Kadiri Yolu

 
Selefiyenin Esasları ve Sakınmaları

Selefiyenin Esasları ve Sakınmaları  

Hicri dördüncü asırda teessüs etmiş olan Eş'arî ve Maturidî mezheplerinden önce bütün ehl-i sünnet, Selefiyyun, Eseriyye, Sıfatiyye, Ehlü'l-Hadîs veya ehl-i Sünnet-i Hassa adlarından biri ile anılırdı. İki imamın mezhebi teessüs edince bir kısım ehl-i sünnet bu mezheplere geçtiler, diğer bir kısmı da varlıklarını korumaya çalıştılar.

Selefiyye mezhebi mensupları, itikadî konularda kitap ve sünnete aşırı derecede bağlı idiler. Allah'a iman babında bir takım felsefî istidlal ve kıyaslarla hareket etmezlerdi. Sıfatlar konusunda kitap ve sünnette var olan ile yetinirlerdi. Katiyen te'vile kaçmazlardı. Kendilerine göre en doğru yol, nasları olduğu gibi kabul etmekti. Aklın, itikadî konularda ancak şahitlik yapabileceğini fakat hüküm veremeyeceğini, prensip edinmişlerdi. Bid'at çıkarmak veya bid'atlara uymak hususunda çok titiz idiler. Ehl-i sünnetin dört imamı bu mezhepte idiler. Bu mezhebin görüşünü en güzel şekilde Fikh-1 Ekber belirtmiştir.

Selefiyye mezhebi mensupları ince eleyip sık dokuyan kimseler olduklarından her dinî meselede çok hassas davranırlardı. Bundan dolayı prensiplerinde yedi esas üzerinde ittifak etmişlerdir ki bunlar: Takdis, tasdik, aczi i'tiraf, sükût, imsak, keff ve marifet ehlini teslim'dir.

Takdis: Allah'ın büyüklüğünü ve yüceliğini kabul edip O'na lâyık olmayan kusur, noksanlık ve cismiyet gibi şeylerden O'nu tenzih etmek, demektir.

Tasdik: Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîs-i şeriflerde bizlere nasıl anlatılmışsa, öyledir. İlâhî isim ve sıfatların ve müteşabih âyetlerin anlamlarını bize bildirildiği şekilde te'vile gitmeksizin kabul ve tasdik etmektir, esasını ön plâna alırlar.

Aczi itiraf: Müteşabih âyetlerde Allah'ın ne murad ettiğini anlamak derinlere dalmak imkânsız olduğunu kabul edip bu hususta hataya düşmemek için insanın aczini i'tiraf etmesi demektir. Dolayısıyla anlamları açıkça kavranılamayan bu gibi müteşâbih nassları tasdik vaciptir. Müteşâbih nassların anlamlarını kavramaktan aciz kişilerin kalkıp bunları bildiğini iddia etmesi yalancılıktır. 

Sükut: Müteşabih âyetleri bilmeyenlerin, onları âlimlere sormaması ve âlimlerin de cevap vermemesi, demektir. Şayet cahil kimse müteşabih ayetin ne mânaya geldiğini sorarsa inancını tehlikeye atmış olur. Eğer alim bir kimse de bu soruya cevap vermeye kalkışacak olursa o da şüphe kapısını açmış olur. Bunun için bu hususta sükût etmek en hayırlı yoldur. 

Selef, müteşâbih ayetler hakkında soru sormamayı, soranlara karşı cevap vermemeyi ve bunlar üzerinde te’vil yapmaktan kaçınıp susmayı, yani sükûtu ilke edinmişlerdir. (Gazzâlî, İlcâmu’l-‘Avâm ‘an İlmi’l-Kelâm, s. 63-64.) 

İmsak: Âyet ve hadisleri, açık olarak ifade etmedikleri mânalara te'vil etmeyi yasaklamak demektir. Nassları, akıl veya ilham gibi şeylere uyarak tefsir etmekten sakınılmalıdır.  Dolayısıyla müteşâbih ayet ve hadislerde geçen ifade ve kelimeleri, Arapça bile olsa herhangi bir başka kelime ve ifadeler ile değişikliğe bağımlı kılmadan olduğu gibi alıp anlamaya çalışmalıdır. (Gazzâlî, İlcâmu’l-‘Avâm ‘an İlmi’l-Kelâm, s. 64-76.)

Keff: Meşgul olunması yasaklanan şeyleri kalben de düşünmemek, zihni bunlarla meşgul etmemek, onlar üzerinde düşünmemek ve iç dünyayı bu gibi fikirlere kapalı tutup onlardan korumaktır. Bunda niyetin ve gönlün selâmeti esas olarak ele alınır. Fesada imkân verilmez.

Ma'rifet ehline teslim: Bu gibi yüce bahislerin herkese kapalı olduğu sanılmamalıdır. Cahil kimseler için kapalı ve gizli olan müteşâbihât ile ilgili hususlar, Peygamber (a.s.) ve büyük sahabîler ile büyük bilginlere gizli değildir. Dolayısıyla bu gibi müteşâbih ifadelerin te’vil ve tefsirini ilim ve irfan sahibi kişilere bırakmak, onları bu konuda otorite kabul etmek gerekir. Ancak yine de bunlar üzerinde durmak yerine, te’vilini ancak Allah bilir, diyerek müteşâbih ifade ve kelimelerin bilgisini ehline bırakmak ve te’vile gitmemek gerekir. (Gazzâlî, İlcâmu’l-‘Avâm ‘an İlmi’l-Kelâm, s. 84-86.) Müteşâbih ifadelerin te’vil edilmemesi, selef akidesinin esaslarının temelini oluşturmaktadır. 

Selefiyenin Sakınmaları 

Selefiyyun, bazı dinî konularda görüşlerini belirtmek veya fikir ileri sürmek; kendini göstermek ve buna mümasil şeylerden şiddetle kaçınmışlardır. Bilhassa yukarıda saydığımız yedi hususun zıddından kendilerini korumak için azami gayret sarf etmişlerdir. Bunları, sıra ile görmekte fayda olduğundan sırası ile zikredelim.

1- İlimsiz olarak, Allah'ın zatı hakkında söz söylemekten kaçınılmalıdır. Bir kimse Kur'ân-ı Kerîm'in ve hadîs-i şeriflerin dışında hiç bir ilme sâhip olmaksızın Allah hakkında fikir veya mütalâa yürütmemelidir. Zira A'râf sûresinin 50. âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hak: «Bilmeyerek Allah hakkında söz söylemenizi haram kılmıştır» buyurmaktadır.

2- Allah'ın zatı hakkında hak söylememek. Allah'a karşı hak'dan başkasını söylemek Kur'ân-ı Kerim'de menedilmiş olduğundan selefiyyun bu prensip hususunda çok titiz davranmaktadır.

3- Hakkın ortaya çıkmasından sonra cedelde bulunmak. Hak ortaya çıktıktan sonra hasmı veya muhatabı susturmak için Selefiyyun cedelde bulunmazdı. Bu hususta Enfâl sûresinin 6. âyet-i kerîmesine uygun olarak hareket ederlerdi.

4- İlmi olmadığı halde cedelde bulunmak. Selef, insanın herhangi bir konuda bilgisinin olmadığını bile bile cedelde bulunmasını şiddetle yermektedir.

5- Allah'ın âyetleri konusunda delilsiz mücadelede bulunmak. Selefiyyun, herhangibir dayanak olmaksızın veya olmadan Allah'ın kitabı hakkında tek kelime dahi söylememişlerdir. Bu hususta Mü'min sûresinin 35. âyet-i kerîmesine göre hareket etmişlerdir.

6- Hakkı mahvetmek için batıl sözlerle cedelde bulunmak. Bazı kimseler, hakkı mahvetmek için gerekli gereksiz sözlerde bulunarak kendilerine bir mevki veya makam veyahut da bir menfaat temin etmeye çalışmışlardır ki selefiyyun bu kimselere karşı şiddetle cedelde bulunmuşlardır.

7- Dinde tefrika veya ihtilâf meydana getirmek. Fertler arasındaki birliğin bozulması ve cemiyetin ortadan kaldırılması için dinde tefrika veya ihtilâf çıkarmaya selefiyyun şiddetle karşı koymuşlardır. Bu hususta Cenâb-ı Hakk'ın «Dinlerini parça parça edenler, ayrı ayrı fırka olanlar yok mu? Sen hiç bir şekilde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır» âyet-i kerîmesine titizlikle sadık kalmışlardır. Çünkü hepsi biliyorlardı ki dinde fesat çıkarmak, mensuplarını huzursuz ve perişan kılmak, parçalanmak ve dağılmak demekti. Bu hususu meydana getirmemek için büyük gayret sarf etmişlerdir. Bkz. N. Çağatay, 1 Agah Çubukçu. İslâm Mezhepleri Tarihi. C. 1. s. 169-172. İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlmi Keläm. S. 98-101.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs