Kadiri Yolu

 

Saadet ve Şekavet

11. Sohbet: Saadet ve Şekavet

İnsanların iki kısım dışında olmadığını bilesin; yani: Saâdet veya şekâvet.. Keza bu iki vasıf her insanda bulunur. Bir insanın ihlâsı ve iyilikleri galip gelirse; yani, nefsanî olan duygular ruhanî bir hal alırsa; o kimsenin şekâvet – kötülük – tarafı, saâdete – iyiliğe – çevrilir. Şayet; bir şahıs iyi olmayan arzularına uyar, iş yukarıda anlattığımızın aksine dönerse; şekâvet tarafı, saâdet tarafından üstün gelir.

Her iki taraf eşit olduğu takdirde son ümit, iyiliğedir. Bunu şu Ayet-i Kerime bize ifade eder:

– «Bir iyilik getiren on misli sevap alır.» (En’am, 160)

Allah-ü Teâla dilerse, daha fazla ihsanda bulunur.. Ve bu kimse için mizân kurulur. Halbuki; nefsanî halleri ruhâniyete geçen için mîzâna lüzum kalmaz. O, hesapsız gelir ve cennete hesap vermeden girer. Bu durum; şu Ayet-i Kerime ile daha iyi îzah edilir:

– «İyilik yönünden tartıları ağır olan kimse, bir hoş geçim içindedir.» (Karia, 6-7)

Hatası; sevabından fazla olan kimse; ettiği cinayet kadar azap görür; sonra o ateşli azaptan kurtulur; imanı da varsa cennete girer. Saâdet ve şekâvetten kasdımız; iyilik ve kötülüktür. Bunlar; bir kimsede hali ile kalmaz, îyilik, kötülüğe; kötülük de iyiliğe çevrilebilir. Peygamber S.A. efendimizin buyurduğu gibi; îyi, kötü olabilir; kötü de iyi olabilir. İyilikleri çok olan, saâdet bulur; iyi olur. Kötülükleri, iyiliğinden fazla olan da şekâvet bulur; kötü olur.

Tevbe edip iyi iş tutan kimsenin şekâvet hali saadete döner.

Mukadder olana gelince; hem iyilik, hem de kötülük, yani saadet, ve şekâvet herkesin varlığında gizlidir. Her iki vasfa da sahiptir.

Peygamber S.A. efendimiz, şöyle buyurur:

– «Saîd olan, anasının karnında saiddir; şâki olan yine anasının karnında şâkidir.»

Hal böyle olmasına rağmen, bu bahsi açmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü bu fasıl kader sırrına taalluk eder. Îleri gidilirse, zındıklık getirir.

Sonra; hiç kimsenin, kaderi ele hüccet olarak alıp, iyi işleri terk etmeye hakkı yoktur:

– Eğer, ezelde iyiler arasında yazıldımsa, bugün yapacağım iyiliğin taydaşı yoktur; keza kötülerden yazıldımsa, iyiliğin de yararı olmaz. Demek, kimse için caiz olmaz. Bu hallerde:

– Eski halim ne ise, o olur; yeniden ne faydam, ne zararım olur. Demek yakışmaz.

Bu hususta Adem a.s. nebi ile iblis -şeytan- misal getirilebilir. İblis işini kadere havale etti, kâfir oldu; kovuldu.. Adem a.s. nebi isyanı, hatayı özünde bildi, rahmete erdi; kurtuldu.. Her müslüman için gerekli olan. odur ki:

Kaderin inceliği üzerinde düşünmeye. Böyle bir hale kapılan, teşvişe düşer; şüpheler içinde kalır.

Sonra, zındıklık haline kaçması da ihtimal dahilinde olur.

Her müslümanın; Allah-ü Teâla’nın, HAKÎM olduğuna kani olması gerek… İnsanın, bu âlemde oluşunu gördüğü işlerin her biri, bir hikmete mebni oluyor.

İnsan; bu dünya evinde, küfür, nifak, fisk ve benzeri işleri, Allah’ın C.C. kudretini izhar için yaptığını ve bildiği hikmete binaen olduğunu bilmeli… Bunların büyük sırrı var.. Allah-ü Teâla kudretini izhar eder. Peygamberimiz MUSTAFA’ dan S.A. başkası bu işlere akıl erdiremez; muttali olamaz. Şöyle bir hikaye anlatılır:

– İrfan sahiplerinden biri; yaratanına şöyle münacaat ediyordu:

– İlahî, takdir senin, irade senin ve nefsimdeki marifeti de sen halk eyledin..

Bunun üzerine şu nidayı içinden duydu:

– Ey kulum, bu dediğin TEVHÎD’in icabıdır; kulluğun icabı değildir.

Bundan sonra, o kul şöyle dedi:

– Ben hata ettim, günah işledim, nefsime zulmettim.

Bu itiraftan sonra, ikinci defa yine bir ses geldi:

– Ben de seni bağışladım, affettim, merhamet eyledim.

Her iman sahibine lazım olan odur ki; yaptığı iyiliği, Hakk’ın verdiği başarı ile bile.. Şer iş ediyorsa, onu da nefsinin kötü arzusundan olduğunu anlaya.. Böyle yaparsa; Allah-ü Teâla’nın şu Ayet-i Kerimede tavsif ettiği kullardan olur:

– «Allah’ın kulları onlardır ki; bir hata işledikleri zaman, ya da nefislerine zulüm ettikte, Allah’ı hatırlar ve günahlarına bağış talebinde bulunurlar. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki?..» (Ali-İmran, 135)

Kul, kötülüğün menbaı olarak nefsini bilirse, kâr eder; kurtulur. Böyle etmek, ismi Aziz olana isnad etmekten daha hayırlı olur. Çünkü o; hakikî yaratıcıdır.

Peygamber S.A. efendimizin buyurduğu:

– «Şâki ve said ana karnında iken bellidir..»

Cümlesi tefsir ister.

Burada anadan murad, beşerî kuvveti doğuran dört unsurdur. O dört unsurdan ikisi su ile topraktır. Bunlar iman bitirir, ilim getirir, hayat verir. Sonra, kalbde tevazu doğurur..

İkinci parçada mütalaa edilen, ateşle havaya ya gelince; onlar da su ile toprağın aksinedir. Bunlar yakar ve öldürür. Bu zıdları bir cisimde birleştiren sübhandır.

Su ile ateşi nasıl da bir arada tutuyor. Nurla zulmeti bulutta nasıl da birleştiriyor. Bir Ayet-i Kerime zikredelim:

– «O size, korku ve ümitle baktığınız şimşeği gösterir ve ağır yüklü bulutlar yapar..» (Ra’d, 12)

Bir gün Yahya b. Muaz Hz. Ali’ye:

– Allah’ı nasıl anladın? Diye sordular, şöyle anlattı:

– Zıdların bir araya gelişinden.

Bu zıd sıfatlar icabıdır ki; insan, Hakkın aynası oluyor; hem de celal sıfatını göstermektedir. Bütün kâinatı, yaratılışında toplamıştır. Yine bu hikmete mebni, insana: Cem edici varlık ve büyük âlem, adı takılır. Çünkü onu Allah-ü Teâla iki eli sayılan kahır ve lütufla halk etti. Böyle yaratılınca, iki yönden de ayna olması gerek.. Hem kesafeti gösterir; hem de letafeti… Însan, diğer eşya hilafına; bütün; isimlerin zuhur yeridir, insan dışında kalan eşya tek yönlü yaratılmıştır.

Kahır sıfatından iblis ve zürriyetini yarattı..

Lütuf sıfatından melekler yaratıldı. Onlar:

Sübbüh, Kuddüs isimlerine mazhardır.

Kahır sıfatından iblis ve tayfası yaratıldı. Bunlar da cebbar sıfatının zuhur yeridir. Bundan ötürü. Adem a.s. nebiye secde etmediler, büyüklük sattılar. Însan; kainatın ulvî ve süfli özelliklerini benliğinde topladığına göre, gerek enbiya, gerek evliya hatadan beri olamaz. Ancak peygamberler, nübüvvet’ ve risâleti uhdelerine aldıktan sonra, büyük günahlardan mâsumdur. Küçük hatalardan değil… Evliya zümresi masum değildir.

Derler ki:

– Evliya zümresi, tam kemale erdikten sonra, büyük günahlardan mahfuzdur.

Şakikül-Baihî rh. der ki:

– Saadete alamet beştir: Yumuşak kalb, çok ağlamak, dünyaya gönül vermeden zahid yaşamak, az ümitli olmak ve haya sahibi olmak…

Keza, şekâvet alameti de beştir: Kalbin katı olması, gözlerin yaşsız olması, dünyaya rağbet, ümit çokluğu ve hayasızlık…

Peygamber S.A. efendimiz, saadet ehlinin alametini dört olarak anlatır:

– «Kendine tevdi edilen emâneti edâ eder. Verdiği ahdi yerine getirir. Sözünde doğru olur. Biri ile çekişme anında sövüp saymaz.»

Keza şekâvet alametini de dörde ayırır ve şöyle devam eder:

– «Verilen emanete hıyanet eder. Verdiği sözü tutmaz. Sözüne yalan katar. Biri ile çekişme sırasında söver sayar.»

Sonra o şâki kişi, arkadaşlarının hatasını affetmez. Çünkü af, dinî huyların en büyüğüdür. Sonra; Allah-ü Teâla, Peygamber s.a. efendimize affı emir buyurmuştur:

– «Affı al; iyilik için emir ver. Bilmezlerden kaç…» (A’raf, 199)

«Affı al” emri, yalnız Peygamber s.a. efendimize değildir. Bu emir, umûmi bir mâna taşır. Bütün MUHAMMED S.A, ümmetine şâmildir. Bir sultan, emrini tebliğe memur bir vâlisine, şu işi şöyle yap derse; o vâlinin eli altında bulunan bütün ülkeler o şeyi yapmaya memurdur, îsterse emir, yalnız o zata olsun..

«Affı al» emri üzerine bu FAKÎR şerh vermek ister.. «Al» demek, onu daima huy edin; demektir. Her kim, af sıfatı ile huylanırsa, Allah-ü Teâla’nın isimlerinden biri ile isim almış olur. O isim ise, «AFV» dır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

– «Affeden ve Islâh olan kimsenin mükafatını bizzat Allah verir..» (Şura,40)

İyi bilesin ki: Saadet şekâvete, şekâvet ise. saadete terbiye ile çevrilebilir. Bunu Peygamber S.A. efendimizin buyurduğu şu Hadis-i Şeriften anlıyoruz:

– «Bütün çocuklar doğarken ÎSLAM fıtratını taşır. Sonra, ana babası onu yahudî, mecusî, nasrani eder.»

Bu Hadis-i Şerif gösteriyor ki, herkesin iyiliğe ve kötülüğe kabiliyeti vardır. Bundan ötürü şu, tamamen kötüdür, veya iyidir; gibi bir hüküm verilemez. Bu yolda söylenmesi doğru olan şudur:

– Eğer bu şahsın iyiliği, kötülüğünden üstün gelirse, saadete erer.

Kötülüğü üstün gelen ise aksine olur.. Bu sözden başkasını diyen şaşmış sayılır. Bu demek değildir ki, insan, amelsiz cennete girer; hatası olmadan da ateşe sokulur. Bu inanç, ÎSLAM esaslarının hilâfınadır. Çünkü Allah-ü Teâla cennetini iyilik ve iman ehli kullarına vaad etti. Ateşi ise küfür, şirk ve isyan ehline.. Şu Ayet-i Kerime bize bu mevzuda yol gösterir:

– «Bir kimse iyilik ederse, kendine; lehine.. Kötülük ederse, yine kendine; aleyhine..” (Casiye, 15)

Yine buyurur;

– «Bugün herkes, yaptığı ile ceza görür, bugün zulüm yok.» (Gafir, 17) Yine buyurur:

– «Însana yalnız yaptığı kadarı kalır.” (Necim, 19)

Yine buyurur: «Kendiniz için Hakk’a takdim ettiğinizi onun katında bulacaksınız.» (Bakara, 110)

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs