Kadiri Yolu

 

Mutezile ve Cebriyye fırkaları Yanlışta olduklarını fark edemiyorlar mı

Sorunun Kısaltılmış Hali:


Mutezile ve Cebriyye fırkaları Yanlışta olduklarını fark edemiyorlar mı?


Sorunun Tamamı: 

Mutezile ve Cebriyye fırkaları baktığımız zaman anlayış ve yaşayışlarinin temelinde tevhid yok bu anlaşılıyor. Şimdi bunu sormak istiyorum hocam kitapta peygamberlerin tevhid misyonu üzere geldiğini peygamberliğin marifet kapısının ilk basamağı olduğunu Allah'a ve Resulü (Sav)’e ayak diretenlerin münafıklar ve kafirler olduğunu ve bunların da kendi otoritesini çıkar ve menfaatlerine heva ve heveslerini korumak için olduğunu okudukları halde niye anlamıyorlar neden çıkarlarının kafirler ve münafıklar ile mutabık olduğunu fark edemiyorlar?


Cevap:

Bu sorunuz, kelamî ve itikadî tartışmaların ötesine geçerek psikolojik, sosyolojik ve tarihsel boyutları olan çok derin bir sorudur. Bir felsefi veya itikadî ekolün, kendi temel metinlerinde (Kur'an ve Sünnet) açıkça belirtilen Tevhid misyonuna rağmen nasıl farklı bir yola sapabildiği ve kendi çıkarlarıyla uyumlu bir yorum geliştirebildiği sorusudur.

Mu'tezile ve Cebriyye'nin durumu ile modern anlamdaki "münafık ve kâfir" tiplemeleri aynı değildir, ancak her iki sapmanın temelinde yatan zihinsel mekanizmalar ve motivasyonlar büyük ölçüde benzerlik gösterir.

Aşağıda, bu tür itikadî sapmaların (Mu'tezile ve Cebriyye'nin Tevhid'den uzaklaşması da dahil) nedenlerini dört temel başlık altında inceleyebiliriz:


1. Zihinsel Çerçeve: Akıl ve Vahiy Çatışması 

İtikadî fırkaların Tevhid'i farklı yorumlamasının temelinde akıl-vahiy (Kur'an ve Sünnet) dengesini doğru kuramamak yatar.

A. Mu'tezile Örneği (Aklın Mutlak Üstünlüğü)

  • Yanlış Varsayım: Mu'tezile, İslam'ı o dönemde yaygın olan Yunan Felsefesi'ne (özellikle Aristoteles mantığına) karşı savunmak isterken, aklı mutlak hakem ilan etti.

  • Tevhid Sapması: Allah'ın adaletini (Adl) o kadar merkeze aldılar ki, insanı sorumlu tutabilmek için fiillerinin yaratıcısı olması gerektiği sonucuna vardılar. Bu, Tevhid'in en temel ilkesi olan yaratmadaki tekliği (Hâlikiyyet) ilkesine ters düştü ve dolaylı yoldan insana şirk atfettiler (küçük şirk). Onlar bunu "adalet" olarak gördükleri için, Tevhidden saptıklarını fark edemediler.

B. Cebriyye Örneği (Vahyin Pasif Yorumu)

  • Yanlış Varsayım: Cebriyye, Allah'ın Kudretini (Gücünü) ve Kaderini o kadar mutlaklaştırdı ki, insan iradesini tamamen yok saydı.

  • Tevhid Sapması: Bu, insanı sorumluluktan kurtaran bir yoruma yol açtı. İnsan, yaptığı hiçbir kötülükten sorumlu tutulamazdı, çünkü her şey Allah'ın zorunlu yaratmasıydı. Bu anlayış, emir ve yasakların (tekellüf) hikmetini anlamsızlaştırdığı için, Kur'an'ın imtihan misyonuna (Tevhid'in bir parçası) aykırı düştüler.

Her iki fırka da kendilerini Tevhid'i savunduğunu düşünürken, Tevhid'in sadece bir yönünü (ya Kudret ya Adalet) mutlaklaştırıp, diğer yönlerini inkâr etmiş oldular.


2. Psikolojik Mekanizmalar: Çıkar, Heva ve Heves 

Sizin de belirttiğiniz gibi, bu tür sapmaların temelinde yatan psikolojik motivasyonlar, münafık ve kâfirlerin motivasyonlarıyla paralellik gösterir: Konfor ve Çıkar.

  • Sorumluluktan Kaçış (Cebriyye): Cebriyye öğretisi, temelde sorumluluktan kaçış sunar. "Benim yaptığım kötülük benim değil, Allah'ın zorunlu yarattığıdır" demek, vicdan yükünü ve ceza korkusunu hafifletir. Bu, heva ve heveslere uymayı kolaylaştıran psikolojik bir sığınaktır.

  • Gurur ve Kibir (Mu'tezile): Mu'tezile'nin aklı mutlaklaştırması, entelektüel kibre yol açabilir. Kendi akli çıkarımlarının nass'ın (vahyin) lafzından daha üstün olduğunu varsaymak, dinî metinlere karşı "ayak direme" anlamına gelir. Bu da bir tür nefsanî tatmin ve otorite kurma çabasıdır.

Bu felsefi yorumları savunanlar, başlangıçta kötü niyetli olmasalar bile, yorumlarının sonuçları heva ve hevesleriyle örtüştüğü için bu yolda kalmaya devam ederler.


3. Sosyolojik ve Siyasi Çıkar 

Özellikle Mu'tezile ve Cebriyye, siyasi otoritelerle yakından ilişkilendirilmiştir:

  • Cebriyye: Mutlakiyetçi ve zalim idareciler için Cebriyye öğretisi idealdir. "Benim zulmüm de Allah'ın zorunlu yaratmasıdır, siz bana karşı gelemezsiniz, çünkü bu kadere aykırıdır." Bu, yönetici otoritesini dinî bir kılıfla korur.

  • Mu'tezile: Abbasiler döneminde kısa bir süre resmî mezhep haline gelmiştir. Devletin entelektüel ve felsefi gücünü gösterme çabası, bu ekolün yükselişinde rol oynamıştır.

Bu fırkaların mensupları, kendi görüşlerinin siyasi iktidarla örtüştüğünü gördükçe, hem maddi çıkar hem de otorite kazanırlar. Bu durumda, yanlış yolda olduklarını fark etmeleri daha da zorlaşır.


4. İdrak Körlüğü (Küfr-ü İnadî) 

Sizin belirttiğiniz gibi, bir insan gerçeği (Kur'an'ı) okuyup buna rağmen tersini iddia ediyorsa, bu genellikle inadın veya önyargının sonucudur.

Bu fırkalar için de benzer bir durum söz konusudur:

  1. Sistemin İçine Girmek: Bir kişi bir sisteme (ekole) girdiğinde, o sistemin terminolojisi ve mantık örgüsü onun düşünme biçimi haline gelir. Artık Kur'an'a bakarken, onu ekolünün filtresiyle yorumlar (örneğin ayetleri hep te'vil etme zorunluluğu hisseder).

  2. Yanlışı Doğru Görmek: Kendi yorumlarının tek hakikat olduğunu varsayarlar. Kendilerini Tevhid'i en iyi savunanlar olarak gördükleri için (Mu'tezile: Ehl-i Tevhid), kendilerinin kâfirlerle mutabık olabileceği fikrini zihinlerinde imkânsız kılarlar.

  3. Hakikati İnkâr: Bu, küfr-ü inadî denilen duruma benzer. Gerçeğin gözlerinin önüne serilmesine rağmen, gurur, çıkar veya peşin hüküm nedeniyle onu reddetme halidir.

Özetle: Bu fırkalar, Kur'an'ı ve Tevhid'i inkâr ettikleri için değil; Tevhid'i kendi aklî ya da nefsanî çıkarımlarına uygun bir kalıba soktukları için ana yoldan sapmışlardır. Bu yanlış yorum, onlara hem psikolojik rahatlama hem de sosyal/siyasi çıkar sağladığı için, geri dönmeleri zorlaşmıştır.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar