Kadiri Yolu

ABDEST VE TEMİZLİK ÂDÂBI

 

ABDEST VE TEMİZLİK ÂDÂBI


Abdest ve temizlik konusunda ilk edeb, abdest için gerekli bilgileri öğrenmek, farz ve sünnetlerini tanımak, müstehab ve mekruhlarından haberdar olmak, mendûb ve faziletlerini bilmektir. Çünkü bütün bu ayrıntılara ancak ilim, araştırma, inceleme, kitap ve sünnete uygun bir ihtimâm ve ihtiyâtlı bir yaklaşım sâyesinde vâkıf olunabilir. Bu da güzel ve sağlam bir yola tâbi' olmak, işi ihtiyât ve dikkatle ele almayanı kınamak ve kalb ile inkârı bir kenara bırakmak sûretiyle olur. Allah azîmetle amel etmeyi sevdiği gibi, yerine göre ruhsatla ameli de sever. Sûfîler dışındaki kişilerin ruhsatla amel etmelerini gerektirecek bir takım engelleri ve meşguliyetleri bulunabilir. Bu yüzden onlar ruhsatla amel ettiklerinden dolayı ma'zurdurlar.


Sebeplerle iştigali terkederek kendilerini bütünüyle ibâdet ve zühde vermiş süfiler için takva, abdest ve ihtiyâta sarılmada dikkatsizlik; temizlik ve taharette gevşeklik gibi hususlarda özür sözkonusu olamaz. Dervişlik ve sufilikten başka bir meşgûliyeti olmayan kimselerin de güçleri yettiğince, âdâb konusunda gayret sarfetmeleri gerekir. Çünkü Allah Teâlâ buyurur: "Gücünüz yettiği ölçüde Allah'dan sakının" et-Tegabün, 64/16 Ben bir cemâat gördüm. Her namaz için abdest tazeliyor, diğer namaz vakti girmeden abdeste kalkıyorlardı. Ki bu sûretle abdestlerini tamamlamaları ile namaza kalkmaları birbirine bitişik olmuş oluyordu.


Sûfilerin abdest konusundaki edeblerinden biri de yolculuklarında ve sâir zamanlarında dâimâ abdestli olmaktır. Onların bu konudaki temel dayanağı, aşağıdaki âyete istinâden ölümün ne zaman geleceğini bilmemeleridir: "Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler." el-A'raf, 7/34  Sûfîler ölüm kendilerine ansızın gelecek olursa onu abdestli karşılamayı arzu ettiklerinden dâimâ abdestli bulunurlar. 


Husrî bana: "Geceleyin ne zaman uyansam kalkıp abdestimi tazelemedikçe uyumam." diye anlatmıştı. Onun bu durumu abdestli uyuduğunu, uyanınca da abdesti bozulmuştur, diye abdestini tazelediğini gösterir. Nefsini abdestsiz uyumamak üzere te'dîb etmişti.


Büyük şeyhlerden birinin abdest konusunda biraz vesvesesi vardı. Bu yüzden de çok su dökerdi. Bana şöyle anlatmıştı: "Bir gece yatsı namazı için abdest tazeliyor, kendi kendime su döküyordum. Gecenin bir yarısı geçti, hâlâ içime sinmedi ve vesvese hali gitmedi. Ağladım ve dedim ki: "Ya Rabbi, beni bağışla." Hâtiften şöyle bir ses duydum: "Ey filân kişi, afv ancak ilimle; ya'ni ilme uymakla olur." Bu sözleri söyleyen zat Ebû Abdullah Rûzbârî'dir.


Şöyle bir rivâyet vardır: "Şeytan âdemoğlunun bütün amellerinden bir nasîb almak için uğraşır durur. Bu nasîbin insanların emrolundukları şeylerde yaptıkları ziyâdelik veya noksanlıklardan olmasına pek aldırmaz."


Cüneyd'in üstâdı İbnü'l-Kerenbî bir gece cünüb olmuş ve üzerinde sert,

kalın ve eski bir giysi varmış. -Onun giysisinin bir kolu ile bazı parçaları

Ca'fer Huldî'nin yanında saklanmaktaydı ki, bir kaç ritl (üç-beş kg.)

ağırlığındaydı.- İbnü'l-Kerenbî suyun kenarına gelmiş. Hava son derece

soğukmuş. Soğuğun şiddetinden nefsi suya girmek husûsunda direnmiş.

Nefsinin bu i'tirâzını görünce kendini suya atıvermiş. Elbisesiyle bir süre

suda yüzdükten sonra çıkmış. Kendi kendine elbise kurumadıkça üzerinden çıkarmamaya ahdetmiş. Bu kalın elbise de tam bir ayda kuruyabilmiş. Onun böyle yapmaktan amacı nefsini te'dîb etmekti. Çünkü nefsi, cünüplükten sonra yıkanmayı emreden ilâhî emre karşı direnmişti.


Sehl b. Abdullah müridlerini çok su içmeye, yere az su dökmeye teşvîk

eder, "Suyun da bir hayâtı vardır. Onun ölümü, yere dökülmektir." derdi.

Sehl, çok su içmeyi nefsi zaafa uğratmaya, şehvetleri öldürmeye ve nefsin

gücünü kırmaya vesîle olarak görürdü.


Ebû Amr Züccâcî, Mekke'de yıllarca mücâvir olarak ikâmet etti. Hâcet-i

tabîiyyesini göreceği zaman bir fersah kadar Harem'in dışına çıkar, ihtiyacını öyle görürdü. Bana ulaşan bilgiye göre bu zât, otuz yıl süreyle aslâ Harem dâhilinde büyük abdest bozmamıştır.


İbrâhim Havvâs, sahrâya çıktığı zaman yanında küçük bir su kabı bulundurur ve suyun çok azını içer, kalanını abdest için saklardı. Suyu susadığında içmek yerine, abdestte kullanmayı tercih ederdi.


Nehir kenarlarında dolaşan, bununla birlikte yanlarından ibrik, ya da testi ile suyu eksik etmeyen bir grup gördüm. Bunlar nehrin kenarında bulunan insanlar sebebiyle, abdestleri sıkıştığında oturup avret yerini açarak abdest bozmak mümkün olmaz, diye böyle yaparlardı. Yanlarında taşıdıkları içinde su bulunan ibrik ve testi ile tenhâ bir yere çekilip hâcetlerini görürlerdi. Bu tutum, onların gönüllerine daha güvenli geliyordu.


Sûfîler küçük abdest bozduktan sonra âletlerini fazlaca çekip sündürmeyi de pek hoş karşılamazlar. Çünkü bu sâyede damarların gevşeyip idrarı tutamaması, dolayısıyla damlacıkların devam etmesi söz konusudur. Bu konuda ifrat, suyun bulunmadığı zaruret hallerinde mümkün görülebilir. 


Bence tahâretten sonra pantalon ve şalvar türü bir şey giymek, izâr ve

peştamal kuşanmaktan daha iyidir. Abdest hazırlığı sırasında ise izâr daha

hafif ve kullanışlıdır.


Sûfî az veyâ çok, yaş veyâ kuru, domuz kılından yapılmış giysilerden

sakınmalı, ayaklarına da ayakkabı ve sandalet türü şeyler giymeyi tercih

etmelidir.


Şöyle bir söz vardır: "Yanında ibrik ve testi taşımayan bir sûfî görürsen

bilesin ki o, isteyerek ya da başkaldırarak namazı terketmeye ve avret yerini açmaya azmetmiş demektir."


Zahrân taraflarında bir yerde ikâmet etmekte olan zâhid bir cemâat

görmüştüm. Bir evde kalıyorlardı. Birbirlerinin helâya giriş ve çıkışlarını aslâ görmezlerdi. Kendilerini öylesine eğitip yetiştirmişlerdi ki, herbiri helânın boş olduğu saatte ihtiyâcını görür, giriş ve çıkışta kimseyle karşılaşmazdı.


Yine bir adam görmüştüm, yellenmesini sahrâlarda ve tenhâ mekânlarda

abdest bozduğu zamanların dışında kontrol altında tutacak bir meleke

kazanmıştı.


İbrâhim Havvâs, Mekke'den Kûfe'ye kadar tek başına gittiği hâlde toprakla teyemmüme ihtiyâc duymazdı. İçmek için yanında taşıdığı suyu, abdeste saklardı.


Şeyhlerden bir grubu da zarûret hâli hâriç, hamama gitmeyi hoş karşılamazlardı. Eğer mecbûr kalırlarsa giderler, fakat aslâ çıplak girmezlerdi. Hamamdan çıkıncaya kadar da peştemal kuşanırlardı. Hizmetkârların kendilerine dokunmalarına ve üzerlerine su atmalarına izin vermezlerdi. Hamama grup hâlinde girdiklerinde birbirlerini keselerlerdi. Hamamda kendilerinden başkaları da bulunduğu zaman, yüzlerini duvardan yana çevirirlerdi ki, kazârâ gözleri kimsenin avret yerine değmesin. Sûfîlerden bir grubu da kendileriyle hamama giren kimseleri peştamalsız bırakmazlardı.


Etek ve koltuk temizliği yapmak, güzel ve fıtrî sünnetlerdendir. Bunları güzelce tıraş edemeyen kimse, tenhâda yoluversin. Duyduğuma göre Sehl b. Abdullah'ın müridleri birbirlerinin başını tıraş ederlermiş.


Îsâ Kassâr Dîneverî'den şöyle duymuştum: "Benim bıyığımı ilk kesen, Şiblî'dir. Çünkü ben kendisinin hizmetinde bulunuyordum." 


Sûfîlerden bir grubu "sünnettir" diye saçı ikiye ayırmayı tercih etmiştir. Bu durum gençler için hoş değilse de, eğer sünnete uymak isterlerse  ihtiyarlar için hoştur.


Yine sûfîlerden biri: "Fakirlik Allah'dan ama, bu pislik ne oluyor?" der.


Sûfîlere göre en güzel şey temizlik, tahâret, temiz giysi, sürekli misvak kullanmak; akarsu yanında, geniş arazide, çevredeki câmilerde ve halvet

mekânlarında konaklamak, kış ve yaz her cuma gusletmek, güzel koku kullanmaktır. En temiz iş, akarsu ile sürekli yıkanıp temizlenmektir, abdest 

tâzelemektir, abdestte organlarını tam yıkamaktır. 


Kişinin temizlik konusunda titizlik göstermesi, akarsu bulmak için bulunduğu yerden ayrılıp uzaklaşması; rengi, kokusu ve tadı değişmiş suları kullanmaması vesvese sayılmaz. Yıkanmak için temiz bir yer araştırmak, görünen ve görünmeyen organların bitişme ve ayrışma noktalarının temizliğinde titizlik göstmek, burun deliklerine suyu ulaştırmak, gerek abdestte, gerekse gusülde derinin her yanına ve bütün âzâlara suyu iletmeye çalışmak vesvese sayılmamalıdır. Takvâ ve temizlik gereği olan her türlü sakınma, yasaklanan vesveseye "Gücünüz yettiği ölçüde Allah'dan sakının" et-Tegabün, 64/16 emrinin hükmüne girer.


Yasak olan vesvese, fazîletlerle meşgûl olurken farzları unutturarak insanı ilim ölçüleri dışına çıkaran vesvesedir. İlmin koyduğu ölçülere muhalefetle bir "müdd” ölçüsü su ile abdest, bir "sâ"" ölçüsü su ile gusül abdesti almak gibi. Bu konuda işin doğrusu, her vakitte en uygun ölçüler içinde bulunmaktır. Suyun bol olduğu zamanlarda kalbi mutmain olacak şekilde organlarına suyu ulaştırmak; suyun bol olmadığı zaman ise az bir su ile abdest tazeleyip temizlenmektir. Nitekim haberde şöyle gelmiştir: "Allah Rasûlü'nün ashâbı ancak toprağın tozunu ıslatacak kadar bir su ile abdest alırlardı." Ebû Dâvûd, Salât, 11


Birini tanırım, yüzünde bir yarası vardı. Su, yarasına zararlı idi. Bununla

birlikte o, on iki yıl boyunca her namaz vaktinde abdest tazelemeyi asla

terk etmedi. Bir başkası daha vardı. Gözüne su iner inmez hemen hastalanır, doktora götürürlerdi. Tedavisi için çok para harcadılar. Nihâyet bir gün doktor dedi ki: "Bir kaç gün yarasına su değmemesi ve sırtüstü yatması gerekir." Fakat o, bunları dinlemedi. Gözünü kaybetmeyi, abdest ve temizliği terk etmeye tercih etti. Bu zât, Ebû Abdullah Râzî el-Mukri' idi.


Anlatıldığına göre İbrâhim b. Edhem, bir gecede defalarca kalkar ve her

def'asında abdest tazeleyip iki rek'at namaz kılardı.


İbrâhim Havvâs, Rey câmiinde suyun içinde ölmüştü. Karın ağrısından şikâyeti vardı. Suya girer ve kendi kendine yıkanırdı. Yine böyle bir defasında yıkanmak üzere suya girmiş ve fakat suyun içinde rûhunu teslim etmişti.


İşte bütün bu anlattıklarım, ehl-i safvet olan sûfîlerin abdest ve tahâret

âdâbına âid, şu anda hatırıma gelenlerdir. Başarıya erdirecek olan Allah'tır. 


Kaynak: Luma, Ebu Nasr Serrac Tusi


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs