Kadiri Yolu

  

Hz. Muhammed’in Taif’e Gidip Gelmesi




بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla. Hamd, O’nadır. Hz. Muhammed salât ve selam O’nun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.

Taif Yolculuğu

Hz. Muhammed  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), müşriklerin yapmış oldukları zulümden ve işkenceden artık bıkıp usanmıştı. Hele amcası ve ailesinin vefatları onu daha da sarsmıştı. Bir ara Mekke’yi terk edip civar kabilelere İslam dinini tebliğ etmek üzere gitmeyi düşündü. Bu niyetle, yanına Zeyd bin Harise’yi (ra) alarak, Mekke şehrine 120 kilometre uzaklıkta bulunan Taif şehrine doğru yola çıktı.

Yolda, Beni Bekir bin Vail kabilesine uğradı. Bunlar, İslâm dinini kabul etmedikleri gibi. O’nu yurtlarında da misafir etmediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Taif şehrinde oturan Beni Sakif kabilesine gitti. Burada on gün kadar kaldı. Beni Sakif kabilesinin reisleri ve eşrafı ile görüştü, konuştu. Onları İslâm dinine davet etti. Taiflileri dinlerinden çıkarıp yeni bir dine döndürmek, bile bile ölümü çağırmak demekti. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Efendimiz, bunu bildiği halde ilahi vazifesini yapmaktan çekinmedi.

Taiflilerin hiçbiri İslam dinini kabul etmedikleri gibi, Hz. Muhammed’e  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) de yapmadıkları kötülüğü bırakmadılar. Önceleri alay ettiler, sonraları bu alayları hakarete çevirdiler. Öyle ki, Taif büyükleri, aşağı tabakadan bazı kimseleri teşvik ve tahrik edip, O’nun geçeceği yolun iki tarafına sıraladılar ve O’nu taşa tutturdular.
Taif şerlilerinin elinden kaçıp kurtulmakta selameti gören Resulullah 
(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), bu arada birkaç taş yediği gibi, ayakları kan, yara ve bere içinde kaldı. Hazret-i Zeyd bin Harise (ra) O’nu, atılan taşlardan korumak için kendi hayatını tehlikeye atarak vücudunu O’na siper yapmaya çalıştı. Bu arada birkaç yerinden oldukça ağır bir şekilde yaralandı.

Taifliler. Hz. Muhammed’i  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şehrin dışına kadar kovalayıp, taşladılar. Resûlüllah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم). Taifte üzüm bağı bulunan Utbe ve Şeybe bin Rebia adında iki kardeşe ait Mekkelinin bağına kendisini zor attı. Mekkeli, hemşerilik gayreti ile O’nu korudu. Yaralarına baktı, elinden geldiği kadar tedavi etmeye çalıştı ve bu arada O’na, bir miktar üzüm ikram ederek gönlünü almaya ve üzüntüsünü azaltmaya çalıştı.
Hz. Aişe (ra)'nın şöyle dediği rivayet edildi: "Hz. Peygamber 
(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e sordum: "Uhud savaşının olduğu günden daha meşakkatli bir gün geçirdin mi? Buyurdu ki: "Akabe gününde kavmimden çektiğim sıkıntı ve meşakkatten daha fazlasını da gördüm. O gün mazuratımı İbn Abdiyaleyl ve Abdikulal'e anlatmıştım. İstediğim şeye icabet etmedi. Hüzünlü bir şekilde oradan ayrılıp karşı istikamette yola koyuldum. Kendime geldiğimde de Karnu's-Sealib'de idim. Başımı kaldırdığımda bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Bir de baktım ki içinde Cibril var. Bana şöyle seslendi: "Doğrusu Allah (c.c.), kavminin sana söylediklerini ve ne cevap verdiklerini işitti." Bu yüzden Melekü'l-Cibali (dağlar meleği) kavminin hakkında yapılmasını emredeceğin şeyi yerine getirmek üzere sana gönderdi."

Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) dedi ki: "Melikü'l-Cibal bana seslendi ve selam verdi. Sonra şöyle dedi: "Ey Muhammed! Allah, kavminin sana söylediklerini işini. Ben dağlar meleğiyim. Rabbin, istediğin gibi bana emir vermen için beni sana gönderdi. Şayet istersen Mekke'nin etrafındaki dağları birbirine yapıştırıyorum. Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ona şöyle dedi: "Hayır! Umarım ki, Allah onların nesillerinden yalnız Allah'a ibadet eden ve O'na ortak koşmayanları çıkarır."

İbn Hacer el-Askalânî bu hadisi şerh ederken şöyle der: "Musa bin Akabe'nin, elegazi'de İbn Şihab'dan naklettiğine göre; Ebu Talib vefat edince, Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)) Taif'e gitmiş, orada kendisini himaye edeceklerini ummuş, Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Sakif'den üç kişiyle görüşmeye niyetlenmişti. Bunlar o kavmin ileri gelenleri olan Abduyaleyl, Habib, Mes'ud Benu Amr kardeşlerdi. Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) durumunu onlara arz etmiş kavminin kendisine yaptığı eziyetleri anlatmıştı. Ancak onlar Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e çirkin sözlerle karşılık vermişlerdi."

Aynı olaydan İbn İshak da sened zikretmeksizin uzunca söz etmektedir. İbn Sa'd ise bu olayın, nübüvvetin 10. yılında şevval ayında Ebu Talib ve Hz. Hatice (r.a.)'nin vefatından sonra meydana geldiğini zikreder.

Dr. Ramazan el-Buti, Taif yolculuğunu İbn Hişam'ın Siret'inden ve Tabakat İbn Sa'd'dan şöyle özetlemektedir: "Kureyşlilerden gördüğü eziyetler neticesinde Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)), Sakif kabilesinin yardımını talep etmek üzere Taife gitti. Allah katından kendisine gönderilen nübüvveti ve vahyi kabul etmelerini umuyordu.

Resulullah (a.s.) Taife vardığında Sakifin o günkü yöneticileriyle görüşmeye niyet etmişti. Onlarla oturup konuştu. Onları Allah'a çağırdı. Gelme sebebini anlattı. Ancak onlar yardım isteğini çirkin bir şekilde reddettiler. Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) böyle kaba ve çirkin bir karşılık beklemiyordu. Yanlarından ayrılırken onlardan hiç olmazsa Taif'e geliş haberini Kureyşlilerden gizlemelerini rica etti. Ancak bunu da reddettiler. Üstelik içlerinden bazı akılsızları ve köleleri kışkırtarak Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e bağırıp sövmelerini sağladılar. Dahası Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ı taşlattılar. Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in ayakları, atılan taşlardan kanamaya başlamıştı. Zeyd bin Harise kendi bedenini siper ederek O'nu korumaya çalışmış, bu esnada başı birkaç yerinden yarılmıştı. Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Utbe bin Rabia'nın bahçesine vardığında onu izleyen Sakifli ahmaklar peşini bırakmışlardı. Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) yorgunluktan ve almış olduğu yaralardan kupalanmış olarak, bir asmaya yaslanarak gölgesinde oturdu. Rebia'nın iki oğla kendisine bakıyordu. Hz. Peygamber  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) gölgede biraz kendine gelince başını kaldırıp şu duayı yapı: "Allah'ım kuvvetimin zayıflığını, çıkar yol bulmamdaki yetersizliğimi, insanların önünde düştüğüm durumu sana arz ediyorum. Ey Erhamür Rahimin! Sen zayıf düşenlerin Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun? Uzakta olup kötü karşılayanlara mı? Yoksa elimi kolumu bağlayan düşmana mu? Eğer bana gazabın yoksa bunlardan yılmam Fakat senin verdiğin afiyet benim için daha ferahlıktır. Gazabının üstüme inmesinden veya öfkene müstehak olmaktan, karanlıkları aydınlatan vechinin nuruna sığınıyorum. Dünya ve ahiret işleri o nurla düzelir. Sen rıza gösterene kadar halimi sana ar ediyorum. Sen olmaksızın gücüm kuvvetim yoktur." Bu duanın senedi olmadığından metne dahil etmedik.

Daha sonra bahçe sahibi Rabia'nın oğullarının kalplerinde bir şefkat uyandı. Addas isimli hıristiyan bir köleleri vardı. Onu çağırıp, Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e bir tabak içerisinde üzüm gönderdiler, Addas üzümü Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in önüne koyup, "yeyin" deyince, Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): "Bismillah" diyerek eliniuzattı ve yedi. Addas hayret içerisinde şöyle dedi: "Bu sözü, bu yörenin halkı kullanmaz!" Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ona: "Sen nerelisin? Dinin nedir?" diye sordu. Addas: "Ben, Ninovali (Musul'a bağlı bir kasaba) bir adamım. Hristiyanım." dedi. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): "Salih bir kimse olan Yunus bin Metta'nın memleketinden mi?" Addas: "Yunus bin Metta hakkında ne biliyorsun?" diye sordu. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): "O benim kardeşimdir. O peygamberdi, ben de peygamberim." Bunun üzerine Addas yere çöktü. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ın başını ellerini ve ayaklarıni öptü. Bu kıssanın da senedi mürsel olduğundan metne dahil etmedik."

İbn İshak der ki: "Daha sonra Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Taif'ten Mekke'ye dönmek üzere yola çıktı. Geceleyin bir hurma ağacının yanında namaz kılarken, yanından Allah Teala'nın Kur'an'da zikrettiği bir grup cin geçti. Cinler, Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'im dinlediler. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) namazını bitirdiğinde, onlar da iman etmiş ve dinlediklerine icabet etmiş olarak kavimlerine döndüler ve onları uyardılar."

Allah Teala onların kıssasını şöyle anlatır: "Bir zamanlar Kuranı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik. Kur'an'ın okunuşunda hazır bulununca, birbirlerine: "Susun dinleyin!" dediler. Okuma bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. Kavimlerine şöyle dediler: "Ey kavmimiz! Gerçekten biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakkı ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. (Ahkaf Suresi: 29-30)

"De ki: "bana şu vahyedildi: Cinlerden bir topluluk Kur'an okumamı dinlemiş ve şöyle demişler: Gerçekten biz benzerini hiç duymadığımız, hidayeti gösteren eşsiz bir Kur'an işittik ve ona iman ettik. Artık Rabbimiz olan Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacağız." (Cinn/1-2)

Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) -yanında Zeyd bin Harise olduğu halde- döndü. Mekke'ye girmek istiyordu. Zeyd ona: "Ey Allah'ın Resulü! Seni oradan çıkardıkları halde, tekrar yanlarına nasıl gideceksin?" dedi. Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): "Ey Zeyd, Allah görmüş olduğun duruma bile bir çıkış yolu ve kolaylık vermeye, dinine yardım edip, peygamberini üstün kılmaya gücü yeter." Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) daha sonra Huzaa kabilesinden Mut'ım bin Adiyy'e birini göndererek, Mekke'ye girip kendisinin himayesinde kalmak istediğini bildirdi. Mut'im bin Adiyy, Resulullah(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ın bu isteğini kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Mekke'ye döndü.

Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in Mekke'de Mut'im bin Adiyy'in himayesinde kaldığı sabittir. Bunu Buhari'nin Sahih'indeki şu hadis de kanıtlamaktadır: Buhari'nin, Cübeyr bin Mut'im (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Bedir esirleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Şayet Mut'im bin Adiyy sag olup, bu pis adamlar hakkında benimle konuşmuş olsaydı, onun hatırı için onları serbest bırakırdım." demiştir."

Hazret-i Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Mekkeli hemşerisinin bağında bir miktar dinlendikten sonra, kalkıp Mekke şehrine biraz uzakta bulunan Batn-ı Nahle mevkiine geldi. Bu sırada, Rahman Suresini okurken, kendisini dinleyen cinnilerin iman ettiklerini bildiren Ahkaf Suresi’nin 29. âyet-i kerimesi nazil oldu.

Resûl-i Ekrem (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Batn-ı Nahle mevkiinde bir müddet kaldıktan sonra, dostlarının tavsiyesi üzerine Hira Dağına gitti. O tarafta arazisi bulunan Mu’tam bin Adiyy’in himayesine girdi. Peygamberimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) gelip o gece Mut’im’in evinde yattı. Mut’im b. Adiyy, sabaha çıkınca, oğullarını, kardeşinin oğullarını ve kavmini yanına çağırdı. Onlara: “Silahlarınızı kuşanın ve Beytullahın Rükünleri yanında bulununuz!” dedi. Öyle yaptılar. Hepsi, kılıçlarını sıyırmış olarak, Mescid-i Haram’a girdiler.

Ebu Cehil, onları görünce, Mut’im b. Adiyy’e: “Himayeci misin? Yoksa tâbi misin?” diye sordu. Mut’im b. Adiyy: “Evet! Himayeciyim” dedi. Ebu Cehil: “Senin himayene aldığını, biz de himayemize aldık!” dedi. O sırada, Peygamberimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) da, yanında Zeyd b. Harise bulunduğu halde. Mescid-i Harama girmişti. Mut’im b. Adiyy, kavminin üzerinde doğrulup: “Ey Kureyş cemaati! Ben Muhammed’i himayeme aldım! Ona sizlerden hiçbiri dokunmasın!” diyerek seslendi.

Peygamberimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Kabe’yi tavaf ettikten, Hacerü’l-Esved’i istilamdan sonra, iki rekat namaz kılıp evine dönünceye kadar, Mut’im b. Adiyy ile oğulları, Peygamberimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in çevresinde dönüp dolaşmaktan geri durmadılar. Peygamberimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) yıllarca sonra bile Mut’im b. Adiyy’in bu iyiliğini unutmamış, Bedir'de esir düşen müşrikler hakkında, Mut’im b. Adiyy’in oğlu Cübeyr’e: “Mut’im b. Adiyy sağ olsaydı, şu kokmuşlar hakkında bana söyleseydi, onları onun hatırı için (kur­tulmalık akçesi alınmaksızın) bağışlar, serbest bırakırdım!” buyurmuştur.

Resûl-i Ekrem (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Taif’ten döndükten sonra, yine İslâm dinini tebliğ vazifesine devam etti.

Kendilerinin güvenliğini sağlayacak adamların himaye edip hürriyetlerini koruyacak kanun ve adetlerden yararlanmaları İslam davetçilerin hakkıdır. Hz Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in bu davranışı İslami davetin ve dava adamlarının yararına olan bütün işlerde bir dayanak teşkil etmektedir. geçici Anlaşma ve ittifaklar da bu kabildendir.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar