Kadiri Yolu

Marifet Vâdisi

 Marifet Vâdisi 


Sûfîlerin ifadelerine göre sâlikin manevî yolcuğu esnasında aşması gereken üçüncü vadi marifet vadisidir. Sûfîler marifet kavramını iki anlamda kullanmıştır. İlki çalışmamızda vârid olarak isimlendirilen sâlikin kalbine ansızın doğan ve kısa bir süre kalbi kuşatan manalardır. Sâlikin kalbine gelen ilham olarak niteleyeceğimiz bu manalar sûfîler tarafından levâih, levâmi’, tevâli’, şâhid, bevâdih, hücum, fetîh ve işâret olarak da isimlendirilmiştir. Bu kavramların aralarındaki fark daha çok gelen ilhamın süresi ve manasının anlaşılması cihetiyle açık yahut kapalı olması ile ilgilidir. 


Marifet kavramının ikinci anlamı ise bundan daha genel bir manayı ihtiva eder. Bu ise Abdülkerim Kuşeyrî’nin tarifine göre sâlikin riyazet, uzlet ve masivayı terk sayesinde ulaştığı hususî bir yakınlık neticesi ilahî kudretin tasarruflarının ne şekilde cereyan ettiğine dair sırların Allahü Teâlâ tarafından salike tarif ve talim edilmesidir.


Sâlik öncelikle Allah’ı sıfat ve isimleri ile tanır. Sonra onun muamelesi sıdk (doğruluk) üzere olur. Kötü huylardan temizlenir. Hakk’ın kapısında uzun uzadıya bekler ve kalbi ile itikâf yapar. Bunun neticesi olarak sâlik Allah’ın güzel bir teveccühüne nail olur. Böylelikle Allah bu kimsenin bütün hallerinde sıdk üzere olmasını sağlar ve onu nefsinin arzularından keser. Artık bu kimse Hakk’ın gayrının davetine kulak vermez bir duruma gelir. Halka yabancılaşır ve nefsin afetlerinden uzak olur. Allah’tan başkası ile sükûn ve huzur bulma ve Hak'tan gayrısını mülahaza kirinden temizlenir. Bu kimse sırren ve ruhen Allah’a münacaat eder. Böylece yüce Allah kudretinin tasarruflarına dair olan ilmi bu kimseye talim eder. Bu itibarla Hakk’ın esarından konuşan kimseye ârif ve bu kimsenin haline de marifet denilir. Kısaca sâlik kendisine yabancılaştığı nispette rabbi hakkında marifeti tahsil etmektedir. 


Ebû Tâlib el-Mekkî ise marifeti şu şekilde tarif eder: “Marifet ihlası öğrenmek, nefsin insanı sürükleyebileceği afetleri, onun vereceği vesveseleri, kişinin düşmanlarının hile ve tuzaklarını tanıyıp bilmek ve bunların karşısında amellerin düzeltilmesini öğrenmedir.” 


Sûfîlerin ifadelerine göre marifet Allah’ı tanımak, onun ilâhî isim, fiil ve sıfatlarını bilmek ve mutlak vahdetini (birliğini) kavramak anlamına gelmektedir. Böyle bir marifeti tahsil etmek için sâlikin yapması gereken iki önemli husus vardır. İlki kalbin temizlenmesidir. Kalp insanın bilgi edinme vasıtalarından olan akıl ve hissî kuvvetlerinin yanında sûfîler tarafından benimsenen hakikatin zevken görülmesini sağlayan bir melekeden ibarettir. İlahî sevgi ve ilahî tecellinin merkezi olan kalp aynı zamanda marifetullahın merkezi olarak da kabul edilmiştir. 


Kimi sûfîler tarafından marifet kalbe, sevgi ruha ve tecelli sırra ait görülüp tafsil edilmiş olsa bile tasavvuf eğitimi açısından marifet, sevgi ve tecelli tek bir hakikatin yani kalbin farklı tezahürleri olarak kabul edilmiştir. Sûfîler tarafından marifete ulaşmanın yegâne vasıtası olan kalp temizlenmeden, hevâ ve heves perdelerinden ve dünyevî aklın tesirinden kurtulmadan zevkî idrakin ve yakîni marifetin mahalli olamaz. Bu ise nefsin terbiyesi ve sâlikin sırrının masivâdan yüz çevirmesi ile mümkündür. Bunun yanında kalbi diri tutan ibadetlerin ve zikrin kalbin idraki hüviyetindeki marifetin tahsilini gerçekleştiren unsurlardan olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. 


Kalbin bir müşâhadesi olması sebebiyle marifetle bilinen şey doğrudan idrak edilmektedir. Bu ise bilenin ve bilinenin birleştiği manevî bir hali ifade etmektedir. Bu noktada marifeti tahsil için salikin gerçekleştirmesi gereken ikinci önemli hususu belirtmemiz gerekmektedir. Bu ise ilahî sevgidir. Sûfîler tarafından marifet ve sevgi aynı hakikatin iki veçhesi olarak kabul edilmiştir. 


Sâlik tasavvuf eğitimi esnasında sevdiğini tanırken tanıdığını da sevmektedir. Bu aynı zamanda sevgide olduğu gibi sâlikin elde ettiği marifetin de sübjektif olduğunun bir işaretidir. İnsanın tatlı bir şeyde tatlılığı acıda da acılığı tattığı ancak tadı ve acılığı tavsif ve izah ederek bunu tatma duygusu olmayana nakledemediği gibi manevî bir hal olarak elde edilen marifet de hissî ve aklî mülahazaların aksine bir başkasına nakledilememektedir. Bu marifetin Allah’ın dilediğinin kalbine verdiği bir nur ve sûfînin kalbine Hak'tan gelen bir aydınlanma olması sebebiyledir. 


Marifeti tasavvuf eğitimi esnasında aşılması gereken bir vadi olarak niteleyen Ferîdüddin Attar’a göre bu vadi başı ve sonu olmayan bir mertebeden ibarettir. Bu vadinin uzunluğu yolcuların gönlünü karışmakta ve onları manevî bir şaşkınlığa düşürmektedir. Bu vadide yürüyen her bir sâlikin Hakk’ı tanıyışı kendi kabiliyeti ölçüsündedir ve herkesin Hakk’ı tanıyışı kendine uygun bir tarzda gerçekleşmektedir. Müellif “(Bu vadide) kimi mihrabı bulur kimi de puta tapınır” diyerek bu hususa işaret etmektedir. Burada ortaya konulmak istenen husus marifet vadisinin sâlikin ayn-ı sabitesinden kaynaklanan sebepler neticesi Hak Teâlâ hakkındaki nakıs bilgisi sebebiyle manevî yolculuktan geri kalmasıdır.


Zira bu mertebe tevhîd-i ef’âl yahut fenâ fi’l-ef’âl mertebesidir. Yani sâlik her fiil ve işte gerçek fâilin Hakk Teâlâ olduğunun marifetini tahsil etmektedir. Ancak bu marifet bazen sâlikin manevî ilerleyişini perdeleyici bir hal alabilmektedir. Bu ise sâlikin kabiliyetinin yetersizliği sebebiyledir. Şeytanın “Beni sen azdırdın (Hicr 15/39)” diyerek gerçek fâilin Allah olduğunu bilmesine karşın hitabındaki edepsizlik sebebiyle sülûkunu tamamlayamaması sûfîler tarafından böyle bir hususa örnek olarak gösterilmektedir. Attar, marifet vâdisinde bulunan sâlikin Hak'tan başka bir şeyi müşâhade etmeyeceğini sembolik bir dil ile şu şekilde ortaya koymaktadır:


“Sâlik sevgiliden başka bir zerre bile görmez, ne görürse hep onun yüzüdür. Daima onu seyreder. Birlikte tüm sırları tamamlar ve böylece tam ve kâmil bir er olup birliğe erer.” 


Müellif marifetin nasıl tahsil edileceğine de dikkat çeker. Ona göre gayretsiz ve himmetsiz kişiler marifeti tahsil edemezler. Bu itibarla sâlik çalışıp çabalamalı, geceleri uykudan gündüzleri de yemekten feragat ederek marifeti tahsil etmeye çalışmalıdır. Zira marifetin tahsili ancak mücâhade iledir.


Yahyâ Şirvânî (ö.869/1464) de marifet vâdisinde yaşanılan manevî tecrübelerin çokluğu sebebi ile sâlikin manevî bir şaşkınlık içine düşeceğini belirtmektedir. Müellifin sarhoşluk olarak nitelediği bu manevî halden kurtulması ancak onun Hakk’ın marifetini tahsil etmesi ile mümkün olmaktadır. Bu ise dost cemâline ayna olan gönlün tertemiz olması ile gerçekleşecektir.


Şirvânî, marifeti amele tabi olan bir ilim olarak nitelendirmektedir. Bunun sebebi marifeti tahsil etme hususunda gerekli gönül temizliğine sâlikin amellerinin kaynaklık etmesidir. Bir diğer ifade ile sâlik tasavvufî yolculuğu esnasında amellerine ne kadar titizlikle yaklaşır ise gönlü o derecede parlayacak ve bunun neticesi olarak da Hakk’ın marifeti böyle bir gönle doğuverecektir. Bu bağlamda Şirvânî marifetin tamam olması ve sâlikin ârif olması için Fatiha Suresinde ifade edilen şu yedi şartı ileri sürmektedir: 1. Hamd, 2. Cehd, 3. Havf, 4. Recâ, 5. Tevekkül, 6. İhlas, 7. İstikamet.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs