Kadiri Yolu

  

Et-Tevbe Sûresi 119-129. Ayetlerin Tefsiri

Et-Tevbe Sûresi 119-129. Ayetlerin Tefsiri


 ﷺ

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم



يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿١١٩﴾ مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئًا يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿١٢٠﴾ وَلَا يُنْفِقُونَ نَفَقَةً صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً وَلَا يَقْطَعُونَ وَادِيًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢١﴾ وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟ ﴿١٢٢﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٢٣﴾ وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَانًاۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿١٢٤﴾ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ ﴿١٢٥﴾ اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦﴾ وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿١٢٧﴾ لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢٨﴾ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿١٢٩﴾


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin. 

119- “Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.”

Ey iman edenler, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçına­rak dosdoğru uygulamak suretiyle münafıklık etmekten uzak, imanlarında söz ve fiillerinde Allahın dininde sadık ve doğru olanlarla birlikte olup ondan korkun. Daha dünyadayken Allah'a itaat edenlerden olun ki ahirette cennete girip doğrularla beraber olasınız. 

Nâfı, Dahhak, Said b. Cübeyr bura­daki sadıklardan maksadın, Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve diğer sahabeler olduğunu söylemişlerdir. 

Hasan-ı Basri şöyle demiştir; “Kişi sadıklardan olmak istiyorsa bu dinin mensuplarına dil uzatmamak gerekir.” 

Abdullah İbn-i Mes'ud ise bu âyetin son bölümünü şeklinde okumuş ve âyetin manasının, "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve doğru söyleyenlerden olun." Olduğunu söylemiştir. Bu hususta Abdullah b. Mes’ud’un oğlu Ebu Ubeyde, babasının şunu söylediğim rivayet etmiştir. "Yala­nı ne ciddi olarak söylemek helaldir ne de şaka olarak. Dilersiniz şu âyeti oku­yun: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve doğru söyleyenlerden olun."

120- “Gerek medineliler için, gerekse onların çevresinde bulunan bedeviler için Allah'ın peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü Allah yolunda susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri kızdıracak bir yere ayak basmak ve düşmana karşı bir başarı kazanmak karşılığında onlara mutlaka bir salih amel yazılır. Muhakkak ki Allah ihsan edenleri ecrini zayi etmez.”

Resulullah'ın şehri olan Medine ve çevresindekilerin zikredilmesi bu bedevilerin mümin oldukları halde Tebük savaşında peygamberle birlikte savaşa gitmeyip yerinde kalmaları kendi mal ve canlarını peygamberin canından üstün tutmaları yakışan bir tutum değildir. Zira onlar için Allah yolunda karşılaşacakları susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri kızdıracak bir yere ayak basmak ve artık karşılığında salih bir amel onlara yazılacaktı. düşmana verdikleri her zarar karşılığında da büyük bir mükafat yazılır. Şüphesiz ki Allah kullarından emir ve yasaklarına uyarak güzel amel işleyenlerin mükafatlarını asla zayi etmez. Bilakis onların karşılığını verir. Bu nedenle onların amellerine yazdırıp zapt ettirir. Müfessirler bu ayeti kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

Birinci görüş Katade’ye göre bu ayeti kerime muhkemdir. Fakat sadece Resulullah'a mahsustur. Resulullah'tan sonra gelen idarecilerin yaptıkları her savaşa bütün müminlerin katılması gerekli değildir. Bu izaha göre bizzat Resulullah'ın savaş yapması halinde özürlü olan kimseler dışında herhangi bir Müslümanın savaştan geri kalması bu ayette yasaklanmıştır. Nitekim Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Bu hususta bir hadis-i şerifte böyle buyurmuştur.

İmam Ahmed'in oğlu Abdullah Abdurrahman b. Habbab es-Sülemi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) hutbe okuduğu ve Ceyşu'l Usra (Tebük gazvesine çıkacak ordu) ya yardımcı olmaya teşvik etti. Osman b. Affan şöyle dedi: 

- Yular, Eyer ve dizginleriyle yüz deveyi ben üzerime alıyorum. Allah resulü teşvike yine devam etti. Bu sefer Osman bir daha: 

- Yular Eyer ve dizginleriyle yüz deveyi üzerime alıyorum, dedi. Hz Peygamber minberin bir basamağını indikten sonra yine teşvik etti. Hz. Osman da: 

- Yular Eyer ve dizginleri ile bir yüz deve daha üzerime alıyorum dedi. (Abdurrahman der ki) Resulullah  (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) : “Bundan sonra Osman İstediğini yapabilir.” 

Başka bir rivayette ise “Bundan sonra Affan'ın oğluna her ne yaparsa zarar vermez” sözü geçmektedir.

Kafirleri kızdıracak bir yere ayak basmak ve düşmana karşı bir başarı kazanmak karşılığında onlara mutlaka bir Salih amel yazılır buyruğunun tefsirinde nesefi şöyle söylemektedir: “Burada oturmak, kalkmak, yürümek, konuşmak ve buna benzer hayır maksadıyla herhangi bir iş yapmanın bu davranışın karşılık görmeye değer olduğuna delil vardır. Ayrıca yardımcı kuvvetlerin de savaşın bitiminden sonra ganimetten pay almakta askerlerle ortak olacağını da delildir. Çünkü onların topraklarına girmek kafirleri kızdıran işlerdendir. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’de Amir’in iki oğluna savaşın bitiminden sonra gelmiş olmalarına rağmen ganimetten pay vermiştir.”

Muhammed'in nefsi, kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki şayet (Benim savaşa gidip müminlerin geri kalmaları) ağırlarına gitmemiş olsaydı, Allah yolunda cihad eden hiçbir müfrezeden geri kalmazdım. Fakat ben onları taşıyacak bine tedarik etmek imkanını bulamıyorum. Onlar da benimle beraber gelme imkânını bulamıyorlar. Bu sebeple benden geri kalmaları hoşlarına gitmiyor.

İkinci görüş, îbn-i Zeyde göre ise bu âyet-i kerime, bundan sonra gelen, "Müminlerin hepsinin savaşa çıkmaları gerekmez." âyet-i kelimesiyle nesh edilmiştir. Zira o âyet-i kerime geldiğinde müslümanların sayısı az idi. Bütün müminlerin, Resulullah ile birlikte savaşa katılmaları gerektiğinden katılmayanlar bu âyetle yerilmişlerdi. Ancak müslümanların sayısı çoğalınca bu âyet, bundan sonra gelen yüz yirmi ikinci âyette nesh edildi.


Taberi diyor ki: "Bana göre doğru olan görüş "Ayet muhkemdir. Mensuh değildir." diyen görüştür. Ancak bu âyet-i kerime, Resulullahın, herkesin katılmasını istediği Tebük seferinde ona katılmayanlar hakkında nazil olmuş ve onları kınamıştır. Bundan da anlaşılmaktadır ki Resulullahın, herkesin katılmasını istediği savaşlarda, müminlerin, savaşa katılmamaları yasaklanmıştır. Buna mukabil, Resulullahın, herkesin katılmasını gerekli görmediği savaşlarda, savaşa katılmak mecburi değildir. Dileyen savaştan geri kalabilir. Bugün müslümanların, halifesi´nin durumu da böyledir. Bütün müslümanların, halifenin yaptığı bir savaşa katılmaları gerekli değildir. Sadece halifenin herkesin katılmasını gerekli gördüğü savaşlara katılmaları mecburidir.

Görüldüğü gibi Allah teala âyet-i kerime´de Tebük seferinde Resulullah'a katılmayan Medinelileri ve çevresindeki Bedevileri kınamakta, kendi canlarını, Resulullahın canından daha kıymetli saymalarını ayıplamakta ve bunların, savaş yolunda çektikleri çileler karşılığında kazanmış olacakları büyük mükâfaatları teptiklerini beyan etmekte, dolayısı ile müminleri cihada teşvik etmektedir.

121- “Onlar küçük ve büyük nafaka olarak ne İnfak ederlerse ve her bir vadiyi aştıklarında mutlaka kendilerine yazılmıştır ki, Allah yapmakta olduklarının en güzeliyle kendilerini mükafatlandırsın.”

Müminlerin, Allah yolunda az veya çok herhangibir harcamada bulunma­ları mutlaka tesbit edilir ve onun mükâfaatı verilir. Allah yolunda yapılan maddi harcamaları yazılıp tespit edildiği gibi fiilen yapılan savaşlar ve bu mahiyetteki her türlü gayretler de yazılır, tespit edilir ve karşılığı mükâfaat olarak verilir. Zi­ra Allah, kullarının, kendi rızası için yaptıkları amelleri asla karşılıksız bırak­maz.

Hz. Osman (r.a.) "Zorluk ordusu" olarak adlandırılan, Tebük seferine çı­kacak orduya büyük yardımlarda bulunarak bu âyet-i Kerime´nin işaret ettiği mükâfaatlara nail olmuştur. Bu hususta Abdurrahman b. Habbab es-Selemî di­yor ki:

"Birgün Resulullah bir konuşma yaptı, konuşmasında zorluk ordusuna yardımı teşvik etti. Bunun üzerine Hz. Osman, keçeleri ve eyerleriyle birlikte yüz deve verdi. Resulullah, zorluk ordusuna yardım için yine teşvik etti, Hz. Osman’da da keçeleri ve eyerleriyle birlikte yüz deve daha bağışladı. Sonra Resulullah minberden bir basamak aşağı indi ve yine yardım için teşvik etti. Hz. Osman bu defa da keçeleri ve eyerleriyle birlikte yüz deve bağışladı. İbn-i Habbab diyor ki: "Resulullah hayretle ellerini açarak (Kollarını hareket ettire­rek) şöyle buyurdu "Bundan sonra Osman başka bir amel işlemese de sorumlu olmaz.

122- “Müminlerin topluca savaşa çıkması gerekmez. Onların her bir topluluğundan bir taife de dinde fakih olmak için çıkmalı değil miydi? Ve kendilerine döndüklerinde kavimlerini uyarmak üzere (geri kalmaları) gerekmez miydi? Olur ki kaçınırlar .”

Müminler topluca savaşa çıkması gerekmez şehirlerini muhafazasız denetlemesiz  bırakmak suretiyle beldelerinden ve yerlerinden topyekün ayrılarak sefere çıkmaları uygun değildir yani bu onlar için ne isabetli ve ne de hallerine uygun bir davranış olacaktır her kabul eden bir grup insan din ilimlerinde derinleşmek onun şiarlarını onunla ilgili olan edepleri öğrenmek ve kavimlerini savaştan döndüm gelince bununla onları uyarmak sapasağlam Dinin menasıkı ve İslam'ın şiarı hakkında öğrendiklerini onlar içinde ikamet etmek için geride kalmalıdır bu mu olur ki dinin yasaklarından sakınmak emirleriyle muttasif olmak itikatlarını dosdoğru kılmak Allah'a Yakinen iman etmek ve sadece onun dinini din edinme hususunda dikkatli davranırlar. Geride kalanların kavimlerinin kendilerine geldikleri zaman ileri geçmek baş olmak inek ve kıyafetlerinde Zalimlere benzemek gibi seviyesiz maksatlardan uzak bir şekilde olmalıdırlar. Allah'ın dininde bilgi sahibi olmak ve Cihat birbirinden ayrılmaz fıkıksız olmayacağı gibi cihazsız da ayakta durmanın imkanı yoktur.

Mücahide göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem çölde yaşayan bazı sahabeleri hakkında nazil olmuştur Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları insanlara İslamı öğretmeleri için vahalara göndermişti Bu sırada Medine halkı ve çevresinde bulunan bedeviler peygamberle birlikte savaşa çıkmaktan geri kalmaları kendi canlarını onun canlarından daha çok sevmeleri yakışmaz ayeti nazil oldu. bu sahabeler resulullah'tan geri kalmış sayacaklarından bu ayetin kınadığı kişilerden olacaklarından korkarak Bağları bırakıp Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına döndüler bunun üzerine Allahu Teala: “ müminlerin hepsinin Savaşı çıkmaları gerekmez.” ayetini indirerek bu sahabelerin mazur olduklarını beyan etti. hepsinin, vahaları bırakıp Medine'ye gelmeleri hoş görmediğini bildirdi. bu hususta Mücahitte demiştir ki sahabe-i ikramdan bazıları çöllerde yaşayan bedevilere dini tebliğ etmek için gitmişler tebliğde bulundukları insanlar tarafından ilgiyle karşılanmışlar. Onlar bu insanları hidayete davet ediyorlardı. Diğer yandan sahabelerin bir kısmı da düşmanlara karşı savaşa çıkıyorlardı. bu bedeviler kendilerine dini tebliğ eden sahabelere demişlerdi ki: “ ne oluyor size Arkadaşlarınızı bırakıp da bize geldiniz.” bunun üzerine tebliğde bulunan sahabeler bundan sıkıntı hissetmişler ve hepsi dönüp Medine'ye gelmişlerdir. işte bunun üzerine Bu ayeti kerime nazil olmuş ve herkesin savaşa gitmesinin gerekli olmadığını beyan etmiştir. Böylece bedevilere tebliğde bulunanların savaşa katılmamalarını mazur görmüş dini öğrenerek gidip bedevileri uyarmaları emretmiştir.

İbn-i Abdullah bin Abbas Katar'da ve dehaptan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ayeti kerime Resulullah'ın gönderdiği müfrezelere herkesin katılmasını gerekli olmadığını beyan etmektedir. ayette Resulullah'ın gönderdiği her müfreseye herkesin katılarak resulullah'ı Yalnız bırakmaları her kabileden belli kişilerin Resulullah'ın izniyle müfrezelere katılmaları diğerlerinin ise Resulullah ile birlikte kalıp  yeni inen ayetleri öğrenmeleri ve müfrezeden dönen Mümin kardeşlerine öğrendiklerini öğretmeleri emredilmiştir. Bu izaha göre belli insanlar kimler halinde savaşa gönderildiklerinde geride kalan insanlar dini hükümleri öğrenir ve savaştan geri dönen mücahitlere onları öğretirler.

Ali Bin Ebi Talha'ın Abdullah Bin Abbas'tan rivayet ettiği görüşe göre işte ayet-i söyledi: Abdullah b. Abbas diyor ki: “Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: “ Resulullah Sallallahu vesellem biri maune hadisesinden sonra mudar kabilesinin kıtlığa düşmesi için beddua etti. bunun üzerine mudar Kabilesi kıtlığa düştü. Bu kabile büyük topluluklar halinde Müslüman olduklarını söyleyerek akın akın Medine'ye gelmeye başladılar. Gerçekten müslüman olmamışlardı. Onların kalabalık gruplar halinde Medine'ye gelmeleri, sahabe-i Kiram.. Onların mümin olmadıklarını bildirildi. Resulullah da onları geri çevirdi, henüz gelmemiş olanlara da gelmemeleri için uyarıda bulundu. Bu izahata göre ayetin manası şöyledir: “Gerçek müminlerin akın edip hep birlikte gelmeleri yakışmaz. Onların her kabilesinden bir grubun gelip dini öğrenmesi ve geri dönerek kabilelerini uyarması daha uygundur. Böylece uyarılarda Allah'ın azabından kaçınmış olurlar.” 

Hasan-ı Basri'nin görüşüne göre ise bu ayetin izahı şöyledir: “Bütün müminlerin savaşa çıkıp Resulullah'ı Medine'de yalnız başına bırakmaları onlara yakışmaz. Onların her topluluğundan birine cemaatin cihada çıkıp Allah'ın kendilerine göstermiş olduğu zafer vasıtasıyla dini öğrenmeleri ve geri dönüp geldiklerinde cihata katılmayan münafık ve kafirleri Allah'ın azabıyla korkutmaları daha uygun olmaz mı? Böylece uyarılar Allah'ın azabından korkarlar ve imana gelmiş olurlar.” 

Bu görüşü tercih edenler arasında Taberi de bulunmaktadır. Her topluluktan bir cemaatin ayrılıp gitmesi manasına gelen nefere kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime tek başına kullanıldığında cihada çıkma ve savaş yapma manasına gelir. O halde burada dini öğretecek olanlar geride kalanlar değil cihada çıkanlardır. Eğer dini cihada çıkmayanların değil de çıkanların öğrenecekleri manası nasıl çıkarıyorsun denecek olursa derim ki: Aksi takdirde cihada çıkmayanlar cihada çıkanları uyarmış olacaklardır. Cihada çıkanlar günahmı işlediler ki geride kalanlar onları uyarsın. Mutlaka uyarılması gerekiyorsa cihad edenlerin cihad etmeyenleri uyarması gerekir. Kaldı ki burada uyarılacak olanlardan maksat Allah'a iman etmeyenlerdir. Bunları cihad edenler uyaracaktır. 

123- “Ey iman edenler, kafirlerden size yakın olanlarla savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar ve bilin ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir.”

Kafirlerle savaşınız bu savaş size olan yakınlıklarına göre başlasın bütün kafirlerle savaşmak vaciptir. şu kadar var ki daha yakın olanlarla karşı savaşmak da daha bir vaciptir. Bu bakımdan müslümanların kendi vatanlarında bulunan üzerlerine Musallat olmuş mürted ve Allah'ın dinini bozan kafirlerle savaşmaları daha bir vaciptir. Cihad hareketinde bu direktifin özel bir önemi vardır. onlar sizde söyleyeceğiniz sözlerde hem de vereceğiniz savaşta sertlik ve katılık olsunlar çok önemlidir çağımızda çok kimseler insancılık ve kamuoyunu hesaba katmak gibi yaftaları adı altında savaşta gerekli sertlik ve çetinlikten müslümanları vazgeçirip aldatmaya çalışmaktadırlar. bilin ki Allah takva sahipleri ile onlara yardım ve üstünlük vermesi ile birliktedir bu müslümanların moral ve motivasyonunu psikolojisinin kafirlerden Korkma ve onlara karşı sertlik göstermesi halinde kamuoyundan çekinmek gibi komplekslerden kendisini kurtarmaktadır. Yaşadığımız toplumda müminlerin bizden görecekleri davranış yumuşak ve Halim Selim bir davranış olmalı kafirleri inkarlarından caydırmak için de onlara karşı sert ve güçlü olunması gerekmektedir. Allah azze ve celle ayeti kerimesinde buyuruyor ki: “Ey iman edenler sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah onların yerine kendisinin onları Onların da kendisini sevdiği müminlere karşı alçak gönüllülüğü kafirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan Allah yolunda Cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu Allah'ın bir lütfudur o dilediğine verir Allah geniş İhsan sahibidir Her şeyi çok iyi bilendir.” Maide / 54   

124- “Bir süre indirilince onlardan kimi: “Bu hanginizin imanını artırdı?” der. İman etmiş olanlara gelince onların imanını artırmıştır ve onlar birbiriyle müjdeleşirler.”

Allah Kur'an'ın surelerinden birini peygamber efendimize indirdiğinde münafıklardan bazıları alevli bir şekilde: “Ey insanlar bu inen suresinin hanginizin imanını artırdı hanginizin Allah'a ve ayetlerine olan imanınızı güçlendirdi.” derler. Doğrusu bu sure, iman edenlerin imanını arttırmıştır. onlar, Allah'ın kendilerine bahşettiği imandan dolayı sevinirler ve müjdeleşirler. 

Bu ayeti kerime için İbni Kesir imanın artık eksildiğine dair delillerin en büyüklerindendir demektedir. Selef ve Halefin İlim adamlarının önderlerinin kabul ettikleri görüşte budur. Hatta birden fazla kişi bu konuda İcma dahi bulunduğunu söylemiştir. 

125- “Kalplerinde hastalık bulunanlara gelince, murdarlıklarına murdarlık katmıştır ve kafir olarak ölmüşlerdir.”

Bu sure kalplerinde münafıklık ve şüphe hastalığı bulunanların ise münafıklıklarını ve şüphelerini arttırarak murdarlıklarını murdarlık katar ve onlar, iman etmeden, kafir olarak ölüp giderler. Evet kur'an-ı Kerim müminlerin imanını arttırırken ona karşı cephe alan kafirlerin kinini de kamçılar öfkelerini kabartır. Böylece murdarlıklarını iyice artırmış olur. Bu hususta diğer ayeti kerimelerde de şöyle buyruluyor: 

“Biz Kur'an'a iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an zalimlerin ise ancak hüsranını arttırır.” isra suresi / 82 

“... o Kur'an iman edenlere bir hidayet rehberi ve şifadır. iman etmeyenlerin ise kulaklarına bir ağırlık vardır. onların gözleri Kur'an'a karşı kördür. Onlar tıpkı uzak bir yerden çağrılıp da duymayan kimseler gibidirler.” Fussilet / 44  


126- “Onlar görmezler mi ki her yıl bir veya iki kere belalara çarpılıyorlar; yine de hem tevbe etmiyorlar, her öğüt almıyorlar.”

Şu münafıklar kıtlık hastalık ve başka şeylerle yılda bir veya iki defa iptila ediliyorlar. Yahut da emir ve hükümleri uygulamak ve tatbik etmeleri konusunda sınanıyorlar da onlar hiçbir şekilde bunları yerine getirmiyor uygulamıyorlar. Bu bakımdan rezil rüsva oluyorlar. Hem yine nifaklarından tevbe etmiyorlar hem de öğüt ibret almıyorlar.

Müfessirler ayette imtihanlardan neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir

Mücahid'e göre imtihandan maksad Allah'ın her yıl bir veya iki defa kalplerinde hastalık bulunan münafıkları kıtlık ve çeşitli sıkıntılarla imtihan etmesidir.

Katade ve Hasan-ı Basri'ye göre Allah'ın onları her yıl bir veya iki defa sefere çıkmakla imtihan etmesidir.

Huzeyfe'ye göre işe bu kadar zikredilen imtihandan maksad Resulullah'ın aleyhine müşriklerin yaydıkları yalan ve iftiralardır. Kalpleri hasta olan insanlar bu tür iftiralara inanarak fitneye düşüp hak yoldan sapıyorlardı. Sonra tevbe edip doğru yola yöneliyorlardı.

Taberi de diyor ki söylenecek en doğrusu şudur: Allahu Teala'nın o ayeti kerime ile Mümin kullarının münafıkların hallerine hayretle bakmalarını emretmiş ve münafıkları çok az düşünmekle Allah'ın nasihatlarından öğüt almamakta kınamıştır. Allah'ın münafıklara verdiği ibretli dersler açlık da kıtlık olabilir Hz. Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'i iyi diğer kafirlere galip getirmesi de olabilir, münafıkların, müşriklerin sözlerine aldanarak sapmalarını müminlere bildirmesi şeklinde de. Bunlardan herhangi birini diğerine tercih etmeye dair herhangi bir sahih haber yoktur.

127- “Bir süre indirildiği zaman birbirlerine bakarlar ve: “Sizi bir kimse görüyor mu? der, sonra sıvışıp giderler. Allah Onların kalplerini döndürmüştür. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur.”

Münafıklar peygamberin meclisinde bulunurken ayıplarını açıklayan bir sure indirildiğinde birbirlerinin yüzlerine işaretleşerek bakarlar ve şöyle derler: “Sizi aleyhinde bulunduğunuz müslümanlardan herhangi biri görüyor mu? Açığa çıkıp rezil rüsva olmayalım diye sıvışmamız için veya gideceğimiz zaman kimse bizi görmesin diye müslamanlardan sizi gören kimse var mı? derler; “sonra” gizlice “sıvışıp giderler. Allah onların kalplerini” Kuranı anlamaktan uzak tutmuş “döndürmüştür. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur.” Anlamak maksadıyla düşünmez, taşınmazlar. Burada şuna işaret vardır: Fakih kimse Allah’ın kitabı üzerinde gereğince düşünen, haklarını yerine getiren kimdedir. Kur'an-ı Kerim'in surelerinde yer alan ağır mükellefiyetlere karşı takınılacak tavırlar belirginlik kazandığından şanı yüce Allah müminlere olan lütfunu beyan ederek sureyi sona erdiriyor. 

128- “Andolsun ki size kendinizden bir peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir. Sizin üzerinize düşkündür. Müminlere Rauftur, Rahimdir.”

"Andolsun ki size kendinizden" yani ey bu Kur'ân'ın ilk muhatapları olan Araplar, sizin cinsinizden veya nesebinizden veya: Ey insanlar, size karşı onun getirmiş olduğu dinin, insanlığın altından kalkabileceği türden olduğuna dair delilin ikame edilmesi için, sizin cinsinizden "bir Peygamber gelmiştir ki" o Muhammed (Sav)’dir; "Sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir."Sizin sıkıntınız ona ağırdır. Yani hoşlanmadığınız şeylerle karşılaşmanız; yani sizi zorlayan, meşakkate düşüren her şey ona da zor ve ağır gelir. "Sizin üzerinize düşkündür." Hidâyet bulmanıza, dünyevi ve uhrevî faydaların size ulaşmasına tutkundur. Ne oluyor size de onunla birlikte Allah'ın hakkını yerine getirmiyorsunuz, onunla birlikte cihâda çıkmıyorsunuz?

"Mü'minler raûfdur, rahîmdir." Onlara alabildiğine merhametli ve şefkatlidir. Bu âyet-i kerime bize şunu öğretmektedir: Müslümanların önderinin -yani Allah Rasûlünün ümmeti üzerindeki halifelerinin -bu niteliklere sahip olması gerekir. Şefkat, mü'minlere karşı düşkünlük, onlara gerçekten merhametli olmak. Bu ise ancak bütünüyle Allah'ın emrinin uygulanmasıyla mümkündür ki, cihâd da bununla mümkündür. Rasûlullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ise, bu nitelikler bakımından mahlukâtın en mükemmeli olarak mü'minlerle uzun yıllar boyunca cihâdın dalgaları arasına girip girip çıkmıştır. Şefkati, merhameti ve mü'minlere karşı düşkünlüğü, onları zora koşmak istemeyişi, her kim cihâdi terk etmeye itecek olursa, o kimse peygamberin mirasçısı olamaz. Dolayısıyla bu sûrenin böyle bir âyetle ve bundan sonraki âyetle son bulmasının sırrını şimdi daha iyi idrâk edebiliyoruz: 

129- “Eğer yüz çevireceklerse de ki: “Allah bana yeter. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ben yalnız ona tevekkül ettim ve O, ulu arşın rabbidir.”

Ey Peygamber, "Eğer yüz çevirirlerse" senin kendilerini davet etmiş olduğun cihâd ve diğer hususlarda nasihatini dinlemez ve getir­diğin nuru ve hidayeti kabul etmezlerse onlara de ki: “Allah bana yeter." Allah bana yeterlidir. Yani Allah'tan yardım dile ve bütün işlerini O'na havale et; O sana yetecektir. "O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben yalnız O'na tevekkül ettim." İşlerimi O'na havâle ettim ve "O, ulu Arşın Rabbidir." Mahlukatın en büyüğü olan Arş'ın Rabbi olan kimseye tevekkül etmek ise; hiçbir mahluka ihtiyaç bırakmaz. 

Ebu Salih el-Hanefi demiştir ki: "Resulullah şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah merhamet edendir, her merhamet edeni sever ve rahmetini merhamet ede­nin üzerine koyar." Dediler ki "Ey Allah'ın Resulü,bizim, kendimize mallarımıza ve eşlerimize merhamet etmemizle merhamet eden oluruz "Resulullah’da bu­yurdu ki: "Öyle değildir. Fakat sizler, Allah'ın buyurduğu gibi olun" Şüphesiz ki size, kendinizden bir peygamber gelmiştir. Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size son derece düşkündür. Müminlere çok şefkatli ve merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter, Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ona güvendim. O, yüce arşın rabbidir."

Abdullah b. Abbas ve Yusuf b. Mihran´ın rivayetine göre Übey b. Ka’b, bu son iki âyetin, Kur´anın en son inen âyetleri olduğunu söylemiştir.

Zeyd b. Sabit el-Ensari, bu iki âyeti, Huzeyfetül Ensari´nin getirip yaz­dırdığını rivayet etmiştir.

Tevbe Suresi Müslümanlara Cihad ehli sadık müminlerle birlikte olmayı emretmekle son bulmaktadır. Allah mücahitleri hazırladığı mükafatları ve cihadın ilimle birlikte olması gerektiğini Cihad çizgisinin en yakın dairesinden başlayarak oradan genişletilmesi gerektiğini görmüş bulunuyoruz çünkü en yakınımızdaki düşmandan başlayınız emri var kur'an-ı Kerim'in surelerine karşı bu arada cihad sürelerine karşı imani tavrın ne olması gerektiğini buna karşılık münafıkların da bu surelere karşı nasıl bir yer tavır aldıklarını da görmüş bulunuyoruz. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in bazı niteliklerini burada zikredildi, Ondan sonra da bir yüz çevirme ile karşılaştığı vakit neşer söylemesi Gerektiğine dair ona verilen direktifleri gördük Allah azze ve celle'den korkulması sadıklarla beraber olunması hakkında emir'in Müslümanların kendileriyle birlikte olmaması gereken yalancılarla da nasıl bir tavır takınılması gerektiği anlatılmaktadır. O halde cihad edenler ve alimlerle birlikte olmak gerekir. Bu surede hem tavırlarıyla hem de sözleriyle bizlere tanıtılan münafıklarla birlikte olmamak gerekir. surenin son kısmı ise bizlere onların tavırlarından ikisini zikretmekle nihayet süre Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in niteliklerini belirterek son bulmaktadır ki sadıklar kendilerine uyanlar ile ilişkilerinde bu niteliklerin izinden gitsinler ve böylelikle insanın kendisiyle birlikte olması gereken sadıkların kimlikleri ne bilsinler diye bu açıklanmıştır. Buna göre Müslümanlara zulmeden, onlara zorluk koşan ve müminlere şefkat ve merhameti bulunmayan bir kimse, kesinlikle sadık değildir ve kesinlikle böyle bir kimsenin arkasından gitmek uygun değildir; o kişi de arkasından gidilmeye layık bir kişi değildir. 

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar