İbadet
İbadet Ne Demektir
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
ﷺ
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla.
Hamd, Onadır. Hz. Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) salât ve selam O’nun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.
İbadet, ubudiyyet ve ubudet kelimelerinin lügat manası tapmak, kulluk etmek, itaat etmek ve boyun eğmektir. Tevhid inancına bağlı olarak gerçekli bir imanla Allah’a en üsütün mertebede tazim etmek, O’nun rızasına uygun hareket etmektir.
Tevhid inancına bağlı olmayan iman esaslarından birini veya bir kısmını zedeleyen kimselerin ibadetleri geçerli bir makbul değildir. Çünkü Allah katında geçerli olan din Tevhid dinidir İslam dinidir bu esası terk eden kimse ibadetin temelini yıkmış olacağından binası sahih olmaz. onun için sağlam ve sahih bir imana sahip bulunmaksızın Allah'a tazim de bulunmak düşünülemez.
İbadet tarifine giren Allah'ın rızasına uygun hareket sözü geniş mana taşır. bu manaya göre Şer'i dini hükümlerin hepsi ibadetlerden sayılır. Allahü Teala'nın yapılmasını istediği ve emrettiği işleri yapmak ve yapılmasını istemediği yasaklardan kaçınmak - vacip Teala Hazretlerinin rızasına uygun düştüğünden- birer ibadet sayılır. bunların yapılıp yapılmamasında Allahû Teala itaat vardır. onun emirlerini boyun eğmek vardır. demek ki İslam dininin bütün emirlerini - Allah'ın emirleri olduğu için- yerine getirmek ve bütün yasakları - Allah'ın haram kıldığı şeyler olduğu için- yapmamak ibadettir.
Örfte ise ibadet dendiği zaman namaz, Oruç, Hac ve zekat hatıra gelir. her mükellef bunlarla sorumlu olup devamlı olarak bu farzları yerine getirdiğinden ibadet ismi bunlara tahsis edilmiştir. Aslında manayı geniş tutun ibadet sözünü Bütün dini vazifelerin Allah'a karşı yerine getirilmesi manasında kabul etmek gerekir.
İbadet ancak ve yalnız Allah'a yapılır. Zira tazim en üstün mertebesine layık olan ancak Allahu Teala hazretleridir. Yaratan, mi nimetlendirip yaşatan, öldürüp edebi hayata kavuşturan odur. Hiçbir işte ortağı ve yardımcısı yoktur. bu itibarla ibadet edilmek de ona eş ve ortak koşmamak gerekir. İşte sırf Allah'a edilmeyen ibadetler, Allah katından makbul olmaz. Zira böyle ibadetler Allah için olmaz. İbadet ne maksatla ve kim için yapılmışsa ona Nispet edilir. cenab-ı hak, kullarına yalnız kendisine ibadet etmelerini Emir buyuruyor: “Ancak ve yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Fatiha suresinin bu mealindeki ayetleri Allah'a ibadet eden müminler tarafından kılmış oldukları Beş vakit namaz içinde her gün 40 defa tekrarlanmaktadır. Bu şuura eren kimse, Allah'tan başkasına ibadet edebilir mi, veya edilmesine razı olur mu?
İbadetin lüzumu ve devamı
İnsanların yaratılışında bir haslet vardır. Henüz akıl ve şuuru kemal'e ermemiş çocuklar, kendilerini besleyen ve kendilerini sevip okşayan insanlara giderler, bunları severler ve bunlardan ayrılmak istemezler. Hayvanlarda da bu hal mevcuttur. İnsanın aklı kemale erip de şuurlandığı zaman görüp düşünecektir ki, kendisini yoktan var eden, yaşatıp büyüten, kemale erdiren ve sonunda öldürecek olan yüce bir varlık vardır. Böyle bir varlık nasıl tanınıp da ona boyun eğilmez, sevilip hürmet edilmez, ibadete layık olmaz? Bunu yapmamak için gözlerin kör, kulakların sağır, kalplerin ölü olması lazım gelir. Denilebilir ki şüphe götürmeyen bu gerçeğe insanların çoğu kulak vermemektedir. Madem ki, Allah'a, neden bu zarureti ve gerçeği kabullenmiyorlar? Buna verilecek cevap şu: gerçeği kabul etmek başka şeydir, onu benimseyemeyip yerine getirmek başka şeydir. Sırf inat ve muhalefet olsun diye bu zarureti inkar edenler azdır. Düşünenler arasında onlara az rastlanır. İlahi mevzularda düşünceye dalmayanlar, akıl ve iradelerini kullanmadıklarından sorumlu olurlar. Nefis arzularının esiri bulunmayan madde ihtiraslarından uzak bulunan her sağ doğu sahibi insan bu zarfı kabullenir; ancak bazı alışkanlığı ve kuyuları sayesinde önlerine çıkan engelleri yenemezler ve ibadet vazifelerini yerine getirmezler. Bu hallerinden de eninde sonunda pişmanlık duyarlar.
Maddi refahın lüks ve saltanatı zirveye eriştiği, nefsani arzuların haya perdelerini yırttığı devirlerde, ulvi ve kutsi olan manevi değerler üzerinde düşünme fırsatı bile bulamaz. Bu yönde düşünce ve araştırması bulunmayan cemiyetler için elbette ibadet mefhumu da olamaz. çoğunluk gerçeği ifade etmez haklı Selim gerçeği ifade eder. Zaten cenab-ı hak Sebe/13 ayeti: “Nimetime şükredip bana ibadet eden kullarım azdır” buyurmaktadır.
İbadetin lüzum ve zaruretine akli delillerle ihtiyaç bırakmaksızın vacib Teala Hazretleri Zariyat suresi 56 ayeti kerimesinde: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyurarak kesinlikle hüküm vermektedir. Artık bu gaye dışında bir şey söylenemez.
İbadetin devamlılığına gelince kalbin çalışması ve vücut organlarının çalışması, İnsanın irade ve şuuru dışındaki yaratıcının hakimiyet ve tasarrufu altında cereyan edip devam ettiğine göre, ibadetin de devamlı yapılması tabidir. Nimet ve ihsanlar devam ettikçe şükür ve ibadetler de devam eder. Allah sıhhat verdiği hayatiyetin devam ettiği sürece bu Nimet karşılığında ibadet etme mecburiyeti vardır. Bu hususta cenab-ı hak Hicr suresi 99 ayeti kerimede: “Sana ölüm gelinceye kadar, rabbine ibadet et.” buyurarak ibadetin devamlı olarak yapılmasını bize emrediyor.
İbadetin mertebesi
İbadetin üç mertebesi vardır:
1- Bir kısım insanlar, sevap kazanmak ve azaptan korkup kaçınmak için Allah'a ibadet ederler. Meşhur olan ibadet budur ve insanların çoğu bu şekilde ibadet ederler
2- Bir kısım insanlar da, Allah'a kul olma şerefine nail olmak ve Allah'a kul olma vasfını kazanmak için ibadet ederler. Kısacası Allahu Teala kendilerine “Kulum” diye hitap etmesi için ibadet ederler ki, bu türlü ibadete ubudiyet de denir.
3- Bir kısım kimseler ise Allah'ı sevdikleri için ondan utandıkları için ululuk ve yüceliğine tazim için ibadet ederler ki, ibadetin En üstün mertebesi budur. Bu türlü ibadete ubudet de denir. O halde bu üç kısmı, ibadet Ubudiyet ubudet diye isimlendirip sıralayabiliriz: ubudet ubudiyetten ve ubudiyette ibadetten daha üstün bir mertebedir.
İbadetin dünyadaki semeresi
Canlı ve cansız bütün alemleri yaratan Allah teala hazretleri bu varlıklar için çok sağlam ve çok güzel ölçüler ve biçimler koymuş, değişmez ve sarsılmaz bir düzen yaratmıştır. Bu varlıklar içinde en üstün ve en mükemmel olan insanoğlu içinde dünya ve ahirette saadete ersinler diye vazifeler hazırlamıştır. İyi ve kötü şeyleri göstermiş, iyi ve güzel şeylerin yapılmasını emretmiş, kötülükleri bildirerek onlarıda yasaklamıştır. Bunları, peygamberler aracılığı ile insanlara iletmiş ve gerçek ibadet örneklerinin temsilcileri bizzat peygamberler olmuştur. cemiyet içinde hak ve adalet kanunları bunlarla uygulanarak dünyada huzur ve sükun temin edilmiştir. Kulluk vazifeleri terk edilip Allah korkusu unutulursa, fertlerde, ailede ve cemiyette her türlü ahlaksızlık baş gösterir. Emniyet ve güven kalmaz, ortalığı anarşi kaplar. İşte ibadetin dünyada ki semeresi huzur ve intizamdır, insanın saadet üzere yaşamasıdır. Nitekim cenab-ı hak Ahzab 70-71 ayeti kerimelerde şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah işlerini düzeltip size başarı versin ve günahlarınızı bağışlasın. kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, gerçekten o, büyük bir zafere kavuşmuştur.”
Peygambere Allah'ın elçisi olduğu için itaat etmek, Allah'ın emrine uygun olduğu için, Allah'a ibadet sayılır. anlaşılıyor ki dünya işlerinin yapılması düzelmesi Allah'a ibadet ve onun Resulüne itaate bağlıdır. Allah'a ibadet edenler huzura kavuşurlar, vazifelerini başardıkları için Allah'ın himayesi altında kendilerini bulurlar.
İbadetin ahiretteki semeresi:
Dünya ebedi olan ahiret hayatının saadetini kazanmak için bir imtihan yeridir. insanların dünyadaki yaşayış süresi çok kısadır ve çok çabuk geçer. Bir göz açıp kapayıncaya kadar bu kısa zamanı değerlendirip Allah'a ibadet üzere yaşayarak ömürlerini bitirenler, imtihan da başarı sağlamışlardır. Allahu Teala Hazretleri Bu gerçeği pek çok ayeti kerimede bize bildiriyor:
“Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse Allah onu altından ırmakta da kan cennetlere koyar.” Fetih 17
“İman edip Salih ameller işleyenler için her bir mağfire, hem de cennette tükenmez bir nimet vardır.” Hac 50
“İman edip Salih amel işleyenlerin kendilerinden Elbette günahlarını örteriz ve işledikleri amellerin daha güzeli ile muhakkak onları mükafatlandırırız.” Ankebut 7
“İman edip Salih amel işleyenlere, nimetleri tükenmez cennetler vardır.” Lokman 8
“... iman edip Salih amel işleyenler, cennet hoş. Onlara, rablerinin katında ne isterlerse var. İşte bu cennet en büyük ikramdır.” Şura 22
“ iman edip salih amel işleyenlere ağaçları ve evleri altından ırmakta da kanını cennetler var. İşte büyük Kurtuluş budur.” Buruc 11
Bu ayeti kerimeler emsalinde daha pek çok ayetlerde vardır. Netice olarak kurtuluşa erişmek için dünyada izlenecek yol iki esassa bağlanmaktadır. Biri sahih iman, diğeri Salih amel… Bunları elde eden kimse, dünya imtihanını vermiş ve ahiret saadetini kazanmıştır. Sahih iman ve salih amel, peygambere itaat etmekle olur. Çünkü dini tebliğ eden ve onu en güzel bir şekilde uygulayan peygamberimizdir. Her hususta ona uymak suretiyle dini vazifeleri yerine getirmeye çalışmak ve gayret etmek, sahih imanla salih amelleri kazanma yoludur. Bu yol dışında onların bu hidayet yoluna girmesi yüce Allah'tan niyazımızdır.
İbadet etmeyenlerin cezası
İyi kimselerin mükafat kötülük edenlerin ceza görmesi adalet ve hak icabıdır. Allah kendisine ibadet edenleri mükafatlandırır. İsyan edenleri acıklı bir azapla cezalandırır. Kur'an-ı Kerim'de bu gerçeği ifade eden ayeti kerimeler çoktur bunlardan birkaç tanesi:
“Şüphesiz Allah, iman edip Salih amel işleyenleri altından ırmakta mekan cennetlere koyacaktır. kafir olanlar ise dünyada zevklenmeye bakarlar hayvanlar gibi Yerler içerler Halbuki ateş cehennem onların yeridir.” Muhammed (Kıtal) 12
“... kim bir kötü iş yaparsa onunla cezalandır kendisine de ne Allah'tan başka bir dost bulabilir ve ne de bir yardımcı…” Nisa 123
“İman etmeyip ayarlitlerimizi yalanlayanlar hep cehennemliktirler.” Enfal 55
“Kim Allah'a ve peygamberine isyan eder ve onun şeriat hükümlerini çiğneyip geçerse, Allah onu, ebedi olarak içinde bulunmak üzere ateşe Kor. Bunlar rüsvay edici bir azap vardır.” Nisa 14
Sevap ve azaptan ibaret iki yol Allah tarafından Peygamber aracılığıyla insanlara gösterilmiştir. İnsanlara sorumlu kılacak akıl ve irade de kendilerine verilmiştir. Dileyen Hakkı kabul eder de kurtulur, dileyen inkar edip azaba katlanır.
İbadetlerin izahına geçmeden önce, kimler ibadet etmekle mükelleftir ve hangi kısım işlerle karşı karşıyadır, bunu görelim:
Mükellef (ibadetle yükümlü) kime denir?
Mükellef, akıl ve baliğ olup dinin emir ve yasakları karşısında sorumlu bulunan erkek ve kadındır.
Balig, çocukluk devresinden çıkıp erkeklik veya kadınlık çağına eren kimsedir. Erkek çocuklarda buluğ, oniki tie on beş yaş arasında, kız çocuklarda ise dokuz ve on beş yaş arasında olur. Bu yaşlar arasında bulunup da henüz buluğa ermeyenlere mürahik ve mürahika denir. Onbeş yaşın sonuna kadar buluğa ermeyen erkek ve kız, onbeş yaşından itibaren hükmen mükellef sayılırlar. Dini görevleri yerine getirmekle mükellef bulunurlar. Deli ile çocuk, dini görevlerle mükellef tutulmamışlardır.
Akıl, kar ile zararı, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran, deli olmayan kimseye denir.
Hüküm nedir: Dini emirlerle yasakları belirleyen kesin sözlere hüküm denir. Çoğul ifade ile, Ahkâm tàbiri kullanılır. Oruç farzdır, içki haramdır, ifadeleri birer hükümdür.
Emir ve yasakların nevileri (Ef'al-i Mükellefin),
Her mükellefin yapmak veya yapmamakla sorumlu tutulduğu dini işlere Ef'al-i mükellefin» (Sorumlu kimselerin işleri) denir. Bunlar, başlıca sekiz nevi olarak tespit edilmişlerdir:
1- Farz: Yapılması kesinlikle istenen ve yapılmaması yasak olan iştir. Bu kesinlik, şüphe götürmeyen Kur'an, sünnet ve icma' gibi deliller ile sabit olmuştur. Delil bakımından farz iki kısma ayrıldığı gibi, mükellefiyet bakımından da ikiye ayrılır. Delil bakımından:
a) Kesin farz: Kur'an ve sünnetten ibaret şüphe götürmez kesin delillerle yapılması kesinlikle isteyen işlerdir. Namaz, oruç, zekat ve hac görevleri gibi...
b) Zanni farz: Dinde ictihada yetkili âlimlerce kesin bir delile yakın derecede yakın görülüp zanni bir delil ile sabit olan iştir. Görevi yerine getirme bakımından kesin farz kuvvetindedir, inanç bakımından değil. Bunun için buna «Farz-ı ameli» de söylenir. Cünüb olan kimsenin ağzını yıkayıp çalkalaması, bu kabil bir farzdır. Kesin farzı inkâr küfürdür, farz-ı ameliyi inkâr ise küfür sayılmaz. Bu, bid'at (uydurma) olur.
Mükellefiyet bakımından farz:
a) Farz-ı ayn: Her mükellef tarafından yerine getirilmesi farz olan görevlerdir. Vakit namazları ile oruç gibi...
b) Farz-ı kifaye: Mükelleflerden bir kısım kimselerin işlemesiyle diğerlerinden sorumluluk düşen farza denir. Böyle bir farzı hiç kimse yerine getirmemiş olursa, mükelleflerin tümü sorumlu olurlar, yâni günahkâr sayılırlar. Cenaze namazı gibi.
2- Vâcib: İşlenmesi istenen ve işlenmemesi yasaklanan işlerdir; ancak bu husus kesin bir delil ile sabit olmuş değildir. Bununla beraber kuvvetli bir delil mevcuttur. Bayram namazları ile vitir namazı gibi... Vâcib, fıkıh teriminde farz mânasında da kullanılır. Lüzum mânasını da ifade eder. Vâcibi inkâr eden kâfir olmazsa da günah işlemiş olur. Vâcib olan görevlerin yerine getirilmesinde sevab vardır. Terk edilmeleri halinde günah işlenmiş olur.
3- Sünnet: Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in farzlar ve vacibler dışında işlemiş olduğu amellerdir. Özürsüz olarak bunları terk etmek azâbı gerektirmezse de, kötülenmeyi ve ayıblanmayı icab ettirir. Sünnet de iki kısımdır:
a) Sünnet-i müekkede (kuvvetli sünnet): Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) efendimizin devamlı olarak yerine getirdikleri ibadetlerdir. Sabah ve öğle vakitlerinin sünnetleri gibi... Bunlara sünnet-i revâtıb ve sünnet-i Hüdâ da denir.
b) Sünnet-i gayr-i müekkede = Kuvvetli olmayan sünnet: Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in devamlı değil de bâzan işledikleri ibadetlerdir. Yatsı namazı ile ikindi namazından önce kılınan sünnetler gibi. Bu sünnete Sünnet-i Zevâid» de denir. Bu türlü sünnetleri işlemek de de sevab vardır. Peygamberin şefâatine nailiyete de vesile olur. Terk edilmeleri hâlinde ayıplama yoktur.
Bâzı sünnetler bir kısım kimseler tarafından işlendiği zaman diğerlerinden såkıt olur ki, bunlara sünnet-i kifâye denir. Mesela bir yerde ezan ve ikamet yerine getirildiği zaman, o vakit içinde başkalarının ezan ve ikamet getirmesi icab etmez.
Sünnetlerin hepsine «Nâfile» ve çoğul kelimesiyle Nevâfil> adı verilir.
4- Müstehab: Hoşa giden bir iş mânasındadır ki, sünnet-i gayr-i müekkede hükmünü taşıyan ibadetlere denir. Bunların da yapılması istendiğinden ve sevab umulduğundan bunlara «Mendub, nafile, tatavvu', edeb» de denir.
5 - Mübah: Yapılması ve yapılmaması yasaklanmayan şeylerdir. Bunlara Helâl da denebilir. Oturmak - gezmek, kendi malini yemek veya yememek gibi...
6- Haram: Yasaklığı kesin bir delille belli olan işlerdir. Haram olduğu kesin delillerle sabit bir şeyi helal saymak imansızlık olur. Haram şeyleri işlemek ise, azabı gerektirir. Haram işlemeyi terk edenler de sevab kazanır Haram iki kısma ayrılır:
a) Haram liaynihi: Aslı ve maddesi itibariyle haram olan şeylerdir. Domuz eti, akan kan, şarap gibi...
b) Haram liğayrihi: Aslında maddesi itibariyle helal olup başkasına aidiyeti cihetiyle haram olan şeydir. Çalınan mal ve kasden besmelesiz kesilen koyun gibi...
7- Mekruh: Lügat itibariyle hoşa gitmeyen şey mânasını taşır. Yapılması istenmeyen ve terki iyi görülen şeylerdir. Mekruh iki kısma ayrılır:
a) Tahrimen mekruh: Yapılması istenmeyen ve harama yakın olan bir iştir. İşlendiği takdirde ahirette azâbı gerektirir.
b) Tenzihen mekruh: Yapılması hoş görülmemekle beraber işlendiği takdirde azabı gerektirmez. Helâla yakın bir kerahettir. Ancak terk edildiği takdirde sevaba sebep olur. Güneş batarken özürsüz namaz kılmak tahrimen mekruhtur. Sağ el ile sümkürmek tenzihen mekruhtur.
8- Müfsid, fâsid: Başlanılan bir ibâdeti bozan işlere müfsid denir. Sıhhatını kaybeden ve bozulan ibâdete de fasid> denir. İbadetlerde bâtıl» sözü fâsid manasında kullanılır. Bir ibâdetin temelindeki şart bulunmaksızın yerine getirilmesi bâtıl olur. Abdestsiz kılınan namaz gibi. Böyle kılınan bir namaz bâtıldır. Abdest alarak namaz kılarken konuşursak, namaz bozulur ve buna fasid denilir.
Bir ibâdetin şart ve erkânlarına riayet edilerek yerine getirilmesine sahih» denilir. Yapılmasında sakınca olmayan işlere <câiz> denilir. Mübah yerinde kullanılırsa da câizi terk etmek evlâdır.
İbadetlerin kısımları :
İbadetler başlıca iki nevidir. Beden ile yerine getirilen ibâdetler ve mal ile işlenen ibâdetler.
a) Beden ile yapılan ibâdetler, namaz ve oruç gibi ibadetlerdir. Bunları yerine getirmek için başkası vekil tutulamaz. Her mükellef bedeni olan ibâdeti bizzat yerine getirmek zorundadır. Başkasının yerine namaz kılınmaz, oruç tutulmaz.
b) Mal ile edå edilen ibâdetler, zekât ve fitre emsåli ibadetlerdir. Bunlarda başka birini vekil etmek suretiyle vazife yerine getirilebilir.
Bir de hem mal ile, hemde beden ile yerine getirilen ibadet vardır. Bu türlü ibâdet acziyyet hâlinde başkasına vekâlet vermek suretiyle yerine getirilebilir. Hac, bu türlü bir ibâdettir.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...