Kadiri Yolu
1. Sohbet: Haset Ve Sadakat (Samimiyet)

1. Sohbet: Haset Ve Sadakat (Samimiyet)


Ey Oğul!

Haset etmekten Sakın o ne kötü bir dosttur! Şeytanın evini harap ve helak eden, cehennemliklerden olmasına sebep olan ve onu hakkın ve meleklerinin, peygamberlerinin ve bütün halkının lanet ettiği bir kimse olmasına sebep olan şey hasrettir.

Cenabı Hak ayeti kerime de “Onların rızıklarını aralarında taksim ettik.” Zuhruf 32 ” Yoksa onlar Allah’ın bir ikram olarak insanlara verdiği şeylere mi Haset ediyorlar” Nisa 54 

Peygamber Efendimiz (SAV): "Haset ateşin odunu yediği gibi iyilikleri de yer ve bitirir."(Ebû Dâvûd, es-Sünen. "Edeb" hadis no: 4903. (Dâru Ihya's-Sünneti'n-Nebeviyye) buyurmaktadır. Alimlerden bir zat şöyle buyurmuşlardır; Hasede aferin!  Ne kadar adil: öldürmeye önce sahibinden başlıyor." sözlerini söylemişler? Hased akıllı kişiye yakışır mı? Unutmayın hasetçi Allah’ın düşmanıdır. Sakın, fiilleri ve yarattıkları hakkında O'nunla çekişmeyin, yoksa O öldürücü darbeyi size indirir. 

Ben, konuşmamı size, evlerinizdeki erzakınıza, mallarınıza ve hediyelerinize değer vererek yapmıyorum. Bu şekilde olduğum müddetçe konuşmamdan istifade edersiniz, -inşallah-. Vaizin gözü sizin sandığınız, gömleğiniz ve cebinizde ise, sizin dükkanınıza gelip-gittiği ve size karşı tamahkâr olduğu müddetçe onun konuşmasından faydalanamazsınız. Onun sözü, özü olmayan boş bir kabuktur. Eti olmayan bir kemiktir. Tatlılığı olmayan acı bir yiyecektir. Manasız bir surettir. Onun konuşması menfaat özleminden ve yağcılıktan uzak değildir. Onda sadakate yer yoktur. Tamahkârın konuşması tıpkı tama' (tamah) kelimesi gibi boştur; çünkü onun harflerinin (tı, mim, ayn) hepsinin de ortası boştur.

 

Ey Allah'ın kulları! 

 

Sadık (samimi) olunuz ki, felah bulasınız. Sadık asla geriye, eski kötü haline dönmez. Allahü Teâlâ'nın tevhidinde sadık olan kimse, nefsinin, nevasının ve şeytanının sözüyle geriye dönmez. Muhabbetullahta sadık olan kimse, ne ayıp işitir, ne de ayıp onun kulağına girer. Allahü Teâlâ'nın, Resulünün, salih kullarının muhabbetinde sadık olan kimse ise, alçak ve günahkar bir münafığın sözüyle yolundan dönmez. Sadık sadığı, yalancı da yalancıyı tanır. Sadığın himmeti semada yücelerdedir; ona herhangi bir laf atan, onun hakkında ileri geri konuşan kimsenin konuşması zarar vermez. Allah her işte galiptir, üstün gelendir. (Yusuf 12/21) O senin için bir şey isterse sana o şeyi kolaylaştırır.

 

Ey oğul! 

 

Eğer sende ilmin meyvesi ve bereketi olsaydı, nefsinin hazzı ve istekleri için sultanların kapısına gitmezdin. Alimin, sultanların ve halkın kapısına götüren ayakları olmaz. Zahidin, insanların mallarını almak için eli olmaz. Allah muhibbinin de, O'ndan başkasına bakan gözleri olmaz. Sadık bir muhip, samimi bir aşık, halktan kiminle karşılaşırsa karşılaşsın, mahbubundan başkasına nazar etmez. Onun "baş gözü"nde dünyanın, "kalp gözü"nde ahiretin, "sır gözünde" de Mevla'sından gayrısının en küçük bir ehemmiyeti yoktur.

 

Münafığın samimiyeti sâdece dilindedir. 

 

Oysa sadığın sadakati ve samimiyeti kalbinden ve sırrından gelir. Onun kalbi Rabbinin kapısındadır, sırrı ise kapıdan

içeri girmiştir. O, eve girinceye kadar, kapının önünde feryat ü figana devam eder. Vallahi, sen davranışlarının tamamında yalancısın. Allâhü Teâlâ'nın kapısına götüren yolu bilmiyorsun. Sen bir körsün, o yola nasıl rehberlik edersin? Heva ve hevesin, nefsin, dünyaya muhabbetin, baş olma sevdası ve şehvetlerin seni kör etmiş iken, nasıl olur da başkasına yol göstermeye kalkarsın? 

 

Yazıklar olsun sana! 

 

Dünyada ebedi kalmayı arzuluyorsun; halbuki bu senin elinde olan bir şey değil. Rabbinin kapısına ne zaman geleceksin? Ne zaman ahireti dünyaya tercih edeceksin? Halık'ı halka ne zaman tercih edeceksin? Namazı dükkanına ve kârına ne zaman tercih edeceksin? Dilenciyi kendi nefsine karşı ne zaman tercih edeceksin? O'nun emrini tutmayı ve yasaklarından kesilmeyi ne zaman öne geçireceksin? Heva ve hevesine uyman dolayısıyla başına gelen belâlara sabretmeyi ne zaman bileceksin? Halk yerine O'na icabet etmeyi ne zaman tercih edeceksin?


Ey oğul!


Akıllı ol. Sen boş, bâtıl bir heves içerisindesin. Batını olmayan bir zahir, özü olmayan bir görüntüsün. Masiyetlerin kalbine ulaşmadan, daha henüz zahirinde iken bana gel; aksi takdirde ısrarcılardan olursun ve bu ısrarın da küfre dönüşür! Emri tut. Kolayı muhafaza et. Elinde olduğu müddetçe ipi bırakma. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Günde yetmiş defa günaha dönse de, tevbe eden kimse, günah işlememiş gibidir."(İbn Mace, es-Sünen, "Zühd" hadis no: 4250, (Misir-1957)

Resûlullâh'ın bir hadisini işitir, onunla amel ve onunla yakınlığını ashabına uymak yoluyla da güzelleştirirsen kalbin Rabbine doğru ilerler, O'nun sözünü duyar. Allâh'a tâati ve ubudiyeti kamilen gerçekleştiren kimse, O'nun kelamını duyma gücüne erişir.

Mûsâ (a.s.) elinde Hakk'ın emir ve nehiylerini ihtiva eden Tevratla kavmine geldi. Ona dediler ki: "Allah'ın vechini gösterinceye kadar senin getirdiklerini kabul etmeyeceğiz ve seni dinlemeyeceğiz. Onlara dedi ki: "O'nun vechini ben göremedim, size nasıl gösterebilirim?" Dediler ki: "Mâdemki O'nun vechini bize gösteremiyorsun, o halde kelâmını işittir." Bunun üzerine Allahu Teala ona şöyle vahyetti: "Onlara de ki: Eğer benim kelâmımı işitmek istiyorlarsa üç gün oruç tutsunlar. Dördüncü gün olduğunda temizlensinler ve yeni temiz elbiseler giysinler. Sonra onları getir, ta ki, kelâmımı işitsinler. Hz. Mûsâ bunu onlara haber verdi. Onlar da söyleneni yaptılar. Sonra Müsâ (a.s.)'in münâcât ettiği yere geldiler -ki o, kavminden yetmiş âlim ve zâhid seçmişti-. Cenâb-ı Hak onlara hitap etti. Hepsi de kendinden geçip bayıldı, Mûsâ (a.s.) tek başına kaldı. Ona dediler ki: "Ey Mûsâ, bizim Allah'ın kelâmını işitecek takatimiz yok! Sen O'nunla bizim aramızda vâsıta ol." Allâhü Teâlâ Hz. Mûsâ ile konuştu. O da O'nun kelamını onlara iletti. Gerçek şu ki, Mûsâ (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın kelâmını ancak iman kuvveti ile, O'na itaat ve kulluğundaki sağlamlığı ile işitmişti. Kavmi ise imanlarındaki zayıflık sebebiyle o kelâmı işitmeye güç yetirememişlerdi. Eğer onlar onun Tevrat'ta getirdiklerini kabul etselerdi, emir ve nehye itaat etselerdi ve edepli davransalardı söyledikleri şeye cüret edemezler ve Cenâb-ı Hakk'ın kelamını işitmeye de muktedir olurlardı.

Ey oğul!


Rabbine itaatte bütün gayretinle çalış. Sana vermeyene sen ver. Sana gelmeyene sen git. Sana zulmedeni sen affet. Niyetinde kullarla, kalbinde ise kulların Rabbi ile, beraber olmaya bak. Sadık olmaya, yalancı olmamaya gayret et. İhlaslı olmaya, münafık olmamaya çalış. Lokman Hekim şöyle dermiş: "Ey oğulcuğum! Kalbin fısk-u fücur içerisinde olduğu halde, insanların seni takva sahibi gibi görmelerinden sakın!"


Vah sana!


Filan filan gibi iki yüzlü, iki dilli, iki fiilli olmayasın. Her münafık yalancı deccal, Allâhü Teâlâ'ya asi olan herkes bana musallat olur. Onların en büyüğü İblis, en küçüğü ise fasıktır. Batıla çağıran her sapık ve saptırıcı bana musallat olur ve ben "La havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azim (Güç ve kuvvet ancak yüce ve azim olan Allâhü Teâlâ'dandır) deyip, Allahu Teâlâ'ya dayanarak onlarla muharebe ederim.

Allah'ım!


Bizi razı olduğun şeyde muvaffak kıl. "Bize dünyada da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru," (12 Bakara, 2/201)


Kaynak :Cilâu'l-Hâtır

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar