Kadiri Yolu

Nefsânî ve Ruhânî Yol

Nefsânî ve Ruhânî Yol 


İmam-ı Rabbânî’nin öne çıkardığı latife kavramının sûfîler arasında yaygınlaşması ile birlikte tasavvuf eğitimi yöntemleri iki kısımda mütalaa edilmiştir. Bunlardan ilki “nefsânî yol (tarîk-i nefsâniye)” ikincisi ise “rûhânî yol (tarîk-i rûhâniye)” olarak isimlendirilir. (Mehmet Nûrî Şemseddin Nakşibend, Risâle-i Murâkabe (Miftâhü’l-Kulûb İçinde)


Nefsânî yol sûfînin mücâhade ve riyazetler ile nefsini terbiye etmesidir. Bu yöntemi benimseyen sûfîler “Etvâr-ı Seb’a” olarak isimlendirdikleri insan benliğinin (nefsinin) yedi mertebesinden geçerek Hakk Teâlâ’ya vasıl olmayı hedeflemektedirler. Onlara göre Yüce Allah’a giden sonsuz sayıdaki yolların yedi merhalede ele alınmasını ifade eden “Etvâr-ı Seb’a” metodu diğer metotlara nispeten kolay, kapsayıcı ve tesirli bir metottur. Özellikle bu yolu tercih eden tarikatlar kendi tarikat mensupları olan sûfîlerin bu mertebeleri her biri için hususi yöntemler ortaya konmuştur. Bu yöntemleri belirleyen husus sûfîlerin insanı Allah’a ulaştıran ilahî isimleri bir derecelendirmeye tabi tutarak yedi ilahî ismi diğer ilahî isimlerin kaynağı olarak mütalaa etmeleridir. “Ümmühât-ı Esmâ (Ana isimler)” olarak nitelenen “Lâilahe illallah, Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr” isimleri sûfînin tasavvuf eğitimi esnasında tahalluk ve tahakkuk ettiği isimlerdir. Bunlara “makamat esmaları” denir. Tasavvuf tarihinde öne çıkan kimi sûfîler kendi manevî tecrübeleri esnasında elde ettikleri keşfi bilgiler neticesi bu ilahî isimleri arttırmış yahut değiştirmişlerdir. Böyle bir tasarrufun sonucu olarak tarikatlar tesis edilmiş yahut var olan tarikatlar içinde yeni şubeler meydana gelmiştir. 


Ruhani yol ise sûfînin latifelerini tasfiye ederek ruhunu güçlendirmek sureti ile Hakk’a vasıl olmasını hedeflemektedir. Bu yöntemi benimseyen sûfîler ruhani yolun mahiyeti hakkında şu bilgileri vermektedir: İnsanda on latife vardır. Bunlardan beşi âlem-i halk olarak isimlendirilen yaratılış âlemine mensuptur. Bu beş latife dört unsur (hava, su, toprak ve ateş) ve nefistir. Dört unsur insan bedeninin karşılığıdır. Diğer beş latife ise âlem-i emr olarak isimlendirilen ruhlar âlemine mensuptur. Bu beş latife kalp, rûh, sırr, hafî ve ahfâdır. Nakşibendiyye Tarikatına mensup sûfîler tasavvuf eğitimi açısından âlem-i emre ait latifeleri âlem-i halka ait latiflere takdim etmişlerdir. Bunun anlamı sûfînin tasavvuf eğitiminde kalp latifesinden başlayarak ahfâ latifesine kadar olan beş latifesini tasfiye etmesidir. Âlem-i halka ait latifeler ise bu süreç zarfında tasfiye olmaktadır. Bu bağlamda ruhanî yolu benimseyen sûfîler âlem-i halka ait bulunan nefsin tezkiyesini önceleyen sûfîlerin yöntemine nispeten kendi yöntemlerinin daha üstün olduğunu belirterek “Diğerlerinin nihayeti bizim bidayetimizde münderiçtir” demişlerdir. (Ayntâbî Muhammed Emin b. Muhammed Esad, Ezvakü’l-Hâlidî ve Etvarü’n-Nakşibendi, Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 778, vr. 23ab.) 


Ruhani yolu benimseyen sûfîler her türlü hakikatin kaynağı olarak kabul edilen insan benliğinden yola çıkarak Hz. Peygamber’in velayeti mertebesine ulaşmayı gaye edinmişlerdir. Sûfînin manevî ilim ve idrakindeki bir artış ve yükselmeden ibaret olan bu süreç çeşitli aşamalara ayrılmıştır. Öncelikle sûfî latifelerin bulunduğu mahallere teveccüh ederek bin adet ism-i zâtı (Allah) zikretmelidir. Bu zikirlerden sonra Yüce Allah’ın inayeti ve mürşidinin teveccühü ile sâlikin kalbinde bir huzur ve birlik (cemiyyet) meydana gelecektir. “Yâddâş” olarak isimlendirilen bu huzur akabinde sûfî kalbine gelen cezbeler ve vâridler sebebiyle manevî dereceleri kat edecek ve vuslata erecektir. Yani sûfî latifelere teveccüh ederek zikretmek suretiyle meydana gelen cezbeler ve vâridler ile latifeleri kendi asıllarına ulaştıracaktır. Âlem-i emre ait latifelerin aslı arşın üstünde bulunmaktadır. Latifelerin fenâ bulması bu mertebededir. Böylelikle sûfî ruhani yol metoduna göre ilk mertebe olan “imkân dairesi”nden geçerek ikinci mertebe olan “velâyet-i suğrâ” mertebesine ulaşacaktır.(a.e., s. 30b-31a.) Velâyet-i suğrâ mertebesi sûfînin Hakk Teâlâ ile beraber olduğunu murakabe etmesidir (murakabe-i maiyyet). 


Bu mertebede “fenâ” ve “bekā” hali ile  latifeler ruhlar âlemine (âlem-i emre) ulaştırılır. Kalp latifesinin fenâ bulma hali sûfînin hatırına Hakk Teâlâ’dan gayrısının gelmemesidir. Kalp latifesinin beka hali ise sûfînin kendisinden ve her şeyden sâdır olan fiillerin Hakk Teâlâ’nın filleri olduğunu vicdanı ile idrak etmesidir (fenâ-yı ef’âl/fiillerin fenâsı). Rûh latifesinin fenâsı sâlikin kendi sıfatlarını ve tüm âlemdeki varlıkların sıfatlarını yok olarak (ma’dûm) bulması, bekası ise bunları yalnızca Hakk’ın sıfatları olarak bulmasıdır (fenây-ı sıfât/sıfatların fenası). Sırr latifesinin fenası sûfînin kendi varlığını ve tüm âlemin varlığını yok olarak bulması, bekāsı ise bâkî olarak Hakk Teâlâ’yı bulmasıdır (fenây-ı zât/zatın fenası). Hafî latifesinin fenası Hakk Teâlâ’yı tüm mezâhirden tefrîd etmektir. Ahfâ latifesinin fenası ise sûfînin kendi ahlakından geçerek Hakk’ın ahlakı ile ahlaklanmasıdır. (a.e., s. 33b-34a. )


Sûfî bu mertebede latifelerin murakabesinde de bulunmalıdır. Bundan kasıt kendisine ulaşan feyzin kaynağını düşünmesidir. Sûfî kalp latifesini mürâkabe ettiğinde kendisine ulaşan Hakk’ın fiillerinin tecellilerine ait feyzin Hz. Peygamber’in (sav) kalbinden Hz. Âdem’in kalbine, ondan da büyük pirlerin kalplerine onlardan da kendi kalbine zuhûr ettiğini düşünmelidir. Rûh latifesini murakabe ettiğinde Hakk’ın sıfatlarının tecellilerine ait feyzin Hz. Peygamber’in ruhundan Hz. Nuh’un ve Hz. İbrahim’in ruhlarına, onlardan pirlerin ruhlarına ve onlar vasıtası ile de kendi ruhuna ulaştığını düşünmelidir. Sırr latifesini murakabe ettiğinde Hakk’ın zatının tecellisine ait feyzin Hz. Peygamber’den (sav) Musa’ya (as) ondan pirlerin sırlarına onlardan da kendi sırrına zuhur ettiğini düşünmelidir. Hafî latifesinin murakabesi Hakk’ın selbi sıfatlarına ait feyzin Hz. Peygamber’den (sav) Hz. İsa’ya (as) ondan pirlere onlardan da kendi hafisine gelmesini beklemesidir. Ahfâ latifesinin murakabesi ise sûfînin ahfâsını Hz. Peygamber’in (sav) ahfâsına mukabil kılarak tüm ilahî işlerin feyzini beklemesidir. Bu murakabe esnasında sûfî pirlerin hazır olduğunu da düşünmelidir. Ruhani yolu tasavvuf eğitim yöntemi olarak benimseyen sûfîlerin latifeleri murakabe etmesini peygamberlerin kademi ve meşrebi üzere olmak şeklinde anlamak mümkündür. (Bkz. a.e., s. 34b-36a.)


Ruhani yol açısından velilerin velâyet mertebesi kabul edilen “velâyet-i suğrâ” mertebesinden sonra sûfî, peygamberlerin velâyet mertebesi olarak kabul edilen “velâyet-i kübrâ” mertebesine yükselecektir. Bu mertebede sûfînin tevhîd-i şuhûdî, nefsin fenası ve istihlaki gibi halleri tahsil etmesi gerekmektedir.(a.e., s. 37ab.)


Sûfî bu mertebeden sonra “velâyet-i ‘ulyâ” mertebesine ulaşacaktır. Bu mertebe sûfînin Hakk’ın “ez-Zâhir” “el-Bâtın” isimlerini mütalaa etmesidir. Bu mertebeden sonra peygamberlerin mertebeleri başlar. İlki “kemâlât-ı nübüvvet” mertebesidir. Peygamberlerin gerçek vârisleri bu mertebeye ulaşırlar. Sûfî bu mertebede hurûfu mukatta’ ve müteşâbih âyetlerin manalarını keşfeder. Daha sonra “kemâlât-ı risâlet” ve “kemâlât-ı ulu’l-azm” mertebelerine ulaşılır. Bu üç mertebeye ulaşmak sadece Yüce Allah’ın fazlı ve inayeti ile mümkündür. Bu mertebelerden sonra sûfî iki yol ile manevî yükselişine devam eder. İlki ilâhî hakikat yolu (hakîkat-i ilâhiye sülûku), ikincisi ise peygamberlerin hakikati yoludur (hakîkat-i enbiyâ sülûku). İlahî hakikat yolunda önce “hakîkat-i kabe” sonra “hakîkat-i Kur’ân” ve daha sonra “hakikat-i salât” mertebeleri geçilerek “ma’budiyet-i sırf” makamına ulaşılır. Bu yol sûfînin Hakk’ın zatında fena bulmasını ve varlık mertebelerinden “lâ taayyün” mertebesine ulaşmasını ifade etmektedir. Peygamberlerin hakikati yolunda ise önce “hakikat-i İbrahimî” mertebesine ulaşılır. Bu mertebe sûfînin Hakk Teâlâ’nın himayesine girmesidir. Daha sonra “hakikat-i Mûsevî” mertebesine ulaşılır. Bu mertebede sûfî ilahî sevginin hakikatini idrak eder. Bu mertebeden sonra “hakikat-i Muhammedî” mertebesi vardır. Tüm hakikatlerin hakikati bu mertebede sûfî tarafından idrak olunur. Daha sonra “hakikat-i Ahmedî” mertebesine ulaşılır. Bu mertebede sûfî Hakk Teâlâ’nın zatına âşık olmaktadır. Bu mertebeden sonra “hubb-i sırf-ı zatî” mertebesi vardır. Varlık mertebelerinden “lâ taayyün” mertebesine en yakın olan bu mertebedir. Daha önce zikredilen hakikat-i muhammediye mertebesinin kaynağıdır. Tasavvuf eğitiminin ruhani yolunun nihayeti ise “zât-ı baht” mertebesidir. Bu mertebe varlık mertebelerinden “lâ taayyün” mertebesinin mukabilidir. Burası Hakk’ın zatı mertebesidir. Ruhani yol ile manevî yolculukta bulunan sûfînin peygamberlerin hakikatleri mertebelerini aştıktan sonra kendisine gösterilen her iki yolu, birini önceleyerek tahsil etmesi gerekmektedir. (Bkz. a.e., s. 36b-47a; Necdet Tosun, İmam-ı Rabbani, Hayatı, Eserleri, Tasavvufî Görüşleri, s. 69-76)



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs