Kadiri Yolu

 

El-Mâide Sûresi 87-108. Ayetlerin Tefsiri


El-Mâide Sûresi 87-108. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 05.11.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم



يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ


87- “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”

Ey iman edenler, Allah'ın size helal kıldığı et, süt vb. şeyleri yeme ve ka­dınlara yaklaşma gibi hoşunuza giden temiz şeyleri, papaz ve ruhbanların yap­tıkları gibi kendinize haram kılmayın veya zühd göstergesinde bulunmak yahut nimetlerden uzak kalmayı izhar etmek üzere onları terk etmekte aşırıya kaçmayın. Onlar kadınları, temiz yiyecekleri ve içe­cekleri kendilerine haram kılmışlardır. Bunların bazıları kendilerini manastırlara hapsetmiş, bazıları da yeryüzünde dolaşıp durmuşlardır. Helal ve haram husu­sunda Rabbinizin sizin için çizdiği hududu aşmayın. Şüphesiz ki Allah haddi aşanları sevmez.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında:

 Ebu Malik, İkrime, İbrahim en-Nehai, Ebu Kılabe, Katate, Süddi ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre, bu âyet-i kerimenin nüzul se­bebi şudur: Osman b. Maz’un, Abdullah b. Amr, Ali b. Ebi Talib gibi bir kısım sahabiler, muttaki bir davranış olduğu kanaatiyle, Allah'ın helal kıldığı bazı şey­leri kendilerine yasaklamışlardır. Mesela kadınlara yaklaşmamak, temiz ve lez­zetli olan bazı yiyecek ve içecekleri yiyip içmemek gibi davranışlarda bulun­muşlardır. Hatta bazıları, tenasül organını kesip şehvani arzulardan tamamen uzak olmayı düşünmüşlerdir. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş, müminlere, Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendilerine yasaklamamalarını emret­miştir.

Ali b. Ebi Talha İbn Abbas'dan dedi ki; Bu âyet-i kerime Peygamber (s.a.)in ashabından bir grup hakkında nâzil olmuştur. Onlar: (kimisi) "Erkeklik organlarımızı keselim." kimisi; "Dünya arzularını terk edelim", kimisi; “Rahiplerin yaptığı gibi yeryüzünde seyahate çıkalım." dediler. Peygamber (s.a.) bunu haber alınca onlara bir haberci gönderdi ve böyle birşeyin söylenip söylenmediğini sordu. Onlar:

- Evet söyledik deyince, Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:

- Fakat ben, oruç da tutarım, yemek de yerim. Namaz da kılarım, uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimi uygularsa o bendendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa o benden değildir." Bu hadisi, İbn Ebî Hâtim rivâyet etmiştir. Aynı şekilde İbn Merdûye, el-Avfi yoluyla İbn Abbâs'dan buna yakın bir rivayet kaydeder.

Buhârî ve Müslim'de, Enes b. Mâlik (r.a.)'den kaydedildiğine göre: Rasûlullah (s.a.)'in ashabından bir grup kimse Peygamber (s.a.)'in hanımlarından onun kimsenin görmediği zamanlardaki ameli ile ilgili bir soru sordular. Daha sonra birileri: 'Et yemeyeceğim, öteki, 'kadınlarla evlenmeyeceğim, diğeri yatak üstünde uyumayacağım.' şeklinde (konuştuğunu) söylediler. Peygamber (s.a.) bunu haber alınca şöyle buyurdu:

-"Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle derler. Fakat ben oruç da tutarım, yemek de yerim. Hem uyurum, hem de geceleyin namaza kalkarım. Et de yerim, hanımlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir."

İbn Cerîr, Mücâhid'den; dedi ki: Aralarında Osman b. Maz'ûn ile Abdullah b. Amr'ın da bulunduğu bazı kimseler her şeyden el etek çekip Allah'a ibadete çekilmek, erkekliklerini burmak ve rahiplere has kıllı elbiseler giymek istediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime: "Sizin kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun." (ayet 88) -buyruğuna kadar nazil oldu. 

İbn Cüreye, İkrime'den rivâyet ediyor: "Osman b. Maz'ûn, Ali b. Ebi Talib, İbn Mes'ud, el-Mikdad b. el-Esved, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim, başka bir grup kişiyle daha kendilerini ibadete verdiler, evlerde oturdular, kadınlardan uzaklaştılar, rahiplere has yünlü elbiseler giydiler, İsrailoğullarından olup seyahata çıkan kimselerin yiyip giydikleri müstesna hoş ve temiz bütün yiyecek ve giyecekleri kendilerine yasakladılar, erkekliklerini burmayı kararlaştırdılar, geceleyin namaz kılmak, gündüzünde oruç tutmak kararını verdiler. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez." âyeti nâzil oldu." 

Yani: müslüman olmayan kimselerin yollarını izlemeyin, demektir. Bununla da kendilerine yasak kıldıkları kadınlar, yiyecekler, giyecekler ile geceleyin namaz gündüzün oruç tutmayı kararlaştırıp, erkekliklerini burmak (İğdiş) istemelerine işaret etmektedir. Onlar hakkında bu buyruklar nâzil olunca Allah'ın Rasûlü (s.a.) onlara haber gönderip şöyle buyurdu:

- “Nefislerinizin bir hakkı vardır. Gözlerinizin bir hakkı vardır. Oruç tutunuz ve iftar da ediniz, Namaz kılınız ve uyuyunuz. Bizim sünnetimizi terk eden bizden değildir." Bunun üzerine:

- Allah'ın emrini teslimiyetle kabul ettik, indirdiğine tabi olduk, dediler.

Bu kıssayı Tabiin'den başkaları da mürsel olarak rivâyet etmiştir. Buhârî ve Müslim'de Enes b. Mâlik (r.a.)'den daha önceden de geçtiği şekilde gelen rivâyet, bunu desteklemektedir.

Esbâd dedi ki: es-Suddî'den yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez." buyruğu hakkındaki rivâyete göre: Rasûlullah (s.a.) bir gün (ashabı arasında) oturdu, onlara öğüt verdi. Daha sonra onları korkutmaktan fazla bir şey söylemeksizin kalkıp gitti. Peygamber (s.a.) ashabından aralarında Ali b. Ebî Tâlib ile Osman b. Maz'un'un da bulunduğu on kişi:

Eğer bir amel ihdâs etmeyecek olursak doğru bir iş yapmış olmayız. Çünkü Hristiyanlar kendilerine de birtakım şeyleri haram kılmışlardır. Biz de kendimize bazı şeyleri haram kılalım, dediler. Onlardan kimisi et ve yağ yemeyi, gündüzün yemek yemeyi kendisine haram kıldı, kimisi geceleyin uyumayı haram kıldı, kimisi kadınlara yaklaşmayı haram kıldı. Osman b. Maz'un, kadınlara yaklaşmayı haram kılanlardandı. Hanımına ne kendisi yaklaşır, ne hanımı ona yaklaşırdı. el-Hevlâ diye bilinen hanımı bir seferinde Âişe (r.anha)'nın yanına geldi. Hz. Aişe ve beraberindeki Rasûlullah'ın diğer hanımları;

- Ey Hevlâ! Sana ne oldu böyle? Rengin değişmiş, taranmıyorsun, koku dahi sürünmüyorsun? dediler. Kadın şu cevabı verdi:

- Kocam şu kadar zamandır bana yaklaşmıyor, üzerimdeki elbiseyi açmıyorken, ne diye taranayım, koku sürüneyim? Bu sözleri üzerine Peygamber Efendimiz'in (s.a.) hanımları gülmeye başladılar. Onlar gülmekteyken Rasûlullah (s.a.) geldi ve:

"Niye gülüyorsunuz?" diye sordu. Hz. Âişe şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben Hevlâ'ya durumunu sordum da o: “Kocam

şu kadar zamandır üzerimden elbisemi dahi kaldırıp açmadı.' diye cevap verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) arkasından birisini gönderip Osman'ı çağırttı ve "Osman sana ne oldu?" diye sordu. O da şu cevabı verdi:

Ben kendimi Allah'a ibâdete verebilmek için Allah rızası uğruna bu işi terk ettim, dedi ve durumunu anlattı. Osman (r.a.) aynı şekilde erkekliğini kesmek de istemişti. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

"Sana and veriyorum, hemen git hanımın ile yat." Osman:

- Ey Allah'ın Rasûlü, oruçluyum deyince, Hz. Peygamber (a.s.) ona:

"Orucunu aç." dedi. orucunu açtı, evine gitti. Hevlâ, Âişe (r. anhâ)'nin yanına dönüp geldiğinde, saçlarını taramış gözlerine sürme çekmiş ve koku

sürünmüştü. Âişe (r. anhâ) güldü ve: "Ne oluyorsun Hevlâ?" diye sordu.

Hevlâ dün kocasının kendisine yaklaştığını söyledi. Rasûlullah (s.a.) da şöyle

buyurdu:

-"Bazı kimselere ne oluyor ki, kadınları, yemeyi, uyumayı, kendilerine haram kılıyor? Şunu biliniz ki ben uyurum, geceleyin namaz da kılarım. Yemek de yerim, oruç da tutarım, hanımlara da yaklaşırım. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." 

Bunun üzerine yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın." buyruğunu indirdi. Bununla Osman'a: Yani erkekliğini kesme, çünkü bu haddi aşmaktır, dedi ve yeminlerinin keffâretlerini vermeyi emretmek üzere de şöyle buyurdu: "Allah sizi rasgele ettiğiniz yemininizden dönmekten dolayı kınamaz, ama bile bile ettiğiniz yeminden dolayı sorumlu tutar." (âyet 89) Bu hadisi İbn Cerîr rivâyet etmektedir.

el-A'meş Amr b. Şurahbil'den; dedi ki: Ma'kil b. Mukarrin, Abdullah b. Mes'ud'a gelerek şöyle dedi: Ben yatağımda yatmayı kendime haram kıldım, deyince; Abdullah ona; "Ey iman edenler. Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın." buyruğunu okudu.

Es-Sevrî rivâyet ediyor... Mesrûk'tan dedi ki: Abdullah b. Mes'ud'un yanında bulunuyorduk. Pişirilmiş bir davar memesi getirildi. Adamın birisi bir kenara çekildi. Abdullah ona: "Yaklaş" dedi. Adam "Onu yemeyi kendime haram kıldım." deyince, Abdullah şöyle dedi: "Yaklaş ve ye sonrada yemininin keffâretini öde." Sonra da şu: "Ey iman edenler. Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın." âyetini okudu. Bunu, İbn ebi-Hatim rivâyet etmiştir.

Yine İbn Ebi Hâtim rivâyet ediyor: Zeyd b. Eslem dedi ki: "Abdullah b. Revâha, Peygamber (s.a.)'in yanında bulunduğu sırada akrabalarından birisi ona misafir gitmişti. Daha sonra kendisi evine döndüğünde, kendisini bekleyerek misafirlerine yemek koymadıklarını gördü. Bunun üzerine hanımına:

Benim için misafirimi beklettin. Ben de onu kendime haram ediyorum dedi. Bu sefer hanımı da:

Ben de onu kendime haram ediyorum, dedi. Arkasından misafir de:

Ben de kendime onu haram ediyorum, dedi. Abdullah durumu görünce, elini yemeğe uzattı ve:

Allah'ın adıyla yiyiniz dedi. Sonra Peygamber (s.a.)'in yanına vardı durumlarını anlattı. Arkasından yüce Allah: "Ey iman edenler. Allah'ın size

helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın." buyruğunu indirdi. Bu rivâyetin senedinde inkıtâ' vardır.

Buhârî'de Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in misafirleriyle birlikte cereyan eden buna benzer bir olay da vardır. Hem o olayda hem de bizim aktardığımız bu kıssada Şâfîî ve başka ilim adamlarının: "Herhangi bir yiyeceği, giyeceği, ya da kadınların dışında kalan herhangi bir şeyi haram kılan bir kimseye o şey haram olmaz ve bunun için de ona bir keffâret düşmez. Çünkü yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın." buyurmuştur. Diğer taraftan az önce geçen hadis-i şerifte olduğu gibi, kendisine et yemeyi haram kılan kimseye Peygamber (s.a.) herhangi bir keffâret ödemesini emretmemiştir.

Aralarında İmam Ahmed b. Hanbel'in de bulunduğu başka birtakım ilim adamları ise, herhangi bir yiyecek, giyecek, içecek veya herhangi bir şeyi haram kılan kimsenin bu sebepten dolayı bir yemin keffâretini yerine getirmesi vâcibtir. Tıpkı yemin ile o şeyi terk etmeyi kendisine ahdettiği gibi, burada da kendisine bir işi haram kılmış olması sebebiyle sorumlu tutulur. 


 

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ


88. “Allah’ın size verdiği rızıktan helal ve temiz olarak yiyin. Sizin kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.” 

Ey iman edenler, Allah'ın size rızık olarak verdiği ve size helal kıldığı ye­meklerden yeyin. Birliğine iman ettiğiniz ve Rabliğini tasdik ettiğiniz Allah’tan korkun. Onun, helal ve haramlar hususunda koyduğu sınırları aşmayın. Haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarım ela haram saymayın. İman ettiğiniz Rabbinize karşı gelmekten kaçının. helal ve haram kıldığı sınırlarında durarak ve bunları aşmayarak  takva sahibi olunuz. Aksi takdirde onun gazabına veya azabına uğratıl­mış olursunuz.

Bu hususta diğer bir âyet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır; "Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Şayet sadece Allah’a ibadet ediyorsanız ona şükredin.



لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

89- “Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece ayetlerini açıklıyor.”

Allah maksatlı olarak yaptığınız yeminleri bozmanız halinde sizi sorumlu tutar veya bilerek ve kararlılıkla yaptığınız yeminleri bozmanızdan dolayıda sorumlu olursunuz. Bu yemini bozmanın kefareti veya akdedilen yeminlerin kefareti yoksul olan on kişiyi öğlen ve akşam yemek yedirmektir. Onlara mülk olarak vermek üzere her birisine yarım “sa” buğday, yahut bir “sa” arpa  yahut bir “sa” hurma da verebilir. Hanefiler bu konuda şöyle demektedir: Buğdaydan sabahlı akşamlı yedirmek demektir: Çünkü varlıklı kimse üç defa katık ile birlikte yer, eli dar olan ise bir defa hurma yahut arpadan yer, orta halli ise öğlen ve akşam yer.

“Yahut giydirmek” Hanefiler; “Giydirmenin asgari miktarı avreti örtecek bir elbisedir derler. “Veya köle azad etmektir.” Onu hürriyetine kavuşturmaktır. Şafiiler mümin köle olmalı derken Hanefiler; kafirde olabilir müminde derler. Yemini bozan kişi sözü geçen bu üç keffaretten birisini yapmakta serbesttir. 

İbni Kesir şöyle demektedir: “İşte bunlar yeminin kefareti ile ilgili üç husustur. yeminini bozan kişi hangisini yaparsa yeterli olacağı konusunda icma vardır. Yüce Allah en kolay olanı ile başlamıştır. Çünkü yemek yedirmek, elbise giydirmekten daha kolaydır. Diğer taraftan elbise giydirmek de köle azad etmekten daha kolaydır. Alttan yukarıya doğru bir sıralama yapılmıştır. Eğer mükellef bu 3 husustan herhangi birinin yerine getiremeyecek olursa 3 gün oruç tutarak yemininin kefaretini yerine getirir.” 

Hanefilere göre ve Hanbelilere göre üç gün peşpeşe oruç tutulması vaciptir. Şafii ve İmam Malik bu görüşe üç gün peşpeşe tutmayı vacip olarak görmemektedir. Yani yemin edip de yeminizi bozarsanız kefaret bu şekilde olacaktır. Hanefiler yeminin bozulmasından önce kefareti ödemeyi caiz kabul etmezler. 

“Yeminlerinizi” asla yemin etmemek suretiyle veyahutta eğer yemini bozmak daha hayırlı değilse yemininizde sebat göstermek suretiyle veya yemininizi bozmak daha hayırlı ise kefaretini ödemek suretiyle koruyor. 

“Şükredersiniz diye Allah” Size öğretmiş olduğu bu çıkışı mümkün olan her şeyden çıkışı kolaylaştırdığı için, O’nun nimetlerine şükretmek makamına gerçekten ulaşabilmemiz için şeriatını ve hükümlerini içeren “Ayetlerini size işte böyle açıklar” Açık ve seçik bir şekilde bunları yapması ise üzerinizdeki nimetinin tecellileri arasındadır. 


*** 


اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا

90- “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları ancak şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, felaha eresiniz.”

Allah teala bundan önceki âyetlerde, insanlara helal kıldığı temiz şeyle­ri, bir kısım insanların, kendilerine haram kılmalarının caiz olmadığını beyan et­tikten sonra bu âyet-i kerimede de insanlara haram kıldığı şeyleri beyan etmekte ve buyurmaktadır ki: "Ey, Allah’ı ve Peygamberini tasdik eden müminler, şim­diye kadar içtiğiniz içkiler, oynadığınız kumarlar, önünde kurbanlar kestiğiniz dikili taşlar ve kendileriyle şans aradığınız fal okları Şeytanın yaptığı ameller­den murdar olan, günaha vesile olan ve Allah'ın gazabını celbeden amellerdir. Siz, içki içmekten kumar oynamaktan, dikili taşların önünde putlara kurban kes­mekten ve fal oklanyîa şans tayin etmekten kaçının ki rabbiniz katında kurtulu­şa ermiş olasınız.

Ayet-i kerimede geçen ve "Pisliktir" diye tercüme edilen ke­limesi, Abdullah b. Abbas tarafından "Allah'ı gazaplandıran" mânâsına, İbn-i Zeyd tarafından "Kötü şey" mânâsına yorumlanmıştır.

Âyet-i kerimede görüldüğü gibi içki ve kumar haram kılınmıştır putlar yapıp taşlar dikerek önünde kurbanlar kesmek ve oklar çekerek falcılık yapmak yasaklanmış ve bunların, şeytanın işinden birer pislik oldukları ifade edilmiştir. Haram kılınan bu şeylerin izahları kısaca şöyle yapılabilir: 

İçki; Sarhoşluk veren her şeydir. İçki on cihetten lanetlenmiştir. İmam Ahmet b. Hanbel rivayet ediyor: “...Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kuru hurmaların kurutulduğu yere geldi orada içinde şarap bulunan kırbaları gördü İbni ömer'den Rasulullah Sallallahu vesellem pala istedi gelince verdiği emirle palayla bütün kırbalar yarıldı. Sonra şöyle buyurdu: “ içki, onu içen, içiren, satan, satın alan, taşıyan, kendisine taşınan, onu sıkan, sıktıran ve onun parasını yiyene lanet edilmiştir.” İçkinin kendisi, onu içen, sunan, satan, satın alan, imal eden, imal ettiren, taşıyan, taşıttıran ve ondan elde edilen kazancı yiyen.

Kumar; Her türlü şans oyunu kumardır ve bu kumarın da her çeşiti yasaktır. Hatta tavlada bunun içinde tutulmuştur ve oynayan ellerini domuz etine ve kanına bulamıştır. 


Dikili Taşlar; Önünde kurban kesilen dikili taşlardır.

Fal Okları: Câhiliye Arapları yolculuğa çıkma, savaşa gitme, evlenme, şüpheli çocukların nesebini tayin etme, ticaret yapma, su kuyusu açma, hatta kumar oynama gibi kendilerince önemli olan işlere başlamadan önce tahtadan yapılmış ve kanat takılmamış ince oklar üzerine “yap, yapma” şeklinde alternatifler yazıp bir torbaya koyarlar, daha sonra içlerinden birini çekerek çıkan yazıya göre girişilen işin kendileri için uğurlu veya uğursuz olacağına inanır ve ona göre hareket ederlerdi. Ezlâmın beyaz çakıl taşlarından yapılmış tavla zarı şeklinde veya satranç taşları gibi olduğunu rivayet edenler de vardır. 

Arap tarihçileri ezlâmı iki grupta toplarlar. 

1. Fal Okları. Sayısına ve bulunduğu kimselere göre ikiye ayrılır. 

a) Üçlü fal okları. Herkesin yanında taşıdığı üç okun birinde, “Rabbim bana emretti” veya “yap”; diğerinde, “Rabbim bana yasak etti” yahut “yapma” diye yazılır, üçüncüsünde ise yazı bulunmaz ve çekilen kısmette ne çıkarsa ona göre hareket edilirdi. Eğer yazısız ok isabet ederse kısmet çekme işlemi tekrarlanırdı. 

b) Yedili fal okları. Kâbe’nin içindeki Hübel adlı putun yanında veya kâhinlerle hakîmlerin nezdinde bulunan ve her biri üzerinde “evet”, “hayır”, “sizden”, “başkasından”, “açık değil”, “diyet”, “su” ifadelerinden biri yazılmış olan yedi ok bir işi yapmak veya yapmamak, nesebi şüpheli görülen bir çocuğun babasını belirlemek, öldürülen kimsenin diyetini ödetmek, su kuyusu açmak, evlenmek gibi değişik maksatlarla kullanılırdı. Bu işlerden biriyle ilgili olarak kısmetini tayin etmek isteyen kişi hediyelerle birlikte Kâbe’nin hizmetçisine yahut yedi oku bulunan kâhinlere gider, kısmet çektirir, çıkan sonucun putların iradesine uygun olduğuna inanır ve ona göre hareket ederdi. 

2. Kumar Okları. On oktan oluşan ve bir tür piyango çekilişine benzeyen bu okların üçü boş bırakılır, yedisine birden yediye kadar hisseler takdir edilip yazılırdı. On kişi arasında yapılan çekilişte boş okları çekenler ortaya konan maldan pay alamadıkları gibi kumara konu teşkil eden malın parasını da öderlerdi. Bu tür oklar daha çok bir deveyi kesip etini çeşitli hisselere ayırmak suretiyle oynanan kumarda kullanılırdı.


يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْرًا لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا


91- “Şeytan ancak içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçersiniz değil mi?”


Ey iman edenler, Allah sizleri islam kardeşliği ile birleştirdiği halde şeytan, kumar ve içki vasıtasıyla sizin aranıza ancak düşmanlık sokmayı, kin to­humları ekmeyi, böylece sizi birbirinize düşürmeyi, Allah’ı anmaktan ve namaz­dan alıkoymayı ister. Artık Allah'ın size haram kıldığı şeylerden vaz geçin. Müfessirler bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:

İmam Ahmet Bin hanbel rivayet etmektedir Hz. Ömer radıyallah dedi ki: 

- Allah'ım içki konusunda bizlere rahatlatıcı bir açıklamada bulun. Bunun üzerine Bakara Suresi şu ayet nazil oldu: ”Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: İkisinde de büyük günah vardır…” Bakara 219 bunun üzerine Hz. Ömer çağırıldı ve ona bu ayeti kerime okundu. 

- O:  Allah'ım içki hususunda bizlere rahatlatıcı bir açıklamada bulun dedi. Bu sefer Nisa suresindeki ayeti kerime nazil oldu: “Ey iman edenler siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” Nisa 43

Bu bakımdan Resulullah'ın münadisi: “Hayye Alessalah” deyince: “Sakın sarhoş bir kimse namaza yaklaşmasın.”  ifadesini de eklerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer Radıyallahu çağırıldı ve ona bu ayeti kerime okundu:  Tekrar: 

- Allah'ım içki konusunda bizlere rahatlatıcı bir açıklamada bulun dedi. Bu sefer Maide suresindeki ayeti kerime nazil oldu. Hz. Ömer çağrıldı, ona bu ayeti kerime okundu. Yüce Allah'ın: “Artık vazgeçersiniz değil mi?” buyruğuna gelince Hz. Ömer; 

- Vazgeçtik, vazgeçtik dedi. Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve Neai bu şekilde rivayet etmişlerdir. 

Buhari ve Müslim de sabit olduğuna göre Hz Ömer radıyallah Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin minberi üzerinde verdiği bir hutbesinde şöyle demiştir: “Ey insanlar! şarabı haram kılan hüküm nazil olduğunda, şarap üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan ve arpadan olmak üzere beş şeyden yapılırdı. Şunu bilin ki Hamr (Şarap,İçki) aklı örten her şeydir.” Bu ifade onların dönemlerinde kullanılan içkilerin ne olduğunu bize göstermektedir. Günümüz iç birçok çeşidi bulunmaktadır. İlk olarak çıkarıldıkları maddelerin sayısı da onları geçmektedir ancak hepsi de haramdır. 

İmam Ahmet b. Hanbel rivayet ediyor Abdurrahman b. Vala  dedi ki:  İbn abbas'a içki satmanın hükmünü sordum,  şöyle dedi:  Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem sakifli veya Devs kabilesine mensup bir arkadaşı vardı. Mekke'nin fethedildiği gün içinde şarap olan bir kırbayla geldi ve onu Peygamber Efendimize hediye etmek istedi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “ Ey filan! Allah'ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?” dedi. Bu sefer adam kölesine dönerek: “Git onu sat dedi. Bu sefer Resulullah (Sav) şöyle buyurdu: “ Ey filan! Sen ona ne yapmasını emrettin? Adam: Ona satmasını emrettim deyince şöyle buyur: “Onun içilmesini haram kılan, aynı şekilde satışını da haram kılmıştır.” bunun üzerine emir verdi. Ve vadiye döküldü… Hadisi Müslim ve mesai rivayet etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel rivayet ediyor… Abdullah b. Ammar'dan: dedi ki; ras şöyle buyurdu: “ Allah içkiyi haram kıldı. Kumarı, zar oynamayı, darı’dan yapılan içkiyi haram kıldı. Ve sarhoşluk veren her şey de haramdır.” dedi

Birçok rivayet bu konuda var eğer kim dünyada iken içki içerisi sonra tövbe etmezse ahirette ondan mahrum edilir. Buhari ve müslim de geçmektedir. Yine zinakar, zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsız hırsızlık yaptığı zaman mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içki içtiğinde mümin olarak içki içmez. 

Yine Ahmed rivayet ediyor: Esma b. Yezid’den: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu dinledim: ”Kim içki içerse 40 gün süreyle Allah ondan razı olmaz. Ölürse kafir olarak ölür. Tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Tekrar tevbesinden vazgeçip içmeye dönerse, Tıynetü’l-habal içirmek artık Allah'ın hakkı olur.” Esma dedi ki: 

-  Allah'ın resulü Tıynetü’l-habal nedir? diye sordum. O:

-  Cehennem ehlinin irinidir diye buyurdu. 

Günümüzde kumarhaneler Onun değişik türlerini icat etmekte adeta uzman bir konumdadır Piyangodan tutun at yarışına varıncaya kadar birçok kurum ve kuruluş kumarı temel noktada toplumun yapısına monte etmiştir bu konuda ilim adamları oldukça geniş ve kapsamlı açıklamaları vardır kumar olan her şey meysirdir. çocukların kendi aralarındaki ceviz oyunları, yine çocukların kendi aralarındaki yumurta tokuşturmaları bile bunun kapsamına girer mal ve meyvelerin kimin payına çıktıklarını Piyango usulüyle tespit için yapılan şeyler fal oklarıdır Allah'ın zikrinden alıkoyan namazdan alıkoyan her şey kumar türündendir ortadan mal olsa da olmasa da bu tür oyun türleri de bunun içerisine girmektedir zar oyunları da bunlardan bir tanesidir. 

Satranca gelince müminlerin emiri Hz. Ali satrançta kumardandır dediği rivayet edilmiştir. 

Abdullah b. Ömer’de der ki: “Satranç zardan da kötüdür.” 

Malik Ebu Hanife ve Ahmed haram olduğunu açıkça belirtmiştir. 

İmam Şafii rahimehullah tenzihi bir kerahetle mekruh olduğunu söylemiştir. 

Ancak bunun için farz olan bir şeyden sizi alıkoymaması ve Allah'ın zikrinden gafil kalmayacak kadar çok oynanmaması şarttır. Diğer taraftan onu oynamaktan hedef düşünce ve zihni eğitim olmalıdır Hanefiler der ki zar tavla satranç dama, aşık (Aşık, koyunların arka ayaklarından alınan küre şeklinde kemiğe denir. aşık kemiğinin dört yüzüne bey, çik, tök, kıt adı verilir. Zar gibi atılır. Atan kişiye bey gelirse “bey”, çik gelirse “aç”, tök gelirse “tok”, tık gelirse “eşek” diyerek şaka yapılırdı. Başka türlü de oynanırdı. Herkes aşığını enine bir çizgi üzerine dizer. Sırası gelen belli bir mesafeden elindeki aşığı fırlatır. Çizgi dışına çıkardığı aşığı kazanırdı.) Kağıt bunun gibi oyunlar kumar olmasa dahi tahminen mekruhtur. Ebu Yusuf kumar olmaması devamlı olmaması ve bir namazı geciktirmek gibi farzı ihlal etmemesi ve çok yemin etmemesi şartıyla satrancın mubah olacağını söylemişlerdir.


***


يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا۟

 

92- "Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sakının. Yüz çevirecek olursanız, bilin ki peygamberinize düşen yalnız açıkça tebliğ etmektir.”

Allah'a ve Resulüne itaat etmekle birlikte sakınmayı da elden bırakmayın. İtaatinizle birlikte korku ve sakınış da bulunsun. Çünkü sakındıkları takdirde her türlü kötülükten, günahtan uzak durmaya ve her türlü iyiliği işlemeye yönelirler.

Allah'a ve Resulüne itaatten sakınmaktan yüz çevirecek olursanız şunu bilin ki, bu yüz çevirmenizin resule hiçbir zararı yok olmaz. Çünkü ona teklif edilen sadece ayetleri açık bir şekilde tebliğ etmektir. Sizler ise yükümlülüklerinizden yüz çevirdiğiniz takdirde ancak kendinize zarar vermiş olacaksınız.

Görüldüğü gibi bu ayet-i kerime, Allah Teala’nın emir ve yasaklarını ihlal edenleri tehdit etmekte yasakları çiğneyenlerin cezalandırılacaklarına dikkati çekmektedir.


لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعًا


93- “İman edip salih amel işleyenler sakınır, inanır ve salih amel işlerlerse, sonra sakınır ve inanırlar sonra sakınır ve ihsan ederlerse daha önce tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Allah ihsan edenleri sever.”

“Allah'a iman edip salih amel işleyenlere” şirkten “sakınırlar” Allah'a “inanırlar” imandan sonra da “salih amel işlerlerse” sonra sakınır ve inanırlar, haram kılınışından sonra inançlarından ötürü ve ecrini de umarak şarabı içkiyi ve kumarı terk ederlerse sonra sakınır ve ihsan ederlerse haram bütün şeyleri Allah'ın gözetimi altında olduklarını bilerek terk eder ve aynı şekilde Allah hakkında hem de bütün insanlar hakkında yapılmasını emrettiği şeyi işlerlerse içki ve kumarın haram kılındığını bildiren buyrukların inmesinden daha önce tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk günah yoktur. 

Takvayı emreden ilk emirden maksat şirkin nehyedilmesi, ikincisinden maksat haram şeylerin nehyedilmesi, üçüncüsünden maksat da şüpheli şeylere yaklaşılmaması veya yaklaşmanın nehyedilmesi olabilir. “Allah ihsan edenleri sever” Ona karşı ihlasla ve onun görüp gözettiği inancı ile birlikte güzel iş yapan kimselere Allah sever. 

Müfessirler bu ayeti kerimenin nüzul sebebi olarak şunu zikretmektedirler: İçki kumar yasaklanınca bunlar yasaklanmadan önce bunları işleyen ve ölüp ahirette irtihal eden kimselerin durumlarının ne olacağı hususuyla sorular sorulmuş bunun üzerine bu ayet nazil olmuş ve ayetler nazil olmadan önce içki içmiş olanların günahkar olmadıklarını beyan etmiştir. 

Ayeti kerimede 3 defa müminlerin Allahü Teala'dan sakınmaları yani korkmaları emrediliyor burada emredilen 1 Korkma müminlerin Allah'ın emirlerini kabul etmeleri ve onunla amel etmeleri ile olur ikinci korkmaları Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmalar kararlı olmalarıyla gerçekleşir üçüncü korkmaları ise müminlerin farzların dışında bir kısım Nafile ibadetleri yerine getirmekle olacağına dair Delil nedir cevaben denir ki ayet-i kerimede zikredilen birinci Korkma Allah'ın emir ve yasaklarını kabul etmelerini ikincisi Korkma ise bu Emir ve yasaklarına uymada kararlı olmaları ifade etmektedir Böylece Allah'ın farz kıldığı şeyleri yapmaya devam edeceklerini bildirmektedir son Korkma ise Nafile ibadetleri yaparak Allah'ın kendilerini cezalandırmasından kaçınmalarını ifade etmektedir. Taberi Tefsiri


*** 


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا


94- “Ey iman edenler! Allah elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle sizi mutlaka dener. Görmeksizin kendisinden korkanları ayırt etmek için. Bundan sonra da her kim haddi aşarsa ona elem verici bir azab vardır.” 

Ey iman edenler, Allah'ın sizi denemesi, O’nun bilmediği şeyi bilmek için değil, kul ile ilgili bildiği şeyi açıkça ortaya çıkartmak içindir. Hac ve Umre için ihrama girdiğiniz sırada Allah sizi, küçüklüğünden ve zayıflığından dolayı kolayca elde edebileceğiniz av hayvanIarıyla imtihan eder ki, gözüyle görmediği halde Allah’a iman edip ondan korkanları ortaya çıkarsın. Kim, ihramlı iken avlanmayı helal görerek haddi aşarsa onun için can yakıcı bir azap vardır. 

Bu imtihan ve deneme en ağır şekliyle Hudeybiye günü ortaya çıkmıştı. Mukatil bin Hayyan der ki: Bu ayeti kerime Hudeybiye umresi hakkında nazil olmuştur. Yabani hayvanlar, kuşlar ve av hayvanları, müminler çadırlarında bulunuyorken, üzerlerine üzerlerine gelirlerdi. Bunun benzerini o ana kadar görmüş değillerdi. İhramlı oldukları sürece Allah bu av hayvanlarının öldürülmeyi onlara yasakladı. bu imtihan kıyamet gününe kadar bütün müslüman topluluklar için devam etmektedir. 

Ayet-i kerimede zikredilen, "Elin ulaşacağı av"dan maksat, yaban eşe­ği, yaban sığırı, geyik vb. hayvanlardır.


يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا


95- “Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlüdür, Öç alıcıdır.”

Ey iman edenler, Hac ve Umre için ihrama giren bir kimse, ihramlı iken kasıtlı olarak bir av hayvanını öldürürse, dindarlıklarına güvenilen adaletli iki kişinin vereceği hükme göre öldürülen hayvanın değerinde ehli bir hayvanı. Ka­be’de kesip dağıtması gerekir. Hanefi mezhebine göre ise kişi o tasadduku dilediği yerde yapabilir. Yahut da avlanan ihramlı kimsenin, avladığı hayvanın değeri kadar yiyecek maddeleri alıp fakirlere dağıttırır. Yahut da ih­ram yasağını ihlal eden bu kimsenin avladığı hayvanın değeri takdir edildikten sonra her fakire vereceği belli bir ölçek buğday karşılığında bir gün oruç tutulmasıdır.

Bu ayet-i kerime, karada yaşayan av hayvanlarının, Hac ve Umre için ih­rama girmiş insanlar tarafından avlanmasının haram olduğunu bildirmektedir. Burada zikredilen av hayvanlarından maksat, âlimlerin çoğunluğuna göre eti ye­nilsin veya yenilmesin bütün kara hayvanlarıdır. Ancak Resulullah (s.a.v.) in is­tisna ettiği şu beş cins hayvan buna dahil değildir. Peygamber efendimiz buyu­ruyor ki: "Beş cins zararlı hayvan vardır ki bunlar, ihramlı iken de ihramsız iken de öldürülürler. Bunlar, karga, delice kuşu, akrep, fare ve saldırgan (kuduz) kö­pektir." 

Allah geçmiştekileri affetmiştir, ihramlı iken geçmişte böyle bir avlanma yapan kimsenin günahlarını bağışlamıştır. Kim de sonradan böyle yaparsa Allah ondan intikamını alır. Haram kılınmış olan  ihramlı iken avlanmaya kalkışan kimseden Allah intikamını alır. Allah Azizdir hükmü koymuştur buna karşı gelenden intikamını alandır.



فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


96- “Deniz avı ve onu yemek size de, yolculara da, geçimlik olarak helal kılınmıştır. İhramlı bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılınmıştır. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan sakının. ”

Ey iman edenler, denizde avlanmak ve ondan çıkan av hayvanını yemek, mukim olanlarınız için bir geçimlik, misafirleriniz için de azık olmak üzere siz­lere helal kılındı. Hanefiler küçük büyük balıkların yenilebileceğini söylerler. Karada yaşayan hayvanların avlanması ise, Hac veya Umre için ihramlı bulunduğunuz sürece sizlere haram kılınmıştır. Huzurunda toplana­cağınız Allah'ın sizi cezalandırmasından korkun. Çünkü o sizi, amellerinize gö­re hesaba çekecektir.

Âyet-i kerimede, deniz avlarının helal olduğu beyan edilmiştir.

*** 


يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ


97- “Allah, Kabeyi o Beytül Haram’ı insanlar için bir hayat ve güven kaynağı kıldı. Keza o haram olan ayı da kurbanı da, boynu bağlı kurbanlıkları da. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir.”

Allah Kabe’yi insanları ayakta tutan bir fizik kaynağı, nizam ve intizama sokan bir merkez, insanoğlunu güven ve huzura kavuşturan bir dayanak yapmış böylece zayıfları güçlülerin şerrinden, mazlumları zalimlerin, zulmünden, iyilik yapanları, kötülük yapanların kötülüklerinden korumuştur. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarından ibaret olan haram ayları, Kabe’ye hediye edilen kurbanları, Hac mevsiminde insanların veya kurbanlık hayvanların boynuna ta­kılan gerdanlıkları da bir güven vesilesi, bir rızık kaynağı kıldı. Bu, Allah’ın, göklerde ve yerde olanları bildiğini ve sizin için faydalı olan hükümler koydu­ğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığım bilmeniz içindir.

Âyet-İ kerimede zikredilen Kabeden maksat, bütün harem bölgesidir. Âyette zikredilen "Beytül Haram"dan maksat, Kabe’dir. Beytül Haram’ın lügat mânâsı, kendisinde bir kısım şeylerin yapılmasının haram kılındığı ev de­mektir. Kabe’ye bu adın verilmesinin sebebi ise, oranın avlarının avlanmasının, otunun biçilmesinin, ağaçlarının kesilmesinin haram olmasındandır, Allah teala bu âyet-İ kerimede, Kabenin, haram ayının, Kabe’ye sevk edilen kurbanların ve hac yapan kimselerin, gerek kendilerinin gerekse hayvanları­nın boyunlarına taktıkları gerdanlıkları, insanlar için, ayakta tutan bir vasıta kıldığını zikretmiştir. Bundan maksat şudur, İslam gelmeden önce bir çok insanla­rın, Özellikle Arapların sevk ve idare eden ciddi idarecileri olmadığından Allah teala, Kabeyi, haram ayı, hacca götürülen kurbanları ve boyunlara takılan ger­danlıkları insanlar için, özellikle Araplar için bir manevi otorite ve bir güven va­sıtası kılmıştır. Öyleki kişi Kabede babasının katilini dahi görse ona dokunmaz­dı. Kâbeye sevk edilen kurbanlıklara kimse bir şey yapmazdı. Haram ayında kimseye dokunulmazdı.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


98- “Bilin ki Allah gerçekten azabı pek çetin olandır ve Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir.”

Hükümlerini hafife alan harem-i Şerifi ve ihramlı hali hafife alan kimselere karşı azabı pek çetindir. Yine mescid haramın harem bölgesinin ve ihram halinin belirgin hükümlerine tazim edip gerektiği gibi saygı gösteren kimselerin günahlarını bağışlaması onun mağfiret ve merhamet sahibi olmasının bir tecellisidir.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


99- “Peygambere düşen sadece tebliğdir. Allah sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. ”

Ey insanlar size göndermiş olduğum peygambere düşen görev Allah'ın emir ve yasaklarını size tebliğ etmek, Allah'a karşı gelenin cezalandırılacağını bildirmek ve Allah katında bahane edilecek bir şey bırakmamaktır. Sonra cezalandırma Allah'a aittir. Çünkü o gizlediğinizi de açığa vurduğunuzuda bilir kimin itaat edip kimin İsyan ettiği ona gizli değildir.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ

100- “De ki: “Murdarın çokluğu hoşuna gitse de, murdarla temiz bir olmaz.” Öyleyse ey akıl sahipleri Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.”

Ey Muhammed de ki: "Az olan helal ve faydalı şeyler, sizin için, çok olan murdar ve haram şeylerden daha hayırlıdır. Zira hiçbir zaman, murdar bir şey temiz bir şeye eşit olamaz. Yani salih bir kul günahkâr bir kula, itaatkar bir kul günahkâr bir kula, itaatkâr bir kul da isyankâr bir kula eşit değildir. İsyankâr ve sapıkların çok oluşları hoşuna gitse bile böyledir. İsyankârların çokluğu sizi aldatmasın. Çünkü onlar, sonunda mutlaka hüsrana uğrayıp yok olacaklardır. Ey akıl sahipleri, Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz, arzularınıza kavuşasınız. Sakın murdarların çokluğunu size hoş gösteren şeytanın vesveselerine kapılma­yın." Murdar olan “pis şey”den maksat müşriklerdir. Temiz olan şeyden  maksat da müminlerdir.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


101- “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları soracak olursanız size açıklanır. Allah bunları affetmiştir, Allah Ğafurdur, Halimdir. ”

Açıklandığı takdirde sizi üzecek ve size ağır gelecek şeylere dair soru sormayın. Çünkü o takdirde sizlere bunlara katlanmanız için Emir verilecek, dolayısıyla bu emirlere karşı kusurlu hareket edeceğinizden kendinizi Allah'ın gazabına maruz bırakacaksınız burada Allah mümin kullarını bir faydası olmayan şeylere dair soru sormamaları hususunda uyarmakta ve yasaklamaktadır. Çünkü bu gibi hususlar kendilerine açıklanacak olursa hoşlarına gitmeyebilir, bunları işitmekte onlara ağır gelebilir. Eğer sizlerin arasında Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bulunduğu sürece bu şeyleri peygambere vahiy  olarak indiği sırada soracak olursanız Allah onların hükmünü size zaten açıklar. Allah bundan önce bu şekilde sorduğunuz soruları affetmiş bulunuyor bir daha benzeri duruma dönmeyin Allah uyarmadıkça sizleri cezalandırmaması onun Halim olduğunun bir tecellisidir

Bu ayeti kerime için nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Enes b. Malik, Katade, Süddi ve Ebu Hureyre'den nakledilen bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Resulullahtan, babalarının kimler olduğunu veya kaybolan develerinin nereye gittiğini soracak kadar Resulullah­tan çokça soru soran sahabeler hakkında nazil olmuştur ve onların, bu tür huyla­rından vazgeçmelerini emretmiştir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir kısım insanlar Resulullahı alaya alarak ondan çokça sorular soruyor­lardı. Bir kimse geliyor ve "Babam kimdir" diye soruyor. Bir başkası geliyor "Devem kayboldu nerededir " diyordu. İşte Allah teala bu gibi kimseler hakkın­da bu âyeti indirdi. 

Enes b. Malik diyor ki: "Bir gün Resulullah (s.a.v.) öyle bir hutbe okudu ki ben onun benzeri hiç­bir hutbe işitmemiştim. Hutbede şunları söylemişti; "Eğer benim bildiğimi sizler de bilseniz elbette ki az güler çok ağlardınız." Bunun üzerine sahabeler yüzlerini kapatarak hüngür hüngür ağlamaya bağladılar. İçlerinden birisi, "Benim babanı kim " diye sordu. Resulullah da: "Falan adam." dedi. Ve bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Enes b. Malik başka bir rivayette de diyor ki: "İnsanlar Resulullahtan çokça sorular sordular. Sorularında çok ileri gitti­ler. Nihayet bir gün Resulullah minbere çıktı ve buyurdu ki: "Sizler bana neyi sorarsanız ben onu size mutlaka açıklayacağım. "Ben de sağa sola baktım bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına çekmiş ağlıyor. Bu arada, asıl babasının bir başka adam olduğu söylenen bir adam harekete geçti ve "Ey Allah'ın peygamberi, be­nim babam kimdir " diye sordu. Resulullah da "Senin baban Huzafe’dir." dedi. Sonra Ömer harekete geçti ve dedi ki: "Biz, Allah’ın rabbimiz, İslam'ın dinimiz, Muhammed’in Peygamberimiz olduğuna razı olmuşuzdur. Biz, fitnelerin şerrin­den Allah'a sığınırız." Resulullah da buyurdu ki: "Hayır ve şerri müşahede etme bakımından bugün ki gibi hiçbir gün görmemiştim. Öyleki cennet ve cehennem bana tasvir edildi. Ben onları duvarın yanında (yüzünde) gördüm." Hadisi riva­yet etlen Katade diyor ki: "Bu hadis-i şerif bu ayetin izahında zikredilmiştir. 

İbn-i Şihab ez-Zühri de diyor ki: "Ubeydullah b. Abdullah’ın bana anlattığına göre Resulullahın, babasının kim olduğunu soran Abdullah b. Huzafeye annesi demiştir ki: "Ey oğlum, ben senden daha isyankâr kimse duymadım. Sen, annenin, cahiliye dönemi kadınla­rından bir kısım kadınların işledikleri çirkin işi işlediğine mi kanaat getirdin de anneni insanların huzurunda rezil ediyorsun " Abdullah da dedi ki: "Vallahi eğer Resulullah bana babamın siyah bir köle olduğunu söylemiş olsaydı ben onu baba edinip peşine takılırdım. 

Ali b. Abdülala, Ebu Hureyre, Ebu Umame el-Bahili, Abdullah b. Abbas ve Mücahid’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi, hac farz kılındıktan sonra bir kişinin, haccın her yıl mı yoksa ömründe bir kere mi farz olduğu hususunda Resulullah'a sorması üzerine bu ayet nazil ol­muş ve Resulullah'tan çokça sorular sorarak neticesinde bir kısım emir ve yasak­ların gelmesine vesile olmak yasaklanmıştır.

Bu hususta Hz. Ali (r.a.) diyor ki: "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kabe'yi ziyaret edip hac yapmak farzdır.” Ayeti nazil olunca bazıları "Ey Allah’ın Resulü, her yıl mı farzdır" diye sordular. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) cevap vermedi. Tekrar "Her yıl mı farzdır" diye sordular. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) "Hayır de­ğildir." "Evet." diyecek olsaydım elbette ki her yıl hac yapmak farz olacaktı. (Farz olunca da bunu yapamayacaktınız.) dedi ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu. 

Mücahidin Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine göre ise bir kısım in­sanların Resulullahtan, bu ayetten sonra gelen ayette zikredilen "Bahire, Sâibe, Vasile ve Hâm gibi bir kısım hayvanların durumlarını sormaları üzerine nazil olmuştur.

Taberi diyor ki: "Bu hususta söylenen sözlerin doğru olmaya ilaha layık olanı şöyle diyenin sözüdür." Bu âyet-i kerime, Resulullahtan soru soranların çokça soru sormaları üzerine nazil olmuştur. Mesela, Abdullah b. Huzafe'nin, babasının kim olduğunu sorması, başka bir sahabenin her yıl mı farz olduğunu sorması ve benzeri sorular bu kabildendir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Böyle söyleyen görüşün tercih edil­mesinin sebebi, bu görüş hakkında sahabelerden, tabiinden ve bütün müfessirlerden çokça rivayetler zikredilmesidir.

Ayet-i kerimede "Eğer onları Kur’an indirilirken sorarsanız size açıkla­nır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Ey çokça soru soran insanlar, eğer sizler o sorularınızı Kur’anın, onların hükümlerini açıklamasından son­ra Peygamberime soracak olursanız o size kitabımın açıklamasını ve dolayısıyla sizin sorularınızın cevabını size açıklamış olur. Böylece önceden sorduğunuz bir kısım sorularla kendinize farz olmayan şeylerin farz kılınmasına, haram kı­lınmayan şeylerin haram kılınmasına vasıta olmazsınız."

Bu hususta Ebu Salebe el-Huşeni diyor ki: "Şüphesiz ki Allah, bir kısım hükümleri farz kılmıştır. Siz onları zayi etmeyin. Bir kısım şeyleri yasaklamış­tır, onları işlemeyin. Hudutlar koymuştur, onları aşmayın. Allah bazı şeyleri de bilerek bahse konu etmemiştir, siz bu hususları deşelemeyin.

Ubeyd b. Umeyr de demiştir ki: "Allah bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kılmıştır. Helal kıldığı şeyleri helal görün, haram kıldığı şeylerden de ka­çının. Allah, bazı şeyleri de serbest bırakmıştır. Onları ne helal, ne de haram kıl­mıştır. İşte bu, Allah’ın size karşı olan bir affıdır." Ubeyd bu sözlerden sonra "Ey iman edenler, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sor­mayın." ayetini okumuştur. 


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ

102- “Sizden önce bir kavim onları sormuştu da sonra o yüzden kafir olmuşlardı. ”

Sizden önce geçen Salih'in kavmi, Allah'ın Peygamberi olan Salih’ten si­zin sormanız gibi bir mucize getirmesini istemişlerdi. Allah onlara mucize ola­rak deveyi gönderince de onu kesip inkarcılığa düşmüşlerdi. İsa’nın adamları da gökten kendilerine yemek indirilmesini istemişlerdi. Kendilerine yemek indiril­dikten sonra da inkâra düşmüşlerdi. Siz Muhammed ümmeti de bu kavimlerin durumuna düşmeyin, neticesi hoşunuza gitmeyecek sorular sormayın. 


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


103- “Allah bahire, saibe, vasile ve ham diye birşey meşru kılmamıştır, fakat o küfredenler Allah’a karşı yalan uydurdular. Onların çoğunun ise zaten akılları ermez.”

Bu âyet-i kerime, cahiliye dönemine ait bazı âdetlerin din haline getiril­diğini, bunların, Allah'ın emriymiş gibi gösterildiklerini, fakat Allah’a karşı ifti­rada bulunmaktan başka bir şey olmadıklarını bizlere bildirmekte, dinde olma­yan şeyleri dine sokmanın yasak olduğuna işaret etmektedir. Bu cahiliye anlayı­şına göre Allah’ın, kullarına helal kıldığı bazı hayvanlar birtakım özel durumla­rından dolayı haram sayılmışlardır. Onların etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve çalıştırılmalarından faydalandırılmazlardı.

Allah’ın, kullarına helal kıldığı hayvanları ilk defa insanlara haram kılan kişinin, Amr b. Âmir b. Luhayy b. Kam’a b. Hındif el-Huzai olduğu, bu sebeple cehennemde bağırsaklarını sürükleyerek dolaşacağı rivayet edilmektedir.

Mücahidin Abdullah b. Abbastan rivayet ettiği üçüncü bir görüşe gelince bu görüş her ne kadar doğru olmaktan uzak olmayan bir görüş ise de sahabi ve tabiinden nakledilen rivayetlere muhalif olan bir görüştür. Bununla birlikte Ba­hire, Şaibe, Vasile ve Hâm gibi hayvanların durumlarını sormanın da Resulullaha sıkça sorulan sorulardan olması muhtemeldir. Âyet-i kerimenin, bütün bu soruları soranları uyardığını söylemek daha isabetli olur.

Bahire: Bir dişi deve 5 Batın doğurur ve bunun sonuncusu erkek olursa, kulağını yarar, ona binmez onu kesmezlerdi. içmek üzere gittiği sudan ve otlamak üzere gittiği otlardan kovulmazdı.

Saibe; İlahları için serbest bıraktıkları dişi devedir. yararlanmama konusunda bahire’ye yaptıklarının aynısını Buna da yaparlardı. cahiliye araplarından zaman zaman;” şu yolculuktan geri döner yahut şu hastalığından kurtulursam, benim bu dişi devem sahibi olsun.” diyenler çıkardı.

Vasile; 7 Batın doğum yapan koyundur. Eğer yedinci Batın erkek olursa, erkekler onu yerdi, dişi olursa koyun sürüsü arasına bırakılırdı. aynı şekilde erkek ve dişi karışık doğurursa da böyle davranırlar ve dişiyi erkek kardeşine bağladı derlerdi. vasile bağlayan manasındadır.

Ham; sulbünden on Batın doğan erkek Devenin adıdır. böyle olan deve hakkında, “ artık o sırtını bilinmeyen karşı himaye etmiştir” derler, ona binmez ve yük vurmazlardı. aynı şekilde su içmek istediği zaman ot yemek istediği zaman da herhangi bir şekilde engellenmezdi; böyle bir şey meşru kılınmamıştır.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


104- “Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiği zaman, “Atalarımızın üstünde bulunduğumuz şey bize yeter” yeter dediler. Ve ataları birşey bilmiyor ve doğru yolu bulamayan kimseler olsalarda mı? ”

Allah’ın helal kıldığı hayvanları, Bahire, Saibe, Vasile ve Hâm gibi isim­lerle isimlendirerek insanlara haram olduğunu ileri süren müşriklere "Siz bu ba­tıl sözleri bırakın da Allah’ın indirdiği âyetlere ve Allah'ın Peygamberine gelin ki, söylediğiniz sözlerin, haram kıldığınız şeylerin doğrusu ortaya çıksın.´" den­diği zaman, o müşrikler şu cevabı verirler: "Daha önce atalarımızın yapmış ol­duğu şeyleri yapmamız ve onlara uymamız bizim için yeterlidir. Biz onları ön­derler edinmişizdir. Onlar neyi helal saymışlarsa, biz de onu helal sayarız." 

Ey Muhammed, bunu söyleyenlerin ataları, bir kısım hayvanları haram kılmanın Allah'a karşı bir iftira olduğunu bilmemiş olsalarda mı yine onlara tabi olacak­lardır" Ataları doğru yolu bulamamış olsalar da yine onlara tabi mi olacaklar. Böyle yaptıkları takdirde yalancılara ve sapıklara uymuş olacaklardır.

Önce onlara soru sormayı yasakladı ve Vahyin daha iyi anlaşılabilmesi için Soru sormaya izin verdi arkasından soru sormanın yasaklanış sebebini Allah azze ve celle açıkladı. bundan sonra bazı hayvan türlerinden yararlanmanın haram kılınması konusuna dair hükmünü açıklamaya başladı, arkasından Allah'ın ve resulünün hükmüne başvurmayı reddederken anlaşılması mümkün olmayan bir takım meselelerde atalarına uymaları sebebiyle cahiliye insanının bilgisizliğini açıkladı. onların bu durumları ise bilgisizliklerinin sapıklıklarının en açık delilidir.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ

105- “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız sapıtmış olanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Yapmış olduklarınızı size haber verecektir.”

İmam Ahmed rivâyet ediyor... Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.), Allah'a hamdü senâda bulunduktan sonra şöyle dedi:"Ey insanlar sizler: "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez" âyetini okuyorsunuz ve sizler bu âyet-i kerîmeyi anlaşılması gereken şekilde anlamıyorsunuz.

Ben, Rasûlullah (s.a.)'ı şöyle buyururken işittim: "İnsanlar bir münker görüp de onu değiştirmeyecek olurlarsa, aziz ve celil olan Allah fazla zaman geçmeden hepsini azabıyla kuşatır." Hz. Ebû Bekir buyurdu ki: Ey insanlar, yalandan sakınınız. Çünkü yalan imandan uzaktır. Bu hadis-i şerifi dört Sünen sahibi ile Şahîh'inde İbn Hibbân rivâyet etmiştir.

Ebu İsa et-Tirmizî rivayet ediyor... Ebû Umeyye eş-Şa'bânî'den dedi ki: Ebû Sa'lebe el-Hişni'nin yanına vardım, ona:

- Şu ayet-i kerime hakkında ne dersin? diye sordum. Bana:

- Hangi ayet? diye sordu, ben;

- Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez." buyruğu dedim. Bana;

- Allah'a yemin ederim, sen bu konuda bilgisi olan birine soru sordun.

Ben bu konuyu Rasûlullah (s.a.)'a sordum da şöyle buyurdu: "Hayır, sizler marufu emredin, münkerden alıkoyun. Ne zaman ki, itaat edilen bir cimrilik, peşinden gidilen bir hevâ, üstün tutulan bir dünya ve herkesin kendi görüşünü beğendiğini görecek olursan o vakit özel olarak kendine bak, avamı bir kenara bırak. Sizin arkanızda öyle günler var ki, o günlerde sabreden bir kimse avucunda ateş tutan kimse gibidir. O günlerde amel işleyen bir kimseye sizin yaptığınız ameller gibi amelde bulunan elli kişinin ecri verilecektir." Bazıları da şunu ilave eder: "Ey Allah'ın Rasûlü denildi. Bizden mi elli kişinin ecri, onlardan mı?" O: "Hayır, sizden elli kişinin ecri" diye buyurdu. Daha sonra Tirmizî: "Bu Hasen, garîb ve sahih bir hadistir" dedi.

Abdurrezzak dedi ki... İbn Mes'ud (r.a.)'a adamın birisi yüce Allah'ın: "Siz kendinize bakın. Siz hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez." ayeti hakkında soru sordu, o da şöyle dedi: "Onun zamanı bu zaman değil. Bugün (verdiğiniz bir öğüt) kabul edilmektedir. Fakat onun zamanı uzak olmayabilir. Sizler (marufu) emredersiniz, bunun karşılığında sizlere şunlar şunlar yazılır. Veya: Sizin bu emriniz kabul edilmez." dedi. İşte o zaman siz kendinize bakınız, sapıtan kimselerin sizlere zararı olmaz.

Ebû Ca'fer er-Râzî... İbn Mes'ud'dan, Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, siz hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez." ayeti ile ilgili olarak şöyle rivayet ediyor: Abdullah b. Mes'ud'un yanında otururlarken iki kişi arasında, insanlar arasında görüle gelen türden bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Nihayet her biri ötekine kalkıp yürüdü. Abdullah b. Mes'ud ile birlikte oturanlardan birisi şöyle dedi:

- Şimdi ben kalkıp, onlara marufu emredip münkerden nehy edeyim. Yanında bulunan bir başka kişi ise; Sen kendine bak. Çünkü yüce Allah: "Siz kendinize bakın." diye buyurmaktadır, dedi. İbn Mes'ud onların bu konuşmalarını işitince şöyle dedi:

- Ne söylüyorsun sen? Henüz bu ayet-i kerimenin söz konusu ettiği durum ortaya çıkmış değildir. Kur'ân-ı Kerîm indirildiği zaman onun, bir takım ayetlerinin uygulanma alanları nazil olmadan önce ortaya çıkmıştır. Bir takım ayetlerin uygulanma alanları da Rasûlullah (s.a.) döneminde ortaya çıktı. Birtakım ayetlerin uygulanma alanları Rasûlullah'ın vefatından kısa bir süre sonra gerçekleşti. Birtakım ayet-i kerimeler de vardır ki, uygulama alanı bugün ortaya çıkar. Bazı ayet-i kerimeler de vardır ki, Kıyamet hakkında zikredilen hususlarıyla Kıyamet koptuğu zaman gerçekleşecektir. Bir takım ayetler vardır ki, bunlar hesap ile ilgili olarak, cennet ve cehennem ile ilgili olarak zikredilenleriyle hesap günü ortaya çıkacaktır. Sizlerin kalpleriniz bir oldukça grup grup olup birbirlerinize girmedikçe, kiminiz kiminizin güç ve kuvvetinin acısını almadıkça, ma'rufu emredin, münkerden nehyedin. Şayet kalpleriniz farklılaşır, arzularınız çeşitli olur, gruplara bölünür yahut kiminiz kiminizin kuvvetini tadacak olursa, artık herkes başının çaresine baksın, işte o vakit bu ayetin uygulanacağı da gelmiş demektir.

İbn Cerîr rivayet ediyor... Süfyân b. Ikâl'dan dedi ki: İbn Ömer'e şöyle denildi: Sen şu günlerde yerinde otursan da marufu nehyetmesen. Çünkü yüce Allah: "Siz kendinize bakın. Siz hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez." diye buyurmaktadır. İbn Ömer şu cevabı verdi:

- Bu ayet ne benimdir, ne de arkadaşlarımındır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Şunu biliniz ki sizden hazır olanlar hazır olmayanlara tebliğ etsin, o zaman hazır olanlar bizlerdik, hazır olmayanlar da sizlerdiniz, fakat bu ayet-i kerime bizden sonra gelecek bir topluluk hakkındadır. O topluluk söylediği zaman onların sözleri kabul edilmeyecek."

Yine İbn Cerîrk rivayet ediyor... Sivâr b. Şebib'den dedi ki: İbn Ömer'in yanında idim. Görünüş itibariyle babayiğit, sert dilli birisi yanına geldi ve şöyle dedi:

- Ey Abdurrahman'ın babası! Altı kişi var, bunların hepsi de Kur'an'ı okumuş ve bu işte oldukça ileri mesafeye gitmiş bulunuyor. Hepsi de müctehiddir. Hiç bir şeye aldırış etmiyor. Hepsi de hayır müstesnâ kendisine küçük düşürücü bir işin bulaşmasından nefret ediyor. Onlar bu haldeyken birbirlerinin müşrik olduklarına da şahitlik etmektedir. Orada bulunanlardan

birisi şöyle dedi:

- Biri ötekinin müşrikliğini ileri sürerken bundan daha büyük bir aşağı-

lanma olabilir mi dersin? Adam:

- Ben sana sormuyorum dedi, "Ben şu yaşlı başlı adama soruyorrum."

Daha sonra tekrar Abdullah b. Ömer'e sorusunu tekrarladı. Abdullah b. Ömer şöyle dedi:

- Babası ölesice! Sen herhalde sana: Git onları öldür, diye emir vermemi bekliyorsun. Hayır, onlara öğüt ver, bu işten vazgeçmelerini söyle. Sana

itaat etmezlerse o zaman sen kendine bak. Çünkü aziz ve celil olan Allah:

"Ey iman edenler! Siz kendinize bakın" diye buyurmaktadır."

Ebû Maz'un'dan şöyle dediğini rivâyet edilmektedir: Osman (r.a.) döneminden Medine'ye vardım. Oturmakta olan bir grup müslümanla karşılaştım. Onlardan birisi: "Siz kendinize bakın, siz hidâyet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar veremez" âyetini okudu Çoğunluğu şöyle

dedi: "Henüz bu âyet-i kerîmenin uygulanacağı zaman gelmiş değildir."

Yine İbn Cerîr rivâyet ediyor... Cübeyr b. Nüfeyr'den; dedi ki: Rasûlullah (s.a.)'ın bulunduğu bir halkada oturuyordum. Yaşça en küçükleri bendim.

Marufun emredilip münkerin nehvedilmesi konusunu müzakere ettiler. Ben

- Yüce Allah'ın kitabında: “ Ey iman edenler! siz kendinize bakın. Siz Hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar vermez.”  diye buyurmuyor mu? diye sordum. hepsi sözbirliği ederek bana şöyle dediler:

- Sen ne manaya geldiğini bilmediğin ve bunun hangi konuyla ilgili olduğunu idrak edemediğim bir ayet-i kerimeyi nasıl sıyırıp çıkartırsın? Keşke konuşmasaydım diye temenni ettim. Onlar tekrar konuşmalarına devam ettiler. kalkmak istediklerinde bana şöyle dediler:

- Sen henüz yaşı genç bir delikanlısın. sen ne manaya geldiğini idrak etmediğim bir ayeti kerimeyi çekip ortaya koydun. Belki bu ayeti kerime'nin hükmüyle amel edilecek bir zamana yetişirsen, Eğer itaat edilen bir zümreyi peşinden gidilen bir heva ve her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini görecek olursan o takdirde sen kendine bak. Hidayet bulduğun takdirde sapıtanlar sana zarar veremeyecek.

Yine İbni Cerir rivayet ediyor….  el-Hasen şu: “Ey iman edenler siz kendinize bakın. Siz hidayet bulduğunuz takdirde sapıtmış olanlar size zarar vermez ayetini okudu ve şöyle dedi:

- Bu ayeti kerime sebebiyle Allah'a hamd ederim. bu ayeti kerimeden dolayı Allah'a hamd ettim. geçmişine kadar gelip geçtiyse geriye ne kadar Mümin kaldıysa mutlaka Onun amelinden hoşlanmayan bir münafık onun yanıbaşında  kolay gelmiştir ve böyle gidecektir.

Yine ibn Cerir’in rivayetine göre Said b. el-Müseyyeb şöyle demektedir: “Sen marufu emredip münkerden ne ettiğin takdirde hidayet bulacak olursan sapıtanın sana zararı olmaz.” 


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


106- “Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, "Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz" diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi şahit tutun. ”

Ey iman edenler herhangi birinizin ölümü yaklaştığı takdirde vasiyet esnasında iki kişi şahitlik yapsın. sizden (Müslüman) olan  ya da adalet sahibi iki kişi, bunların nitelikleri ortaya konulmaktadır. Bu iki şahidin adalet sahibi ve bizden olması şart koşulmaktadır. Bu konuda müfessirler iki görüşe sahiptir. Cumhur maksadın birinci görüş, yani müslümanlardan olması gerektiği kanaatindedir.

Ancak yolculuk halinde ölümle karşılaşan kişinin, gayri müslimleri de vasiyeti için şahit tutabileceğini beyan etmektedir. Gayrimüslimlerin şahitlikleri sadece zikir edilen şartların birinci yolculukta olmak ve yolculuk esnasında ölüm musibetinin gelip çatması müslüman olmayanların şahit tutulmasının caiz olabilmesi için gerekli iki şarttır.  



فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


107- “Eğer bu şahitlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene daha yakın hak sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve "Bizim şahitliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler.”

Eğer, kendilerine vasiyeti yerine getirme vazifesi verilen iki vasinin, ya­lan söylemeyeceklerine dair yemin ettikleri halde, yine de yalan yere yemin ederek günah işledikleri ortaya çıkacak olursa, bu iki vasinin, haksızlığa uğrat­maya çalıştıkları kişilerden iki kişi, bunların yerine yemin ederler ve derler ki: "Şüphesiz bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur. Biz, hakkı çiğneme­dik. Eğer çiğnemiş olsaydık zalimlerden olurduk."

Görüldüğü gibi, bundan önceki âyet-i kerimede, vasiyet edilirken iki müslümanın hazır bulundurulması, iki müslüman bulunmazsa onların yerine iki gayr-i müslimin hazır bulundurulması ve bu iki kimseye vasiyet hakkında ye­min ettirilmesi emredilmiştir. Bu âyet-i kerimede de yemin eden iki kimsenin yalan yere yemin ettiklerinin ortaya çıkması halinde, ölünün terekesinde hak sa­hibi olanlardan iki kimseye, yemin eden şahitlerin yalan söylediklerine dair ye­min ettirileceği beyan edilmiştir. Böylece yemin etme durumu iki şahitten alınıp terekede hak sahibi olanlara verilmiştir.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ


108- “Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin. Allah fasık kimselere yol göstermez.”

Bu, şahitliklerini gerektiği gibi yapmaları, yahut yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmaları için en iyi yoldur. Al­lah’tan korkun ve emirlerini dinleyin. Allah, yoldan çıkan bir topluluğu bi­dayete erdirmez.

Vasiyeti yerine getirenler hakkında beyan edilen bu hüküm en uygunu­dur. Zira bu hükme uyulduğu takdirde, vasiyete sabit tutulanlar, hakkı söyleyip, doğru şahitlik etme zorunda kalacaklar ve ihanette bulunmayacaklardır. Keza bu şahitler, yeminlerinin kabul edilmeyerek yemin etme haklarının mirasçılara geçmesinden ve yalancılıklarının ortaya çıkarak, rezil olmalarından korkacak­lardır. O halde yemin ederken Allah’tan korkun. Size gönderilen hükümleri din­leyip, onlarla amel edin ve bilin ki Allah, yoldan çıkan bir topluluğu hidayete erdirmez.

Müfessirler bu ayet-i kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

İbrahim en Nehai ve Abdullah b. Abbas’a göre bu ayet-i kerime mensuhtur.

Çoğunluğa göre ise ayet-i kerime mensuh değildir. Taberi de ayetin hükmünün İslam’ın genel kurallarına uygun olması hasebiyle mensuh olmadığı görüşünü tercih etmiştir.

Taberi bu hususta özellikle şunları zikrediyor: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Peygamber olarak gönderildiği günden bu güne kadar, müslümanların yaşadık­ları Allah’ın nizamında davacı ile davalı arasındaki dâvayı ispat şeklinin şöyle okluğu bilinmektedir: Eğer bir insanın aleyhine herhangi bir maldan dolayı dâva açılacak olursa, davacı dâvasını ispatlamak zorundadır. Davacı bunu ispat ede­mezse, davalı ancak haklı olduğuna yemin ederek kendisini kurtarmış olur. Bu­na mukabil davalı elinde bulunan malın aslında davacıya ait olduğunu itiraf eder ve davacıdan satın aldığını iddia edecek olursa, bu takdirde malı satın aldığını ispatlamak zorundadır. Aksi takdirde mal sahibi yemin ederek malını geri alır.

Görüldüğü gibi, bu son durumda davacı, davalı durumuna düşer. Böylece dâvayı ispat etme yükümlülüğü de ondan düşer. Davacı durumuna geçen davalıya intikal eder. Yemin etme yükümlülüğü de, davacı iken davalı durumu­na düşen mal sahibi olan davacıya geçer.

Bu Ayet-i kerimede de aynen bu genel kaideler zikredilmektedir. Bu iti­barla ayetin mensuh olduğunu söylemek caiz değildir. Şöyle ki, kendilerine va­siyeti yerine getirme vazifesi yüklenen vekiller, ellerinde bulunan malları miras­çılara teslim ederken, mirasçılar malların eksik olduğunu iddia ederlerse bu ve­killer davalı durumuna düşerler. Bu itibarla onlara yemin ettirilir. Şayet bu ve­killer, mirasçıların iddia ettikleri eksik mallan, vasiyet edenden satın aldıklarını iddia edecek olurlarsa, bu takdirde mirasçılar davalı durumuna düştüklerinden, yemin etme yükümlülüğü onlara geçer. Nitekim daha önce, Abdullah b. Abbas’ın, Resulullah’tan rivayet ettiği, gümüş kap meselesini anlatan hadis-i şerifte de Resulullah, genel kaidelerde zikredilen bu kaideyi tatbik etmiştir. Önce, gü­müş kabı almadıklarını iddia eden vekillere yemin ettirmiş, daha sonra gümüş kabın, vekillerde olduğu veya onlar tarafından satıldığı anlaşılıp da vekillerin, bunu vasiyet edenden satın aldıklarını iddia etmeleri üzerine de bu defa kabın, vasiyet edenin malı olduğuna dair mirasçılara yemin ettirmiş ve bu yeminle ka­bın bedelini mirasçılara iade ettirmiştir. 


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar