Kadiri Yolu
Salim Mevla Ebu Huzeyfe R.a

Salim Mevla Ebu Huzeyfe (R.a)

Hafızların en iyisi...

Resulullah (s.a.v.) bir gün ashabına vasiyet ederek buyurdu ki: “Kur’an’ı dört kişiden alınız: Abdullah b. Mes’ud, Ebu Huzeyfe’nin dostu Salim, Übey b. Ka’b ve Muaz b. Cebel...”

Daha önce İbn Mes’ud, Übey ve Muaz ile buluşmuştuk. Resulullah (s.a.v.)’in Kur’an öğretiminde bir hüccet ve dayanak yaptığı dördüncü sahabî kimdi? O, Ebu Huzeyfe’nin dostu Salim’dir... O, bir köle idi. İslam onun şanını yükselterek, onu, müslüman olmadan önce Kureyş’in eşrafından ve liderlerinden biri olan müslümanların büyüklerinden birine evlat kıldı. İslam, evlat edinme adetini bozduğu zaman o, onu evlatlık edinen Ebu Huzeyfe b. Utbe’ye bir kardeş, arkadaş ve dost oldu.

Allah’ın fazlı ve nimeti ile Salim fazileti, davranışları ve takvası sebebiyle müslümanlar arasında ince ve yüksek bir makama ulaştı... Bu ad ile tanındı: Ebu Huzeyfe’nin dostu Salim... O bir köle iken azad edilmiş, İslam’a giren ilkler arasında yerini almıştı… Huzeyfe b. Utbe de İslam’a erken koşmuş ve babası Utbe b. Rebîa’yı hayatını bulandıran hışım ve dertleri çekmeye terk etmişti.

Çünkü oğlu kavminin ileri gelenlerindendi ve müslüman olmuştu. Halbuki babası onu Kureyş’in liderliği için hazırlıyordu. Ebu Huzeyfe, Salim’i azad ettikten sonra evlat edindi ve Huzeyfe oğlu Salim diye anılmaya başlandı. İkisi, Rablerine sükunetle ve huşu ile ibadet etmeye, Kureyş’in eza ve baskılarına büyük bir sabırla sabretmeye başladılar.

Ve birgün, evlat edinmeyi yasaklayan Kur’an ayeti nazil oldu… Her evlat, kendisini dünyaya getiren gerçek babasının adını taşımaya başladı. Mesela; Zeyd b. Harise… Resulullah (s.a.v.), onu evlat edinmiş ve müslümanlar arasında Muhammed oğlu Zeyd diye bilinir olmuştu. Yeniden babası Harise’nin adını taşımaya başladı ve Zeyd b. Harise oldu.

Fakat Salim’in bilinen bir babası yoktu. Ebu Huzeyfe’yi dost edindi ve böylece “Ebu Huzeyfe’nin Dostu Salim diye anılmaya başlandı. Sanki İslam, evlat edinme adetini yasakladığı zaman müslümanlara şöyle demek istemişti; “Kardeşliğinizi pekiştirecek, bizzat İslam’dan daha büyük ve daha güçlü, sizi kardeş kılan imandan başka bir bağ, akraba ve sıla aramayınız.”

İlk müslümanlar bu mesajı iyi anladılar. Onlar için Allah ve Resulullah (s.a.v.)’tan daha sevgili hiçbir şey yoktu. Ensarın, muhacir kardeşlerini nasıl karşıladıklarını, mallarını, evlerini ve sahip oldukları her şeyi nasıl bölüştüklerini gördük.

İşte bu, Kureyş’in eşrafından olan Ebu Huzeyfe ile babası bilinmeyen köle Salim arasında cereyan eden aynı şeydi. Hayatlarının son anına kadar bir kardeşten daha fazla kaldılar. Öldüklerinde dahi beraber öldüler... Ruh, ruhla beraber… Ceset cesedin yanı başında… O, İslam’ın eşsiz azameti idi. Aksine azamet, meziyetlerinden bir tanesiydi.

Salim, sadıkların imanı ile iman etti. Allah’a, iyiler ve müttakîler gibi yol tuttu. Soyunun sopunun ve sosyal statüsünün hiçbir değeri yoktu artık. Takvası ve ihlası ile o, İslam’ın adil ve yüce temeller üzerine bina edip yükseltmeye geldiği yeni toplumun en yüksek mertebelerine çıktı... Ayet-i kerîmenin koyduğu değer ölçüsü şuydu: “Allah katında en şerefliniz, O’ndan en fazla korkanınızdır.” (Hucurat, 13) Hadis-i şerif: “Arabın, Arap olmayana takvadan başka bir üstünlüğü yoktur. Beyaz tenlinin, siyah tenliye takvadan başka üstünlüğü yoktur.”

Bu yeni ve olgun toplumda Ebu Huzeyfe, kendine şeref olarak da daha düne kadar köle olan birisini dost edinmekte buldu. Ayrıca Salim’i, kardeşi kızı Fatıma b. Velîd b. Utbe ile evlendirmekle de ailesi için bir şeref elde etti. Evet... Salim, Mekke’den Medine’ye hicret esnasında Kuba Camisinde muhacirlerin imamıydı. Allah’ın Kitabında bir hüccet idi.

Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) müslümanlara ondan öğrenmelerini emir buyurmuştu. Onda hayır ve başarı vardı ki, bu yüzden Resulullah (s.a.v.) ona şöyle demişti:: “Ümmetimde senin gibilerini kıldığı için Allah’a hamd olsun..!” Mü’min kardeşleri onun için “Salim, salihlerdendir” diyorlardı.

Salimin hikayesi, Bilal ve onlarca kölenin ve fakirlerin hikayesi gibidir. İslam, onların üzerinden kölelik ve zayıflık adetlerini temizleyip, doğru ve olgun toplumda onları imamlar, liderler ve komutanlar yaptı... Salim, İslam’ın bütün faziletlerinin bir buluşma yeri idi. Faziletler, onda ve etrafında toplanıyor, onun derin ve doğru imanı onları en güzel bir şekilde düzenliyordu. Hak gördüğü bir şeyi dobra dobra söylemesi onun en belirgin meziyetlerindendi. Söylemesi gereken bir sözü varken susmasını bilmezdi.

Hayatı aldatacak bir yanlışa susup, ona ihanet etmezdi Mekke müslümanlar tarafından fetholunduktan sonra Resulullah (s.a.v.) Mekke civarındaki köy ve kabilelere seriyeler göndererek, onlara savaşçı değil; davetçi gönderdiğini bildiriyordu. Bu seriyelerin birinin başında Halid b. Velîd bulunuyordu. Halid gideceği yere vardığı zaman kılıcını kullanıp kan akıtacağı bir şey oldu.

Bu hadiseyi Peygamber (s.a.v.) duyduğu vakit, Rabbinden uzun uzun özür diliyor ve şöyle buyuruyordu: “Allah’ım! Halid’in yaptığından ben berîyim.” Mü’minlerin emiri Ömer bu hadiseyi ona hatırlatmaya ve aleyhine kullanmaya devam etti. Şöyle derdi: “Halid’in kılıcından kan damlar.” Bu seriyede Halid’e, Ebu Huzeyfe’nin dostu Salim ve ashaptan başkaları da refakat ediyordu.

Salim, Halid’in bu yaptığını görür görmez, ateşli bir münakaşayla cevap vermiş ve işlediği hataları saymaya başlamıştı. Cahiliyedeki ve İslam’daki o büyük komutan ve kahraman Halid ise kah dinliyor, kah kendini savunuyor, kah da sözlerinde şiddete varıyordu. Salim görüşünde ısrarlıydı. İdare etme yoluna gitmeden, korkusuzca dile getiriyordu.

Salim o anda Halid’i Mekke eşrafından biri gibi görmüyordu. Kendisi de daha düne kadar bir köle idi. Hayır... İslam, onları eşitlemişti. Onu, yanlışları kutsanacak bir komutan olarak değil, aksine sorumlulukta ortak biri olarak görüyordu. Halid’e muhalefet ettiğinde herhangi bir çıkarı veya şehveti yoktu. Aksine o İslam’ın, hakkını kutsal saydığı ve Peygamber (s.a.v.)’in dinin ta kendisi olduğu nasihatti: “Din, nasihattir. Din, nasihattir. Din, nasihattir.”

Halid b. Velîd, Resulullah (s.a.v.)’e ulaşınca sordu: Kimse ona itiraz etti mi...? Ne kadar yüce ve ne kadar muazzam bir soru... Aleyhisselam’a şöyle dedikleri vakit gazabı sükunet etmişti: “Evet... ona Salim itiraz etti.” Salim, Hz. Peygamber ve mü’minlerle birlikte yaşadı. Hiçbir gazadan geri kalmadı ve hiçbir ibadeti terk etmedi. Ebu Huzeyfe ile olan kardeşliği gün geçtikçe daha da arttı ve perçinleşti.

Resullullah (s.a.v.) ahirete irtihal etti. Ebu Bekir (r.a.)’ın hilafeti mürtedlerin baş kaldırmalarıyla karşı karşıya geldi. Yemame günü geldi. İslam’ın benzeriyle müptela olmadığı şiddetli bir savaştı. Müslümanlar savaşmaya çıktılar... Salim ve Allah yolundaki kardeşi Ebu Huzeyfe de savaşa çıktılar. Savaşın başında müslümanlar hücuma karşı koyamadılar. Orada her mü’min savaşın kendi savaşı ve sorumluluğun kendi sorumluluğu olduğunu hissetti. Halid b. Velîd orduyu yeniden topladı.

Askeri müthiş bir ustalıkla yeniden düzenledi. İki kardeş, Salim ve Ebu Huzeyfe birbirlerine sarıldılar ve kendilerine dünya ve ahiret mutluluğunu veren bu hak din uğrunda şehit düşmeye ahdettiler. Ve kendi kendilerini müthiş kalabalığın içine attılar… Ebu Hüzeyfe bağırıyordu: “Ey, Kureyşliler...!! Amellerinizle Kur’an’ı süsleyiniz... “ Kılıcı Müseylimetü’l-Kezzab’ın ordusuna kasırga gibi vuruyordu. Salim de bağırıyordu: “Ben ne kötü Kur’an hafızyım..! Müslümanlar benim tarafımdan hücuma uğrarlarsa...” Asla ey Salim... Sen en iyi hafızlardansın...!! Kılıcı, mürtedlerin boyunlarında dolaşıyor, şahlanıyordu.

Onlar ki Kureyşin cahiliyetini hortlatmak ve İslam’ın nurunu söndürmek için çıkmışlardı… Mürtedlerin kılıçlarından birisi sağ eline indi ve onu kopardı. Sağ elinde muhacirlerin sancağını taşıyordu. Onu Zeyd b. Hattab düştükten sonra almıştı.

Sağ elinin koptuğunu görünce, sancağı eliyle tuttu ve onunla daha yükseklere doğru sallamaya ve şu ayet-i kerîmeyi bağırarak okumaya başladı: “Nice peygamberler vardı ki, beraberlerinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”(Al-i İmran, 146) Ne müthiş slogan bu... Ölüm günü kendisine slogan olarak bu ayeti seçmişti…

Mürtedlerden bir karaltı etrafını kuşattı ve kahraman düştü. Fakat Müseylime öldürülüp, ordusu dağıtılana ve müslüman ordu galip gelip, savaş bitene kadar ruhu temiz cesedinde dolaşıyordu. Müslümanlar, kurbanlarını ve şehitlerini ararlarken, Salim’i son nefeslerini alıp verirken buldular.

Onlara sordu:

“Ebu Huzeyfe ne yaptı?” “Şehid düştü.” dediler: Dedi ki: “Beni onun yakınına uzatın.” Dediler ki: ”O senin yanında ey Salim... Aynı yerde şehit düştü...” Son defa gülümsedi... Ve bir daha konuşmadı... O ve arkadaşı arzularına kavuşmuşlardı. Beraber müslüman olmuşlar… Beraber yaşamışlar... Beraber şehit düşmüşlerdi… Ne muazzam kısmet..!! Ne güzel kader..!! Ve Allah’a gitti o büyük mü’min. Ömer b. Hattab öleceği vakit onun için şöyle demişti: “Eğer Salim yaşıyor olsaydı, hilafet görevini ona devrederdim.”

Kaynak : İslam Ansiklopedisi

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs