Kadiri Yolu

 

İzzetini Korumak İçin Hazırlık Yap

Üçüncü Mektup: İzzetini Korumak İçin Hazırlık Yap

 
Ey Aziz,

Geleceği yakındır o günün… İzzetini korumak bir bakıma sana bağlı… Hatalarını hatırla, düşün ve tedbirli ol… Hazırlığını şimdiden yap… Burayı bırakıp öte aleme gidince, fayda temin edeceğin kimseleri düşünüp kendini yersiz teselliyle avutma… Çünkü orada :

«O günkü dehşet içinde; kişi karısından, anasından, babasından ve çocuklarından kaçar.» (80/34) Ayet-i Kerimesinin verdiği hüküm geçer… Herkes kendi derdine düşer… Hani sen bize, dünyada iken sahib olurdun… Korurdun… Burada da yardım  etsene… Gibi, yarı alaylı, yarı ciddi sözlere muhatap olmamak için, herkes bir yere saklanmak ister… Kimi elini yüzüne kapatır. Kimi de kaçar… Kaçacak yer de yok… O da başka… Sen insani, orada kaçmakla kurtulur mu sanırsın? Hayır kurtulamaz… Hesap verecek… Nakirden kıtmire kadar… İpek telinden urganına kadar… İnceden inceye hesap verecek… Gizlisi ve aşikaresi sorulacak…

O ne muazzam hesap günüdür…

Düşün o günü… Hatta o günün dehşetinden titre… Çünkü, Allah-ü Teâlâ o günkü hesabı şöyle anlatır: «İster içinizde gizlediğiniz olsun; isterse açığa vurduğunuz… Allah hepsiyle sizi hesaba çekecek… (2/284) Bu Ayet-i Kerimedeki derin manayı anlamaya çalış…

Bu hesaptan ancak, burada imtihanı iyi verenler kurtulacak… İnsanlığına yaraşır bir şekilde hayatını idame ettirenler Kurtuluş fermanı alacak. Onun için sen, boş şeylerle meşgul olma… Öz varlığını koruyacak yollardan yürü… “Şunlar var ya, hayvanlar gibidir…” (7/179) Ayet-i Kerimesi İle anlatılan zümreye dahil olmayasın; sakın… Bunların avunduğu geçici zevklere dalmaktan kendini koru… Geçici, behimi hislerini tatmin için özünü kirletme… İnsanlığını yitirme…

Allah’ü Teala’yı daima kendine yakin bil…

Daima onun yüce varlığına kendini yakın bilmeye bak… Ve… murakabe halini hiç elden bırakma… Huzura var ve başını onun kuvveti ve kudreti önünde eğ… Düşün ki, Allah-ü Teâlâ : «Beni anınız ki, ben de sizi anayım… (2/152) Buyurur… Bu ne şereftir… Daima Hak Teâlâ’yı an ki, bu şerefe nail olabilesin… Böyle yaptığın takdirde, Allah-ü Teala’nın :O günde, birtakım yüzler vardır ki, parlak ve aydınlıktır… Rablerine nazar ederler…” (75/22) Şeklinde anlattığı kimselerden olasın…

Kalbini parlatırsan, onu bu âlemde de görebilirsin…

Hakkın zikriyle kalbine cila çekmeye bak… Ve onun kıymetini bil… Her türlü fenalıktan onu esirge… Çünkü onun hakkında şöyle bir kudsi hadis vardır: “Ben ne yere, ne de göğe sığdım; ama, mü’min kulumun kalbi beni aldı…” Sen böyle bir kalbe sahip olursan, daha ne istersin… Ve böyle bir kalbe sahip olmak için ne yapsan azdır… Hem de, hiç gibi bir az… Bu hali bulduktan sonra ereceğin nimetlerin sayısı yoktur… Onlara sayı yetmez… Rakamlar kâfi gelmez…Bu kadar kıymetli şeyler nasıl bedava elde edilir… Elbette bir şeyi elde etmek için, o şeyin şanına yakışır bir şekilde gayret sarf etmek gerekir… Bu hakikat icabıdır ki; sana, Hakkın şanına yakışır bir şekilde kulluk düşer. Hiç olmazsa yapmaya çalış… Bu âlemde hazırlığını tam yaparsan, öteki alemde her arzun yerine getirilir… Çünkü bu âlem ekim yeridir… Orada biçilecek şeylerin tohumunu burada ekmek gerekir… Burada ekmeyen orada bir şey biçemez… Burada ekim işini bitir, tamamla : – “Orada her arzu ettiğiniz verilir… Her arzu ettiğiniz önünüze gelir…”(14/31)

Müjdesini al…

Bu müjdeyi burada alan kullar çok… Sen de onlardan biri olmaya bak… Kalbin de kendine göre kulağı var… Ama, onunla duyup işitmek, bu âlemin maddi ve fani şeyleri değildir… O, ötelerden gelen, yüce ve ulvi kudretten gelen sesleri dinlemeye âşıktır… Ona o sesleri duyurmadan bir hayır iş tutacağını sanmayasın… Onun için ona arız olan kirleri temizlemeye bak… Onun kirlerini giderdiğin an bil ki, yücelerden gelen sesleri duyacaktır… Ve çağrılara uyacaktır:

 Bana duâ ediniz; kabul ederim.” (40/60) Mealinde buyurulan, ilahi emir gereğince yalvarmaya başlar… Çünkü onun her türlü kirini giderdin.. Günah pasından temizledin… Artık yalvarmaya başlar… Haliyle Hak Teala onun yalvarmasını, yakarmasını duyar; boş bırakmaz… “Allah, selam evine davet eder…” (10/25) Emri gereğince zatına davet eder…

Bir gaflet uykusundasın…

Hem de tamamen. Gafletin, dünya yüzünden mi oldu. O halde dinle. Bak Hak Teala anlatıyor: “Dünya hayatı: ancak bir oyundan ve oyalanmadan ibarettir…” (47/30) Bu Ayet-i Kerime, dünyanın ne olduğunu anlatırken; sen halı daha ona dalıp gitmektesin… Ve ona sıkı sıkıya sarılmaktasın kendine göre mazursun; çünkü gafilsin… Niçin böylesin?… Allah seni burası için mi yarattı?… Yoksa öbür âlem için mi yaratıldın?… Şunu kat’i bil ki, sen öbür alemin malısın… Bu alem fanidir. Uyanık zatlar nazarında hiçtir… Buranın sıkıntısı ve meşakkati çoktur. Böyle sıkıntılı ve meşakkatli alemi neylersin?… Öteleri iste… Yüceleri arzula…

Adımlarını atarken. Hak katında yüceleri arzu ederek at Oradaki yüksek makamları isteyerek gez… Bu fani varlığı aşıp öteye varanlardan ol. Onlar ne büyük insanlardır, dinle… Onların tarifini Haktan dinle: “Onlar Sabikun’dur. Bilir misin Sabikun kime derler?” (56/10)  “İşte onlar; serapa nimetlerle dolu Naim Cennetinde yerleşmiş ve Hak yakınlığını bulmuş kimselerdir” (58/11) 

*

Himmetini yüce tut kişinin kıymeti;  himmeti ve gayreti kadar olur. Bu düsturu unutma. İçten gayretini tahrik et. Himmetini Tembel alıştırma… Yola girmemekte direnirse onu kamçıla.. İlahi emirlerin kırbacıyla onu döv.. Belki bu sayede kurtulursun ve yoluna ilahi lütuflar çıkar.. Düşün ki, Cenab-ı Hak, yolunda olan kullarına lütfunu esirgemez… Kim onun yolunu tutsa, kat kat lütuf, ihsan yağdırır. Sen de onun yoluna girersen, sonra devam edersen, mutlaka sana da Hakkın ihsanı gelir… Ahirette elde edeceğin nimetlerin müjdesini daha burada iken alırsın… Çünkü Allah-ü Teâlâ: ”Kullarına lütfedendir….” (42/19)

Bu sebeple: “Onlara dünya hayatında iken müjdeler gelir…” (10/64) Buyurur. Bu müjdeyi alan kullara katılmak senin için ne büyük bir şeref…  

*

Sana düşen emirlerin gereğini yerine getirmektir…Hiç olmazsa, böyle bir niyeti kalpte beslemek ve istikbal için geliştirmektir…İlahi emirleri eda etmeye, omuzlarına yüklenen vazifeleri tamamen yerine getirmeye niyetlen ve kendini o yola koy… Muvaffak olman için de Allah’a yalvarmaya başla… ilk fırsatta kalp düşmanına karşı bir savaş aç… Sakın bu yolda nefsinden emir alma… Zaten, savaştığın şeylerden biride nefistir… O da kalbin en büyük düşmanı olduğuna göre, ondan ne gibi bir emir alabilirsin ki…

Ona karşı harp açtıktan sonra, elin tetikte olsun…

Ondan hiç emin olma. Zayıf anını yakaladığı dakikada, boynunu sıkar… Silâhını çevirdiği an, seni kalbinden, can evinden vurur; öldürür… Seni mahvedecek kalp düşmanlarından biri de şeytandır. «Muhakkak şeytan, insan için açıktan bir düşmandır… (12/5) Buyrulurken, elbette o şeytanın düşmanlığını kabul etmen gerekir… Onun hilesi çoktur. Onunla baş edilmesi de hayli güçtür. Ama sakın azmin kırılmasın… Hiç korkma, Allah-ü Teâlâ bir şeyin zararını haber verdikten sonra, ondan kurtuluş yollarını da haber verir… Çünkü o, hem alim; hem de kullarına şefkatlidir. ilmi ve şefkati olan Rabbimizin gücü ve kuvveti de vardır… Sen onun yolunda olursan; nasıl sana, savaşacağın düşman için başarı yollarını öğretmez… Sen ki, en şerefli mahlûksun; nasıl emrine asker vermez… Onun askeri mi yok dersin?… Halbuki :«Yerin ve semaların askerleri onun emrindedir… (48/4) Durum bu olunca, şeytandan nasıl korkarsın? Onunla savaşmaktan niçin kaçarsın?…

Şu andan itibaren, sana düşen vazife, Hakka sığınmak…

Ve… Ondan gelecek yardıma hak kazanmaktır… Onun yardımı sana geldikten sonra, şeytanın sana zararı dokunmaz… Sonra, nefsin tuzağına düşmekten kurtulursun… Sakın nefsin şerrini de az bilme… O da şeytan gibi, daima sana kötü yolları gösterir. Bunu da şu Ayet-i Kerime bize haber vermektedir:«Muhakkak nefis, bütün gücüyle kötülüğü emreder ve benimsetmeye çalışır… (12/53)

Şeytanın ve nefsin durumlarını tespit eder, ona göre onlara karşı durursan kurtulursun… Aksi halde, ikisi bir olur; seni helak ederler…

                                                 *

Ahireti düşün… Maddi hazlarla meşgul olma. Hiçbir şey yapamazsan günü belli bir zamanını, Allah’ın zikrine tahsis et… Böyle yapmak suretiyle, kalp gözünü açmaya bak… Böyle yap ve nelere ermiş olduğunu anla… Kalbinde sırların letaifi, rakamlar halinde, zuhur etmeye başlar… Kendini ittika sahibi kıl ki, ermişlerin erdiğine sende eresin… Düşün ki, Allah-ü Teala : “Allah’a karşı ittika sahibi olunuz ki, Allah size bilmediğinizi öğrete…” (2/ 282) Ayetiyle seni müjdeliyor… Ve takva sahibi olduktan sonra nelere ereceğini de sana anlatıyor…

Başta asli vatanını hatırlarsın…

Ruhun, ezelde uçup gezdiği yerler göz önüne gelir; öbür âlemi sevmeye başlarsın… Bu âlemin ötesindeki varlık âlemini anlarsın… Yapacağın her ibadeti zevkle, şevkle yapmaya başlarsın; çünkü gerçeği sezdin… “Rabbin yoluna itirazsız gir…”(16/69) Ayetindeki gizli sır sana çözülür… Bu sır, içinde çözüldükten sonra, sana iki kanat verilir; o kanadın biri aşk, öbürü de sevk olur… Ruhun onlarla uçar…Ruhun uçup gezdiği o yerlerden üns meyveleri sana gelir… O üns meyvelerini tattıktan sonra, bu alemin hiçliğini anlarsın Ve :”Her meyveden ye…” (16/69) Emrini alır, hür olursun… Artık bundan sonra; sana ne korku, ne de hüzün…

*

Nefsinde zulmet kirleri kalmaz artık… Ama bu halini senden başkası bilemez… İçinde yaşadığın alemi yalnız sen bilirsin… Her halin açıktır; ama anlayan olmaz… Bu duruma sen de şaşarsın. İçinden: “Allah’ım, sen geceyi gündüze katarsın….” (3/27) Demeye başlarsın… Sır aynanda, çeşitli tecelli nurları parıldamaya başlar… Bu tecelli nurları sayesinde, az önce hayretler içinde kalıp söylediğin cümledeki sırları çözersin…

Kalp bahçene rahmet yağmurları yağmaya başlar. Çünkü orası; Hak Teala’nın her türlü rahmet tecellisine nail olmaya hak kazanmıştır… Ve Allah’ü Teala’nın mealen arz edeceğimiz şu Ayet-i Kerimedeki şeref madalyasını kazanmıştır: “Biz semadan mübarek su indirdik. Onunla bahçelerin çeşitli bitkilerini meydana getirdik… Ve harman edilen cinsten hububat bitirdik…” (50/9) Böyle bir rahmete eren kalp bahçeleri ne olur bilir misin?… Bilmem ki, onu anlatabilmek için, zahirde verilecek bir misal bulunur mu?… Olsa olsa bir irem Bağları olur… Ama o da, bu ilahi güzellik karşısında hiç kalır… İrem Bağları da ne?…

Kalp bahçen anca’: bu hali aldıktan sonradır ki:

“Biz o rahmet suyuyla ölü bir beldeyi dirilttik…” (50/11) Cümlesinin nelere işaret ettiğini çözersin…  “Bugün senin için perdeler aralandı… Biz açtık. Gözlerin de keskin görür… (50/22) Cümlesi sana gelmiştir. Kalbinde zulmet kalmadı. Bu sebepler nur âlemini rahatça görebilirsin… Artık her şey’ sana Âyan beyan… Ne gaflet kalmıştır; ne de cehalet… Hepsi geçmişte cereyan eden birer hâdise halini alır… Şimdi onlar çok ötede… Ve sen… Evet sen, vuslat âlemindesin… Orada tam bir müşahedeye dalar; nura gark olur gidersin… Bazen, müşahede denizinden çıkar; istiğna denizine dalarsın… “Çünkü Allah bütün âlemlere karşı bir istiğna sahibidir…” (3/97) Sen de onun bir kulusun Seni o istiğna alenine alır… İşte o zaman, zatından başkasına ihtiyaç duymaz olursun…

*

Orada halinden emin olan yoktur… Bir yandan bakarsın ki, vuslat olmuş… Tamam… Demeye getirirsin… Ama hemen karşına: “Allah’ın mekrinden emin mi oldular?…” (7/99) Emri çıkar… Susarsın… Seni bir heybet hali sarar … Bir ara ümidin kırılır gibi olur. Meyus olursun… Ama, sen senin olmadığını bilmelisin… Bu hal içinde şaşkın dururken ağzından, kendiliğinden: Buna bir çare Allah’ım… Cümlesi dökülür… Ve o anda kalbine şu ilahi hitap gelir: “Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyiniz.” (12/87) Bu emir, sonra latif bir rüzgar gibi çevrende esmeye başlar… O estikçe seni bir şevk sarar… Kendini Hakkın güzellik ve yücelik bahçesinde bulursun… Oranın güzelliğine hayran olur, bülbül gibi firaklı firaklı ötmeye başlarsın… İlahi nağmeler terennüm ederek, bir gül dalından öbürüne konarsın…

*

Ve… sana öte alemlerden biri ilahi koku gelecek… Etrafına bakınacak; acaba bu nereden geldi? diyeceksin… Bazen dilin kayacak; tıpkı Yakup Peygamber gibi: “İhtiyarlığına hamledip, bunadığımı demezseniz, Yusuf’umun kokusunu alıyorum….” (12/94) Dersin… Ah bir içinde saklayabilsen… Ama nasıl saklayabilirsin ki… Sonra elinde mi?… Sözünde haklısın. Gerçekten aldığın koku, ötelerden sana bir müjdeci gibi gelmektedir… Fakat büyük bir ihtimalle çevresindekiler:  “Sen hâlâ eski şaşkınlığındasın…”(12/95) Diyecekler… Çünkü aynı sözleri çok söyledin. Onlar sadece dinledi… Hiçbir tad alamadıkları için, seni ayıpladılar… Sen hiç üzülme… Zaten üzülmen de mümkün değil… Çünkü hakikaten bulacağını bulmuş sayılırsın… Eğer nasipleri varsa, gün gelecek; hakikati onlar da anlayacak… “Onu yüzüne sürünce gözleri açıldı.” (12/96) Cümlesindeki hakikati elbet istidatları varsa anlayacaklar… O zaman onlar sana yalvaracaklar ve şöyle diyecekler : «Biz hata ettik… Sözümüzde yanıldık… Bizim için Allah’tan bağış dile…» (12/91)

Çevrendeki şaşkınların sözüne aldırış etme…

Onlar mutlaka önünde baş eğecektir. Yeter ki, sen, özüne ilâhî varlıktan bir kırıntı olsun, yerleştirmesini bilesin… İşte o zaman elbette sana şöyle diyecekler: “Allah’a kasem ederiz ki, Allah, seni bizden üstün kıldı…” (12/91) O rahmet denizine daldıktan sonra elde ettiğin her şey; teker teker, birer hazinedir… Anlattıklarımız, o daldığın denizin bir damlası dahi sayılmaz… Rüya tabiri ilmi dahil, bütün bilgilerin hazine anahtarı sana teslim edilir…

O zaman kim ne derse desin, sen kendini bilirsin… Artık haline aşinasın… Beka makamına erdiğin için, halinden memnun insanların tavrını takınırsın… Artık başka isteyeceğin bir şey de olmadığı için şu duayı yapmaya başlarsın : Rabbim, bana mülk verdin… Bana rüyaların tabirini de bellettin… Yerin ve semaların yaratıcısı sensin… Dünya ve ahirette benim de sahibim sensin… “Beni müslüman olarak öldür. Ve beni salihlere kat…” (12/101) Cenâb-ı Hak cümlemize işin sözünü değil, halini nasip eylesin… Çünkü bu yolda söz değil hal ararlar… Çünkü bu yolda nice yolcular, işi sözle bitirmek istediği için helak oldular… Allah korusun. Amin!…

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar