Ra’d Sûresi 1-11. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Ra’d Suresi
Mushaftaki sıralamaya göre 13. suredir. Bu sûre-i Celilede, gök gürültüsünün, Allah'ı tesbih ettiği ifade edilmekte ve "Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder… buyurulmaktadır. Ayet-i Kerimede, "Gök gürültüsü" anlamına gelen "Ra’d" kelimesi geçmekte Sûre-i Celile de "Ra’d" ismini buradan almaktadır. Bu sûre kırk üç âyettir. Mekke'de mi yoksa Medine'de mi nazil olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bazı âyetlerinin Mekkede diğer bir kısım âyetlerinin de Medine’de nazil olduğu rivayet edilmektedir.
Bu Sûre-i Celile, daha ziyade inanç mevzuunu işlemekte, Allah teala’nın bir olduğu inancını telkin etmektedir. Mevcudatı yoktan var eden Allah teala'nın, varlık, birlik ve kudretine delil olarak, bütün kâinatı karşılıksız halk eden ve onun içindeki bütün mevcudatı meydana getiren tek bir yaratıcı olduğunu beyan etmektedir.
Direksiz olarak yaratılmış gökler, Allah’ın takdir edeceği bir güne kadar, tayin edildiği şekilde hareketine devam eden Güneş, Ay, birbirini takip eden Gece ve Gündüz, Göklere doğru yükselen muhteşem Dağlar, durup dinlenmeden akışına devam eden Nehirler, çeşitli meyve bahçeleri, ekinler, çeşitli tatlardaki yiyecekler, insanı korku ve ümide sevkeden gök gürültüsü ve şimşek, cenab-ı Hakkı tesbih eden yıldırım, rahmet yüklü bulutlar vb. bütün eşya ve olaylar, Allah teala'nın birliğine ve sonsuz kudretine delil olarak gösterilmektedir.
Sûre-i Celilede, Allah’ın ilminin herşeyi kuşattığı ifade edilmekte, bir dişinin karnında taşıdığı şeyin ne olduğunu, yine rahimlerde artan ve eksilen şeyin de ne olduğunu, Allah teala'nın, ilm-i ezelîsi ile bilmekte olduğu ifade edilmektedir.
Sûre-i Celilede, kâinatta cereyan eden bütün bu olaylara ibret nazarıyla bakılması öğütlenmekte ve insan idrakini, bütün bu olaylara hakim olan yüce yaratıcının varlığını kabule yaklaştırmakta ve insanı imana götüren yolları aydınlatmaktadır.
Özetle Ra‘d sûresinin muhtevasını üç bölüm halinde ele almak mümkündür. Asıl konusu ulûhiyyet olan birinci bölümde Hz. Peygamber’e indirilen vahyin gerçekliğine vurgu yapan ilk âyetten sonra muhatapların dikkati evrenin yaratılışı ve işleyişine çekilir. Sûrenin ikinci bölümünde, Hz. Peygamber’e gönderilen vahyin hak olduğunu kabul eden ile bu apaçık gerçek karşısında kör gibi davranan kimsenin asla eşit olmayacağı dile getirilir ve bunu ancak aklından faydalanmasını bilenlerin anlayabileceği ifade edilir. Üçüncü bölüm genel anlamda nübüvvet ve özellikle Hz. Peygamber’in risâletiyle ilgilidir. İnkârcıların Hz. Muhammed’den maddî-hissî mûcize talep ettiklerinin bildirilmesiyle başlayan bu bölümde Allah’a yönelen kimseye O’nun hidayet nasip edeceği, böylelerinin Allah’ı anmak ve O’na bağlanmakla huzur bulduğu ifade edilir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Elif-lâm-mîm-râ(c) tilke âyâtu-lkitâb(i)(k) velleżî unzile ileyke min rabbike-lhakku velâkinne ekśera-nnâsi lâ yu/minûn(e)
1- “Elif, Lam, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen, haktır. Ama insanların çoğu anlamazlar.”
Hurufu mukatta hakkında açıklama yapılmıştı. Bu surenin ayetlerine işaret edilmektedir. Sana Rabbin tarafından indirilen bu kur’an haktır. O halde sen, bu kitabın hükümleriyle amel et ve bu kitaba sımsıkı sarıl. Fakat ne yazık ki insanların çoğu, bu kur’an’a iman etmezler. İnkarın bataklığına saplanıp kalırlar.
Abdullah b. Abbas (Ra.)’dan bu harflerin manası hakkında şu rivayet nakledilmiştir: “Elif, Lam, Mim, Ra’nın manası: “Ben Allah’ım görürüm.” demektir.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
(A)llâhu-lleżî rafe’a-ssemâvâti biġayri ‘amedin teravnehâ(s) śümme-stevâ ‘alâ-l’arş(i)(s) vesaḣḣara-şşemse velkamer(a)(s) kullun yecrî li-ecelin musemmâ(en)(c) yudebbiru-l-emra yufassilu-l-âyâti le’allekum bilikâ-i rabbikum tûkinûn(e)
2- “Allah O‘dur ki, gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükseltmiş, sonra Arşa istiva etmiştir. Güneşi ve Ayı musahhar kılmıştır. Bunların her biri belli bir süreye kadar akıp gidecektir. İşleri yürütür. Ayetleri uzun uzun açıklar. Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanasınız diye.”
Yedi göğü direksiz olarak yükselten Allahtır. Sizler de göklerin direksiz olduğunu ve Allah'ın, o gökleri yeryüzü için âdeta bir tavan gibi yaptığını görmektesiniz. Allah, "arşa" hakim olandır.
İbni Kesir der ki: “Herhangi bir keyfiyet (Durum, Nitelik), teşbih (benzetmek), sıfatın ta’tili (Allah'ın zâtını sıfatlarından tecrit etme; tabiatın onu yaratan ve yöneten yüce bir varlıktan berî olduğu düşüncesi. Allah'ın zâtını sıfatlarından tecrit edenlere verilen isim.) veya temsil söz konusu olmaksızın istiva etmiştir. Güneşi ve Ay'ı emrine boyun eğdirmiştir. Onlar, dünyanın sonu gelinceye kadar, yaratılanların menfaatleri için yörüngelerinde hareket etmeye devam edeceklerdir. Bütün işleri düzene koyan ancak Allah'tır.
Nesefi der ki: “Egemenlik ve Rububiyetinin işlerini O idare eder. O, âyetlerini size açıklar ki, rabbinizin huzuruna çıkacağınızı kesinlikle bilmiş olasınız. Onun vaad ve tehditlerinin gerçekliğine iman edesiniz.
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Vehuve-lleżî medde-l-arda vece’ale fîhâ ravâsiye veenhârâ(an)(s) vemin kulli-śśemerâti ce’ale fîhâ zevceyni-śneyn(i)(s) yuġşî-lleyle-nnehâr(a)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn(e)
3- “Yeri geniş yapan ve orada sağlam dağlar ve nehirler vareden, her türlü mahsulden çift çift yetiştiren ve geceyi gündüze bürüyen O’dur. Şüphesiz ki bunlarda düşünen kimseler için ayetler vardır.”
Yeryüzünü enine boyuna döşeyen, onun sarsılmasını önlemek için yerlerinde sapasağlam duran sabit dağlar yaratan, orada yaşayan canlılar için nehirler, ırmaklar, pınarlar, akar sular var eden Allah’tır. O, yeryüzündeki her türlü mahsulü, siyah-beyaz, Tatlı-acı, erkek-dişi şeklinde çift çift yaratan O’dur. Gecenin karanlığı ile gündüzü, gündüzün ışığı ile de geceyi örter. Daha önce A’raf suresinde de geçmişti dünyanın döndüğüne dair bu bir delildir. Şüphesiz ki, Allah’ın yarattığı bu şeylerde, düşünüp ibret alan bir topluluk için, Allah’ın kuvvet ve kudretini gösteren alâmet ve deliller vardır.
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Vefî-l-ardi kita’un mutecâvirâtun vecennâtun min a’nâbin vezer’un veneḣîlun sinvânun veġayru sinvânin yuskâ bimâ-in vâhidin venufaddilu ba’dahâ ‘alâ ba’din fî-l-ukul(i)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin ya’kilûn(e)
4- “Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler ve çatallı, çatalsız hurma ağaçları vardır. Hepsi de aynı su ile sulanır. Ama lezzetçe onların birbirinden ayrı kılmışızdır. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için ayetler vardır”
Yeryüzünde birbirine komşu nice topraklar vardır ki, birbirlerine yakın olmalarına rağmen farklı farklıdır. Bazıları verimli bazıları çoraktır. Bazılarının rengi kırmızı, bazılarınınki boz, diğerleri karadır. Bazıları dağlık diğerleri ovadır. Bazıları kumsal, diğerleri balçıktır. Bütün bunlar, kendilerini farklı şekilde meydana getiren büyük bir kudret sahibinin bulunduğunu gösterir.
Yine yeryüzünde çeşitli üzüm bağları, ekinler, Nar, incir, çatallı ve çatalsız hurmalar vardır. Bunlar, aynı su ile sulandıkları halde, kendiliğinden meydana gelen mahsullerin, tatları, kokuları, renkleri ve şekilleri birbirinden farklıdır. Kimisi tatlı kimisi oldukça ekşi, kimisi acı, kimisinin ortasında bir tadı vardır. Bu farklılıklar da yine yaratıcının yüceliğini göstermektedir. Şüphesiz ki bütün bunlarda, aklını kullanan bir topluluk için bir delil ve ibret vardır.
Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyrulmaktadır: "Sonra ben, o inkâr edenleri azabımla yakaladım. Yaptıklarını reddederek cezalandırmam nasılmış bir bak." Ra’d/32
"Allah’ın, gökten su indirdiğini görmedin mi biz onunla değişik renklerde meyveler çıkarmışızdır. Dağlardan da beyaz, kırmızı, simsiyah ve türlü renkte tabakalar yaratmışızdır." Fatır/27
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Ve-in ta’ceb fe’acebun kavluhum e-iżâ kunnâ turâben e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in)(k) ulâ-ike-lleżîne keferû birabbihim(s) veulâ-ike-l-aġlâlu fî a’nâkihim(s) veulâ-ike ashâbu-nnâr(i)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)
5- “Şaşacaksan asıl onların: “Bizim toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?” Demelerine şaşmak gerekir. İşte onlar rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır. Ve işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.”
Ey Muhammed, eğer sen, herhangi bir zarar veya menfaat veremeyecek olan bir takım şeylere tapan müşriklere şaşıyorsan, bil ki daha çok şaşılacak şey, onların şu sözleridir. "Öldükten ve toprak olduktan sonra mı biz mi yeniden yaratılacağız "
İşte öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bu insanlar, rablerinin kudretini inkâr eden kimselerdir, kıyamet günü boyunlarına demir bukağılar takılacak olanlar da işte bunlardır." Bunlar, cehennemliklerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne ölüp kurtulacaklar ne de cehennemden çıkarılacaklardır.
Öldükten sonra dirilmenin imkânsız olduğunu iddia eden gafillerin gafletine işaret eden bir âyet-i Kerimede de şöyle duyuruluyor: "Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmada hiçbir güçlük çekmeyen Allah’ın, ölüleri tekrar diriltmeye kadir olduğunu görmüyorlar mı evet, elbette o, herşeye kadirdir.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Veyesta’cilûneke bi-sseyyi-eti kable-lhaseneti vekad ḣalet min kablihimu-lmeśulât (u)(k) ve-inne rabbeke leżû maġfiratin linnâsi ‘alâ zulmihim(s) ve-inne rabbeke leşedîdu-l’ikâb(i)
6- "İyilikten önce kötülük isterler senden. Oysa onlardan önce de cezalar vermişizdir. Doğrusu insanların zulmetmelerine rağmen, Rabbin mağfiret sahibidir. Ve şüphesiz ki Rabbinin cezalandırması şiddetlidir.”
Müşrikler iyilikten önce kötülüğü istiyorlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i yalanlamışlar ve "Eğer senin söylediklerin doğruysa bize vaad ettiğin cezaları derhal getir." demişlerdir. Hatta bazen alaylı bir eda ile Allah’a bile: "Ey Allah’ım, eğer bu Kur’an, nezdinden indirilmiş bir kitap ise gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdi. Halbuki onların azabın çabuk gelmesini istemelerinin tek sebebi, imansızlık ve kafir olmalarıdır. Çeşitli ceza ve azaba uğrayarak helak olan ümmetler hakkında tarihte misal verilen ceza örnekleri vardır. Eğer düşünselerdi ki, bir an önce olmasını arzu etmeleri ve alayı almaları azabın hemen gerçekleşmesine yeterli sebep olurdu. Allah teala bu âyet-i kerimede, müşriklerin ve inkarcıların, azabı acele istemekle akılsız olduklarını, azaba uğrayan geçmiş ümmetlerden ibret almaları gerektiğini, azabı erteleme sebeplerinden birinin de, yaptıklarından vazgeçmeleri için bir lütuf olduğunu beyan etmektedir. Allah hesap sormada hızlı olan cezalandırması da şiddetli olandır.
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
Veyekûlu-lleżîne keferû levlâ unzile ‘aleyhi âyetun min rabbih(i)(k) innemâ ente munżir(un)(s) velikulli kavmin hâd(in)
7- “Kafir olanlar derler ki: Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.”
Kâfirler, diğer âyetlerde de belirtildiği gibi, Resulullah (s.a.v.)’e iman etmek için, ondan, çeşitli mucizeler getirmesini istemişlerdir. Bu hususa işaret eden âyetlerde şöyle buyuruluyor: "Kâfirler şöyle dediler: "Bizim için yerden, suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadıkça sana iman etmeyeceğiz." "Veya içinde üzüm ve hurma bulunan bir bahçen olsun. Ortasından şarıl şarıl ırmaklar akıt." "Yahut sandığın gibi göğü başımıza parça parça düşür veya Allahı ve Melekleri karşımıza getir." "Yahut altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allah’tan, Peygamber olduğunu yazan, okuyabildiğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız. "Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet bende Peygamber olan insandan başka birşey değilim.
Allah teala, Resulullaha, müşriklerin arzularına göre mucize gönderilmeyeceğini, Resulullahın sadece bir uyarıcı olduğunu, mucize göndermenin ise sadece Allah'ın elinde olduğunu, her kavim için de doğru yolu gösteren bir peygamber gönderdiğini beyan etmektedir. Zira Allah teala, hiçbir topluluğa, Peygamber göndermeden sorumluluk yüklememiştir. Bu hususu beyan eden diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır; "Kim doğru yola giderse ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günahını yüklenmez. Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.
Allah tealanın, kullarına doğru yolu göstermesi için lütfundan olmak üzere bir Peygamber göndermesi, o peygambere, herkesin keyfine göre mucize vermesini gerektirmez. O halde kâfirler, kendi arzularına göre mucize isteye dursunlar, bu konuda karar Allah teala'nındır. İsterse mucize verir istemezse vermez.
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
(A)llâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unśâ vemâ teġîdu-l-erhâmu vemâ tezdâd(u)(s) vekullu şey-in ‘indehu bimikdâr(in)
8- “Allah her dişinin neyi yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. O’nun katında her şey ölçü iledir.”
Her an mevcut olan ilmiyle anne rahmine dökülen nutfeden her dişinin neye gebe kalacağını Allah bilir. Rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını yüce Allah bilir. Hiçbir şey ona gizli kalmayacağını, bütün canlıların sişileri arasında gebe kalanların erkek mi dişi mi, hilkatı tam mı eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu kısa mı ve daha buna benzer bütün hususları bilgisi ile kuşattığını, rahimlerin neyi eksilttiğini ve neyi artırdığını bildiğini haber vermektedir. Her şey belli bir miktar ve belli bir sınıra göredir. Bu miktar ve sınırı aşmaz ve ondan daha aşağıda düşmez. Onun katında herşey ölçü iledir.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
‘Âlimu-lġaybi ve-şşehâdeti-lkebîru-lmute’âl(i)
9- “Görüleni de görünmeyenide bilir. Uludur yücedir.”
O mahlukatın gördüklerini de görmediklerini de, yani kulların şahit olduklarını da göremeyip onlar için gayb olanı da, her şeyi de bilir. Hiçbirşey onun için gizli değildir. Şanı yücedir, büyüktür. Her şeyden daha uludur. Herşeyden yücedir. Kalplerde gizli olanları da bilir, açığa vurulanları da. Peygamberden mucize isteyenlerin ne niyetle istediklerini de çok iyi bilir.
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Sevâun minkum men eserra-lkavle vemen cehera bihi vemen huve mustaḣfin billeyli vesâribun bi-nnehâr(i)
10- “Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister onu açığa vursun; ister gece karanlığında gizlensin, ister gündüzün ortaya çıksın hiç fark yoktur.”
Allah'ın ilmi herşeyi kuşatmaktadır. Herhangi bir şeyi ondan gizlemek imkânsızdır. İnsanlara karşı gizli konuşmakla aşikâr konuşmak bir fark ifade eder fakat böyle davranmak Allah’a karşı hiçbir mânâ ifade etmez. Zira o, herşeyi bilendir. O halde gizlice veya aşikâr olarak söylenen bir sözle, işlenen günahı veya sevabı Allah bilir. Geceleyin, saklanarak yapılan isyanı da, gündüzleyin açıkça işlenen günahı da bilir.
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
Lehu mu’akkibâtun min beyni yedeyhi vemin ḣalfihi yahfezûnehu min emri(A)llâh(i)(k) inna(A)llâhe lâ yuġayyiru mâ bikavmin hattâ yuġayyirû mâ bi-enfusihim(k) ve-iżâ erâda(A)llâhu bikavmin sû-en felâ meradde leh(u)(c) vemâ lehum min dûnihi min vâl(in)
11-“Ardından ve önünden onu takip edenler vardır. Allah'ın emriyle onu gözetirler. Şüphesiz ki bir kavim kendi özlerindekini değiştirmedikçe Allah da onların halini değiştirmez. Ve Allah bir kavmin fenalığını dileyince artık ona kimse geri çeviremez. Allah'tan başka onları koruyacak kimseleri de bulamazlar.”
İnsanı önünden ve arkasından takip eden ve onu koruyan Melekler hakkında başka âyet-i Kerimelerde de şöyle buyuruluyor: "Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı Melek, yaptıklarını kaydetmektedirler." Kaf/17 "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyici hazır bir Melek bulunmasın.” Kaf/18
Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Sizleri hem gece hemde gündüz takip eden Melekler vardır. Bunlar, sabah ve ikindi namazlarında (Nöbet değiştirmek için) bir araya gelirler. Sonra sizinle beraber geceleyenler yukarı çıkarlar. Rabbiniz daha iyi bildiği halde, onlardan: "Kullarımı nasıl bıraktınız" diye sorar. Onlar da: "Biz onları namaz kılarken bıraktık. Gittiğimizde de namaz kılıyorlardı." derler. (Buhari, K. Mevakit es-Salah, bab: 16, K. et-Tevhid, bab: 33/ Müslim. K. el-Mesacid bab: 210, Hadis No: 632)
Peygamber (Sav) diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor: "Çıplak durmaktan kaçının. Zira sizden hiç ayrılmayan, sadece tuvalette bir de kişinin, ailesiyle cinsî münasebette bulunduğu sırada ayrılan Melekler vardır, onlardan utanın ve onlara saygı gösterin. (Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 42, Hadis No: 2800)
İbni Kesir der ki: Ebu Migles dedi ki: Murat kabilesinden bir adam, Hz Ali radıyallahu anh'ın yanına namaz kılarken Gelip şöyle dedi: kendini iyice koru, Çünkü Murat kabulesinden bazı kimseler Seni öldürmek istiyorlar. Hazreti Ali şöyle dedi: Her bir kişiyle birlikte, kendisi hakkında takdir edilmemiş şeylerden Onu koruyacak İki Melek bulunur. Kader geldiği takdirde bu sefer onu kadarıyla başbaşa bırakırlar. şunu bil ki, ecel son derece Sağlam, koruyucu bir kalkandır.
İmam Ahmed ve Müslim’in rivayetinde Rasulullah (Sav) şöyle buyurmuşlardır: “Aranızda cinlerden ve meleklerden kendisiyle birlikte sürekli bulunacak birisinin görevlendirilmediği hiç kimse yoktur.” Ashab: Sen de mi ey Allah'ın resulü? diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Evet ben de, fakat Allah beni şeytanıma karşı destekledi, O bakımdan bana hayırdan başkasını emretmiyor.”
Rivayet edildiğine göre ashab-ı Kiram şöyle sormuşlar Hz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: ey Allah'ın resulü, belli şeyleri okuyarak( Rukye yaparak) tedavi olmaya çalışırsak acaba bu Allah'ın Kaderinden herhangi bir şeyi bizden uzaklaştırabilir mi? Hz Peygamber: “o dahi Allah'ın kaderindendir” diye buyurdu. Buna göre kainat, ister gaybi ister de görünen kısmıyla olsun, Allah tarafından tayin edilmiş belli bir düzene tabidir ve bu düzen onun emri iledir. Bu düzen hissedilen alemi gaybı aleme gaybi alemi yine gaybi aleme hissedilen alemi yine hissedilen aleme ancak yüce Allah'ın bile bildiği bir bağlantı ile bağlanmaktadır. İşte Yüce Allah'ın insanı korumak üzere meleklerini musahhar kılması, bu düzenin bir parçasıdır. Ancak bu koruma, Allah'ın insan hakkında takdir etmiş olduğu bir kadere karşı değildir. Bundan dolayı bu kainatta insan işlerin akışı itibarıyla muayyen bir şeyi gerektirdiğini görmekle birlikte, bu şeyin meydana gelmediğini gördüğü hayret verici bir takım durumlar da ceyran edebilir.
Ayette geçen: "Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah onu değiştirmez." (Ra’d/11) Duyurulmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki, esas olan, insanların kendi davranışlarıdır. Onlar kendilerini değiştirmeyip, hak yolda devam ettikleri sürece Allah teala onları saptırmaz. Ancak, insanlar iradelerini kullanmaz, hak yoldan çıkma eğilimi gösterirlerse Allah da onları doğru yolda tutmaz. Böylece, sapıklığa düşerler.
Ayetin bu kısmı hakkında birçok eser yazılmıştır. Hatta Cezayir'de ulema cemiyeti bu ayeti kerimeyi faaliyetlerinin parolası olarak almışlardır. İnsanın nefsini değiştirmeden önce daha iyi olana göz dikmesi mümkün değildir. Ümmetin özleri olan nefisler değiştirilmeksizin ümmet daha iyi olanı ummak noktasına gelemez. Diğer taraftan daha kötüye doğru bir değişim ile birlikte durumda da bir değişmenin meydana gelmesi kaçınılmaz bir şeydir. Allahu Teala'nın affetmeyi dilediği haller müstesnadır. zillete alışmış olan ve uzun süre zillete mahkum olan nefisler şayet cihad ilkesinde eğitilmeyecek olurlarsa durumu değiştirmeyi hatıra bile getirmezler. Öyle bir şeyi istemezler. Anarşi ve düzensizliğe alışmış nefisler, şayet belli bir düzene bağlı kalmak esası üzerine eğitilmeyecek olursa, hiçbir şekilde durumunda bir değişiklik yapmayı istemezler. liderliğe alışa gelmiş bir ümmet, eğer liderliği elde ettiği dönemlerdeki nefsi halini koruyamayacak olursak, bu liderliği asla devam etmez. Allah'a itaat ettiği sürece Allah'ın kendisine ihsan ettiği başarılara alışa gelmiş bir kimse, masiyet işleyecek olursa, ondan vazgeçmediği sürece Allah'ın tevfikinin devam etmesini ümit etmemelidir.
İbni Kesir ibni Ebu Hatim’den Cehm’e kadar ulaşan senedini de kaydederek İbrahim'in şöyle dediğini nakletmektedir: Yüce Allah'ın israiloğullarının peygamberlerinden birisine şöyle vahyetti: Kavmine şunu söyle: Herhangi bir kasaba veya Aile halkı Allah'a itaat etmekte iken onu bırakıp Allah'ın masiyetine yönelecek olurlarsa, mutlaka Allah da onların sevdiklerini sevmedikleri şeylere doğru değiştirir. Daha sonra şöyle dedi: İşte bunu doğrulayan şeyde Yüce Allah'ın kitabında yer alan: “Şüphesiz ki bir kavim kendi özlerindekini değiştirmedikçe Allah da onların hallerini değiştirmez.” buyruğudur.
Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülükte gelirse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara Peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.” (Nisa/79) Başınıza gelen bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O işlenenlerin bir çoğunu da affeder.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...