladılar. Bu sırada Cebrail îblis´e geldi. İblis onu görünce elini, müşriklerden birinin eline vermiş durmaktayken elini çekip aldı. Kendisi ve taraftarları gerisin geri kaçmaya başladılar. Elini tutan adam ona: "Ey Süraka, sen bizim yanımızda olacağını söylüyordun" dedi. İblis´te dedi ki: "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben Allah'tan korkuyorum. Zira Allah, cezalandırması şiddetli olandır."
Bu hususta Talha b. Ubeydullah diyor ki: "Resulullah (ﷺ) buyurdu ki: "Şeytan hiçbir gün Arefe günündekinden daha zelil daha tardedilmiş, daha hakir ve daha öfkeli görülmemiştir. Bu da onun Allah'ın rahmetinin indiğini ve Allah'ın, büyük günahların cezasından vaz geçtiğini görmesindendir. Ancak ona Bedir gününde gösterilen bundan müstesnadır." Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, o Bedir günü ne gördü Resulullah buyurdu ki: "Dikkat edin, o Cebrail'i gördü, Cebrail, melekleri mevzilendiriyordu.
49. - “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: Bunları dinleri aldattı” diyorlardı. Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse muhakkak ki Allah Aziz’dir, Hakim’dir”
“Hani” Medine’de “Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar” münafıklar veya İslam’da henüz sağlamlaşmamış, ayakları kaymaya hazır, kenarda duran kimseler. “Bunları dinleri aldattı, diyorlardı.” Yani müslümanları dinleri aldanışa sürükledi. Bu sözü Mekke’de müslüman olduklarını söyleyen bazı münafıklar söylendiği ifade edilmiştir. Bunlar müslümanların sayısını az görünce bunları dinleri aldattı dediler. Ve nihayet savaşmak cesaretini gösterdiler. Halbuki onların sayıları azdır ve güçsüzdürler. Onların bu sözü söylemelerine karşılık şöyle cevap verilmiştir: “Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse” işini Allah'a havale ederse yani, “Muhakkak ki Allah Azizdir” yani Galip olandır.
Azınlık ve zayıf olan kimseleri güçlü ve sayıca çok olan kimselere musallat etmesiyle O’nun galibiyetinin kapsamı içerisindedir. “Hakimdir” kendisinin dostluğu velisi olanlar ile düşmanları birbirine eşit kılmaması da onun hikmetinin kapsamı içerisindedir. İşte bu bakımdan O velisine dostuna yardım eder ve zafer verir.
50- “Bir görseydin sen, hani melekler küfredenlerin canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı ve: “Tadın yakıcı azabı.”
“Bir görseydin sen, hani melekler küfredenlerin canlarını alırken” Ruhları kabzederken “Yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı.” İleri doğru atıldıklarında melekler onların yüzlerine geri dönüp kaçarken de sırtlarına vuruyorlardı ve: “Tadın yakıcı azabı” yani melekler onlara, “Ateş azabının mukaddimesinin, ön safhasını tadınız” veya onlara şimdiden haber vermek suretiyle, “ahiretteki azabı tadınız.” derler demektir. Yahut bu söz onlara kıyamet günü söylenecektir burada “ bir görseydin” in manası, sen bunu bir görmüş olsaydın dehşet verici bir durumla karşılaşmış olduğun şeklindedir.
Abdullah bin Abbas (ra) diyor ki: “Bedir savaşı'nda müşrikler müslümanlara hücum ettiklerinde, melekler onların yüzlerine, geri döndüklerinde kıçlarına kılıçlarla vuruyorlardı.”
51. - “İşte bu, ellerinizin yaptığının karşılığıdır.” Muhakkak ki Allah kullarına asla zulmedici değildir.”
Ey kâfirler, Bedir savaşında size verilen bu ceza, kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır. Yoksa Allah, sebepsiz yere hiçbir kuluna ceza vermez.
Müslim’de rivayet edilen bir hadiste Ebu zer (ra)'dan rivayete göre Resulullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: Kullarım, ben zulmü kendime haram kıldım. Sizin aranızda da onu haram kıldım. Sakın birbirinize zulmetmeyin. Kullarım ben sizin amellerinizi sizin için kaydediyorum. her kim Hayır ile karşılaşırsa bundan dolayı Allah'a hamd etsin. Her kimde bundan başkasıyla karşılaşırsa kendisinden başkasını kınamasın.”
Diğer bir âyet-i Kerime´de de şöyle buyrulmaktadır: "Başınıza gelen bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. Allah, işlediklerinizin bir çoğunun da affeder.”
52. - “Firavun'un hanedanıyla onlardan öncekilerin gidişi gibi Allah'ın ayetlerini yalanlamışlardı da Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Muhakkak ki Allah kuvvetlidir, azabı şiddetli olandır."
Ey Muhammed! Seni ve sana gönderilenleri inkâr eden bu müşriklerin hali, Firavun ailesi ve onlardan önce geçen inkarcıların hali gibidir. Onlar, Allah'ın âyetlerini, mucizelerini ve Peygamberini inkâr etmişlerdi. Allah da işledikleri günahlar sebebiyle onları cezalandırmıştı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür. Kimse onun cezasından kurtulamaz. O’nun cezası pek çetindir, başkasının cezasına benzemez.
53. - “Bunun sebebi, bir topluluk kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah'ın onlara verdiği nimetini değiştirmeyeceğidir. Ve Muhakkak ki Allah Semi’dir, Alim’dir.”
Biz Kureyş müşriklerini cezalandırdık. Çünkü onların bu gazaba ve cezaya uğramaları, nimet ve lütuf veren Allah'ın nimet olarak insanlara verdiği şeyleri değiştirmelerinden dolayıdır. Onlar Allah'a kulluğun ve Allah'a bağlanmanın icaplarını yerine getirmiş olsalar, Allah'ın sınırlarını çiğnememiş olsalar, vaatlerini bozmamış olsalar, yasaklarını işlememiş olsalar, ayetlerini, peygamberlerini yalanlamamış olsalar Allah da verdiği nimetleri ellerinden geri almaz. Halbuki Kureyş böyle yapmıştır. Allah işitendir, bilendir. Kullarının hallerine muttali olan Allah onların şımardıkları ve gaflete düştükleri zaman Allah'a ve Resulü hakkında ne dediklerini duyandır. İçlerinde gizledikleri boş hislerini bilendir.
54. - “Firavun hanedanıyla onlardan öncekilerin gidişi gibi. Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı da biz de günahlarından dolayı onları helak etmiş ve Firavun'un hanedanını suda boğmuştuk. Hepsi de zalimdiler.”
Bu müşriklerin âdet ve davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onların bazılarını şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da şiddetli bir kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bizim helak ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allah’ın Peygamberlerini yalanlayıp, âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi.
55. - “Yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü şüphesiz ki küfredenlerdir. Artık onlar inanmazlar.”
Allah katında, yeryüzünde hareket eden canlıların en kötüsü, Allah’ın birliğini inkâr edip, ondan başkasına tapan kâfirlerdir. Onlar, Allah’ın indirdiği vahye iman etmezler. Tinetleri gereği onlar iman etmezler. Onların mümin olmaları asla beklenmez. Allah onları insanlık gereği olan bir davranıştan, iman ve marifetten kesin olarak soyutlandıkları ve hayvanlar sınıfına iltihap ettikleri için devap, yani ”debelenen canlılar” olarak ifade etmiştir. Belki de durumları hayvanlardan daha da aşağıdır.
Bu âyet-i kerime, Beni Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bu kabilenin ileri gelenlerinden Kâb b. el-Eşref ve taraftarları, Resulullah'a karşı savaşmayacaklarına dair bir anlaşma yapmışlar fakat Hendek savaşında bu anlaşmayı bozarak Resulullah (ﷺ)’ın düşmanlarına arka çıkmışlardır.
56. - “Onlar, kendileriyle anlaşma yaptığın kimselerdir. Sonra her defasında ahitlerini bozdular. Onlar sakınmazlarda.”
Medine'de bulunan Yahudiler sadece Hendek savaşında değil daha bir çok yerde antlaşmalarına riayet etmediler. Onlar yaptıkları anlaşmaların akıbetinden korkmaz ve bu anlaşmaları bozma sebepleri ile karşı karşıya kalacakları utanma ve ateş azabına da aldırış etmezler.
Medineli Yahudiler Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Daha sonra yine antlaşmalar yaptılar, fakat yine anlaşmalarına uymadılar. Bunların en açıklarından birisi de Hendek muharebesi idi. Onlar, bu yaptıklarının cezasını da gördüler.
57. - “Bunun için onları savaşta ele geçirirsen, onları darmadağın et ki, arkalarında onlar ibret alsınlar.”
Eğer o ahitlerini bozanlardan birini savaşta yakalayıp üstünlük sağlayıp onları esir alacak olursan, arkalarında bulunan diğer ahid verenlere de ibret olsun ve kafirler dağılıp gitsinler diye onları ağır bir şekilde cezalandır ki bir daha böyle bir şey yapmaya cesaret edemesinler, ibret alsınlar da verdikleri sözü bir daha bozmasınlar.
58. - “Eğer bir kavmin hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı aynı şekilde anlaşmalarını bozduğunu bildir. Muhakkak ki Allah hainleri sevmez.”
Ey Muhammed! Eğer aranızda düşmanlık bundan bir kavim sana ihanet edeceğinden ve anlaşmayı bozmasından korkacak olursan sen onlara anlaşmayı bozduğunu bildir. Böylece anlaşmanın bozulduğundan her iki taraf açıkça ve eşit şekilde haberdar olsun ve sen ihanet etmiş olmayasın. Zira Allah ahitlerini bozanları sevmez böyle bir tavır almak da aynı şekilde müslümanların savaş için hazırlıklı olmalarını ve düşmanlarını çok iyi ve güçlü bir şekilde gözetmelerini gerekmektedir.
Daha sonra yüce Allah müslümanlara iki şeyi hatırlatmaktadır onun kudreti karşısında kafirlerin acizliklerini ve savaş için hazırlıklı olmak gereğini şöyle buyurmaktadır:
59. - “Küfredenler asla öne geçtiklerini sanmasınlar. Çünkü onlar aciz bırakamazlar.”
Kafirlerin yakalarını Allah’tan kurtarmaları mümkün değildir. Allah onları mutlaka cezalandırır. Ele geçirilemeyeceklerini sanmaları, kurtulduklarını ve artık bozguna uğramayacakları bir yere vardıklarını durdurulamayacaklarını zannetmesinler. Onlar benden kurtulamazlar arkalarından gelip onları yakalamak isteyeni kendilerine yetişmekten aciz sanmasınlar. Nasıl böyle olsun ki? Onların arkalarından yetişecek olan yüce Allah'tan sonra, onun askerleridir. İşte bu müminler için bir müjde ve dirençlerini arttıran bir vaattir. O bakımdan güçleri hangi noktaya ulaşmış olursa olsun, Allah'ın yardımından, tedbirinden emin olarak, buna güven duyarak kafirlerin gücüne aldırış etmemelidirler.
60- “Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve size asla zulmedilmez.”
Bütün kâfirlere gücünüzün yettiği kadar ve sizin için ne kadar mümkün olursa o kadar kuvvet, savaş araç ve gereçleri hazırlayın. Besili atlar yetiştirin ki bu araçlarla sizin de Allah'ın da düşmanı olan kafirlere korku salın. Böylece size karşı savaşma cesaretini bulamasınlar. Resulullah (ﷺ) bu türden ok atmayı zikretmiş ve şöyle buyurmuşlardır: “Haberiniz olsun ki kuvvet atmaktır.” Dolayısıyla bunun kapsamına atış yapılan her türlü top, füze ne geliyorsa aklınıza bu türden başka şeyler de bunun içerisine girmektedir. Savaş gemileri, uçaklar, tanklar ve başka türlü türlü silahlar bu işin içerisine girmiş olur. Bu hazırlıklar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız yani kafirleri ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğerlerini korkutmuş olursunuz. Bunların dışında kalan münafık veya anlaşmayı bozmayı düşünenleri ve daha başkalarında korku kursunuz. Sizler bunların bizzat kimler olduklarını bilemeyebilirsiniz ancak Allah onları bilir.
Bu buyrukta ifade edilen barış için kuvvetli olmak ilkesi anlatılmaktadır. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Onun karşılığı size tastamam yani verilir ve size asla zulmedilmez amellerinizin karşılığı sizlere fazlasıyla verilir. Ayeti kerime de savaş için hazırlanmak emri baş tarafta yer almış sonunda da savaş için infak emre gelmiştir. Çünkü böyledir hazırlık infakta bulunmayı gerektirir.
61. - “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Semih, Alim O’dur.”
Ey Muhammed! Eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan sen de aynı şekilde sözleri mellerini bozarak üzerlerine at ve onlara karşı savaş ilan et şayet İslam'a girerek veya boyun eğip vize vermeyi kabul ederek yahut savaşmayı bırakarak seninle barışmaya eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster onların barış eğilimini göstermekle içten içe hile de bulunmayı gizlemiş olmalarından korkma! İşini Allah'a bırak ona tevekkül et o sana yeter. Zira o senin de kendileriyle barışmak istediğin kimselerin de ne söylediğinizi ve ne gibi şartlar koştuğunuzu işitendir. Her iki tarafın diğeri hakkında sadakat mı yoksa ihanet mi düşündüğünü çok iyi bilendir.
Burada önce anlaşmayı bozan kişilere karşı takınılacak tavır açıklanarak başlanmış sonra da anlaşmayı bozmasından korkulan kimselere karşı takınılacak tavır dile getirilmiş be bütün ihtimallere uygun olarak müslümanların konumunu belirlemiştir. Daha sonra şanı yüce Allah onlara barış ve anlaşma akdetmeleri için izin vermiştir. Bu konuda gerekli bütün esbabı yerine getirdikten sonra, Allah'a tevekkül etmeleri irşadında bulunulmuştur. Daha sonra yüce Allah rahatlatıcı bir üslup da şöyle buyurmaktadır:
62. - “Eğer seni aldatmak isterlerse, muhakkak ki Allah sana yeter. O Seni yardımıyla ve müminlerle desteklemiş;”
“Eğer seni aldatmak isterlerse” Sana hile yapmak ve anlaşmayı bozmak isterlerse “Muhakkak ki Allah sana yeter.” Allah sana kafidir. O “Seni yardımıyla ve bütün müminlerle desteklemiş” ve güçlendirmiştir.
63. - “Ve onların kalplerini birleştirmiştir. Eğer yeryüzünde bulunan her şeyi harcasan, yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah birleştirdiği onların arasını. Muhakkak ki O, Aziz’dir, Hakim’dir.”
“Ve Onların kalplerini birleştirmiştir.” Bundan önce ise çok uzun bir süre karşılıklı olarak birbirlerine düşmanlık etmişlerdir. O kadar ki: “Yeryüzünde bulunan her şeyi harcasan yine de onların kalplerini birleştiremezdin.” Onların düşmanlıkları öyle bir noktaya varmıştı ki, herhangi bir kimse onların aralarını düzeltmek için yeryüzünde bulunan bütün malları harcayacak dahi olsaydı buna güç yetiremezdi. “Fakat Allah birleştirdi onların arasını” Lütfuyla ve rahmetiyle onların arasını buldu. Kudretiyle onların söz birliği etmesini sağladı. Aralarında sevgi ve muhabbeti vücuda getirdi ve kini giderdi.
“Muhakkak ki O Aziz’dir.” Müminleri aldatmaya çalışanları kahreder.
“Hakim’dir” Müminleri zafere ulaştırılmasında hikmet vardır. Bu durum böyle olduğuna göre bütün geçen hususları da göz önünde bulundurmak şartıyla barışa meylet!
Böylelikle bu kesim, müslümanları hem savaş, hem de barış halinde en mükemmel, en faziletli konumda yerleştirmeyi amaçlıyor. Öyle ki; Barış konusunda kafirlerin, müslümanların karşısına dikecek geçerli bir hiçbir delilleri kalmaz. Aynı şekilde bu barış müslümanların askeri durumlarına da herhangi bir şekilde zarar vermez. İşte bütün bu meseleler çağımızda oldukça önemli meselelerdir. Hele bu çağda herkes gözünü yumup ağzını açarak barıştan söz etmekte ve çok kimse barış, demokrasi vb. gerekçelerle birçok hakları saptırabilmekte ve gasp edilmektedir. İster güçlü olalım istersen zayıf, ister çağımızda olduğumuz gibi olalım, ister geçmişte, isterse de gelecekte olmamız mümkün olan herhangi bir durumda bulunalım. Her konuda İslam bize en ideal durumu göstermiş bulunuyor. İşte bu şekilde fıkra(bölüm), İslami savaşın adabını öğretmek ile başladı ve anlaşmalara dair hükümleri öğreterek son buldu. Bu ikisi arasında da hem başlangıç hem de sonu ile uyumlu açıklamalar yer almaktadır.
Savaşın Sünnetteki Kural ve Adabı
1- Resulullah (sav) düşmanla karşılaştığınız zaman güneşin batıya doğru meyletmesine kadar beklerdi.
2- Ondan sonra kalkıp düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyip Allah'tan afiyet dilerdi
3- Eğer düşmanla karşılaşılırsa o vakit sabredin bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır derdi
4- Ve çokça dua eder şöyle buyururdu: “Kitabı indiren bulutları yürüten orduları hizmete uğratan Allah'ım bunları hezimete uğrattır, bizi onlara karşı Muzaffer kıl!”
5- Savaş esnasında bağırıp çağıran düşman karşısında siz suskunluğu tercih ediniz der idi.
6- Düşman karşısında Allah'ı çokça anıp zikreder Allah'a tevekkül ederdi.
64. - “Ey peygamber, Allah sana ve sana tabi olan müminlere yeter.”
Ey Peygamber Allah sana ve sana Tabi olan müminlere yeter O halde düşmanlarınızın çokluğu sizi korkutmasın Zira sizi destekleyen Allah'tır.
65. - “Ey peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden 20 kişi bulunursa, 200 kişiyi mağlup ederler. Eğer sizden 100 kişi olursa küfür etmiş olanlardan bin kişiyi mağlup ederler. Çünkü onlar anlamazlar topluluğudur.”
Ey peygamber müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden 20 kişi bulunursa 200 kişiyi mağlup eder. Eğer sizden 100 kişi olursa küfretmiş olanlardan bin kişiyi mağlup ederler. Bu şanı yüce Allah'ın müminler topluluğunun sabretmeleri halinde Allah'ın yardım ve desteği sayesinde kendilerini 10 katı kafirlere galebe çalacağına dair bir vaad ve müjdedir.
Çünkü onlar anlamazlar topluluğudur. Bunun sebebi ise kafirlerin bilgisiz bir topluluk olmasıdır. Onlar hiçbir ecir beklemeksizin hiçbir sevap ummaksızın savaşırlar; Tıpkı hayvanlar gibi. Bu sebepten onların sebatları azdır. Allah'ı gereğince bilmedikleri içinde Onun yardımından uzaktırlar. Halbuki Allah tarafından kendisine gelmiş bir basiret üzere savaşan kimselerin durumu böyle değildir. Onlar Allah'ın vaadi dolayısıyla Allah'tan yardım ve zafer beklerler. Allah'tan verilmiş olan vaid asla geri kalmayacağı için de müminler kendilerinden 10 kat fazla düşman ile karşılaştıkları vakit, Allah'ın vaadini bekleyerek sabretmelidirler. Bu bakımdan; gördüğümüz bu müjdede -aynı zamanda- müslümanlar kendilerinden 10 kat fazla düşman ile karşılaştıklarında sebat etmekle emredilmiş olmak manası da vardır. Ancak bu durum müslümanlara ağır gelince, şanı yüce Allah katlar fazlası düşmanla karşılaşmak halinde, sebat göstermek farziyetini hafifletmiş, bununla birlikte bu müjde ve vadini olduğu gibi bırakmıştır:
66. - “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve bildi ki siz de bir zaaf vardır. O halde şayet sizden sabırlı yüz kişi olursa, ikiyüz kişiyi mağlup ederler. Şayet sizden bin kişi olursa Allah'ın izniyle ikibin kişiyi mağlup ederler ve Allah sabredenlerle beraberdir.”
Allah bedenlerinizdeki zafiyeti bildi ve üzerinizdeki farzı hafifletmiş bulunuyor. Bire iki ile karşılaşılması halinde kaçmaya izin vermemiştir. Mükellefiyetin hafifletilmesinden önce de, sonra da az topluluğun kendisinden daha çok bir topluluğa karşı, az sayıya çok sayının karşılık olarak zikredilmesi ve azınlığın çoğunluğa mukavemet göstermesinin tekrarlanması, az ya da çok olunsun, durumun herhangi bir farklılık göstermeyeceğine delalet içindir. Bazı kimseler 20 kişinin 200 kişiye, 100 kişinin de bin kişiye karşı direnmesi arasında fark olacağını aynı şekilde 100 kişinin 200 kişiye binin de 2000 kişiye karşı direnişi arasında fark olacağını zannedebilir. Bu bakımdan az bir sayı ve çok bir sayı zikredilmiş bulunmaktadır.
Abdullah b. Abbas diyor ki: “Eğer içinizden sabırlı 20 kişi çıkarsa 200 kişiye galip gelir….” Ayeti nazil olunca, bir Müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Ve müslümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allahu Teala karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nispette müminlerin sabrını da eksiltti.”
Yine Abdullah bin Abbas diyor ki: “Bir müminin on kafir karşısında on müminin de yüz kafir karşısında savaşıp sabretmesi emri müslümanların sayılarının az olduğu zamanda idi müslümanlar çoğalınca Allah onları yüklerini hafifletti. bir müminin iki kafir karşısında o müminin de 20 kâfir karşısında savaşmaları emredildi.” Bu ayeti kerime mücahite göre Bedir savaşına katılan sahabeler için idi daha sonra bu durum ağır gelmeye başladı ve bu ayet nazil olunca bundan önceki ayet nesh edilmiş oldu.
67. - “Hiçbir peygambere yeryüzünde çokça savaşıp zaferle kazanıncaya kadar esir alması yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Allah ise ahireti istiyor ve Allah Aziz’dir, Hakim’dir.”
Hiçbir peygamberin, kendisiyle savaşan bir putperesti yeryüzünde müşriklere tam bir darbe indirmedikçe sırf fidye almak için veya lütufta bulunmak için esir alması yaraşmaz. Ey müminler, siz, müşrikleri esir alırken onlardan fidye olarak dünya metaını elde etmek istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhiretteki nimetleri ve hazırladığı cenneti istiyor. Eğer siz, âhireti ister, kâfirleri esir etme yerine onları öldürmeye kalkarsanız, onlar size galip gelemez. Çünkü Allah, her şeye galiptir ve yaratıklarını sevk ve idarede hikmet sahibidir.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet, müslümanların az olduğu Bedir savaşının yapıldığı günde inmiştir. Müslümanların sayısı çoğalıp hakimiyetleri artınca Allah teala esirler hakkında şu âyeti indirmiştir. "Kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onları sindirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra ya bir lütuf olarak karşılık almadan serbest bırakın veya serbest bırakma karşılığında fidye alın..
Bu hususta Abdullah b. Mesud diyor ki: "Bedir savaşı bitince esirler getirildi. Resulullah: "Bu esirler hakkında ne diyorsunuz." diye sordu.
- Ebubekir: "Ey Allah’ın Resulü, Bunlar senin kavmin ve ailendir. Bunları sağ bırak ve bunlarla yardımlaş. Umulur ki: Allah bunların tevbelerini kabul eder." dedi.
- Ömer ise: "Ey Allah´ın Resulü, bunlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar. İnsanların önünde onların boyunlarını vur." dedi.
- Abdullah b. Revaha da dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ağacı bol olan bir vadi araştır. Onları onun içine koy, sonra ateşe ver."
- Abbas da dedi ki: "Sen akrabalık bağını kopardın." Resulullah sustu, onlara cevap vermedi. Sonra çadırına girdi.
- Bir kısım insanlar dediler ki: "Ebubekir´in teklifini kabul edecek." Diğer bir kısım insanlar ise dediler ki: "Ömer'in teklifini kabul edecek." Başka bir kısım insanlar da dediler ki: "Abdullah b. Revaha´nın dediğini kabul edecek." Sonra Resulullah dışarı çıktı ve buyurdu ki:
- "Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanların kalplerini yumuşak kılmıştır. Öyle ki onların kalpleri sütten daha yumuşaktır. Bir kısım insanların kalplerini de katı kılmıştır. Öyle ki, onların kalpleri taştan daha katıdır.
- Ey Ebubekir sen İbrahim gibisin. O şöyle demişti "Kim bana uyarsa şüphesiz ki o benim dinimdendir. Kim de bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın. yine sen İsa gibisin. O da şöyle demişti: "Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Şayet bağışlarsan muhakkak ki sen, her şeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin
- Ey Ömer sen de Nuh gibisin o da şöyle demişti: "Rabbim kafirlerden, yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma
- Ey Abdullah b. Revaha sen de Musa gibisin. O da şöyle demişti: "Rabbimiz, onların mallarını yok et. Kalplerini katılaştır. Can yakıcı azaba görmedikçe iman etmiş olmasınlar.
Bugün sizler, üstünsünüz. Onlardan hiçbiri, fidye vermedikçe veya boynu vurulmadıkça kaçıp sizden kurtulamazlar."
Abdullah b. Mesud diyor ki: "Dedim ki: Ey Allah’ın Resulü, Süheyl b. Beyda bu esirlerin dışındadır. Çünkü ben onun müslüman olduğunu söylediğini duydum." Bunun üzerine Resulullah sustu. O gün ben, gökten üzerime bir taş düşeceğinden korktuğum kadar hiçbir gün korkmamıştım.
Nihayet, Resulullah buyurdu ki: "Süheyl b. Beyda müstesnadır." Âyet Hz. Ömer’in görüşünü destekler mahiyette indi ve Allah teala buyurdu ki: "Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe indirmedikçe esir almak yaraşmaz. Bu olay, Abdullah b. Abbas’tan da buna yakın bir şekilde rivayet edilmiştir. Enes b. Mâlikin de bu hususta şunları söylediği rivayet edilmiştir.
"Resulullah Bedir'de esir alman müşrikler hakkında sahabîlerle istişare etti ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi." Bunun üzerine Ömer b. Hattab ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ey Allahın Resulü, bunların boynunu vur." Resulullah bunu benimsemedi ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi. Bunlar düne kadar sizin kardeşlerinizdi." Ömer b. Hattab yine söz alarak şöyle dedi: "Ey Allahın Resulü, bunların boynunu vur." Resulullah yine benimsemedi ve yine aynı sözlerini tekrarladı. Bunun üzerine Ebubekir ayağa kalktı ve dedi ki: "Ey Allah’ın Resulü, dilersen onları affet ve verecekleri fidyeyi kabul et." Bunu üzerine Resulullah yüzündeki sıkıntılı ifade gitti ve fidye olarak esirleri serbest bıraktı. İşte bu olay üzerine bundan sonra gelen âyet-i kerim azil oldu.
68. - “Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azap dokunurdu.”
Şu anı Yüce Allah yeri geldiğinde İçtihat ile amelde bulunulduğu için hiçbir kimseye azap etmemek hükmünü daha önceden vermemiş olsaydı, size büyük bir azap dokunurdu demektir. Çünkü onların bu yaptıkları uygulama içtihatları sonucu idi. Zira onlar, bu esirler hayatta kalacak olursa, belki Müslüman olmaları sebep teşkil eder, düşüncesinde idiler ve onlardan alınacak fidye ile Cihad güçlerini daha da arttıracakları kanaatine sahip olmuşlardı. onları öldürmenin İslam'a daha bir güçlendireceğini, geriye kalan kafirlerin kalplerine daha bir korku salınacağını fark edememişlerdi. şu şekilde de mana olabilir şayet yüce Allah'tan açıklamada bulunmak ve ileri sürülecek herhangi bir mazeret bırakmadan önce kimseyi sorguya çekmemek şeklindeki hükmü sabit olmasaydı aldıklarından dolayı bize büyük bir azap dokunurdu yani esirlerin fidyesi olarak alınmış olduğumuz mallar sebebiyle size büyük bir azap erişirdi ancak Allah'ın rahmeti geniştir.
69. - “Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Allah'tan sakının. Çünkü Allah gafurdur rahimdir.”
Ey müminler düşmandan elde etmiş olduğunuz ganimet mallarını artık helal ve temiz olarak yiyin. Çünkü o sizin cihadınızın sonucudur. Allah'ın emirlerine karşı gelmekten çekinin. Bedir savaşı'nda esir edilen müşriklerden fidye alıp serbest bırakma gibi davranışlarda bulunmayın. Şüphesiz ki Allah, mümin kullarını çokça affeden ve onlara merhametli davranandır.
70- “Ey peygamber elinizdeki esirlere de ki: “ Allah sizin kalbinizde hayır olduğunu bilirse sizden alınandan daha iyisini size verir ve sizi bağışlar. Allah Gafur bir Rahimdir.”
Yani elinizin ve mülkünüzün altındaki esirlere şunu söyle “Allah sizin kalplerinizde hayır” halis bir iman ve sahih bir niyet olduğunu bilirse sizden alınandan Yani sizden video olarak alınan maldan daha iyisini size verir ya dünyada bunun kat kat fazlasını vererek yahut da ahirette size ecir vererek bunu yapar. Bununla birlikte ve sizi bağışlar. Allah gafuru rahimdir. İslam'a girmeden ve onun gereğince amel etmeden önce küfür ve onun doğrultusundaki ameller dolayısıyla ceza vermez.
Abbas radıyallahu anh bu ayeti kerime için “Bu ayet, benim hakkımda nazil olmuştur,” dedi.
Rasulullah(ﷺ) esir düşen amcası Abbas'tan fidye vererek kendisinin ve kardeşinin çocukları Akil ve Nevfel'in serbest bırakılmalarını sağlamasını istedi bunun üzerine Abbas şöyle dedi: “Ey Muhammed, sen beni, yaşadığın müddetçe kureyş'ten dilenecek hale getirdin.” Resulullah da ona şöyle dedi: “Savaşa çıkarken hanımı Ümmül fadıl'a verdiği altınlar nerede altınları verirken ona şöyle demiş denir: “Ben, bu seferinde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Öldürülme veya esir edilme gibi bir hal başıma gelecek olursa bu altınlar senin ve çocukların olsun.” Abbas da: “Sen bunu nereden biliyorsun” deyince Resulullah (sav): “Bunu bana Rabbim haber verdi.” dedi. Bunun üzerine Abbas:“Senin doğru söylediğini ve Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul ediyorum. Vallahi bu yaptığımı kimse görmemişti. Ben altınları ona, gecenin karanlığında verdim.” dedi.
Hazreti Abbas bu ayeti açıklayarak şöyle derdi. “Allah, verdiğim fidyeden daha hayırlısını bana verdi. Bana zemzemi verdi. Ben Rabbimin affını da bekliyorum.”
71. - “Eğer sana hıyanet etmek isterlerse, bunlar daha önce Allah'a hıyanet etmişlerdi de bundan ötürü onlara karşı imkan vermişti. Allah Alimdir Hakimdir.”
Şayet bu esirler, içlerinde gizlediklerinin aksini sana bildirerek ihanet etmeyi isterlerse bil ki onlar, Bedir savaşından önce de Allah’ın emirlerine karşı gelerek ona ihanet etmişlerdir. İhanet etmek, onlardan beklenen bir davranıştır. Bu yüzden Allah, onlara karşı sana imkân vermiştir. Allah, onların içlerinde gizledikleri şeyleri çok iyi bilendir. Yarattıklarının işlerini sevk ve idarede hüküm ve hikmet sahibidir.
Katade diyorki: "Bu âyet-i kerime daha önce müslüman olduğu halde sonra dinden çıkarak müşriklere katılan Abdullah b. Sad b. Ebi Sarh vb. hakkında nazil olmuştur.
72. - “Muhakkak ki iman edenler, hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, barındırıp yardım edenler; işte onlar, birbirinin velisidirler. İman edip de hicret etmeyenlere gelince; hicret edene kadar sizin onlarla bir veliliğiniz yoktur. Şayet onlar din hususunda sizden yardım isterlerse -sizinle aralarında muahede bulunan bir kavim aleyhinde olması hali müstesna- onlara yardım etmek boyunuza borçtur. Allah yaptıklarınızı görendir."
Âyet-i kerime, iman ettikten sonra Mekke’den Medine’ye hicrat eden muhacirlerle, onları barındırıp yardım eden Ensar’a işaret etmekte ve bunların-, birbirlerinin gerçek dostları olduğunu bildirmektedir, diğer yandan, iman etmesine rağmen küfür diyarını bırakıp İslâm diyarına göç etmeyen müminlerin, hicret eden müminlerden, gereken ilgiyi beklemeye hakları olmadığını, öldükleri takdirde birbirlerine mirasçı olamayacaklarını ifade ediyor. Bununla beraber müslüman olduğu halde hicret etmeyen müminler, hicret eden müminlerden, dini hususlarda yardım istedikleri takdirde, hicret eden müminlerin, onlara yardım etmelerinin gerektiğini beyan etmektedir.
Mekke’den Medeni’ye hicret eden muhacirlerle, onlan Medine'de barındıran Ensar, Resulullah tarafından kardeş yapılmış, aralarındaki dostluk o dereceye ulaşmıştı ki, birbirlerine mirasçı olmuşlardı. Daha sonra miras hükümlerini açıklığa kavuşturan âyetler geldi ve âyetlerde belirtilen akrabalar dışında, müminlerin birbirlerine mirasçı olmaları kaldırıldı.
73. - “Küfredenler ise birbirinin velisidirler. Eğer siz bunu yapmazsanız Yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.”
Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. Onlar da kendi aralarında yardımlaşır, işlerini takip eder ve birbirlerine mirasçı olurlar.
O halde eğer sizler kendi aranızda yardımlaşmaz, birbirinize karşı olan vazifelerinizi yerine getirmezseniz, yeryüzünde, büyük bir fitne çıkar. Öyleyse bu konudaki vazifelerinizi asla ihmal etmeyiniz, onları titizlikle yerine getiriniz.
74. - “İman edip hicret edenler, Allah yolunda Cihad edenler, barındırıp yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmışların ta kendileridir. Onlar için mağfiret ve cömertçe verilmiş bir rızık vardır.”
İman eden ve bu imanın gereği olarak yerini yurdunu bırakıp Mekke’den - Medine’ye göçen ve yine imanının gereği olarak Allah yolunda zahmetlere katlanıp cihad edenlerle, memleketlerini bırakıp göç eden bu müminlere kucak açıp yardım eden ve onları barındıranlar, işte gerçek müminler bunlardır. Bunlar için bağışlanma ve âhirette güzel rızıklar vardır.
75. - “Daha sonra iman edip de hicret edenler ve sizinle birlikte Cihad edenler, işte onlar sizdendir. Akrabalar da Allah'ın kitabına göre biri diğerine daha yakındırlar. Muhakkak ki Allah her şeyi bilendir.”
İman ettiği halde önce hicret edenlerle birlikte hicret etmeyip daha sonra hicret edenler ve sizinle beraber Allah'ın düşmanlarına karşı savaşanlar da sizdendir. Sizin, onları dost edinip yardımda bulunmanız gerekir. Allah'ın, kitabında belirttiği üzere mirasçı olma bakımından akrabalar birbirlerine daha layıktırlar. Birbirlerine ancak akrabalar mirasçı olurlar.
Bu âyet-i kerime, "Kardeşlik" kurma veya "Anlaşma" yapmak suretiyle müminlerin birbirlerine mirasçı olmaları teamülünü ortadan kaldırmış ve sadece belirli akrabaların birbirlerine mirasçı olacaklarını beyan etmiştir.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...