Kadiri Yolu

Yeme, içme, gölgelenme, bu merkebinden, köyüne dönünceye kadar inme

Yeme, içme, gölgelenme, bu merkebinden, köyüne dönünceye kadar inme

Hayret verici bir İsrailiyat olarak Vehb b. Münebbih el-Yemani’den şöyle bir hikaye aktarılır: 

Süleyman b. Davud'un (aleyhisselâm) ruhu kabz edildiğinde, evladından bir kısmı kendi yerine geçti ve Beytül Makdis'in/Mescid-i Aksa'nın yapımıyla bir süre meşgul oldular. Daha sonra Süleyman aleyhisselamın çocuklarından biri onun yerine halife oldu, atalarının yolundan ayrıldı ve onların getirdiği dini terk etti. Yeryüzünde kibre düştü, azgınlığa saptı ve şöyle dedi:

"Ceddim Davud ve babam Süleyman bir mescid yaptırdılar. Ben de onlar gibi, bir mescid yapıp neden insanlar, kendi şeriatime ve kanunlarıma çağırmayayım?"  Gerçekten o da, Beytülmakdis'e karşılık bir mescid yaptırdı. Bunu Allah'ın kendisine emrettiğini iddia etti. İnsanlar ona yöneldiler, o da onlara birtakım mallar vererek Beytülmakdis'i harap etti ve sonra onu terk etti. İnsanlar bazen korkarak, bazen de menfaat umarak onun yolunu tuttular. Sonra Allah, ona kendi beldesinden bir peygamber gönderdi. 

Ona dedi ki:

"Şu merkebine bin, o kavmin yanına git, onlar mabetlerinde iken onlara en gür sesinle şöyle seslen: 'Ey fitne ve zarar mescidi! Allah kendi adına yemin etti ki seni harap, ehlini helâk edeceğim.' Onlar, senin elinle helâk olacak, kanlarını köpekler yalayacak ve etlerini yiyecek."

Allah o peygambere ayrıca şunu emretti: "Bu vahyettiklerimi şehirde de aynı şekilde duyur. Yeme, içme, gölgelenme gibi sebeplerden dolayı, bu merkebinden, ayrıldığın köyüne dönünceye kadar inme."

Peygamber bütün bunları yaptı. İnsanlar, ona saldırdılar, kendisini sopayla dövdüler, taşla yaraladılar. Ama o, yine merkebinin üzerinden inmiyordu. Bu şekilde şiddetli eziyetler çekti, büyük darbeler aldı. Günün sonunda, ayrıldığı köyüne doğru yola koyuldu. Kendisine verilen davet görevini yerine getirmişti. Aldığı darbelere ve karşılaştığı belalara, Allah için sabır gösterdi. O bu halde yolda giderken durumunu, başka bir kasabada olan bir peygamber haber aldı, yanına gelip selâm verdi ve; 

- Sen Rabb'inin verdiği davet görevini yerine getirdin. O'nun emrini uyguladın. Kavminden birtakım sıkıntılarla karşılaştın. Sen şimdi aç ve susuzsun. Üstün başın kan revan içinde. Benim evime gel, ye, iç, istirahat et. Vücudunu ve elbiseni yıka, dedi. O,

- Hayır, Allah Teâlâ beni, peygamber olarak gönderdiğinde, bana yemememi, içmememi, gölgelenmememi ve aileme dönünceye kadar böyle yapmamı emretti, dedi. O peygamber dedi ki:

- Ben de senin ailendenim. Çünkü ben de senin gibi bir peygamberim. Senin din kardeşinim. Ben bu emirle ancak Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiği kavmi kastettiğini sanıyorum. Çünkü onlar, Allah'ın düşmanıdır. Evet seni, onların yemeğini yemekten ve onların yanında gölgelenmekten nehyetmiştir, ama benim evime girmeni, benim yemeğimden yemeni sana haram kıldığını zannetmiyorum. Çünkü ben, kardeşlikte ve nübüvvette senin bir ortağınım. Bunun üzerine yaralı peygamber, bunları kabul etti ve beraberce eve girdiler.

Yemek önüne getirildiğinde, o şiddetli açlığından dolayı iştahla yemeğe yönelince yüce Allah, onu davet eden nebîye şöyle vahyetti:

"Ona de ki: Sen şehvetini yani karnını doyurmayı, benim emrime tercih ettin. Ben sana çıktığın köyüne dönünceye kadar bir yere inme, gölgelenme, bir şey yeme diye emretmedim mi? Şayet sen, içtihat etmemiş ve ilmince hüküm vermemiş olsaydın, her ikiniz de azaba uğrardınız. Sen benim yanımda ondan daha az suçlusun. Çünkü ben ona ne yapacağını emretmiştim. O ise, hevâsını ve şehvetini tercih ederek benim emrimi terk etti."

Onu misafir eden peygamber, bunları kendisine haber verdi. Bunun üzerine o, hemen elbisesini toplayarak mahcup bir şekilde sofradan kalktı, merkebine binip acele ile yola çıktı. Ne halde olduğunu bilmiyordu. Açlığından ve susuzluğundan dolayı bineğine, yüzü üstü yatmış vaziyette gidiyordu. Elbisesi ve cesedi kan içindeydi. Altında sık ormanların bulunduğu bir geçitten indiğinde, karşısına bazı yırtıcı hayvanlar çıktı. İçlerinden bir aslan, yolun ortasında durarak onun merkebini diğerlerinden gelecek tehlikeye karşı koruyordu. Ormandaki yolculuğu sırasında aslan kendisine refakat etti. Yol boyunca bir insanla karşılaşsalar aslan kükreyerek onu uzaklaştırıyordu.

Diğer peygamber, onun vaziyetini duyunca yanına gitti. Aslan, onu görünce geri döndü ve onları baş başa bıraktı. O da yaralı peygamberi elbisesine sarıp bineği ile birlikte ailesine götürdü. Onun adına yüce Allah'a şöyle niyazda bulundu:

"Ey Rabbim! Senin bu kulun davetini yerine getirdi. Emrini uyguladı. Sıkıntılar zorda bıraktı. Bu yüzden senin istediğine bilmeden muhalefet etti. Sen de onu bu ceza ile cezalandırdın."

Bunun üzerine yüce Allah ona şöyle vahyetti:

"Bu, bir ceza değildir. Onu kendisine boşuna da vermedim. Bu, onun için bir mağfiret ve rahmettir. Çünkü o, benim emrime muhalefet etmişti; eceli de yakınlaşmıştı. Bundan dolayı muhalefet içerisinde benim huzuruma gelmesini istemedim. Onu, hoş görmeyeceği şeylerle karşılaştırdım. Ona, köpeklerimden birini/zalim kullarımdan birini musallat ettim. O ona zulmederek bana temiz bir şekilde gelmesini sağladı. Bu, kendisi için benim katımda, bir şehadet ve peygamberliğin üzerinde bir derece oldu."


Bunun üzerine o peygamber şöyle dedi:

"Ey hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni, acıyanların en merhametlisi olan Allah'ım! Seni hamdederek tesbih ederim."

Ulemaya göre gerçek âlim, önüne gelen iki hayrın içinde hangisinin daha hayırlı olduğunu bilip onu vakti geçmeden önce yapan kimsedir. Yine, âlim önüne gelen iki hayrın hangisinin daha az hayırlı olduğunu bilip, daha hayırlı olanı yapmayı engellemesin diye, ondan yüz çevirendir. Yine gerçek âlim, iki zararlı şey bir araya gelince onların daha az zararlı olanını bilip, mecbur kalınca onu yapandır. Yine gerçek âlim, iki zararlı şeyin en zararlı olanını bilip ondan kaçınan ve ona karşı bu iki yolla tedbirini alan kimsedir. Akıl ve zahiri ilimle ancak bunları anlayabilirsin…


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs