Kadiri Yolu

Sufilerin İtikadı

Sufilerin İtikadı

Şunu iyi bilmek gerekir ki bu taife (sufiler) şu hususlarda icma etmişlerdir, hemfikirdir:

Allah (Celle Celalühü), ikincisi olmayan Tek bir ilahtır. Eş ve çocuk edinmekten münezzehtir. Ortağı olmayan mülk sahibidir. İşleri tek başına tedbir eder. Başka bir icatçıya ihtiyacı olmayıp zatıyla mevcuttur. Bilakis diğer her mevcut, onun mevcudiyetine muhtaçtır. Bütün âlem onun yaratmasıyla olmuştur. O (Celle Celalühü), bizatihi mevcut olup vucudiyetinin evveli olmadığı gibi, bakiliğinin de sonu yoktur. Vücudiyeti mutlak ve daimidir. Binefsihi kaimdir.

Cevher değildir ki ona mekân takdir edilebilsin. Araz (varlığı başka şeye muhtaç, başka şeyle kaim) değildir ki bakilik ona muhal (imkânsız) olsun. Cisim değildir ki onun cihet veya yönü olsun. O bunlardan münezzehtir. Kalplerle ve gözlerle (ahirette) görülebilir. (Allah'ı (cc) bu dünya gözü ile görmek (hakkında ihtilaf olmakla beraber) Hz. Resulullah'tan başkasına nasip olmamıştır. Ahirette ise inşaallah müminler de cemalullah ile müşerref olacaktır.)

Allahü Teala hangi manayı irade etmişse işte o manada arşı üzerine istiva etmiştir. (Mahlûkata benzemekten ve benzetilmekten münezzehtir.) Dünya ve ahiret onundur. Onun bir misli (benzeri) yoktur ve düşünülemez. O nasıl idiyse şu anda da öyledir. Mekân ve mekânda yer tutan şeyleri yaratmış, zamanı inşa etmiştir. Ve:

"Mahlûkatın hıfzının erişemeyeceği, yaratılanların vasıflarının ulaşamayacağı, tek canlı BEN'im" diye hükmetmiştir. 

O (Celle Celalühü), hâdis (sonradan) olanların ona ve onun hâdis olanlara hulul etmesinden (girmesinden) münezzehtir. Hatta şöyle demelidir:

Hiçbir şey yokken o vardı. Çünkü öncelik ve sonralık dahi O'nun sonradan yaratmış olduğu zaman sîgalarındandır. Allah'ın kendine kullanmadığını biz de ona kullanamayız. Zira O (Celle Celalühü) kendisi hakkında Evvel ve Ahir kelimelerini kullanmıştır. Önce ve sonra kelimelerini değil...

O Kayyum'dur hiç uyumaz, Kahhar'dır yenilmez. Hiçbir şey O'na benzemez. Her şeyi işitir ve görür. Arşı yarattı ve onu istivaya sınır kıldı. Kürsi'yi inşa etti ve içine yeri ve göğü sığdırdı. Levh-i Mahfuz'u ve Kalem-i Ala'yı yaratarak onları, ta fasl ve kaza gününe kadar yazıcı kıldı. Daha önce benzeri olmadan âlemi yarattı. Daha sonra mahlûkatı ve daha neler yarattıysa onları yarattı.

Ruhları kalıplarına emniyetle indirdi, bu ruh verilen şekli yeryüzünde halife kıldı, yerde ve gökte ne varsa o halifenin hizmetine musahhar kıldı. Onun izni olmadan hiç bir zerre hareket edemez. Hiçbir ihtiyacı ve gerektiricisi yokken bütün âlemi yarattı.


Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtin O'dur. O (Celle Celalühü) her şeye kâdirdir. İlmi her şeyi kuşatmıştır. Her şeyi adet olarak saymıştır. Gizli ve en kapalıyı bilir. Yarattığı şeyi nasıl bilmesin ki..?

"Hiç yaratan bilmez mi? O çok lütufkâr ve her şeyden haberdardır." (Mülk suresi: 14)

O bütün her şeyi daha icat etmezden evvel bilmekteydi ve ilmine göre yarattı. Bilmeye de devam etmektedir. Onun ilmiyle eşya yenilendikçe (tekrar ettikçe) onun ilmi teceddüd etmez. Mutlak surette külliyatı da bilir, cüziyatı da... Gaybı da bilir, görüneni de… Müşriklerin koştukları şirkten münezzehtir. Dilediğini yapıcıdır. Yer ve gökte istediği şeyi irade eder. O irade etmeden hiçbir şey yaratmaz. Bilmediği şeyi de irade etmez. Çünkü Cenabı Mevla'nın bilmediğini irade etmesi muhal (imkansız)dır. (Yani Allah (Celle Celalühü) yarattıklarının hepsini bilir ve her şey onun iradesiyle olmuştur).

Hiçbir taat veya isyan, kâr veya zarar, köle veya hür, soğuk veya sıcak, hayat veya memat, varlık veya yokluk, gündüz veya gece, doğru veya yanlış, kara veya deniz, tek veya çift, cevher veya araz, sıhhat veya maraz, ferahlık veya sıkıntı, karanlık veya aydınlık, yer veya gök, birlik veya ayrılık, çok veya az, sabah veya akşam, beyaz veya siyah, uykusuzluk veya uyku, iç veya dış, hareketli veya sakin, kuru veya yaş, kabuk veya çekirdek ve hiçbir zıt, mümasil veya muhtelif şey yoktur ki o ancak Allah (Celle Celalühü)'ın iradesiyledir.

O yoktan var etmişken nasıl onun iradesi dışında olacak? Onun irade etmediğini ise kim icat edebilir? Onun yapacağı işi geri çevirecek ve hükmüne itiraz edecek yoktur.

Mülkü istediğine verir, istediğinden de çeker alır. Dilediğini aziz, dilediğini zelil eder. İstediğini saptırır, istediğini hidayete erdirir. Onun irade ettiği olur, etmediği olmaz...

Şayet bütün mahlûkat bir araya gelerek O'nun irade etmediği bir şeyin olmasını isteseler veya O'nun istediği bir şeyin olmamasını isteseler buna güçleri asla yetemez. O halde küfür de, iman da, taat da, isyan da hep O'nun meşieti, hikmeti ve iradesiyledir.

Daha ezel dahi yok iken O (Celle Celalühü) bu sıfatlarla muttasıf olmaya devam etmiştir. Daha sonra, hiç tefekküre ve tedebbüre (sonrasını düşünmeye) ihtiyacı olmadan, hatta ilm-i sabikiyle, ezelden münezzeh olan iradesinin tayiniyle zaman, mekân, kâinat ve mahlûkatı yaratmıştır. Hakikatte ondan başka irade sahibi yoktur. Çünkü O (Celle Celalühü) şöyle buyurmuştur:

"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. "(İnsan suresi: 30)

Cenabı Mevla (Celle Celalühü) hüküm ve irade ettiği şeyi nasıl ki biliyorsa onu tahsis ve takdir ederek hiç yoktan icad etmiştir. Aynı şekilde hareket edeni de, duranı da, en alttaki ve en üstteki âlemde, gizli yerlerde konuşanı da işitir ve görür.

Uzaklık onun işitmesini engellemez. O yakındır, fakat yakınlığı görmesini engellemez. O uzaktır, fakat insanın içinde gizlice aklından geçeni ve hafifçe dokununca oluşan gizli dokunma sesini işitir. Kapkaranlık yerlerdeki siyah şeyi ve suyun içindeki suyu görür. Karışma ona mani olmaz. Karanlık da, aydınlık da... O (iyiden iyiye) duyar ve görür.

Allah (Celle Celalühü) konuşmuştur, fakat onun konuşması vehmedildiği üzere önceki suskunluktan sonra değildir. Nasıl ki diğer sıfatları (ilim, kudret, irade vs.) ezelî ve kadim ise onun kelamı da öyledir. Bu kelamıyla Musa (Aleyhisselam) ile konuşmuştur. O (Celle Celalühü) kelamını, "Tenzil, Zebur, Tevrat, İncil, Furkan vs." diye isimlendirmiştir.

Onun kelamı hiçbir şeye benzemez ve keyfiyetten münezzehtir. Çünkü O'nun görmesi ve işitmesi nasıl ki göz ve kulakla değilse, konuşması da dil ile değildir. Aynı şekilde onun istemesi, kalple değildir. Yaşaması da organların karışıp yardımlaşmasıyla oluşan kalbin teneffüsüyle değildir. Zâtı da noksan veya ziyadeyi kabul etmez.

Dolayısıyla O (Celle Celalühü) uzaktayken yakındır, saltanatı büyük, ihsanı genel ve minneti geniştir. Onun dışında ne varsa hepsi onun vücudiyeti, fazlı ve adaleti sebebiyledir.

Âlemleri çok kâmil bir şekilde yaratmıştır. Mülkünde ona ortak ve işlerine karışan bir başkası yoktur. Şayet nimet verse ve çok çok verse, bu onun fazl ve ihsanıdır. Şayet yok etse ve azap etse, bu onun adaletidir.

Onun mülkünde başkası tasarruf edemez ki zâlim diye vasıflansın. Başkasının hükmü ona yönelmesi söz konusu değildir ki korku ile vasıflansın. Her şey onun kahhariyetinin saltanatı altındadır ve onun emir ve iradesinden sebep tasarruf edebilir.

Takva ve fücuru (günahı) nefislere 0 (Celle Celaluhu) ilham eder."(Yani kul takvaya yapışıp, günahtan sakınması için... Bkz: Şems Suresi: 8) Bu dünyada ve ahirette dilediğinin günahını affeden O'dur. Adaleti fadlına ve fadlı da adaletine hükmetmez. Çünkü O'nun sıfatları kadimdir ve sonradan olmaktan münezzehtir.

İnsanları iki kısım yarattı ve onlar için iki menzile oluşturdu. Ve şöyle buyurdu:

"Şu zümre cennetlik, bence önemi yok. Şunlar da cehennemlik, umurumda da değil." (Yani Cenab-i Mevla kimin cennet ameli işleyip cennetlik, kimin de cehenem ameli işleyip cehennemlik olacağını ilm-i ezeli'si ile bildi ve kimsenin tercihini umursamadı. Çünkü kimsenin günahı Allah'a zarar vermeyeceği gibi, sevabı da fayda vermez. Bilakis herkesin yaptığı kendine dönecektir.)

Hiçbir itirazcı ona itiraz edemez. Çünkü orada ondan başka mevcud-i hakiki yoktur. Herkes onun esmasının tasarrufu altındadır. Bir kısım, bela esmasının, diğeri ise nimet esmasının altındadır. Şayet Cenab-ı Allah (Celle Celalühü) bütün alemin said (cennetlik) olmasını veya şaki (cehennemlik) olmasını isteseydi öyle olurdu. Fakat öyle irade etmedi ve irade ettiği gibi oldu. Yani burada ve ahirette said de var şaki de... Onun hükmünü değiştirmeye de kimse bir yol bulamaz. Zira O (Celle Celalühü) namazın farz kılındığı hadis-i kutsi'sinde şöyle buyurmuştur:

"O beş vakittir, fakat (sevabı) ellidir. Benim indimde söz değişmez. (Mülkümde dilediğimi yaparım ve kullarıma kesinlikle zulmedici değilim. Çünkü kendi mülkümde tasarruf etmekteyim.)" (Buhari: 342 Hadis'in son kısmını göremediğimizi belirtmek için parantez içinde zikrettik. Manası ise sahihtir.)

Allah'ın rahmanî ihsanıyla itina ettiği kulları hariç gözler bu hakikatleri görmekten kör ve fikirler de ibret almaktan acizdir. 

Kendisinden başka fail olmayan Allah'ı noksan sıfatlarından tenzih ederiz. Ondan başka zatıyla mevcut yoktur.

"Sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat: 97)

"Yaptığından sorguya çekilemez. Bilakis onlar sorguya çekilir." (Enbiya: 23)

"De ki en üstün delil Allah'ındır. Dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi." (En'am: 149)

Cenab-ı Mevla'nın birliğine ve O'na ait yüce sıfatlara nasıl şahadet ediyorsak, aynı şekilde Efendimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in de bütün insanlığa müjdeci ve korkutucu olarak ve yanan bir lamba gibi Allah'ın yoluna davet eden hak peygamber olarak gönderildiğine şahadet ederiz.

Yine şehadet ederiz ki O, rabbinden ona ne indiyse tamamını tebliğ etmiş, emaneti yerine getirmiş ve ümmetine nasihat etmiştir. Sabittir ki O (Sallallahu Aleyhi ve sellem) veda haccında hazır olanlara hutbe okumuş, nasihat etmiş, korkutmuş, ikaz etmiş, müjdelemiş, yağmur gibi yağmış ve gök gibi gürlemiştir. Kimseyi de bu nasihatlarında tahsis etmemiştir. Sonra şöyle buyurmuştur:

"Dinleyin, tebliğ ettim mi?" Topluca dediler ki:

"Evet, tebliğ ettin ya Rasulallah." Buyurdu ki:

"Şahit ol ya Rab."

Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve sellem) getirdiği bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeye inanırız. Onun bize öğrettiği ve iyice kafamıza yerleştirdiği şeylerden bazıları şunlardır:

Ölüm Allah'ın (Celle Celalühü) takdir ettiği bir zamanla kayıtlıdır. Vakti gelince tehir olmaz. Biz buna içimizde en ufak bir şüphe olmadan iman etmekteyiz.

Yine inanırız ki; Münker ve Nekir'in kabirde sual sorması, tekrar dirilmek, Allah'ın huzurunda hesap, havz-1 kevser, mizan, sayfaların açılışı, sırat, cennet, cehennem, cennetlik ve cehennemlikler, o günün sıkıntıları, bazı gurupların o gün korkmayacağı, peygamberlerin, meleklerin ve salih müminlerin şefaati ve merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ın affı ve intikamı haktır.

Yine inanırız ki Firavun vs. gibi cehennemliklerin imanı gayrı makbul ve faydasızdır. Büyük günah işleyen bir takım müminlerin cehenneme girip daha sonra şefaatle oradan çıkacakları haktır. Kitaplar ve peygamberler Allah'ın indinden ne getirdiyse bilinen veya bilinmeyen-hepsi haktır.

Bu şekilde yine inanırız ki müminler cennette; kâfir, münafık ve müşrikler ise cehennemde ebedi kalacaklardır. 

İşte sufi taifesinin itikadı bu şekildedir. Bu itikatla yaşar ve onunla ölürüz. Allah'tan da dileğimiz budur. Onun yüce fazl ve ihsanından, bu imanın bize fayda vermesini ve ebedi âleme göçerken bu imanımızı sabit bırakmasını, bizi rıza ve keramet evine sokmasını, katran ehline yaklaştırmamasını, kitapları sağ elinden verilenlerden, havz-ı kevserden kana kana içenlerden, mizanda sevabı ağır basan ve ayakları sıratta sabit kalanlardan eylemesini niyaz ederiz. Çünkü O (Celle Celalühü) ihsan ve fazilet sahibidir.

Ey kardeşim, bu akideyi iyi belle. Hatta bunları ezberlesen iyi edersin.

Hidayet sahibi Allah'tır (Celle Celalühü).

Kaynak: Kudsi İmam Şarani


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs