Allah Teâlâ’yı Beşere Benzetmek
Allah’ı beşere özgü manalardan birisiyle vasıflandıran kimse kâfir olur. Bunu, basiretle idrak eden de gerekli dersi çıkartır, kafirlerin sözleri gibi sözler söylemekten kaçınır ve bilir ki, O sıfatları bakımından beşer gibi değildir.
Bu madde son derece mühim. Bu metnin ana omurgalarından birini oluşturuyor. Her kim Allah Teâlâ’yı beşere özgü sıfatlardan, manalardan birisiyle manalandırırsa o kimse kâfir olur. Özellikle günümüzde Müşebbihe-Mücessime dediğimiz taifenin farkında olmadan ayağının kaydığı en temel noktalardan birisidir bu. Allah Teâlâ’nın herhangi bir noktada, meselede başka bir varlığa benzetilmesi, bilhassa beşere mahsus bir sıfatla sıfatlandırılması bunu yapanın küfrüyle neticeleniyor.
Dolayısıyla O’nu; isimlerinde, fiillerinde, sıfatlarında, zatında ve ahkamında yani her bakımdan -bu tevhidin beşli kategorisi demek- mahlukata benzetmekten tenzih etmek lazım.
Bazı aklı evvel Vehhabiler şöyle derler:
Siz Cenab-ı Hakk’ı her bakımdan insanlardan veya diğer varlıklardan ayrı tutuyorsunuz, tutmaya çalışıyorsunuz ama Cenab-ı Hakk ile varlıklar arasında her bakımdan bir ayrılık yoktur. Bazı bakımlardan Cenab-ı Hakk diğer varlıklarla ortaklık içindedir. Mesela varlık diyoruz, Cenab-ı Hakk var mıdır? Vardır. İnsan var mıdır? Vardır. Demek ki var olma noktasında Cenab-ı Hakk ile insanlar arasında bir ortaklık var. Cenab-ı Hakk bilir mi? Bilir. İnsan bilir mi? Bilir.
Demek ki bilme noktasında da bir ortaklık var. İrade etme, dileme, fiil işleme vs. bütün bu alanlarda Cenab-ı Hakk ile insanlar arasında bir ortaklık var. Dolayısıyla hiçbir konuda Allah Teâlâ insana benzemez demeyin derler. Aksi halde siz bunları da inkâr etmek durumunda kalırsınız. Bu iddianız sebebiyle -haşa- Allah yoktur demek zorunda kalırsınız, diyorlar.
Oysa biz biliyoruz ki gerek var olma noktasında, gerek bilme noktasında, gerek diğer fiilleri ve sıfatları noktasında Cenab-ı Hakk ile insan arasındaki bu irtibat her cihetten bir müştereklik, her cihetten bir benzeme, her bakımdan, her yönden bir ortaklık değildir. İmam Zahid el-Kevseri’nin burada bize verdiği çok önemli bir kaide var: Cenab-ı Hakk’a mahsus bu ve benzeri şeylerin insanlarda veya diğer varlıklarda da bulunduğunu söylediğimizde bu sıfatların ya Cenab-ı Hakk’ta hakiki bizde mecazi anlamda bulunduğunu söylememiz lazım ya da bizde hakiki Cenab-ı Hakk’ta mecazi anlamda bulunduğunu söylememiz lazım Bunlardan birincisi daha doğrudur. Allahu a’lem.
Yani Cenab-ı Hakk var mıdır, evet. Biz de varız.
Cenab-ı Hakk’ın varlığı mutlaktır, bizimki izafidir. Biz varlık dediğimizde Cenab-ı Hakk’ın mutlak varlığını evvela aklımıza getirmemiz lazım Cenab-ı Hakk’ın yokluğunu düşünemeyiz çünkü. Fakat insanın yokluğunu düşünebiliriz. Cenab-ı Hakk’ın -haşa- cehaletini düşünemeyiz, insanın cehaletini düşünebiliriz. Cenab-ı Hakk’ın acziyetini -haşa- düşünemeyiz, insanın acziyetini düşünebiliriz. Cenab-ı Hakk’ın yok olmasını -haşa düşünemeyiz, insanın yok olmasını düşünebiliriz. Dolayısıyla bu hususlarda insanla Cenâb-ı Hakk arasındaki ortaklığının böyle bir müştereklik ifade edecek şekilde algılanması büyük bir hatadır.
O’nun varlığıyla bizim varlığımızı, her iki varlığı aynı kelimeyle ifade ediyoruz ama bu iki var arasında dünya ile ahiret kadar büyük bir fark var Cenab-ı Hakk var mıdır? Vardır. Peki biz O’nun varlığını beş duyumuzla idrak edebiliyor muyuz, görebiliyor muyuz? Hayır Var olan hemen her varlığı, bir şekilde algılayabiliyoruz, gözlemleyebiliyoruz en azından, hakkında tespitlerde bulunabiliyoruz. Ama Cenab-ı Hakk hakkında O kendisi bilgi vermedikçe hiçbir bilgiye sahip olamıyoruz O’nun sıfatları, esması, zatı hakkında bir bilgi sahibi olamıyoruz. O zaman bu iki var arasında da müthiş bir fark var. İnsanın varlığını lütfen bu alana teşmil etmeyelim, O’nun varlığı izafidir, kısmidir, hadistir, muhdestir, mutlak değildir. Cenab-ı Hakk’ın varlığı ise bunların tam tersidir.
Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ı insanlara mahsus herhangi bir vasıfla vasıflandırmamak gerektiği noktasında bu söylediklerimizin altını kalın çizgilerle çizelim. Her kim bunu basiretli bir biçimde anlarsa bundan gerekli dersi çıkartmış olur, ibreti almış olur. Onun için bu cümle son derece önemli.
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ’nın yarattıkları ve nîmetleri üzerinde tefekkür edin, fakat Zât’ı üzerinde düşünmeyin! Zira siz, O’nun kadrini (lâyık olduğu şekilde) aslâ takdîr edemezsiniz.” (Bkz. Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81; Beyhakî, Şuab, I, 136)
Bu hakikati anlayan kimse kâfirlerin sözlerine benzer sözler söylemekten de sakınma imkânına kavuşmuş olur. Yani biz bu hakikatin farkındayız, Cenab-ı Hakk mahlûkata mahsus hiçbir vasıfla vasıflandırılmaz. Burada kelam ilminin, Usûlid-Din formasyonunun farkı ortaya çıkıyor. Bu cümle üzerinde İmam et-Tahavi’nin bu kadar durmasının sebebi budur.
Her kim Cenab-ı Hakk’ı beşere mahsus sıfatlarla tavsif etmenin küfür olduğunu iyi anlarsa, bu konuda tefekkürü tam olarak yerine getirirse, bundan ibret alır ve kafirlerin sözlerine benzer, onların sözlerini andıran sözler söylemekten de kendisini sakındırmış, alıkoymuş, korumuş olur diyor İmam et-Tahâvî.
Yine bu uyarı cümlelerinin devamı olarak İmam et-Tahâvî diyor ki: Kim bu söylediklerimize basiret gözüyle bakarsa oradan gerekli ibreti alır, kafirlerin sözlerine benzer sözler söylemekten kendini korumuş olur. Bir de Allah Teâlâ’nın sıfatları bakımından mahlukat gibi olmadığını bilmiş, fark etmiş olur. Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarıyla mahlukatın sıfatlarını birbirine karıştırmaktan kendini korumuş olur.
Kaynak : Tahâvî Akidesi Şerhi, Ebubekir Sifil
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...