Kadiri Yolu

 

Yunus Sûresi 1-14. Ayetlerin Tefsiri

Yunus Sûresi 1-14. Ayetlerin Tefsiri

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم



الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ ﴿١﴾ اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ ﴿٢﴾ اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٣﴾ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ ﴿٤﴾ هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٥﴾ اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ ﴿٦﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ ﴿٧﴾ اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿٩﴾ دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ ﴿١٠﴾ وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ اِلَيْهِمْ اَجَلُهُمْۜ فَنَذَرُ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١١﴾ وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِدًا اَوْ قَٓائِمًاۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢﴾ وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿١٣﴾ ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾



Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.


Surenin Nüzûlü


Mushaftaki sıralamada onuncu, iniş sırasına göre elli birinci sûredir. İsrâ sûresinden sonra, Hûd’dan önce Mekke’de, büyük bir ihtimalle hicretten iki yıl önce nâzil olmuştur. 40. âyetle 94-96. âyetlerin Medine’de nüzûlüne dair rivayetler de vardır.


Surenin Adı


Yûnus peygamberin adına ve onun verdiği mücadeleye dair bilgilere Sâffât sûresinin 139-148. âyetlerinde daha geniş yer verilmiştir. Burada ise onun adı sadece 98. âyette bir defa geçmektedir. Buna rağmen Sâffât sûresine değil, bu sûreye “Yûnus” adının verilmesi, Kur’an’ın genel amacı bakımından önemlidir. Kur’an’da peygamber kıssalarının anlatılmasından maksat insanlara hoşça vakit geçirtmek olmayıp, geçmişten ibret almalarını sağlamaktır. 98. âyete göre Yûnus peygamberin kavmi onu dinlediği için dünyada cezadan kurtulmuştur. Allah’ın peygamber ve kitap göndermekteki maksadı, insanların dünya ve âhiret mutluluğuna ermeleridir. Âyet bunun bir örneğini verdiği için sûreye Yûnus isminin verildiği düşünülebilir.


Surenin Konusu  


Yûnus sûresinin temel konuları, İslâmî kaynaklarda tevhid, nübüvvet ve âhiret terimleriyle ifade edilen, “bir Allah’a iman ve kulluk etmek, bilgi kaynağı vahiy, vahyin taşıyıcısı ve açıklayıcısı olarak peygamber ve dünya hayatında peygamberin çağrısına uyanlarla uymayanları ebedî âlemde bekleyen âkıbet”tir. Sûre bütün peygamberlerin görev ve işlevlerine, bu arada son peygamber Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın gerçek bir peygamber olduğuna, onun insanları Allah’a iman ve yalnızca O’na kulluk etmeye çağırdığına, içlerinde Yûnus aleyhisselâmın da bulunduğu başka peygamberlerden örnekler vererek tarih boyunca yaşanan şirk-tevhid mücadelesine, hem Hz. Peygamber(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in getirdiği kitabın kendisinin uydurduğu bir kitap olmadığı hem de Allah’tan başka bir tanrının bulunmadığı gerçekleriyle ilgili ikna edici delillere Kur’an’ın genel üslûbu ve sistematiği çerçevesinde temas etmektedir.


1- “Elif-Mim-Ra. Bunlar hikmet dolu kitabın ayetleridir.”

Elif-Mim-Ra, bu harfler ile ilgili daha önce açıklamalarda bulunuldu. Bu görüşlerin en sağlam olanları, bunların Allah’ın isimlerinden yahut sıfatlarından birisine delalet ettiği veya başlangıçlarını teşkil ettiği surenin isimleri olduğu veya bu konuda meydan okumaya ve icaza işaret olduğu veya bu konuda meydan okumaya ve icaza işaret olduğu veya bazı hususlardan önce dikkat çekmek için geldikleri veya surenin ses ve nağmelerinin anahtarını teşkil ettiği, yahut kur’an’ın birliğini anlamanın anahtarları olduğu veya bu harflerin içinde bulundukları surede muayyen bir oranda bulunduklarına işaret ettiği, şeklindedir. Bu harfler ile başlamak suretiyle bütün bunların murad edilmiş olabileceğine engel de yoktur. Allah en doğru olanı bilendir…  

Hikmeti apaçık ve muhkem (sapasağlam kılınmış) kur’an-ı kerim ayetleridir. Onda yalan, fazlalık, eksiklik, iftira bulunmadığından dolayı da sapa sağlamdır; Kur’anı kerimde sonsuz hikmetler vardır. Bu kainattaki hikmetleri ancak o kainatı yaratan kuşatabildiği gibi bu kur'an'daki hikmetleri de onu nazil eden bilebilir. Yaratıklar ise ancak basiretlerinin nuru miktarı kadar bu hikmet’in bir kısmını görebilirler. Bu kur'an-ı kerim'in hikmetlerinin sonsuz olması, onun Allah tarafından indirildiğinin bir delilidir. Bu durum ise mahlukatın onunla hidayet bulmalarını gerektirir. İşte bu ilk ayetin mukaddimesini teşkil ettiği bu surenin muhtevası da budur. 

Abdullah b. Abbas ve Dehhak’tan, bu harflerin manalarının: “Ben Allahım, görürüm” anlamına geldiği rivayet edilmiştir.

Yine Abdullah b. Abbas, Salim b. Abdullah ve Amir’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu harfler, Allah’ın, er-Rahman sıfatının kısaltılmış şeklidir. 

Katade’denin nakledilen diğer bir görüşe ise bu harfler kur'an-ı kerim'in isimlerindendir. Ayet-i kerimede geçen kitaptan maksadın incil veya Kur'an'dan önce inen kitaplar olduğu Mücahid ve Katade tarafından söylenmişse de Taberi bundan maksadın kur'an olduğunu söylemiştir. Çünkü önceki kitaplar zikredilmemiştir. 

2- “İçlerinden birine: İnsanları uyar ve iman edenlere Rableri katında yüksek bir makam olduğunu müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti ki kafirler: “Muhakkak ki bu, apaçık bir büyücüdür” dediler.”

İnsanlar bizim içlerinden biri olan Muhammedi seçip te ona, kendilerini uyarması, Allah’ın azabıyla korkutması, Allah'a ve Peygamberine iman edenleri, yapmış oldukları salih ameller karşılığında, kendileri için Allah katında güzel mükâfaatlar bulunduğunu müjdelemesini vahyetmemizde şaşılacak bir şey mi görüyorlar. Bu insanlar daha önce de onun gibi bir ademoğluna vahiy gönder­diğimizi sanki bilmiyorlar mı?

Peygamber bu insanları müjdeleyip uyarınca AlIah’ın birliğini inkâr eden­ler "Şüphesiz ki o apaçık bir sihirbazdır, iddia ettiği şeyler asılsızdır." dediler.

Âyet-i kerime´de geçen ve "Onlar için rablerinin katında yüce dereceler vardır." şeklinde tercüme edilen cümlesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

- Dahhak, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Rebi´ b. Enes ve İbn-i Zeyd, bu cümleyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Yapmış oldukları salih ameller karşılığında onlar için rableri katında güzel bir mükafat vardır."

- Ali b. Ebi Talha´nın, Abdullah b. Abbas´tan rivayet ettiğine göre bu cümlenin manası şöyledir: "Onların cennetlik oldukları, rableri katında levh-i mahfuzda mevcuttur."

- Katade, Hasan-ı Basri ve Zeyd b. Esleme göre bu cümlenin manası şöyledir: "Onlara, rableri katında, Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şefaatçi olacaktır.

Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, bu ifade­nin manasının, "Onların, rableri katında salih amelleri vardır. Bu amelleri saye­sinde mükafaatîara erişeceklerdir." şeklinde olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah teala Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)´i Peygam­ber olarak gönderince, Araplar onun Peygamberliğini inkâr ederek şöyle dedi­ler: "Allah, Muhammed gibi bir insanı Peygamber göndermekten münezzehtir." Onların bu sözü üzerine Allah teala işte bu âyet-i kerimeyi gönderdi.


3- “Şüphesiz rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa istiva eden Allah'tır. İşleri tedbir eder. İzni olmadan kimse şefaat edemez. İşte rabbiniz Allah budur. Ona ibadet edin. Öğüt dinlemez misiniz?”

Şüphesiz ki sizin rabbiniz sizi terbiye eden besleyip büyütüp size bir ömür veren efendimiz mutlak malikiniz ve herşeyde egemen olan, gökleri ve yeri yaratan hiçbir ortağı ve yardımcısı olmaksızın tek başına altı günde yaratan (burada bahse konu olan altı gün acaba bizim dünyada geçirdiğimiz günler gibi midir, yoksa her biri bin yıl gibi midir, yine bunların dışında bir şey mi kast edilmektedir bu konuda müfessirler farklı görüşleri vardır) 

Bu konuda İbni Kesir şöyle demektedir: “Arş mahlukatın en büyüğü ve bütün mahlukatın tavanıdır.” şunu da belirtelim ki arş, gaybi bir mahluktur, ona iman etmek farzdır. Gökleri ve yeri yaratan arşın dahi egemenliği altında bulunduğu zatın, mahlukatını doğru yola iletmek, onlara emir ve nehiyler vermek üzere vahiy indirilmesi nasıl garipsenebilir? Ve arşı kuşatan Allah'tır. Bütün yaratıkların işleri yönetir O, sevk ve idare eder. O’nun sevk ve idaresine hiç kimse karışamaz. Yaratıkların işlerini tedbir ettiğini hatırlatan Rabbimiz , onların işlerini çekip çevirenin, onlara resuller göndermekle, bu resullere de vahiy indirmekle insanların da işlerini çekip çeviren olduğunu bildirmektedir.  

Kıyamet gününde onun huzurunda, O, izin vermedikçe hiçbir kimse başkasına şefaatçi olamaz. İşte rabbiniz olan Allah budur. Sadece ona kulluk edin işitmeyen görmeyen ve idraki olmayan varlıkları değil sadece onu rab edinin. Hiç bunları düşünüp ibret almaz mısınız? Allah sizi hidayetsiz, uyarmadan bırakmaz. 

Ona hiç kimseyi ortak koşmaksızın yalnızca ibadet ve kulluk edin. İbadete layık olan sadece O’dur. Herhangi bir manevi varlık ya da cansız olması bir tarafa insan, melek yahut da belli bir sınıf, kesinlikle ibadet layık değildir. Tanıma ve ona itaat etme, kulluk görevlerini yerine getirmenin kapsamı içerisinde yer aldığına, ibadete layık olan o olduğuna göre, bu ibadetin yolunu vahiy aracılığı olmaksızın bulmak nasıl mümkün olabilir? 

Öğüt dinlemez misiniz? Vahyin indirilişini resullerin gönderilişini inkar edenler. Ey O’na başkalarını ortak koşanlar, hiç düşünmez misiniz? Düşünüp de bu yaratıkların varlığını, yaratanın delili olarak görmez misiniz? Böylelikle Allah'ın sıfatını bilmez misiniz? Bu durumda olan yüce zatın kullarını vahiysiz, emirsiz nehiysiz, sevapsız ve cezasız bırakmayacağını hatırınıza getirmez misiniz… İşte bir tek ayeti kerime ile bu Kur'an'a iman etmeyi engelleyen ilk şüphe kökten yıkılmış olmaktadır. Bu ise Yüce Allah'ın asıl itibariyle vahiy indirmesini uzak bir ihtimal olarak görenlerin şüphesidir. 

4- “Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah'ın hak vaadidir. Doğrusu o yaratmaya başlar, sonra onu tekrar iade eder. İman edip salih amel işleyenlere adaletle mükafat vermek için. Kafir olanları da kafir olmaları yüzünden kaynar sudan içecek ve elim verici bir azap vardır.”

Kıyamet gününde hepinizin dönüşü rabbinizedir. Allah, bunu size bir gerçek olarak vaad etmiştir. Rabbiniz, bütün varlıkları henüz hiçbiri ortada yok­ken varetmiştir. Sonra onları öldürüp yok edecek ve tekrar diriltecektir ki, em­rettiği amelleri, işleyen müminleri adaletli bir şekilde mükâfaatlandırsın ve onla­ra âhirette, yaptıklarının karşılığını versin. Allah’ın varlığını ve birliğini inkar edenlere gelince onlar için cehennemde kaynar içecekler ve yine bu inkarları se­bebiyle can yakıcı bir azap vardır. 

Allah teala, bu âyet-i Kerimede, yarattıkları, öldükten sonra tekrar diriltmesinin hikmetini beyan etmekte ve bu hikmet’in, herkese, yaptığının karşılı­ğını vermek olduğun açıklamaktadır.

Âyet-i kerîmede, cehennemliklerin, kaynar sular içecekleri beyan edil­mektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerimede de şöyle duyurulmuştur: "Şüp­hesiz biz, zalimlere, çevrelerini surlarıyla kuşatan korkunç, bir ateş hazırlamışızdır. Susuzluktan dolayı yardım istediklerinde onlara erimiş maden gibi bir su ve­rilir ki yüzleri haşlar, o, ne kötü bir içecektir. O, cehennem ne kötü bir yerdir. 

Ebu Ümame el-Bâhilî, Resulullahın, "Her zorba inatçıya irinli sudan içirilecektir. O, suyu yutkunur fakat bir türlü yutamaz. Ayetinin izahında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Su o ki­şinin ağzına yaklaştırılır. O bunu sevmez. Ancak su ona yaklaştırıldığında yüzü­nü kavurur ve başının derisi sıyrılıp düşer. Onu içtiğinde ise su onun bağırsaklarını parçalar. Onlar onun arkasından dökülür. Bu hususta Allah Teala: "Cehen­nemde ebedi kalanlara kaynar sular içirilecek o da onların bağırsaklarını param­parça yapacaktır. buyurmaktadır.

Günümüzün rahatsızlığı ve ana hastalığı Allah’tan ve ahiret gününden gafil olmaktır. Allah’ı ve ahiret gününü tanımanın gereği, olan Allah’ın vahyine bağlılıktan Allah’ın Resulüne ve şeriatına tabi olmaktan gafil olmaktır. Bu gafletin tedavisi zikirdir, Allah’ı ve ahireti hatırlamaktır, kur’an-ı kerim okumaktır; ilimdir bilhassa bunları hatırlayan kimselerle, amil alimlerle, Allah’ın rızasını isteyenlerle, dünyaya iltifat etmeyip ahireti arzı eden kimselerle birlikte olmalıdır. 

5- “Güneşi ışık, ayı nur yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona konak yerleri düzenleyen O’dur. Allah bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetlerini açıklar.”

Güneş'in ışığı nurdan daha güçlüdür. Aydınlatma açısından güneş bir şekilde ışık olarak ifade edilerek kullanılmıştır. Ayın nurlanması güneşten aldığı ışıktan dolayıdır. Günlerin hesabını yılların sayısını bilmemiz için Ay’ı eksiltip çoğalmayacağı mesafeler takdir eden rabbinizdir. Rabbiniz ay ile güneşi boşuna değil yerli yerince yaratmıştır. O ayet ve delilleri Allah'ın varlık ve birliğini düşünen bir topluluk için açıklar. Ayın seyri konaklar halinde takdir etmiştir veya ayı konaklara sahip olarak takdir buyurmuştur. Allah bunları boşuna yaratmamıştır.

İbni Kesir der ki: “Güneş ile günlerin sayısı bilinmekte, Ay’ın hareketiyle aylar ve yıllar bilinmektedir.” Yani Güneş vasıtasıyla Güneş senesi, Ay vasıtasıyla Ay senesi bilinir.

6- “Gece ile gündüzün değişip durmasında, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında, sakınan bir topluluk için ayetler vardır.”

Şüphesiz ki gece ile gündüzün, biri gidip diğeri gelerek, birbirlerini takip etmelerinde ve Allah'ın, göklerde ve yerde yarattığı çeşitli varlıklarda, Allah'ın tehdit ve cezalandırmasından korkan bir topluluk için, Allah'ın varlığını ve birli­ğini gösteren deliller vardır.

Allah teala bu âyet-i kerimede, varlığını ve kudretini gösteren delileri zikretmiştir ki böylece kullan, Allah’tan başka rableri olmadığını, her şeyin ya­ratıcısının kendisi olduğunu bilsinler ve Allah'a ortak koşanlara karşı bu delilleri de ileri sürsünler. Çünkü insan gafildir, uyarılmaya muhtaçtır. Bu sebeple diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır.

"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüz çevirip geçerler de ibret almazlar.

7- “Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olarak ona bağlananlar ve ayetlerimizden habersiz bulunanlar var ya;”

Öldükten sonra dirilmeyi inkar ederek bize kavuşmayı kesinlikle beklemeyenler bunu hakikatleri kavramaktan yana gafletlerinden dolayı hatırlarına getirmeyenler veya mutlu kimselerin bekledikleri, umdukları gibi bizi güzellikle kavuşacaklarını ummayanlar, yahut kendilerinden korkulması icab eden, bizimle karşılaşmanın tehlikelerinden korkmayanlar; “dünya hayatından hoşnut olarak”; ahirete bağlanacakları yerde ahireti inkar edip az ve fani olanı, çok ve baki olana tercih ederek dünya hayatlarını hoşnut olacakları nihai nokta görerek “O’na bağlananlar” yani ahirete doğru kendilerini harekete geçirecek hiçbir şey nefislerinde kalmaksızın dünyadan aldıkları ile yetinip rahat edenler… 

Nesefi’nin dediği gibi “Yani o dünyada adeta kazık çakacaklarmış gibi yerleşip sapasağlam binalar yaparak alabildiğine uzun emellere gark olanlar” veya adeta kendileri rablermiş gibi sonsuz bir hürriyetle tasarruflara kalkışıp ubudiyetten ve ubudiyetin hatırlatılmasından kaçanlar… “Ve ayetlerimizden habersiz bulunanlar var ya…” İşte şu anda insanların çoğunun durumu budur. 

Hatta çağdaş uygarlık, bütün kurum, şekil ve yan kollarıyla böyle bir  düşünüşün üzerinde yükselmektedir. Çağımızda her şey dünya hayatını tazim ve üstün görmek esası üzerinde yükselmektedir. Buna bağlı olarak dünyalığı kazanmak, lezzetlerini, fitnelerini elde etmek için -ahireti göz önünde bulundurmaksızın- büyük bir istekle, can havliyle atılmaktadır. Bu tür insanların yüce Allah niteliklerini, onların Allah'ın vahdaniyeti’nin (bir olduğunun) delillerinden gafil olduklarını ifade ederek tamamlamaktadır. Yani onlar Allah'ın vahdaniyetinin ayetleri (delilleri) üzerinde düşünmeyi terk ederler, bu konuda tefekkür etmezler. İşte bu gibi kimselerin cezası nedir?

8- “İşte bunların varacakları yer -kazandıklarından ötürü- ateştir.”

Bunların yerleşecekleri girip karar kılacakları ve yaptıklarından ötürü kazandıkları ateştir. Ateşi kazanmaları sebebiyle onların cezası olacaktır. O günahın karşılığı olan bir cezadır. 

Hasan el-Basri, ayeti kerimeden hareketle bu gibi kimselerin durumunu şöyle nitelendirmektedir: “Allah'a yemin ederim onlar dünyayı süslediler, yüceltiler. Ve nihayet Allah'ın kainattaki ayetlerinden gafil kalarak dünya hayatından hoşnut oldular. Bu gafletleri sonucu Allah'ın kainattaki ayetleri üzerinde düşünmediler ve yine bu gafletleri sonucu Allah'ın şer'i ayetlerinden de gafil oldular, emirlerini tutmadılar. Kıyamet gününde diriltildikten sonra ateşin, dünya hayatlarında kazandıkları günahların, hataların ve suçların bir karşılığı olacağını unuttular. Üstelik bütün bunlarla birlikte onlar Allah'ı resulünü ve ahireti de inkar etmektedirler.”

9- “İman edip salih amellerde bulunanları imanları sebebiyle rableri doğru yola eriştirir. Naim cennetlerinde altlarından Irmaklar akar.”

Şüphesiz ki Allah'a ve ahiret gününe iman edip imanlarıyla birlikte de salih amel işleyenleri, onları sevaba götüren dosdoğru yolu doğru bir şekilde takip etmeye iletir ve rableri ahirette imanlarının nuru ile cennetin yoluna onları iletir. Allah'ın kendilerine nimet verdiği cennetlerde önlerinden ve altlarından ırmaklar akıttırır. Ayeti kerimede iman edip salih amel işleyen kişileri hidayete iletmeyi Allah'ın üzerine aldığını ve onlar üzerindeki nimetleri tamamlayacağını belirten bir müjde yer almaktadır: Onlar naim cennetlerinde olacak ve altlarından ırmaklar akacaktır. 

10- “Buradaki duaları: “Münezzehsin Allah'ım der; Ondaki dirlik temennileri, “Selam” ve dualarının sonu da: “Alemlerin rabbi Allah'a hamdolsun” şeklindedir.”

Oradaki (Naim) cennetlerindeki duaları “Münezzehsin Allah’ım” şeklindedir. Yüce Allah’ı zikretmekten zevk duyarak yaparlar. “Ey Rabbimiz seni sana yakışmayan şeylerden tenzih ederiz.”dir. Birbirleriyle selamlaşmaları ise “selam olsun sana, yani, sen cehennemliklerin uğradıkları kötü akıbetten selamette ol” demeleridir.

İbni Cüreyc diyor ki: “Bize anlatıldığına göre cennetliklerin oradaki duaları; Münezzehsin Allah’ımdır. Bununla birlikte bana şöyle bildirildi: Yanlarından bir kuş geçer ve canları onu çekecek olursa: Münezzehsin Allah’ım derler. İşte bu onların istekleri ve dualarıdır. Onların bu duaları üzerine bir melek, arzularını onlara getirir ve onlara selam verir. Onlar da meleğin selamını alırlar. “ Onların oradaki selamlaşmaları “selam”dır. Cümlesi bunu ifade etmektedir. Onu yedikten sonra da “Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd ederler. Dualarının sonu ise, alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun” şeklindedir. cümlesi de bunu ifade etmektedir. 

Süfyanı Sevri der ki: Onlardan herhangi bir kimse bir şey için dua etmek istediğinde: “münezzehsin Allah'ım..” diye dua eder. 

11- “Eğer Allah, insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de çabucak verseydi, süreleri hemen bitmiş olurdu. İşte biz, bize kavuşmayı ummayanları böyle azgınlıkları içinde terk ederiz; bocalayıp dururlar.”

Allah onlara mühlet verdi. Onları helak etmek suretiyle istediklerini çarçabuk vermiş olsaydı her şey bitmiş olurdu. Ahirete iman etmeyenleri Allah sınırları aşıp haddi ve tecavüzleri şaşkınlık içerisinde ve tereddütlerle hocalayıp kalacakları bir şekilde Allah onları terk eder. Eğer bizler istediklerini kabul edip onlara hayrı çabucak verdiğimiz gibi kötülüğü de istemeleri üzerine çabucak verecek olsaydık canları alınıp helak edilirlerdi. Bu buyruk acele edilmediğini de ifade etmektedir. İşte bundan dolayı kafirler şirk ve sapkınlıkların da kalmaya devam eder. Allah'ın kendilerine mühlet vermesi sebebiyle tereddüt ederler hocalarlar. Azgınlıkları ile birlikte Allah onlara bol bol nimetlerini verir; bu ise onlara karşı bağlayıcı delillerin gereğince ortaya konulması içindir.

Burada dikkat edilecek bir husus var 7. ayeti kerimede “Bize kavuşmayı ummayanlar” buyruğu ile son ayeti kerimede yer alan “İşte bir bize kavuşmayı ummayanları azgınlık içinde böyle terk ederiz. Bocalayıp dururlar.” buyruğu arasındaki ilişkiye dikkat etmek gerekir. Birbirini tamamlayan ayetler olarak görülmektedir.

İbni Kesir, el-Bezar’ın müsnedinden Hz. Cabir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu: “Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza beddua etmeyiniz, Çünkü beddua ederken Allah'ın sizin duanızı kabul edeceği bir ana rastgele bilirsiniz.”

12- “İnsana sıkıntı gelip çattığında; yanı üzereyken, oturduğu veya ayakta bulunduğu anlarda, bize yalvarıp yakarır. Biz ondan sıkıntısını giderince de karşılaştığı sıkıntıdan ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. Böylece haddi aşanlara işledikleri süslü gösterilir.”

İnsana bir zorluk, bir sıkıntı, bir zarar dokunduğunda, yatarken olsun otururken olsun, ayakta iken olsun, o sıkıntı ve zorluğun giderilmesi için yüce Allah’tan onu kendisinden gidermesi için yardım dileyip durur. Fakat biz onun başına gelen sıkıntıyı kaldırdığımızda, insan o için­de bulunduğu hali unutur kendisine sıkıntı gelmeden önceki haline döner ve unutmaya çalışır. Mevlasına şükretmeyi terk eder, ondan kaçarak tekrar sapıklığa ve Allah'a ortak koşmaya döner. Sıkıntısı kaldırılan insana, tekrar inkâra dönmek süslü gösterildiği gibi, Allah'a karşı yalan uydurmada, Allah’ı zikretmekten yüz çevirmek, yolundan alıkoymak ve küfre uymak gibi yaptıkları işler şeytan tarafından onlara verilen vesveselerle süslü gösterilir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, insanoğlunun hem çok sabırsız hem de arsız olduğunu beyan etmektedir. Öylekİ, insanoğluna bir sıkıntı ve bir darlık geldiğinde ne durumda olursa olsun derhal Allah’a yalvararak o sıkıntının kendi­sinden uzaklaştırılmasını ister. Ona hiç sabretmez. Bununla beraber Allah, sı­kıntıyı kendisinden giderip aydınlığa çıkardığı zaman o sıkıntılı olan eski halini hemen unutur ve tekrar isyana döner. Her şeyde haddi aşmak ve aşırılık onların durumudur.

Ebu Derda'dan şöyle rivayet edilmektedir: “Yüce Allah'a rahatlık zamanlarında dua et ki, sıkıntılı zamanlarında senin duanı kabul etsin.” Tirmizi’nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği ve Hakim’in de Selman'dan rivayet edip isnadının sahih olduğunu belirttiği hadiste şöyle buyrulmuştur: “Sıkıntılı ve kederli zamanlarında Yüce Allah'ın duasını kabul etmesini arzulayan kimse bolluk zamanlarında çokça dua etsin.”

13- “Andolsun ki, sizden önce nice nesillere zulmettikleri zaman helak ettik. peygamberleri onlara apaçık delilleri getirdikleri halde, onlar inanmamışlardı. İşte biz günahkarlar topluluğunu böyle cezalandırırız.”

Ey müşrikler, biz sizden önce de şürk koşan, yalanlayıp inkâr eden, Allah’ın emirlerine karşı ge­len ve apaçık ve doğru olduklarına delalet eden mucizeler getirdikleri halde, Peygamberlerini yalanlayıp iman etmeyen nice kavimleri helak ettik. Halbuki Peygam­berleri onlara, kendilerinin hak Peygamber olduklarını gösteren apaçık deliller veya alâmetler getirmişlerdi. Bu helak edilen kavimler ise, kendilerini hakka davet eden Peygamberlere iman edecek durumda değillerdi. Peygamberlerini yalanlayan, geçmişteki zalim kavimleri helak ettiğimiz gibi, Peygamberim Muhamme­di yalanlayan siz suçluları da şayet vaz geçip tevbe etmezseniz öylece helak ederiz. Bu hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in risaletini yalanlayanlara açık net bir tehdittir. 

14- “Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınıza bakalım.”

Allah teala bizleri yeryüzünde başıboş olarak yaratmamış, bizleri, ken­disini tanımamız ve tanımayanlara da tanıtmamız için halife yani vekil yapmış­tır. Bizim yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı kontrol etmektedir. Sonuçta bizi cezalandıracak veya mükâfaat! andıracaktır.

Bu hususta Peygamber efendimiz (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki dünya tatlıdır, yeşildir.- Allah sizleri orada halifeler kılmıştır. Ne yaptığınıza bakmaktadır. Dünyadan kaçının, kadınlardan kaçının. Zira, İsrailoğullarının ilk fitnesi kadınlardan kopmuştur. 

Katade, Ömer b. el-Hattab (r.a)’ın, bu âyetin izahında şunları söylediğini rivayet etmiştir. Hz. Ömer demiştir ki: "Rabbimiz doğru söyledi. O, bizleri, an­cak amellerimizin nasıl olacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldı. Siz, Allah gece gündüz, gizli ve açık iyi ameller gösterin."

Abdurrahman b. Ebi Leyla diyor ki; "Bir gün Avf b. Mâlik (r.a.), Ebubekir (r.a.)’a dedi ki: "Ben rüyamda gördüm ki, gökten bir ip sarkıtıldı ve Resulullah yukarı çekildi. Tekrar sarkıtıldı, Ebubekir yukarı çekildi. Sonra insanlar, minberin etrafında (boylarını) ölçüştüler. Ömer diğer insanlardan üç zir’a uzun geldi," Bunun üzerine Ömer, Avf b. Malik’e müdahale ederek "Bırak rüyanı, bi­zim ona ihtiyacımız yoktur." dedi. Daha sonra Ömer halife olunca dedi ki: "Ey Avf, şimdi rüyanı anlat" Avf dedi ki "Senin rüyama ihtiyacın varmı? Sen o za­man beni azarlamamış mıydın" Ömer dedi ki: "Vay haline ben korkmuştum ki, sen Resulullahın halifesine, ölüm haberini bildiriyorysun." Bunun üzerine Avf b. Malik, Ömere rüyasını anlattı. Ömer'in, diğer insanlardan üç zira uzun ol­masına gelince, şunları söyledi: "Bu zir’alardan biri, onun halife olmasıdır. İkincisi, Allah hakkında, kınayanın kınamasından korkmamasıdır. Üçüncü ise şehit olmasıdır." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Allah teala buyuruyor ki: "Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldık. Ey anasının yavrusu Ömer, sen halife kılındın, ne yapacağına iyi bak. Allah hak­kında, kınayanın kınamasından korkmamam, meselesine gelince, bu Allah'ın di­lediği bir şeydir. Benim şehid olacağını beyan eden sözüne gelince, Ömer nereden şehid olacaktır. Çünkü müslümanlar onu kuşatıp muhafaza altına almışlar­dır. Ancak Allah, dilediğini yapmaya kadirdir."



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar