Kadiri Yolu

           

İbrahim Suresi 19-27. Ayetlerin Tefsiri


                                     بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

İbrahim Suresi 19-23. Ayetlerin Tefsiri

ibrahim Suresi'nin ana konusu, tevhid, kıyametin anlatımı ve insanın amellerinin muhasebesidir.

Dördüncü Grubun Tefsîri (19-23. Âyetler)

“Görmezmisin” bilmez misin “ki Allah gökleri ve yeri hak ile” hikmet ve emir “yaratmıştır;” boşuna yaratmamıştır. "Dilerse sizi yok edip yeniden başkalarını yaratır." O insanları tamamıyla ortadan kaldırıp yerlerine onların şekillerinde bir başka mahlukat veya farklı şekilde başka yaratıklar varetmeye kâdirdir: Bu ifadeler ile Yüce Allah'ın varolanı yok etmeye, yok olanı da varetmeye kâdir olduğunu bildirmektedir. "Ve bu Allah için hiç de güç değildir." Büyük, olamayacak, imkânsız bir şey değildir. Bu iki âyet-i kerime ile Yüce Allah bizlere, varlığı hakkında şüpheyi ortadan kaldıracak şeyleri hatırlatmakta olduğu gibi, Kıyamet gününde cesetleri tekrar diriltmeye kadir olduğunu haber vermektedir. İşte bundan dolayı hemen bundan sonra bizleri Kıyamet sahnelerinden bir sahne ile karşı karşıya getiriyor:

Dünyada İken İnsanları Peşlerine Takan Güçlülerin Ahiretteki Tavrı (âyet 21):

"Hepsi Allah'ın huzuruna toplanıp çıkarlar." Bütün yaratıklar iyileriyle, kötüleriyle bir tek ve Kahhâr olan Allah'ın huzuruna toplanacaklardır. Yani yerin düzlük bir yerinde, kimseyi gizleyecek hiç bir engelin bulunmadığı bir yerde Allah'ın huzurunda toplanacaklardır. Allah için hiç bir şey gizli olmadığı halde, gizleyecek ve gizlenecek bir şeyleri olmaksızın, Allah'in huzuruna çıkmalarının dile getirilmesinden maksat şudur: Onlar dünya hayatında iken ahlâksızlıkları işlerken, insanlardan gizlenebiliyor ve bunun Allah tarafından bilinmediğini sanıyorlardı. Kıyamet gününde ise yaptıklarının Allah tarafından bilinmiş olacağını görecekler ve hiç bir şeyin Allah için gizli kalmadığını anlayacaklar ve onlar kabirlerinden çıkartılarak Allah'ın hesabına ve hükmüne maruz kalmak üzere kabirlerinden çıkartılacaklardır. İşte o vakit:

"Zayıflar" yani görünüş itibariyle öyle görülen alt tabakadakiler ve üstlerindekilere uyan kimseler "büyüklük taslayanlara" Allah'a hiç bir şeyi şirk koşmaksızın ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyen, Rasullere muvafakat etmeyen ve bu zayıfları küçümseyip peygamberlerini dinlemekten ve onlara uymaktan alıkoyan lider ve önderlere: "Doğrusu biz size uymuştuk;" Bize ne emrettiyseniz onu yaptık "Allah'ın azabından bir parça olsun bizi koruyabilecek misiniz?" İçinde bulunduğumuz bu durumdan bir kısmını olsun def' edebilecek misiniz? "derler. Onlar da" yani onların dünyadaki önderleri onlara: "Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi eriştirirdik." Bu ifade onların sorularına doğrudan doğruya verilmesi gereken bir cevap değildir. Fakat zayıfların onlara söyledikleri sözler bir çeşit azar ve kendilerini azdırdıkları için sitem mahiyetinde olduğundan, onların azablarını herhangi bir şekilde hafifletmeye kadir olamayacaklarını bilerek onlara bu şekilde soru yönelttiklerinden, büyüklük taslayanlar da ötekilere özür beyan eden bir üslupla: "Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi eriştirirdik." diyeceklerdir. Yani dünyada iken Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı, biz de sizi ona iletirdik. Eğer Allah bizlere azabtan kurtulma yolunu göstermiş olsaydı biz de size o yolu gösterirdik. Yani, ancak o takdirde biz size faydalı olabilir ve yok olma yoluna sürüklediğimiz gibi kurtuluş yoluna da davet ederdik. Ama "şu halde artık sızlansak da katlansak da birdir." Hiç bir şey değişmeyecektir. Ne bunun bize faydası olur, ne de onun. 

İbn Kesîr der ki: "Göründüğü kadarıyla zayıfların büyüklük taslayanlara bu şekilde gidip başvurmaları Cehenneme girdikten sonra Cehennemde olacaktır."

"Bizim için kaçıp sığınacak bir yer yoktur, derler." İster katlanalım, ister sızlanalım, hiç bir yere kaçıp kurtulamayız. Acaba bu son ifadeler müstekbirlerin sözlerinin son kısmı mıdır yoksa her iki tarafın birlikte söyleyecekleri sözler midir? Bu konuda müfessirlerin iki görüşü vardır; ancak göründüğü kadarıyla müstekbirlerin sözlerinin devamıdır. Şanı Yüce Allah bizlere Allah'ın kulları arasında hükmünü verip mü'minleri cennete koyup kâfirleri de cehennemin alt basamaklarına yerleştirdikten sonra İblis'in kendisine tabi olanlar önünde neler söyleyeceğini bizlere haber vermektedir. İblis -aleyhi la'netullah- o gün aralarında kalkıp konuşacak ve bu onların kederlerini kat kat artıracak; aldanışlarını, hasretlerini katlayacaktır. Bu sahneyi Yüce Allah bizlere şöylece tablolaştırmaktadır:

Hesap Gününde Şeytan Kendisine Tabi Olanlara Diyecektir ki (âyet 22):

"İş olup bitince" yani cennet ile cehennem ehli hakkında hüküm verilip cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra; "Şeytan der ki: Gerçekten Allah'ın size verdiği söz doğru idi." Buradaki "söz" den kasıt, öldükten sonra dirilmek ve amellerin karşılığını görmektir. Allah'ın bu sözleri Rasûller vasıtası ile insanlara verilmiş idi. Ve bu Rasûllere uyanlar ancak kurtulabilir, esenliğe kavuşabilir. İşte Allah'ın Rasûlleri aracılığıyla size verdiği sözler hak idi ve Allah bunları aynen yerine getirmiştir. "Ben de size söz verdim" Öldükten sonra dirilmek, hesap ceza yoktur gibi şeyler söyledim. "Ama size verdiğim sözümde durmadım." Çünkü size yalan söylemiştim. "Sizi zorlayacak hiç bir gücüm de yoktu." Sizin üzerinizde bir tasallutum bir iktidarım olmadığı gibi, söylediğimin doğruluğuna dair bir delilim, bir belgem de yoktu. "Yalnız ben sizi çağırdım." Ben vesveselerle, nefsinize hoş gelecek şeylerle sizleri sapıklığa çağırdım; "siz de çağrımı kabullenip geldiniz." Çabucak yanımda yer aldınız. Sadece çağırmam sizin için yetiverdi. Halbuki Rasûller size karşı sağlıklı delilleri ve belgeleri de ortaya koymuş, sizlere getirdiklerinin doğruluğunu isbat etmişlerdi. Siz onlara muhalefet ettiniz ve bu duruma düştünüz. "O halde beni kınamayın." Çünkü ben sizin düşmanınız idim. Sizleri Allah benden sakındırmış iken çirkin bir işe çağırdığımdan dolay beni kınamamalısınız. "Kendinizi kınayın." Çünkü elinizde hiç bir delil ve belge olmaksızın bana uymuştunuz, günah sizin günahınızdır. Çünkü sizler delilleri bir kenara bırakıp onlara aykırı hareket ederek sadece sizleri bâtıla davet etmem ile bana uyuverdiniz.


Kendisinin Allah'a Ortak Koşulmasını Şeytan Bile Kabul Etmeyecek (âyet 22):

"Artık ben sizi kurtaramam." Sizi koruyamam; "Siz de beni kurtaramazsınız." Yani ne ben sizi, ne de siz beni Allah'ın azabından kurtarabilir, ne de birbirimize yardımcı olabiliriz. İçinde bulunduğunuz durumdan ben sizi çekip çıkartamam, size bir faydam olmaz. Siz de beni içinde bulunduğum bu azab ve cezadan çekip kurtaramazsınız; bana faydalı olamazsınız. "Esasen beni Allah'a ortak koşmanızı daha önceden de kabul etmemiştim." Yani ben, bu günden önce de sizlerin beni Allah'a şirk koşmanızı inkâr etmiştim. Dünyada iken yaptığınız bu şirki reddetmiştim. Onların kendisini şirk koşmalarını inkâr etmesinin anlamı: Bundan beri olmasını ve böyle bir şeyi reddetmesini ifâde eder. Onların şeytanı Allah'a şirk koşmalarının anlamı ise: "Şeytanın Allah'tan başkalarına ibadet etmeyi kendilerine süslü gösterdiği hususta ona itaat etmeleridir.

"Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azab vardır." Acaba bu, yüce Allah'ın bizlere anlattığı İblis'in söyleyeceği sözlerin geri kalan kısmı mıdır, yoksa yeni bir söz müdür? Bu konuda müfessirlerin iki görüşü vardır. Allah bedbahtların âkıbetini karşı karşıya kalacakları azab ve horlanmaları dile getirdikten sonra mutluların âkıbetini belirterek şöyle buyurmaktadır:

Yine İmân Edenlere Dönülüyür ve Onlar İçin Ebedî Kalınacak Cennetler Var Deniliyor (âyet 23):

"İman edenler, salih ameller işleyenler altlarından ırmaklar akan cennetlere konulurlar." Allah'ın emri ve izni ile melekler onları cennetlere yerleştirirler ve bu cennetlerin altlarından akan ırmaklar onlarla birlikte nereye giderlerse giderler. "Rablerinin izniyle orada temelli kalırlar." Allah'ın izin vermesi üzere melekler tarafından oraya girdirilmelerinden sonra ebediyyen kalacaklar, oradan başka bir yere aktarılmayacaklar ve zevalleri olmayacaktır. "Onların orada birbirine sağlık temennileri de selâmdır." Bundan maksat ya Cennetliklerin biribirlerine selâm vermeleridir; yahut meleklerin onlara selâm vermeleridir.

Beşinci Grubun Tefsîri (24-27. Âyetler)

Rabbimizin tevhid kelimesini misallendirişi ve nitelemesi (24-27)

“Görmezmisin” bilmez misin “ki Allah’ın hoş bir söze” -ki la ilahe illallah’dır- “nasıl misal verdiğini? O söz kökü sağlam” kökleri ile yerin derinliklerine uzanmış "dalları" üst tarafı ise "göğe doğru" yükselmiş "olan hoş bir ağaca" hurma ve buna benzer meyve veren diğer ağaçlara "benzer."

"O ağaç Rabbinin izniyle" onu yaratanın kolaylaştırması ve tekvîni ile "her zaman meyve verir." Yüce Allah'ın meyve vermek için tayin etmiş olduğu her vakitte meyve verir. "İnsanlar ibret alsın" böylece de öğüt alsınlar "diye Allah onlara misaller veriyor." Çünkü verilen bu misaller ile daha çok anlaşılmış, daha çok öğüt verilmiş ve anlatılmak istenen manâlar daha çok canlandırılmış olmaktadır.

Çirkin Söz İse Köksüz Kötü Bir Ağaca Benzetilmiş (Âyet 26):

"Çirkin bir sözün" -bu küfür, şirk ve dalâlet sözüdür- "misali ise, yerden koparılmış" yerin üstünden kökünden çekilip alınmış "kökü olmayan" sebâtı da bulunmayan "sebâtsız, kötü bir ağaca benzer." Bu da meyvesi hoş olmayan, kökü de bulunmayan Ebu Cehil Karpuzu türünden bitkilerdir. İşte küfür de böyledir. İnsan fıtratında aslı yoktur. İşe yarar bir dalı ve hoş bir meyvesi de yoktur. İşte bundan dolayı kâfirin hiç bir ameli yükselmez ve kabul edilmez. Böylece kâfirin sözleri herhangi bir delil ile desteklenemeyen, sebatı olmayan çürümeye mahkûm bir söz olarak temsil edilmektedir.

İman Edenler Dünya ve Ahiret Hayatında Tevhid Kelimesi Üzerinde Sebat Ettirilirler (Âyet 27):

"Allah iman edenleri dünya hayatında" Allah'ın düşmanları onları fitneye düşürdüklerinde yahut insan ve cin şeytanları onlara vesvese verdiğinde ve ahirette "sağlam söz" la ilâhe illAllah sözü "üzerinde tutar." Tevhid kelimesi sebebiyle onların iman üzere devam etmelerini sağlar ve onlara sebat verir. Cumhûr burada sözkonusu edilen "âhirette" ifadesinden maksadin, kabirde vereceği cevabın mü'mine öğretilmesi ve doğruyu söyleme imkânının verilmesi şeklinde anlamış ve açıklamışlardır. "Zâlimleri de saptırır." Onlara hidâyet vermez ve fitne konumlarında onları sağlam söz ile güçlendirip sebat vermez. Hemen ilkinde ayakları kayıverir. İnsanın kendisine yaptığı zulüm türlerinin en büyüğü olan, şirkin de kapsamına girdiği zulüm niteliğine sahip olmaları nedeniyle, âhirette daha sapık ve ayaklarının bulunduğu zemin daha kaygandır. "Allah dilediğini yapar." O'nun meşîeti hiç bir kayıttanımaz. Yaptığından dolayı o sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla mü’minlere sebat vermesi ve zalimleri saptırmasından dolayı da O'na itiraz sözkonusu değildir.





Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs