Kadiri Yolu

 

Hud Sûresi 1-24. Ayetlerin Tefsiri

Hud Sûresi 1-24. Ayetlerin Tefsiri

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

 ﷺ





بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.


Mushaftaki sıralamaya göre 11. suredir. Miun (Kur'ân-ı Kerîm'de es-seb'u't-tuvel dışında âyet sayısı yüzün üzerinde olan sûrelere verilen addır.) kısmı 1. sureler grubunun 2. suresidir. 123 ayettir Mekke'de inmiştir. Bu sureyi celile de bütün Mekki surelerde olduğu gibi inanç konusunu işlemektedir. Surenin giriş kısmında inanç gerçeği açıklanmakta, 2. bölümünde bu gerçeğin tarih içerisindeki seyri ve hareketi beyan edilmekte, 3. bölümünde de yine inanç gerçeğinin devamı zikredilmektedir.

Bu sureyi celile, islam inancının hareket ve aksiyonunu bütün beşeriyet tarihi içinde ele alıyor ve Nuh (As) devrinden Hz. Muhammed (sav) devrine kadar getiriyor. Ve bütün bu hareketlerin tek bir esasa dayandığını belirtiyor. Bu esasta yalnızca Allah'ın dinine dayanmak, hiçbir tartışmaya girmeksizin sadece Allah'a ibadet etmek. Bir de tarih boyunca gelmiş geçmiş peygamberler vasıtasıyla indirilen emir ve yasaklara göre ibadet etmek ve bu çizgiden hiç sapmadan devam etmektir.

Sureyi celile tarihi seyri içinde peygamberin tevhid mücadelesini beyan ediyor ve Nuh (As)'ın kıssasını beyanla tufanın gelip, gemiye binmeyen inkarcıları mahvettiğini haber veriyor.

Sonra Hud (As)’ın kıssası beyan ediliyor, Salih (As)'ın kıssası açıklanıyor ve Şuayb (As)'ın kavminin durumunu gözler önüne seriliyor.

Kur'an-ı Kerim'in muhtelif surelerinde peygamberlerin kavimleriyle olan mücadelelerinden bahsetmekte, onların kıssaları anlatılmaktadır. Fakat Hud suresindeki kıssalar surenin ana unsurunu teşkil ediyor. Burada beşeriyet tarihi boyunca ilahi inanç sisteminin hareketi gözler önüne seriliyor.

Sureyi celililerin asıl hedefinin sadece Allah'ın varlığını ispat etmek değil aynı zamanda beşer hayatında yalnızca Allah'ın rablığını kabulü ve yalnız onun hükümlerinin geçerli olacağı meselesi olduğu beyan ediliyor. Taberi Tefsiri

Hafız Ebu Yala ikrime’de şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ebubekir (ra) dedi ki:  Resulullah (sav)’e: “Saçlarını ağartan nedir?” diye sordum, şöyle buyurdu:

“Saçlarımı Hud, Vakıa, Amme yetesaelun (Nebe) ve İzzet şemsu kuvvirat (Tenvir) sureleri ağarttı.” Tirmizi, Taberani

Alusi, Hud suresinin meşhur görüşe göre Mekke’de inmiştir. Yalnız şu üç ayet istisnadır, 12,17 ve 114. ayetler. 

Seyyid Kutub ise bu sure hakkında şunları söylemektedir; “Bu sure bütünüyle Mekke’de inmiş bir süredir. el-Emiri Mushafında belirtildiği şekilde 12,17 ve 114. ayetler Medine’de indiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu ayet-i kerimelerin sure içindeki yerine bakıldığında, bunların tam yerinde gelmiş oldukları anlaşılmaktadır. Öyle ki, anlatım arasında herhangi bir boşluk düşünemiyoruz. bu ayetlerin ele aldığı konuların akide ile ilgili, Kureyş müşriklerinin akideye karşı tavırları, bu tavırlarının Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve onunla birlikte az sayıdaki Müslümanın ruhuna etkileri ve bu etkilerin Rabbani ve kurani tedavileri ile ilgili oldukları ve bunların da Mekke'de inen kur'an-ı Kerim'in konularının aynısı olduklarını daha kendiliğinden anlamaktayız.”

Bu sure tümüyle Yunus suresinden sonra nazil olmuştur. İniş dönemi Mekke'de Ebu Talib ve Hz. Hatice vefat etmiş, müşrikler ise Ebu Talib'in hayatta iken cesaret edemedikleri birçok davranışları yapmak cesaretini artık göstermeye başladıkları bir dönem de Hud Suresi nazil olmuştur.


بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم


الٓرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ ﴿١﴾


Elif-lâm-râ(c) kitâbun uhkimet âyâtuhu śümme fussilet min ledun hakîmin ḣabîr(in)

1- “Elif Lam Ra. Bu ayetleri muhkem kılınmış sonra da Hakim ve Habir olan tarafından uzun uzadıya açıklanmış bir kitaptır.”

Bu Kur’an, kullarının işlerini çevirmede hikmet sahibi olan ve onların menfaatlerini çok iyi bilen Allah tarafından, âyetleri her türlü bâtıl ve bozuk şeylere karıştırılmaktan korunup sağlam kılınmış ve ayetlerindeki hükümleri açıklanmış bir kitaptır. Kur’an’ın ayetleri muhkemdir. Onlar için tutarsızlık, eksiklik, gevşeklik söz konusu değildir. Bu kitabın ayetlerinde, helaller, haramlar, kıssalar, emir ve yasak bellidir. Ayetler geniş açıklamalar ihtiva eder, beyan eder. Açık seçik ve anlaşılırdır. 

Âyetleri bâtıla karşı sağlamlaştırılmış sonra onlarla haram ve helal açıklanmıştır. 


اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ ﴿٢﴾

Ellâ ta’budû illa(A)llâh(e)(c) innenî lekum minhu neżîrun ve beşîr(un)

2- “Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.”

Bu muhkem kırılmış ve etraflı bir şekilde açıklanmış olan kitap hiçbir ortak koşmaksızın sadece Allah'a ibadet edilsin diye indirilmiştir. Allah tarafından gönderilmiş olana aykırı hareket etmeniz halinde karşılaşacağınız azab ile uyaran bir uyarıcı ve Allah'a itaat ettiğiniz takdirde karşılaşacağınız ecri bildiren müjdeciyim.

Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) kendisine peygamberliğin geldiği ilk zamanlarda, “Önce en yakın akrabana uyar.” ayeti gelince Safa tepesine çıkmış ve Kureyş'in kendisine en yakın kollarından başlayarak insanları çağırmış ve onlara demiştir ki: “Bu dağın arka tarafından atlıların (Düşmanların) çıkıp geleceklerini size haber versem bana inanır mısınız” onlar da: “Biz senin yalan söylediğini duymadık.” demişler. Bunun üzerine Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’da: “Şüphesiz ki ben sizi, şiddetli bir azaba uğrayacağınız hususunda uyarıyorum.” buyurmuştur. 


وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ ﴿٣﴾

Veeni-staġfirû rabbekum śümme tûbû ileyhi yumetti’kum metâ’en hasenen ilâ ecelin musemmen veyu/ti kulle żî fadlin fadleh(u)(s) ve-in tevellev fe-innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin kebîr(in)

3- “Bir de Rabbimden mağfiret dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin, her fazilet sahibine hak ettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.”

Bu Kur'an Allah tarafından sağlam ve açık bir şekilde indirildi ki, sizler rabbinizden şirk ve günahlardan dolayı af dileyesiniz. Sonra sadece ona kulluk ederek yaptığınız kötülüklerden vazgeçesiniz. Böylece rabbiniz de sizi dünya hayatında, güzel rızıklarla, nimetlerle rızıklandırsın ve eceliniz gelinceye kadar sizi yaşatsın. Ahirette de malıyla ve davranışıyla her iyilikte bulunanlara sevaplarının en bol ve en üstün olanını versin. Şayet sizler davet ettiğim şeyden yüz çevirecek olursanız bilin ki, ben sizlerin büyük günün azabına uğramanızdan korkuyorum. 

Mağfiret dileme emri ile ilgili olarak 3 Hadis zikredelim:

“Müzeyneli el- Eğar'dan Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) buyurdu ki: “Benim kalbimde bazen (başka şeylerle) meşgul olur. o kadar ki Günde 100 defa istiğfar ederim.” hadis Müslim ve Ebu Davud da rivayet edilmiştir

Yine Müslim ve Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurmuştur: “Rabbinize tevbe ediniz. Allah'a yemin ederim, ben her gün Rabbime 100 defa tövbe ediyorum.” 

Hasen bir hadis de İbni Ömer'in zikrettiğine göre bir tek mecliste Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)in 100 defa: (Rabbiğfir lî ve tüb aleyye inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm) Rabbim bana günahlarımı bağışla, tevbemi kabul buyur, Çünkü sen tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olansın.” dediği sayılırdı. 

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٤﴾

İla(A)llâhi merci’ukum(s) vehuve ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)

4- “Dönüşünüz ancak Allah'adır ve o her şeye kadirdir.”

Kıyamet gününde öldükten sonra onun huzuruna döneceksiniz. Dolayısıyla sizi öldükten sonra tekrar diriltip huzuruna döndürmeye, size faziletinizin ecrini vermeye de günahlarınızın sebebiyle sizlere azab etmeyede kadirdir. O gerçek velilerine iyilikte bulunmak, düşmanlarından intikam almak, kıyamet gününde de yarattıkları tekrar kendisine döndürmek gibi şeylere ve dilediği her şeye kadir olandır. Burada korkutma makamıyla karşı karşıyayız.

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٥﴾

Elâ innehum yeśnûne sudûrahum liyestaḣfû minh(u)(c) elâ hîne yestaġşûne śiyâbehum ya’lemu mâ yusirrûne vemâ yu’linûn(e)(c) innehu ‘alîmun biżâti-ssudûr(i)

5- “Dikkat edin. Onlar, içlerindekileri ondan gizlemek için göğüslerini çevirirler. İyi bilin ki elbiselerine büründükleri zamanında Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü o kalplerin özünü çok iyi bilendir.”

Dikkat edin onlar içlerinde sakladıklarını Allah’ın görmesini önleyerek, yan çizmelerini Allah, Resulüne ve müminlere bildirmesin diye göğüslerini çevirirler. Haktan dönerler, sapkınlık ederler. Çünkü bir kimse bir şeyden yüz çevirdiği ve sapkınlık ettiği zaman göğsünü çevirir ve başka tarafa döner. Allah hakkındaki bilgisizliklerinden dolayı kalplerinde olanları gizlemek için büklüm büklüm olurlar ve gizlemek maksadıyla örtündükleri zamanda Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Onlar ne söylerlerse söylesinler hepsini o bilir gizlenmelerinin de bir faydası olmaz. Onların bir şeyi gizlemeleri ile açıktan yapmalarının Allah'ın onu bilmesine Herhangi bir etkisi yoktur. onun için fark etmez. Dolayısıyla gizlenerek arzuladıklarını gerçekleştirmeye çalışmalarının hiçbir manası. yoktur Bunu anlamayacak kadar Allah hakkında bilgisizdirler. Allah onların yüz çevirmelerini göğüslerini döndürmelerini hem de elbiselerini örtünüp bürünmelerini bilir bunların hepsine Allah muttalidir. Çünkü o kalplerin özüne çok iyi bilir kalplerden nelerin bulunduğunu bilir Böylelikle bir takım insanların durumları sunulurken Allah bize kendi zatını tanıtmış olmaktadır. Allah bizlere kendine ibadet etme emrettikten sonra zatını ve sıfatlarını tanıtmaktadır bu insani konum ise ya münafıkların sapmış bir vaziyetleridir.  

Buhari'de İbn Abbas'tan Bu ayeti kerime hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:  Bazı kimseler tenhada tuvalet ihtiyaçlarını giderirken avretlerinin semaya karşı açık olmasından, hanımlarıyla birleşirken aynı şekilde avretlerin açılmasından haya eder, utanırlardı. Bu ayeti kerime onlar hakkında nazil oldu.

Abdullah b. Abbas diyor ki: “Münafıklardan bir Resulullah(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ın yanından geçerken iki büklüm oluyor elbisesiyle başını kapatıyor ki Resulullah onu tanımasın. Bu ayeti kerime işte bu ve benzerlerine işaret etmektedir. Bu izaha göre münafıklar Allah'tan saklanmak için değil resulullah'tan saklanmak için böyle davranmışlardır. ancak tercihi yaşayan olan görüşe göre, münafıklar, Allah'tan saklanmak için böyle davranmışlardır tercih edilen görüşte budur.

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٦﴾

Vemâ min dâbbetin fî-l-ardi illâ ‘ala(A)llâhi rizkuhâ veya’lemu mustekarrahâ vemustevde’ahâ(c) kullun fî kitâbin mubîn(in)

6- "Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onların durdukları yerlerini de emanet bırakıldıkları yerlerini de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır.”

Yeryüzünde hareket eden, insan, hayvan ve benzeri hiçbir canlı varlık yoktur ki, Allah onun rızkını üzerine almış olmasın. O’nun lütuf ve kereminin bir tecellisidir. O her şeyin mutlak malikidir, ne dilerse onu yapar. Hangi canlının nerede yaşadığını ve nereye hareket halinde olduğunu nerede durup orayı mesken edindiğini kimin sperminde, yumurtasında bulunduğunu ve nerede doğup nerede ölüp nereye konulacağını (defnedileceğini) bilir. Bu bahsedilen hareket ve süreçte yaşanılacaklar apaçık bir kitaptadır. Bu da Levhi mahfuzdur. Bütün bunlar Allah katında yazılıdır ve apaçık bir şekilde bellidir.  

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٧﴾

Vehuve-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda fî sitteti eyyâmin vekâne ‘arşuhu ‘alâ-lmâ-i liyebluvekum eyyukum ahsenu ‘amelâ(en)(k) vele-in kulte innekum meb’ûśûne min ba’di-lmevti leyekûlenne-lleżîne keferû in hâżâ illâ sihrun mubîn(un)

7- “O gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Arşıda su üstündeydi. Hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için. Andolsun ki “ölümden sonra muhakkak siz yine diriltileceksiniz” desem küfredenler mutlaka, “Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdir.”

O gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'tır. Sizi öldükten sonra tekrar diriltmeye nasıl gücü yetmez. Gökleri ve yeri yaratmadan önce onun arşısı üzerinde bulunuyordu. Allah gökleri ve yeri hanginizin daha güzel amel edeceğini ortaya çıkartmak için yarattı. Ey Muhammed, yemin olsun ki şayet Sen bu müşriklere: “Sizler öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz” demiş olsan onlar: “Senin bize okuduğun bu şeyler, dinleyenleri büyüleyen apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.” derler. Bu ayeti kerime arşın ve suyun gökler ve yer yaratılmadan önce var olduğunu bildirmektedir. bu hususta bir hadis-i şerifte şöyle anlatılıyor: “Ebu Rezin diyor ki: “Dedim ki: “Ey Allah'ın resulü, Rabbimiz yarattığı varlıkları var etmeden önce neredeydi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “O, kendisi ile beraber hiçbir şey bulunmaz bir haldeydi. Ne altında hava bulunuyordu ne de üstünde. Allah, arşını suyun üzerinde yarattı.” 

İmran b. Husayn diyor ki: “Bir gün devemi kapıya bağlayıp Resulullah(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ın yanına girdim. O anda Temim oğullarından bazı kimseler de geldi. Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlara: “ Ey Temim oğulları müjdeyi kabul edin.” dedi. Onlar da iki kere: “Öyleyse müjdelediğini ver.” dediler. Bundan sonra Resulullah(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'ın yanına Yemen halkından bazı kimseler geldi. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlara: “Ey Yemenliler, Temim oğullarının kabul etmediği müjdeyi siz kabul edin.” dedi. Onlar da: “Kabul ettik ya Resulallah.” dediler.  Biz sana geldik bu husus hakkında (Rabbimizin ilk defa neyi yarattığı hususunda) soru sormak istiyoruz.” dediler. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): “Her şeyden önce Allah vardı, ondan başka hiçbir şey yoktu. Allah'ın arşı suyun üzerindeydi. Herşeyi levh-i mahfuzda yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.” buyurdu. Burada adamlardan biri: “Ey İmran b. Husayn deven kaçtı.” dedi. Ben de oradan ayrılıp gittim. Baktım ki deveyi görmek bir hayal olmuş. Allah'a yemin olsun ki, isterdim ki devem kaybolsa da ben Resulullahın yanında kalayım. (Bu arada neler konuşulduğu bileydim.) 

وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿٨﴾


Vele-in eḣḣarnâ ‘anhumu-l’ażâbe ilâ ummetin ma’dûdetin leyekûlunne mâ yahbisuh(u)(k) elâ yevme ye/tîhim leyse masrûfen ‘anhum vehâka bihim mâ kânû bihi yestehzi-ûn(e)

8- “Sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak, “Bunu alıkoyan da ne?” derler. Dikkat edin, onları azabın geldiği gün asla onlardan geri çevrilmeyecek, alaya aldıkları şey onları çepeçevre kuşatacaktır.” 

Yemin olsun ki eğer bu müşriklerden azabı belli bir zamana kadar ertelemiş olsak onlar; Bu azabla alay ederek ve Allah’ın kendilerini cezalandıracağı sözünü yalanlayarak: “Bu azabı bizden erteleyen şey nedir” diye sorarlar. İyi bilsinler ki yalanlamış oldukları azab kendilerine geldiği gün onu kendilerinden ne alıkoyacak ne de savacak biri bulunur. Alaya almış oldukları azab onlara  gelecek ve kendilerini yakalayacaktır. 

Bu ayet-i kerime, Allah’a iman etmeyenlerin temiz yaratılışları bozulduğu için her şeyden şüphe ettiklerini, bu bakımdan Allah’ın azabı gibi çok ciddi bir meseleyi dahi alaya alıp onu yalanladıklarını beyan etmekte, onların, şüpheci bir topluluk olduklarını bildirmektedir.

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ ﴿٩﴾

Vele-in eżeknâ-l-insâne minnâ rahmeten śümme neza’nâhâ minhu innehu leyeûsun kefûr(un)

9- “Andolsun ki, insana tarafımızdan bir nimet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak o, tek ümitsiz ve pek nankör olur.”

Andolsun ki insan tarafımızdan bir nimet yani salavat güvenlik Üstün makam ve zenginlik gibi nimetler tattırır sonra o nimeti geri alırsak o pek ümitsiz elinden alınmış olan bu nimetinden tekrar kendisine döneceğinden dolayı alabildiğine ümidini Keser hatta kesinlikle döneceğini Bir daha olmaz ve pek nankör olur. Allah'a karşı Allah bildiğine nankörlük eder ve meydana gelen bu değişiklikten dolayı Allah'ın Kendisine vermiş olduğu o nimetleri unutuverir.

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ ﴿١٠﴾

Vele-in eżeknâhu na’mâe ba’de darrâe messet-hu leyekûlenne żehebe-sseyyi-âtu ‘annî(c) innehu leferihun feḣûr(un)

10- “Şayet başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak, “ kötülükler gitti başımdan” der, şımarır ve övünür.

Şayet başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırsak, yani karşı karşıya kaldığı musibetten sonra ona bir nimet isabet edecek olursa kötülükler gitti başımdander musibetler yani uzaklaştı der şükretmez öğüt almaz. Halbuki bu kötülüklerin hiçbir şekilde zayil olacağını beklemiyordu. O lisanı haliyle artık bundan sonra ne bir sıkıntı görürüm ne de böyle kötülük görürüm der. Şımarır azar haddi aşmaya başlar ve Allah'ın kendisine tattırmış olduğu nimetler sebebiyle insanlara karşı da övünmeye başlar yani durumundan dolayı sevindiği gibi başkasına karşı da ekabirleşir büyüklenir. Bu sevinç ve böbürlenmesi sebebiyle de şükretmez bir hal alır yani şükürden uzaklaşır. İnsanın tabiatı işte böyledir. Sabır ve salih amel niteliğine sahip olanlar müstesnadır. Onlar böyle olmazlar.

Bu hususta diğer bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Gerçekten insan sabırsız ve hırslı yaratılmıştır. Başına bir felaket geldiği zaman feryat eder. İyiliğe uğradığı zaman daha çok cimrileşir.” Mearic / 19-21

اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿١١﴾


İllâ-lleżîne saberû ve’amilû-ssâlihâti ulâ-ike lehum maġfiratun veecrun kebîr(un)

11- “Sadece sabredip de salih ameller işleyenler böyle değildir. İşte onlara mağfiret ve büyük bir ecir vardır.”

Sadece minnetler de sıkıntı ve belalarda sıkıntılara karşı direne sabredip bütün hallerinde rahat bir sıkıntı zamanlarında Salih ameller işleyenler böyle değillerdir onlar sıkıntılı ve minnetli zamanlarında ümitlerini Allah'tan kesmezler, Allah'a karşı nankörlük etmezler. Bu sıkıntılı zamanların geçip gitmesinden sonra rahatladıkları zamanda böbürlenerek hataya düşmezler azgınlık yapmazlar. İşte bundan dolayı onlar Allah'ın ihsan ve bağışına layık olurlar onlara günahlarının dolayısıyla mağfiret ve büyük bir ecir olan cennet vardır. 

Böylelikle bu buyruklar bizlere göklerin ve yaratılış hikmetini Allah'ın hakkını yerine getirmenin ve ona ibadet etmenin bu hikmeti gerçekleştirmek demek olduğunu, Ahiret gününü inkar etmenin de bu hikmeti inkar olduğunu, Allah'a ve ahiret gününe kafir olup, inkar edenleri bu nimetlerin küfrana, yani nankörlüğe sürükleyeceğini, onunla birlikte sıkıntılı zamanlarında da alabildiğine sabırsız ve dayanıksız olacaklarını, bu konuda iman ehlinin ise onların tam aksine bir davranış içerisinde olduklarını da öğrenmiş olduk. Bütün bu buyruklardan sıkıntılara sabredip ümitsizliği terk etmenin, her durumda Salih amellere devam etmenin, ibadet kapsamı içerisinde olduğunu öğrenmiş oluyoruz. 

Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Şaşırırım müminin işine ki, onun her işi hayırdır. Bu hal müminden başka hiçbir kimse de yoktur. Şayet ona sevindirici bir hal isabet ederse şükreder ve bu onun için hayırlıdır. Eğer ona bir zarar dokunacak olursa  sabreder bu da onun için hayırlıdır.”

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ ﴿١٢﴾

Fele’alleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke vedâ-ikun bihi sadruke en yekûlû levlâ unzile ‘aleyhi kenzun ev câe me’ahu melek(un)(c) innemâ ente neżîr(un)(c) va(A)llâhu ‘alâ kulli şey-in vekîl(un)

12- “Onlar: “Ona bir hazine indirilmeli veya onunla bir melek gelmeli değil miydi?” Demelerinden ötürü belki sana vahyolunanın bir kısmını terk etmek ister ya da ondan dolayı kalbin daralır. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. ve Allah her şeye vekildir.”

Bu kitabı onlara iletmeyi ve tebliğ etmeyi yahut gereğince amel etmeyi bırakmak suretiyle terk etmek ister ya da ondan dolayı kalbin daralır onlara karşı kuranı kerim okumaktan çekinebilir ve onları bu kitaba bağlanmaya davet etmekten korkabilirsin, bunun sebebi ise onların: Ona bir hazine indirilmeli veya onunla bir melek gelmeli değil miydi? demelerinden korkmandır. Niçin bunlar üzerine bizim istediğimiz ve teklif etmediğimiz bir şey indirilmiş bulunuyor?

Bu duruma onların Kur’anı Kerim’e hiç aldırış etmediklerini, onu hafife aldıklarını, önemsemediklerini ifade ediyor. Yüce Allah’ta Resulünü risalet vazifesini eda etmeye teşvik etmekte, onların bu şekildeki red, alay ve tekliflerine hiçbir şekilde aldırış etmemesini istemektedir. Bu buyruklarda Allah’ın kitabını bütünüyle veya bir kısmını: İnsanlar ne der? korkusuyla terk eden herkes için büyük bir ders vardır. 

Sen ancak uyarıcısın sana gelen vahiy ile onları uyarmak, onlara tebliğ etmekle emrolunduğun şeyleri tebliğ etmek görevi vardır; başka birşey yoktur. Onlar senin bu tebliğini redetseler, küçümseyip aldırış etmeseler dahi sen üzülme; bundan sorumlu olmazsın.

Allah her şeyi koruyup gözetendir. Onların söylediklerini gereği gibi tesbit etmek suretiyle onları da cezalandıracaktır.  O dilediği şekilde onlara amellerinin karşılığını gösterecek, dilediğini yapacaktır. sen ona tevekkül et, işlerini ona havale et,  ona güvenip Dayan. sana düşen sadece geniş ve görevini yerine getirmekten yana huzurlu bir kalp ile Vahiy tebliğ etmektir. onların istihbarlarına, büyüklük taslamalarına bakma! onların beyinsizliklerine, alay etmelerine aldırma! Yüce Allah Allah resulüne onların tebliğlerine herhangi bir şekilde iltifat etmemesi için teşvik edip bu kur'an-ı Kerim'i Haşa Hazreti Muhammed (Sav)'in tarafından uydurulmuş olmayacağını belirterek onların iddialarının tutarsız olduğunu, hiçbir şey ifade etmediğini anlatmak için şöyle buyurmaktadır.

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١٣﴾

Em yekûlûne-fterâh(u)(s) kul fe/tû bi’aşri suverin miślihi mufterayâtin ved’û meni-steta’tum min dûni(A)llâhi in kuntum sâdikîn(e)

13- “Yoksa: “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız haydi onun surelerine benzer uydurma 10 sure meydana getirin, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.”

Müşrikler: "Muhammed bu Kur’an’ı uydurdu da onu Allah’a isnad ediyor" mu diyorlar? De ki: "Eğer bana gelen Kuranı ben uydurmuşsam siz doğru söylüyorsanız sizde bu Kuranın Surelerine benzer on sure uydurup getirin. Bu iddianızda samimi iseniz Allah'tan başka bütün varlıkları da yardımınıza çağırın. Çünkü müşrikler Hz. Muhammede: “Kur’an’ı sen uydurdun ve sen onu kendiliğinden düzdün. Allah tarafından değildir” deyince; Meydanı onlara bırakarak şu şekil teklifte bulundu. “farzedin ki onu kendiliğinden ben uydurdum hadi siz de onun gibi kendiliğinizden bir söz uydurup getirin. Siz de benim gibi fâsih konuşan ve Arap soyundan gelmiş kimselersiniz.” Yüce Allah'ım burada öncelikle benzeri 10 sure meydana getirmelerini isteyerek meydan okuduğu, daha sonra bir süre olsun benzerini getirin. Bu güzel hat yazan bir kimse bu konuda arkadaşına meydan okuyup önce hadi benim yazdığım gibi sen on satır yaz demesi daha sonra onun bunu yazamayacağının ortaya çıkması üzerine: ondan vazgeçtik tek bir satır yaz! demesine benzemektedir.

Meydan okuma şu şekilde devam etmektedir Allah'tan başka bu konuda size yardımcı olmak için çağırabildiklerinizi çağırın Evet iddianız söylediklerinizin doğru olduğundan eminseniz böyle yapın meydan okuyuşuma olumlu karşılık verin! bununla Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in icazını belirterek onlara karşı delili ortaya koymuştur. bu delil Kıyamet gününe kadar geçerliliğini sürdürecektir. kıyamete kadar Bu meydan okuma söz konusudur. hiçbir kimseye bu Kur'an'ın benzerini getiremeyecektir. 10 Süre senin olsun tek bir sürenin dahi olsun benzerini getiremeyecektir.

Daha önce yunus suresinde yüce Allah onlara bir tek surenin benzerini meydana getirmelerini isteyerek meydan okunmuştu.

İbni Kesir şöyle demektedir: “Şanı Yüce Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmışların sıfatına benzemediği, onun zatına benzer hiçbir şey bulunmadığı gibi; onun sözü de yaratılmışların sözüne benzemez. O bundan yüce ve münezzehtir. ondan başka hiçbir ilah yoktur, ondan başka Rab yoktur.”

فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٤﴾


Fe-illem yestecîbû lekum fa’lemû ennemâ unzile bi’ilmi(A)llâhi veen lâ ilâhe illâ hu(ve)(s) fehel entum muslimûn(e)

14- “İstediğinizi yerine getiremezlerse bilin ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve ondan başka ilah yoktur. Müslüman oluyor musunuz?”

Ey Muhammed, o müşriklere de ki: "Şayet bu Surelerin benzeri olan on sure meydana getirebilmek için Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı çağırdığınızda eğer onlar size cevap vermiyorlarsa, siz de bunu yapmaktan âciz iseniz şunu iyi bilin ki Kur’an, Allah'ın bilgisi ve izniyle gökten Muhammed'e indirilmiş bir kitaptır. Muhammed bunu uydurmamıştır ve uydurmaya da kadir değildir."

Yine şunu iyi bilin ki, Allah'tan başka hakkıyla ibadete layık olan hiçbir ilah yoktur. Artık ona teslim olup itaat eden ve samimiyetle ona kulluk eden Müslümanlar olmaktan başka çareniz kalmış mıdır

Bazı müfessirler buradaki hitabın Resulullah’a ve Müminlere olduğunu beyan ederek âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Muhammed, şayet o müşrikler size cevap vermezlerse, Kur'an'ın Allah tarafından ve onun bilgisi dahilinde indirildiği inancınızda ve Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığı itikadınızda kararlı olun. "Artık sizler, Allah'a hakkıyla boyun eğiyor musunuz Artık imanınız arttığı gibi amel ve ihlasınız da artsın.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ ﴿١٥﴾

Men kâne yurîdu-lhayâte-ddunyâ vezînetehâ nuveffi ileyhim a’mâlehum fîhâ vehum fîhâ lâ yubḣasûn(e)

15- “Kim dünya hayatını ve onun süsünü isterse, onlara amellerinin karşılığını orada tamamen öderiz ve onlar bu hususta bir zarara uğratılmazlar.”

Kur’an’a uymayı, Allah’a ibadet etmeyi, O’na dönmeyi, O’na teslim olmayı, ahireti arzulayıp onu öne almayı engelleyen dünyaya yönelir ve yaptığı amellerle sadece dünya nimetlerini isterse âhiret nimetlerine ait inancı bulunmuyorsa biz ona dünyada iken yaptıkları ecirlerin karşılığını tam olarak öderiz hiçbir şeyi eksiltmeyiz. Nice devletler vardır yeryüzünde hakim olmak için mücadele yaparlar insanları ezerler ne için kendi halklarını ön plana alarak bunu yaparlar bunlar dünya hayatında işlediklerinin karşılığını alırlar. Onların debdebesi şanı ziynetleri ve bir süsleri vardır. Dünyalarının genişlemesi kendilerinin kabarması vardır. Onların durumlarına güçlerine dünyayı ezmelerine şaşırırız. Neden deriz Musa as da yunus suresinde “Musa dedi ki: “Rabbim doğrusu sen firavun ve çevresindekilere bu dünya hayatında debdebe ve servet verdi. Rabbimiz senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz mallarını yok et; Onların kalplerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman etmezler.”Yunus/88 Yeryüzünde Allah’ın sünneti böyledir. Onlar Dünya yaptıklarının karşılıklarını zulümle zorbalıkla yapsalarda karşılık alacaklardır ahirette alabilecekleri sadece Allah'ın gazabıdır.

Abdullah b. Abbas bu âyetin izahında diyor ki: "Mallarını gösteriş için harcayanlar bunun karşılığını dünyadayken alır, asla zulme uğratılmazlar."

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٦﴾

Ulâ-ike-lleżîne leyse lehum fî-l-âḣirati illâ-nnâr(u)(s) vehabita mâ sane’û fîhâ vebâtilun mâ kânû ya’melûn(e)

16-“Onlar ahirette ateşten başka bir şeyleri olmayacak kimselerdir. Yaptıkları boşa gitmiştir. İşleye geldikleri zaten boş ve batıldır.”

Ahiret hayatına inanmayıp sadece dünya için çalışan ve karşılıklarını bu dünyada görmek isteyenlerin, ahirette içine girecekleri cehennemden başka bir payları yoktur. Çünkü onlar yaptıklarıyla Allah'ın rızasını ve ahiret yurdunu istememişlerdir. İstedikleri şey dünyaydı dünyada da istediklerini onlara taşlama vermiş bulunuyor. Bunun sebebi ise amellerinin esasen batıl olması idi çünkü onların amelleri sahip bir maksat ile yapılmıyordu. Esasen batıl olan amelinin ise sevabı olmaz. Kur'an-ı Kerim'de bu iki ayetin benzeri ayetler pek çoktur. Bunlardan bazıları da şöyle buyrulmaktadır: 

“Kim ahiret menfaatini isterse, onun mükafatını arttırırız. Kimde dünya menfaatini isterse ona, dünyada istediğinin bir kısmını veririz. ahirette ise hiçbir nasibi yoktur.” Al-i İmran /145  

“Kim geçici dünya hayatını isterse bunlardan istediğimize dilediğimiz kadar veririz. Sonra da ona cehenneme hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.” İsra/18 

“Kim de mümin olarak ahiret ettiler, Onun için gerekeni yaparsa, İşte onların amelleri Allah katından makbuldür”İsra/19 

“Dünya ve ahireti arzulayanlardan Her ikisine de Rabbinin nimetlerinden veririz. rabbinin nimetleri, kimseye yasak değildir.” İsra/20

Enes b. Malik ve el-hasan: Bu ayeti kerime Yahudilerle Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur demişlerdir.

Mücahid ve başkaları da: Bu ayet riyakarlar hakkında inmiştir demektedirler. 

Katade der ki: Her kimin düşüncesi, niyeti ve dileği dünya olursa Allah da iyilikleri  karşılığında onu dünyada iken mükafatlandırır, sonra ahirette karşılığını verecek herhangi bir iyiliği kalmaksızın göçüp gider. Mümine gelince o, dünyada iyiliklerinin karşılığını aldığı gibi, ahirette de o iyiliklerin sebebiyle mükafat alır.


اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٧﴾


Efemen kâne ‘alâ beyyinetin min rabbihi veyetlûhu şâhidun minhu vemin kablihi kitâbu ûsâ imâmen verahme(ten)(c) ulâ-ike yu/minûne bih(i)(c) vemen yekfur bihi mine-l-ahzâbi fe-nnâru mev’iduh(u)(c) felâ teku fî miryetin minh(u)(c) innehu-lhakku min rabbike velâkinne ekśera-nnâsi lâ yu/minûn(e)

17- “(Böylesi kimse) Rabbinden apaçık bir delil üzere bulunan, ardınca da Rabbi tarafından bir şahit gelen, ondan önce de Musa'nın önder ve rahmet olan kitabı ile tasdik edilen kimse gibi midir? İşte onlar Kur'an'a inanırlar. Bu güruhlardan kim onu inkar ederse bilsin ki ona vadedilen ateştir. Senin de bundan şüphen olmasın. Doğrusu o Rabbinden gelen bir haktır, ama insanların bir çoğu inanmazlar.”

Dünya hayatını isteyen kimse, Rabbinden apaçık bir delil üzere olan kimse gibidir. Bu gibi kimseler makam ve mevki itibarıyla birbirine eşit olamayacakları gibi, Rablerinden bir delil üzere bulunmayanlar, öbürlerine yakın olamazlar. Aralarında açık seçik fark vardır. Yüce Allah tarafından kendisine delil gelen kimse Allah’ın şeriatını vahiyle almış ve bu şeriatların tamamlayıcısı, düzenleyicisi ve sonuncusu ise Muhammed (Sav)’in şeriatıdır ki, Kuran-ı Kerim bunu bize bildirmiştir. 

Kur’anı Kerimden önce de Musa’nın önder ve rahmet olan kitabı ile tasdik edilen kimse gibi midir? Hz Musa'nın kitabı tevrattır. Yani bu delilin arkasından Kur'an-ı Kerim'den önce indirilmiş ve Musa'ya verilmiş olan kitap vardır ki, bu da dinde önder ve kendisine uyulan bir kitaptır; Bu kitap kendilerine indirildiği kimselere de çok büyük rahmettir. İşte onlar rablerinden bu şekilde apaçık delil üzere bulunanlar, Kur'an'a inanırlar o yüzden onlara cennet vardır. Bütün din mensuplarından kim varsa bu Kur'an-ı Kerim'i tanımazlarsa onların varacağı yer cehennem olacaktır. Kur'an-ı Kerim'den yana şüphen ve tereddütün olmasın doğrusu o rabbinden gelen bir haktır, ama insanların çoğu bilmezler. Doğrusu Rabbinden gelen bir haktır, ama insanların birçoğu inanmazlar. Delilin açıklayıcılığı ve bağlayıcılığına rağmen yine de iman etmiyorlar. Böylelikle şunu öğrenmiş oluyoruz akıl bu dinin lehine şahitlik etmektedir. Kur'an-ı Kerim'in icazı bu dinin lehine şahitlik etmektedir. Ondan önce indirilmiş olan vahiyler bu dinin lehine şahitlik etmektedir. Bu durumda olan bir dine iman etmeyi ancak zalim mütekebbir ve azgınlar terk eder.  

Eyyub es-Sahtiyani rivayet ediyor…Said b. Cubeyr’den dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den bana hangi hadis ulaştıysa mutlaka onun tasdik edildiğini de gördüm. veya şöyle dedi:  o hadisin kur'an-ı Kerim'de tasdik edildiğini gördüm. Bana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu haberi ulaştı: “ bu ümmetten İster Yahudi, ister Hristiyan olsun Kim benim peygamberliğimi işitip de bana iman etmezse, mutlaka cehenneme girer.” kendi kendime Allah'ın kitabında bunu tasdik eden ifade nedir diye düşünmeye başladım. Çünkü ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve sellem'den bana kadar ulaşan her Neyi işittimse  mutlaka Kur'an'da da onu tasdik eden Bir buyruk bulmuşumdur. Ve sonunda şu ayeti kerimeyi buldum: bu güruhlardan kim Onu inkar ederse, bilsin ki ona vaat edilen ateştir.” Hud/17.ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٨﴾


Vemen azlemu mimmeni-fterâ ‘ala(A)llâhi keżibâ(en)(c) ulâ-ike yu’radûne ‘alâ rabbihim veyekûlu-l-eşhâdu hâulâ-i-lleżîne keżebû ‘alâ rabbihim(c) elâ la’netu(A)llâhi ‘alâ-zzâlimîn(e)

18- “Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Bunlar rablerinin huzuruna götürürler ve şahitler “Rablerine yalan uyduranlar bunlardır” derler. Bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”

Allah'a karşı ortak ve çocuk isnat ederek yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Hiç kimse bu işi yapan kadar zalim olamaz. Bunlar rablerinin huzuruna götürürler hesap zamanında durdurulur alık olunurlar ve amelleri onlara arz edilir ve şahitler rablerine yalan uyduranlar bunlardır derler kim bu şahitler melekler ve peygamberler arasından şahitlik edecek olan kimselerdir. Evlad ve ortak edindi diyerek Allah'a yalan iftirada bulunanlar işte bunlardır niye şahitlik edeceklerdir. Bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin Allah'a yalan ve iftira da bulunan kimselerin üzerinedir. 

Abdullah b. Ömer diyor ki: “Ben, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim. “ Kıyamette Mümin Rabbine yaklaştırılır öyle ki Rabbi onu, perdesi altına alır ve ona günahlarını itiraf ettirerek,  “şu günahını biliyor musun” der. kul da iki defa “ biliyorum Rabbim, biliyorum Rabbim” der. Allah: “ ben onu dünyada örttüm Bugün de onu senden affediyorum.” der. sonra amel defterinin sevap sayfaları örtülür. Kafirlere ise şahitler huzurunda şöyle seslenilir: “ işte rablerine karşı yalan uyduranlar bunlardır.” 

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿١٩﴾

Elleżîne yasuddûne ‘an sebîli(A)llâhi veyebġûnehâ ‘ivecen vehum bil-âḣirati hum kâfirûn(e)

19- “Onlar ki, Allah yolundan alıkoyarlar ve o yolu eğriltmeye çalışırlar ve onlar ahireti de inkar ederler.”

Onlar insanları Allah’ın dininden uzaklaştırır ve O’na bağlanmalarına engel olurlar. Ve yolu eğriltmeye çalışırlar. İnsanlaın sapkınlığa, eğriliklerle dolu hurafelere ve bidatlara çekerler ve bu gibi dini yaşamak isteyenlerin sapmalarını arzu ederler. Ve onlar ahireti de inkar ederler. 

اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ ﴿٢٠﴾

Ulâ-ike lem yekûnû mu’cizîne fî-l-ardi vemâ kâne lehum min dûni(A)llâhi min evliyâ/(e)(m) yudâ’afu lehumu-l’ażâb(u)(c) mâ kânû yestetî’ûne-ssem’a vemâ kânû yubsirûn(e)

20- “Bunlar yeryüzünde aciz bırakacak değillerdir. Allah'tan başka velileri de yoktur. Onların azabı kat kat verilecektir. Onlar işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi.”

İşte bu kâfirler, Allah’ın mülkü içinde ve hükmü altındadırlar. Rableri onları cezalandırmak istediğinde ondan kaçmak suretiyle kurtulamazlar ve onu, dilediğini yapmaktan alıkoyamazlar. Onların, Allah'tan başka herhangi bir yardımcıları da yoktur ki kendileriyle Allahın arasına girip Allahın azabına engel olabilsinler. Bunların azabı kat kat verilecektir. Bunların, inkarcılıkları kendilerini meşgul ettiği için, hakkı, kendilerine fayda verecek bir şekilde duyamamışlar ve kendilerini doğru yola iletecek bir şekilde görememişlerdir.

Ayet-i Kerimeden anlaşılmaktadır ki, Allah teala, kâfirlere, hak ettikleri cezayı bu dünyada hemen vermese bile bu onların cezalandırılmayacakları anlamına gelmez. Bu onlar için sadece bir ertelemedir. Ahirette, hak ettikleri cezayı mutlaka göreceklerdir.

Bu hususta bir Hadis-i Şerifte şöyle Duyurulmaktadır: Ebû Mûsâ el-Eş’arî  radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Buhârî, Tefsîru sûre (11); Müslim, Birr 61) Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” Hûd sûresi/11 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢١﴾

Ulâ-ike-lleżîne ḣasirû enfusehum vedalle ‘anhum mâ kânû yefterûn(e)

21- “İşte bunlardır kendilerine yazık edenler. Uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.”

Bunlar kızgın ateşe yerleştirilirler. Orada azap göreceklerdir. Bir göz açıp kırpacak bir süre kadar dahi kızgın azabın harareti asla azalmayacak ve azaplarına ara verilmeyecektir.

Bunların uydurmuş oldukları put ve Ortaklar kendilerinden uzaklaşmış gitmiştir ve kendilerine hiçbir menfaat sağlamıştır. Böylece Allah'ın eş ve benzerleri olduğuna dair uydurmuş oldukları iftiraları boşa çıkmıştır.

لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ ﴿٢٢﴾ 

Lâ cerame ennehum fî-l-âḣirati humu-l-aḣserûn(e)

22- “Şüphesiz ahirette büsbütün zarar göreceklerde bunlardır.”

Zira bunlar cennetteki makamlarını, cehennemliklerin yerleriyle değiştirmeye razı olmuşlardır. Yani çeşitli cennet nimetlerini bırakıp, vücudun gözeneklerinden işleyen ateşi, kaynar suyu ve kapkara bir duman gölgesini almışlardır. Yüce köşkleri bırakıp harabe ve uçurumları almışlardır. Allahın cemalini görmekten vaz geçip gazabına uğramayı seçmişlerdir. En büyük zarara uğrayanlar bunlar değil de kimlerdir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٣﴾

İnne-lleżîne âmenû ve’amilû-sâlihâti veaḣbetû ilâ rabbihim ulâ-ike ashâbu-lcenne(ti)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)

23- “Doğrusu iman eden, salih ameller işleyen ve rablerine boyun eğenler. İşte cennetlik olanlar onlardır. Orada temelli kalacaklardır.”

Allah teala bundan önceki âyetlerde cehennemliklerin hallerini belirttikten sonra bu âyet-i Kerimede de müminlerin hallerini beyan etmektedir.

Gerçek Müminlerin, kalpleri iman ettiği gibi vücutlarındaki bütün azaların da imanın gerektirdiği şeyleri yaptıkları ve bu sayede nimetlerle dolu cenneti kazandıkları bildirilmektedir. Böylece, sadece dilleriyle "İman ettik." deyip imanın gereklerini yerine getirmeyenlerin, cezalarını çekeceklerine işaret edilmektedir.

مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًاۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟ ﴿٢٤﴾


Meśelu-lferîkayni kel-a’mâ vel-esammi velbasîri ve-ssemî’(i)(c) hel yesteviyâni meśelâ(en)(c) efelâ teżekkerûn(e)

24- “Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır kimseyle gören ve işiten kimsenin durumuna benzer. Örnek olarak ikisi bir olur mu hiç? İbret almıyor musunuz?”

Kâfir topluluklar, hiçbir şeyi görmeyen kör´e ve herhangi bir şeyi işitmeyen sağıra benzerler. Çünkü onlar, gerçeği görmez ve hakka davet eden davetçiyi işitmezler. Mümin bir topluluk ise, çevresini gören ve işiten sıhhatli bir insana benzer. Çünkü onlar, Allanın delillerini görür ve hakkın davetçilerini dinleyip Allaha itaat ederler. Şimdi bu iki topluluk bir olur mu Elbette ki Allah'ın katında bunlar eşit değildirler. Hiç düşünüp ibret almaz mısınız

Bu hususta âyet-i Kerime´lerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Cehennem­liklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sadece cennetliklerdir. "Kör ile gören bir olmaz." "Karanlıklarla aydınlık bir olmaz." "Gölge ile sıcak bir olmaz." Dirilerle Ölüler bir olmaz. Şüphesiz ki Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirdekilere işittiremezsin." "Sen ancak bir uyarıcısın."






Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar