Ra’d Sûresi 32-43. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Velekadi-stuhzi-e birusulin min kablike feemleytu lilleżîne keferû śümme eḣażtuhum(s) fekeyfe kâne ‘ikâb(i)
32- “Andolsun ki senden önce de nice peygamberlerle alay edilmişti. Küfredenleri önce tehir ettim, sonra cezalarını verdim. Cezalandırmam nasıldı!”
Ey Muhammed kavminin müşrikleri seni yalanladığı gibi senden önceki Nuh’u kavmi, Hud’u ve Salih’i de kavimleri peygamberlerini yalanlamışlar ve onları alaya almışlardır. Müşriklerin yalanlamaları ve bir takım mucizeler gösterilmesi teklifinde bulunanlara bir cevap aynı zamanda Resulullah (sav)’e de bir tesellidir. Geçmişte kendileri gibi davrananlara verilen cezalara dikkat çekilmektedir. Mühlet vermesi O’nun sünneti olduğu gibi, verdiği mühletten sonra azap ile yakalamasının da sünnetinin bir gereği olduğunu onlara anlatmış bulunmaktadır. Bütün bunlar ise bir taraftan onlar için bir tehdit Bir taraftan da isteklerine verilen cevaptır. Ben o peygamberimi alaya alan kafirlere mühlet verdim. Onlar azgınlıklarına devam edip durdular. Sonra da onları azabımla yakalayı verdim. Onları cezalandırmam nasılmış bir bak da gör ve onlardan ibret al.
Bu ayeti kerimede görüldüğü üzere özetle; Resulullah (sav)’in kavminin inkar ve alaylarına karşı sabırlı olması, kafirlerin adetlerinin böyle olduğunu bildirerek onu teselli etmekte ve usanmadan tebliğ vazifesine devam etmesi gerektiğini beyan etmektedir.
Âyetin Verdiği Mesajlar
1- Peygamberleri yalanlamak, geçmiş kavimlerin başına gelen felaketler gibi ağır sonuçlar doğurur.
2- Allah’ın hidayeti, kulun isteği ve teslimiyetine bağlıdır.
3- Ayet, hem uyarı hem de ibret mesajı taşır: İnsanlar geçmiş toplumların hatalarını tekrar etmemelidir.
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Efemen huve kâ-imun ‘alâ kulli nefsin bimâ kesebet(k) vece’alû li(A)llâhi şurakâe kul semmûhum(c) em tunebbi-ûnehu bimâ lâ ya’lemu fî-l-ardi em bizâhirin mine-lkavl(i)(k) bel zuyyine lilleżîne keferû mekruhum vesuddû ‘ani-ssebîl(i)(k) vemen yudlili(A)llâhu femâ lehu min hâd(in)
33- “Herkesin yaptığını gözeten Allah, (başkasıyla) bir olur mu hiç? Oysa onlar Allah’a ortak koştular. De ki: Onlara bir ad bulun bakalım; yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz, yoksa kuru sözlerle mi adlandırıyorsunuz? Küfredenlere kurdukları düzenler güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptırırsa ona doğru yolu gösteren bulunmaz.”
İyi ve kötü herkesin hayır ve şer üzerine yaptığını gözeten bilen onları koruyan ve muhafaza eden Allah başkasıyla bir olur mu hiç görüp işitmeyen kendisine veya başkasına herhangi bir fayda sağlamayan kendisinden veya herhangi birinden kendisine dokunacak bir zararı uzaklaştıramayan ve sonunda helak olmaya mahkum olan putlar Allah’la bir olur mu? Bunu hiç düşünmezler de mi Allah'a ortak koşarlar.
Ey Muhammed! Sen o Allah'a ortak koşan müşriklere de ki: O ortak koştuğunuz şeylerin adlarını söyleyin bakalım, onlar nasıl varlıklardır. Allah'a nasıl ortak olabilirler. Yoksa sizler yeryüzünde, Allah'a, bilmediğiniz bir hususu mu haber vermeye kalkıyorsunuz ve onun dışında ilahlar bulunduğunu iddia ediyorsunuz. Yahut da bir takım kuru ve tutarsız iddialarda mı bulunuyorsunuz. Doğrusu kafirlere yalan uydurarak insanlara tuzak kurup onları Hak'tan sapıttırmaları süslü gösterildi. Böylece kendileri de doğru yoldan sapmış oldular. Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur.
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Lehum ‘ażâbun fî-lhayâti-ddunyâ(s) vele’ażâbu-l-âḣirati eşakk(u)(s) vemâ lehum mina(A)llâhi min vâk(in)
34- “Onlara dünya hayatında azab vardır, ahiret azabı ise daha zorludur. Allah’a karşı koruyacak kimseleri yoktur.”
“Kafirlere dünya hayatında” Müminler tarafından öldürülmek ve esir alınmakla yahut çeşitli mihnet ve belalarla “türlü türlü azap vardır.” Onlar için saklanmış bulunan dünya azabından çok çok daha çetin olan ahiret azabı vardır. Çünkü bu azap bir taraftan devamlıdır, öbür taraftan da oldukça ağırdır. Dünya azabının bir sonu vardır. Ahiret azabı ise ebedidir. Dünyadaki ateşe nispetle cehennemin ateşi ise yetmiş kat daha sıcaktır ve orada pek çok azap çeşitleri vardır. Kimse onları Allah'ın azabına karşı koruyamayacaktır. Onlara: “İnkarınızın cezası olarak yakıcı azabı tadın.” denilir. Enfal/50
Tasavvufi tefsir:
Bu ayetlerde Allah, nefsin ve halkın hakikat sahibine (peygambere, velîye, mürşide) karşı gösterdiği direnci hatırlatır. Hak yolunda olan, halkın inkârı ve istihzası karşısında sabrı öğrenir. Tasavvufta bu “sabır makamı”dır. Her hakikat eri, “nefsin inkârıyla” sınanır. Burada Allah’ın “mühlet vermesi” ise ilahi tecellilerin zamanı geldiğinde zuhura çıkacağı anlamına gelir — “mühlet, ihmal değildir”.
Ayetin Mesajı:
Hak yolda yürüyen kişi halkın inkârına değil, Hakk’ın onayına bakmalı. Gerçek veli, “halkın taşlaması”na aldırmadan sabırla hakikati taşır.
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
Meśelu-lcenneti-lletî vu’ide-lmuttekûn(e)(s) tecrî min tahtihâ-l-enhâr(u)(s) ukuluhâ dâ-imun vezilluhâ(c) tilke ‘ukbâ-lleżîne-ttekav ve’ukbâ-lkâfirîne-nnâr(u)
35- “Takva sahiplerine vadolunan cennetin misali şudur: Altından ırmaklar akar, oranın yiyecekleri de ebedidir, gölgeleri de. Takva sahiplerinin akıbeti budur. Kafirlerin akıbeti ise ateştir..”
Bu ayeti kerimede takva sahiplerine vaat edilen müjde cennettir. Takva sahiplerine vaad olunan cennetin misali niteliği ve vasıfları şudur: Altından ırmaklar akar, oranın yiyecekleri meyveleri ebedidir daimi ve kesintisizdir. Gölgeleri de dünya hayatındaki gibi güneşin batması ile kaybolmaz orada gölge zail olmaz daimidir. Oranın meyveleri yiyecekleri içecekleri rahatı ve huzuru hepsi kesintisizdir sonu gelmeyecektir. “Takva sahiplerinin akıbeti budur!” Belirtilen cennet takva sahiplerinin akıbeti yani sonu varacakları yerdir. “Kafirlerin akıbeti” ise varacakları yer ise ateştir bundan Allah'a sığınırız. Kafirlerin mucize gösterilmesi tekliflerine karşı verilen cevaptır.
Peygamber (sav) cenneti vasıflandıran bir hadis-i Şerif'te şöyle buyurmaktadır: “Allah; Ben Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım.” buyurdu. Dilerseniz: “hiçbir kimse onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış, memnun edici nimetlerin ne olduğunu bilemez (Secde/17) ayetini okuyun dedi. Taberi tefsiri
Hafız Ebu Yala dedi ki Cabir (ra)’dan dedi ki: Öğle namazını kılmakta olduğumuz bir sırada Rasulullah (Sav) ileri doğru yürüdü biz de yürüdük. Daha sonra almak üzere elini bir şeye uzattı, sonra geri çekildi. Namazı bitirdiğinde Ubeyy b. Ka’b ona şöyle sordu: Ey Allah'ın resulü, bugün namazda öyle bir şey yaptın ki, daha önce benzerini yaptığını görmemiştik!
- Efendimiz şöyle buyurdu: “Bana Cennet güzellikleri ile ve göz alıcılıklarıyla sunulduğu. size getirmek üzere elimi bir salkım üzüme uzattım, ancak bana engel olundu. Şayet onu size getirmiş olsaydım, sema ile arz arasındakilerin hepsi ondan yiyecekler, fakat hiçbir şey de eksiltemeyeceklerdi.”
Müslüm rivayetinde bu hadisi destekler şekilde şöyle bir rivayet vardır. Utbe b. Abd es-Sülemi'den şunu rivayet etmektedir: bir bedevi peygamber (Sav)'e cennet hakkında “orada üzüm var mı? diye sormuş, Peygamber (sav): “evet” deyince adam: salkımının büyüklüğü ne kadardır? diye sormuş, Hz Peygamber de şu cevabı vermiştir: “Allah karga aralıksız olarak bir ay süreyle yol alacak kadar bir mesafedir.” Bunu İmam Ahmed de rivayet etmiştir.
Tasavvufi Bakış:
Bu cennet, sadece ölüm sonrası bir mekân değil, kalbin huzur halidir. “Altından ırmaklar akan” — kalpte marifet, muhabbet, tevhid ve zikrullah nehirlerinin akışı. “Meyvesi daim” — sürekli yeni tecellilerle beslenen kalp. “Gölgesi daim” — nefsin hararetinden korunmuş bir gönül huzuru.
Ayetin Mesajı:
Gerçek cennet, kalbin Allah’la huzura ermesidir. Bu dünyada o hâli bulan, öte dünyada da aynı huzura kavuşur.
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ
Velleżîne âteynâhumu-lkitâbe yefrahûne bimâ unzile ileyk(e)(s) vemine-l-ahzâbi men yunkiru ba’dah(u)(c) kul innemâ umirtu en a’buda(A)llâhe velâ uşrike bih(i)(c) ileyhi ed’û ve-ileyhi meâb(i)
36- “Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı gruplar içinde de onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a ibadet etmek ve O’na şirk koşmamakla emrolundum, ben O’na çağırıyorum, dönüşüm de O’nadır.”
Ey Muhammed! Kendilerine kitap verdiklerimizden sana iman edenler sana indirilen Kur'an'dan dolayı sevinirler mesela Necaşi'nin ve onun yanında görev yapan papazlarının Hz. Cafer (ra) tarafından onlara Kur'an okunması üzerine sevinmeleri buna bir örnektir. Onlardan bazıları ise o Kur'an'ın bir kısmını inkar ederler. O’nun inkar edip bir kısmını kabul edenler vardır. Kendi kitaplarında yer alan kıssaları, bazı husus ve hükümleri, inkar etmezler, bunu kendi kitapları için dayanak olarak kabul ederler. Peygamberin inkar edilmesi şanı yüce Allah'a ibadet ve onun Tevhid edilmesinin inkar edilmesi anlamına gelir. Ey Muhammed deki: “Ben Allah'a kulluk etmekle ve herhangi bir şeyi ona ortak koşmamakla emrolundum insanları ancak ona ibadet etmeye davet ederim benim dönüşüm onadır.”
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
Vekeżâlike enzelnâhu hukmen ‘arabiyyâ(en)(c) vele-ini-tteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke mine-l’ilmi mâ leke mina(A)llâhi min veliyyin velâ vâk(in)
37- “İşte böylece biz onu arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bilgiden sonra onların hevalarına uyacak olursan, andolsun ki, Allah katında sana bir veli ve koruyucu çıkmaz.”
Ey Muhammed biz senden önce peygamberler gönderip onlara gökten kitapları indirdiğimiz gibi sana da sağlam hükümleri kapsayan ve Arapça olan bu Kur'an gönderip seni bununla şereflendirdik. Bütün bunlara rağmen şayet sen, Rabbin katından sana ilim geldikten sonra, kafirlerin heva ve heveslerine uyacak olursan, yemin olsun ki Allah'a karşı senin ne bir dostun ne de bir koruyucun bulunur.
Bu ayeti celile her ne kadar Rasulullah'a hitap etmekte ise de ümmetinin alimlerini uyarmaktadır. Bu ümmetin alimleri kendilerine Allah katında Kur'an-ı Kerim gibi Hakkı beyan eden bir ilim geldikten sonra, kafirlerin heva ve heveslerine uymamak zorundadırlar. Aksi takdirde Allah'ın kendilerine verecek olduğu cezaya karşı kendilerine ne bir dost ne de bir koruyucu bulabilirler.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
Velekad erselnâ rusulen min kablike vece’alnâ lehum ezvâcen veżurriyye(ten)(c) vemâ kâne lirasûlin en ye/tiye bi-âyetin illâ bi-iżni(A)llâh(i)(c) likulli ecelin kitâb(un)
38- “Andolsun ki senden önce nice peygamberler gönderdik. Onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiç bir peygamber bir ayet getirmez. Her bir surenin bir kitabı vardır.”
Müşrikler, Peygamber efendimiz (s.a.v.)’e karşı çıkarak şöyle demişlerdi: "Kâfirler şöyle dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor. Kendisine bir melek indirilip te onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya.","Yahut kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da oradan yese ya. "Zalimler, müminlere: "Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." dediler. Furkan/7-8
Allah teala bu âyet-i Kerimede onlara cevap veriyor ve buyuruyor ki: "Peygamber olarak gönderdiğimiz ilk insan sen değilsin. Senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlar da senin gibi insandı. Biz onlara, eşler ve çocuklar vermiştik. Onlar, yiyip içmeyen melekler değillerdi. İnkarcıların teklif ettikleri gibi, Peygamberlerin, Allah’ın izni olmadan, herhangi bir mucize getirmeleri mümkün değildir. Allah’ın emirlerinin gelmesi için takdir edilmiş bir vade vardır. O vade gelince Allah’ın emri mutlaka gelir. Yoksa müşriklerin isteklerine göre gelmez. Kavminin isteklerine göre veya teklif ettikleri şekilde ayetler ve mucizeler getirip göstermek, Resulun takatı içinde olan bir iş değildir. Bu ancak Allah’a ait bir husustur.
Ibrikessir Buhari ile Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerifi kaydetmektedir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “ bana gelince; ben oruç da tutarım, yemek de yerim, geceleyin namaz dakikalarım uyurum da, et de yerim,kadınlarla evlenirim. benim sünnetimden yüz çeviren Kimse benden değildir.” İbni Kesir Ayrıca İmam Ahmet ve tirmizinin de rivayet ettiği hadisi Şerifi de kaydetmektedir: Peygamber (sav) buyurdu ki: “Dört şey resullerin sünnetlerindendir: koku sürünmek, nikahlanmak, misvak kullanmak ve kına yakmak.” yani saçın ve sakalın ağarmasını kına ile değiştirmek.
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ
Yemhû(A)llâhu mâ yeşâu veyuśbit(u)(s) ve’indehu ummu-lkitâb(i)
39- “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ve ana kitab, O’nun katındadır.”
Müfessirler bu âyet-i Kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir: Bazılarına göre âyetin izahı şöyledir: "Allah, gönderdiği hükümlerden dilediğini neshederek kaldırır. Dilediğini ise olduğu gibi bırakır."
Bazılarına göre de âyetin izahı şöyledir: "Allah, kullarına ait hususlardan dilediğini siler, dilediğini olduğu gibi bırakır. Ancak cehennemlik olmak, cennetlik olmak, ecel ve hayat müstesnadır. Bunlar değişmez."
Diğer bazılarına göre ise şöyle izah´edilir: "Allah, Meleklerin tespit ettikleri amel defterinden dilediği şeyleri silip, dilediklerini de olduğu gibi bırakır. Değişmeyen levh-i Mahfuz ise onun katındadır.
Bazılarına göre de âyet şöyle izah edilir: "Allah, dilediği her şeyi siler ve dilediği her şeyi olduğu gibi bırakır."
Bu son izah şekline göre, Allah’ın silmeyeceği hiçbir şey yoktur. Bu görüşe delil olarak şu Hadis-i Şerif zikredilmiştir:
"Kaza ve kaderin önüne ancak dua durabilir. Ömrü ancak iyilik yapma artırır.” Tirmizi, İbni Mace, Ahmed b. Hanbel
Bir başka görüşte de âyetin izahı şöyledir: "Levh-i Mahfuz iki kısımdır. Birinde Allah, dilediği değişikliği yapar dilediğini ise olduğu gibi bırakır. Diğerinde de hiçbir değişiklik yapmaz. Ona "Ümmül Kitap" denir.
Yine başka bir görüşe göre de âyet şöyle izah edilir: "Allah teala eceli geleni siler. Ömrü olanı devam ettirir. " Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Bir diğer görüşe göre de âyetin izahı: "Allah, kullarından dilediğinin günahını siler. Dilediğinin ise günahını bırakır." şeklindedir.
Ayetin sonunda bulunan ve "Esas Kitap" diye tercüme edilen "Ümmül Kitap" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında da farklı izahlar yapılmıştır: Bazılarına göre buradaki Ümmül Kitaptan maksat, Allah’ın ilmidir. Bazılarına göre Ümmül Kitap "Kitabın aslı" demektir. Bazılarına göre ise "Ümmül Kitap" "Haram ve Helali kapsayan hükümler." demektir.
Ebu osman en-Nehdi'den: Ömer b. Hattab (ra) Beytullahta ağlayarak tavaf ederken dedi ki: Allah'ım sen benim hakkımda bir bedbahtlık veya günah yazdıysan onu sil, Çünkü sen dilediğini siler dilediğini bırakırsın. Sen hakkımda yazıyı mutluluğa ve mağfirete dönüştür.
Hammad dedi ki İbn Mesud (ra)’da bu duayı yapıyormuş. Bunu ayrıca Şerik, Hilal b. Humeyd'den o Abdullah b. Alim’den, o da İbn Mesud'dan onun gibi rivayet etmiştir. İbn Cerir dedi ki… İbrahim'den: Ka’b Ömer b. Hattab bana şöyle dedi: Ey müminlerin emiri, eğer Allah'ın kitabındaki bir ayet olmamış olsaydı ben sana kıyamete kadar neler olacağını bildirirdim. Hz Ömer: Bu hangisidir? diye sorunca cevap şöyle dedi: Yüce Allah'ın: “Allah dilediğini siler” ayetidir.
Bu sözlerin manası şudur: Kaderlere dair yazılanlardan Yüce Allah dilediğini siler, dilediğini de bırakır. Bu görüşe göre İmam Ahmed'in yaptığı şu rivayette ışık tutabilir… Sevban’dan dedi ki: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kişi işlediği günah sebebiyle rızıktan mahrum edilebilir. Kaderi duadan başka bir şey çeviremez, ömrü de iyilikten başka bir şey arttırmaz.” bu hadisi Nesai ve İbn Mace de Süfyan es-Sevri’den böylece rivayet etmişlerdir. Bir başka hadiste de şöyle denilmektedir: “Dua ve kaza, arz ile Sema arasında birbiriyle yarış halindedir.”
İbn Abbas'tan dedi ki: Şanı Yüce Allah’ın 500 yıllık mesafe süren bir levhi Mahfuzu vardır. Beyaz incidendir. Bu incinin yakuttan iki levhası vardır. Yüce Allah her bir günde 360 defa dilediğini siler, dilediğini de bırakır. Ana kitap da onun yanındadır.
Ebu Derda'dan dedi ki: Resulullah (Sav) şöyle buyurdu: “Yüce Allah zikri (levh-i Mahfuz) gecenin son 3 anında açar. İlk anda sadece kendisi O zikre bakar, Ondan başkası bakamaz. Dilediğini siler, dilediğini tespit eder.”
Ali Bin Ebi Talha, İbn Abbas'tan: “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır.” buyruğu ile ilgili olarak şunları söylediğini duydum, demektedir. Allah dilediğini değiştirir ve nesh eder, dilediğini de bırakır, değiştirmez. “Ve ana kitap onun katındadır.” Ve bütün bunlar değiştirileni ile de olduğu gibi bırakılanı ile de nesh edici ana kitaptadır. İşte bütün bunlar, bir kitaptadır.
Tasavvufi tefsir:
Burada “levh-i mahfuz”un zikriyle ilahi kaderin sırlarına işaret edilir. “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar” — bu, tasavvufta kalbin levhasıdır: kalp, zikrullah ile arındıkça yazgının tecellilerini daha berrak görür. “Silinmek” — nefsin kayıtlarından kurtulmak, “Sabit kalmak” — Hakk’ın hükmünde sebat bulmak demektir.
Ayetlerin Mesajı:
Kader, insana karşı değil, onun olgunlaşması içindir. Kaderine teslim olan, aslında Hakk’ın elinde şekil bulur.
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ
Ve-in mâ nuriyenneke ba’da-lleżî ne’iduhum ev neteveffeyenneke fe-innemâ ‘aleyke-lbelâġu ve’aleynâ-lhisâb(u)
40- “Onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek de yahut senin canını alsak da senin vazifen sadece tebliğ etmektir, hesap görmek ise bize düşer.”
Evet, Peygamberin vazifesi tebliğ etmek ve uyarmaktır. Bu sebeple Peygamberin azab etmesi diye birşey söz konusu değildir. Onların hesaplarını görmek, amellerinin karşılığında ceza veya mükâfaat vermek, Allah'a aittir, sana ait değildir. O bakımdan senden yüz çevirmelerini önemseme, azaplarının da çabuk gelmesini isteme! Burada Allah Resulünü teselli etmektedir. Bu hususta başka bir âyet-i Kerimede şöyle buyrulmaktadır:
"Ey Muhammed, sen hatırlat. Çünkü sen, ancak bir hatırlatıcısın.","Sen onlara tahakküm edici değilsin.","Fakat yüz çevirip inkâr edenleri, Allah, en büyük azaba çarptırır.","Şüphesiz ki onların dönüşü bizedir." "Onları hesaba çekmek te bize aittir.” Gaşiye/21-25
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Eve lem yerav ennâ ne/tî-l-arda nenkusuhâ min etrâfihâ(c) va(A)llâhu yahkumu lâ mu’akkibe lihukmih(i)(c) vehuve serî’u-lhisâb(i)
41- “Görmüyorlar mı ki Biz yeryüzünün etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Allah hükmünü verir, O’nun hükmünü bozacak yoktur ve O, hesabı çabucak görendir.”
Ayet-i Kerimede, Allah teala'nın yeryüzünü eksilttiğini bildirilmektedir. Yeryüzünün eksiltilmesinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir:
Bir görüşe göre, bundan maksat, Müslümanların zaferiyle, kâfirlerin ellerinde bulunan toprakların eksilmesidir. Taberi ve îbn-i Kesir bu görüşü tercih etmişlerdir.
Diğer bir görüşe göre, yeryüzünün eksiltilmesi, onda bulunan maddelerin, ürünlerin ve insanların yok edilmesidir.
Başka bir görüşe göre: Yeryüzünün eksiltilmesi: Mamur olan yerlerin tahrip edilmesidir. Geçmiş ümmetlerden kalan eserler bunu göstermektedir.
Bir diğer görüşe göre ise: Yeryüzünün eksilmesi, orada yaşayan âlimlerin ve seçkin insanların giderek yok olmalarıdır.
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعًاۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
Vekad mekera-lleżîne min kablihim feli(A)llâhi-lmekru cemî’â(an)(s) ya’lemu mâ teksibu kullu nefs(in)(k) veseya’lemu-lkuffâru limen ‘ukbâ-ddâr(i)
42- “Onlardan öncekiler de düzen kurdular. Halbuki bütün düzenler Allah’ındır. Herkesin ne kazandığını bilir. Kafir olanlar bu yurdun akıbetinin kimin olacağını bileceklerdir.”
Bu müşriklerden önce geçen ümmetler de Peygamberlerin aleyhine çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Fakat bütün tuzakları başarıya eriştirmek Allah’a aittir. Bu itibarla, Allah dilemedikçe, onların kurmuş oldukları tuzaklar, herhangi bir zarar veremez. Allah, bütün yaratıkların ne yaptığını bilir. Müşriklerin, sana kurdukları tuzakları da bilir. Müşrikler rablerinin huzuruna çıkınca, âhirette güzel mükâfaatın kimin olacağını bilmiş olacaklardır.
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًاۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
Veyekûlu-lleżîne keferû leste murselâ(en)(c) kul kefâ bi(A)llâhi şehîden beynî vebeynekum vemen ‘indehu ‘ilmu-lkitâb(i)
43- “Kafir olanlar: “Sen gönderilmiş bir peygamber değilsin.” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi olanlar yeter.”
Allah teala, Resulullah (s.a.v.)in Peygamberliğini inkâr eden kâfirlere karşı şöyle söylemesini emrediyor: "Benim Peygamberliğime Allahın şahit olması, bir de benden önceki Peygamberlere gönderilen kitapları okuyup benim Peygamber olarak gönderildiğimi bilen âlimlerin şahit olması yeter.
Tasavvufi tefsir:
Bu kısım “mürşidin ve peygamberin misyonunun sınırını” çizer: Hakikati anlatmak onların görevidir; hidayeti veren yalnız Allah’tır. Tasavvuf yolunda mürşid sadece aynadır — gösterir ama zorlamaz. “Rabbin kullar üzerinde şahittir” — Allah her gönülde hazırdır; senin iç dünyandaki niyeti, halini, gayreti bilir.
Mesaj:
Sen hakikati tebliğ et ama sonucu Allah’a bırak. Her şey O’nun muradıyla olur; senin görevin ihlasla yürümektir.
32-43 ayetler arasında işlenen tasavvufi bakış için; Hak yolunun yolcusu sabırla sınanır. Halkın inkârı, onun olgunlaşmasının parçasıdır. Cennet kalpte başlar. Allah’la irtibat kuran gönül, dünyada da cennet kokusu alır. Kader, değişim ve teslimiyet sırrıdır. “Silme ve sabitleme” kalpteki tecellilerdir. Tebliğ senin, hidayet Allah’ındır. Vazifeni yap, sonucu O’na bırak. Allah şahittir. Senin iç dünyandaki gayret ve sabrın O’nun huzurunda kaybolmaz. Mesajları değerlendirilebilir.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...