Kadiri Yolu

 

Seyr anillah

Seyr anillah

Tasavvuf eğitiminin altıncı merhalesinde bulunan sûfînin seyri “seyr anillah” olarak adlandırılmıştır. Bu sûfînin halka hilafet için Hakk Teâlâ’dan rücu etmesi yani geri dönmesi anlamına gelmektedir. Tasavvuf eğitimi açısından bu durum sûfînin fark makāmında bulunması, cemu’l-cem halini tecrübe etmesi ve mertebe-i vâhidiyeti idrak etmesi olarak ifade edilmiştir. 


Sûfînin bir önceki mertebede kesretten vahdete doğru yani eşya ve âlemden Hakk’ın mutlak varlığına (vücûd) olan yolculuğu bu seyir mertebesinde vahdetten kesrete doğru bir tarzda gerçekleşmektedir. Bu yolculuğun mahiyeti sûfînin Hakk Teâlâ’nın kemâlâtı ile mevsuf olması neticesi bu kemâlâtı yansıtmak üzere halkın arasına karışarak onları bu kemâlâta davet eylemesidir. Burada sûfînin iki yönünün bulunduğu görülmektedir. İlki sûfînin mertebe-i vâhidiyeti idraki neticesi Hakk’ın kemâlâtı ile vasıflanmasıdır. 


Yahyâ Şirvânî (ö.869/1464) “âşık ona aşk duysun diye, kendi vasıflarıyla onu mevsuf kılar” diyerek bu hususa işaret etmektedir. Burada ifade edilmek istenen mana sûfîlerin eşyanın yaratılmasının sebebi olarak gördükleri Hakk’ın vücûdunun kemâle sahip olması ve bu kemâlin de bunun zuhurunu gerektirmesi fikridir. Tüm varlık bu cihetten Hakk Teâlâ’nın kemâlinin bir gereği olmaktadır. 


Bu düşünce Ebû Hâmid el-Gazâlî (ö. 505/1111) tarafından ortaya konan “mümkin varlıklar içerisinde var olanlardan daha mükemmeli yoktur (leyse fil‐ imkân ebda’ mimmâ kâne)” düşüncesinin sûfîler tarafından benimsenerek daha kapsamlı bir varlık anlayışı dönüştürülmesi anlamına da gelmektedir. 


Buna göre Hakk’ın mutlak olan varlığı (vücûdu) kemâlâtını ızhar etmek için zâtı ile yani ahadiyet ile taayyün etmiştir. Bu Hakk Teâlâ’nın zâtında isim ve sıfatlarının mücmel olarak bulunmasıdır. Bu mücmel olan isim ve sıfatlar da kendi kemâlâtını ortaya koymak için birbirinden temeyyüz ederek, ayrılarak tafsilî hale gelmişlerdir. 


Bu durum sûfîler tarafından mertebe-i vâhidiyet bir diğer ifade ile de Hakk’ın isim ve sıfatları mertebesi olarak nitelendirilmiştir. Bu isim ve sıfatlar da kemâlâtı açısından mazharlarını yani o ismin gereklerini var kılacaktır ki bu durum er-Rezzâk’ın (rızık veren) merzûku (rızık alanı) gerektirmesi gibi tüm varlığı ve eşyayı meydana getirecektir. Böylelikle Hakk Teâlâ’nın kemâli bütünüyle meydana gelerek tamamlanmış olacaktır. 


Tasavvuf eğitimi açısından ise sûfî bu mertebede böyle bir şuur ve düşünce içerisinde kendisinin Hakk’ın kemâlinin bir gereği olduğunun farkına varmış olmaktadır. Sûfînin bu seyir mertebesinde sahip olduğu ikinci yön ise insanın Hakk Teâlâ’nın kemâlini yansıtan tam bir aynası olmasıdır. Bundan kasıt sûfînin hilâfet için halkın arasına geri dönmesidir. Böyle bir hilafetin sûfî açısından iki yönü bulunmaktadır. 


İlki tasavvuf eğitiminin bir üst merhalesinde yani nihayetinde ve insan-ı kâmil mertebesinde ulaşacağı Hakk’ın feyzinin yani varlık tecellisinin ve dolayısı ile de bu feyzin içerisinde mündemiç olan tüm ilahî isimlerin ve sıfatların halka ulaşmasını temin etmesidir. 


İkincisi ise bu hilafetin halkın Hakk’ı tanımasında bir aracı konumda bulunmasıdır. Aynanın görüntüyü yansıtmada bir aracı olması gibi bu hilafet ile de bu mertebedeki sûfî halkın Hakk’ın kemâlâtını yani Hakk’ın isim ve sıfatlarını ve bu isim ve sıfatların rücû’ ettiği Hakk’ın zâtını ve mutlak vücûdunu gösteren bir aracı haline gelmektedir. 


Şeyhu’l-Kurrâ Muhammed b. Halife (ö.1020/1611’den sonra) bu seyir mertebesinin bu mertebeye kadar olan tüm seyir mertebelerini kuşattığını ifade etmektedir. Müellife göre sûfî bir önceki seyir mertebesi ile yani seyr fillah ile Hakk’ın hüviyeti mertebesine girmekte ve seyr anillah ile bu mertebeden geri çıkmaktadır. Bu sûfînin Hakk’ın zâtında fenâ kıldıktan sonra tekrar tefrika mertebesine geri dönmesi anlamına gelmektedir. 


Müellife göre “Rabbim, beni doğruluk girişi ile girdir ve beni doğruluk çıkışı ile çıkar ve bana katından yardımcı bir güç ver (İsrâ 17/80)” âyeti bu manaya işaret etmektedir. 


Sûfî hüviyet-i ilâhiye mertebesine sıdk (doğruluk) ve ihlas ile girer ve çıkar. Bu kimseye Allah’ın katından kendisine yardımcı olan bir güç (sultânen nasîrâ) verilir ki bu sûfînin Allah’ın izni ve onun katından olmak üzere saltanat sahibi olması ve sözleri, fiilleri, hali ve ahlakı ile Allah’ın kullarını Allah’a Allah ile davet etmesi anlamına gelmektedir. Böylelikle sûfî tasavvuf eğitiminin nihayeti mertebesine ulaşır ve Hz. Peygamber’e (sav) vâris olur. “De ki: “İşte benim yolum budur: Allah’a basiretle davet ederim. (Yusuf 71 12/108)” âyeti bu minvalde müellif tarafından bu mertebedeki sûfînin davetine işaret olarak yorumlanmıştır.



Sözlük:

Kesret : Çokluk 

Temeyyüz etmek: Benzerleri arasından belirmek, kendini göstermek, sivrilmek, seçkinleşmek.

Mevsuf : Birini benzerlerinden ayıran özelliklere sahip olma ve nitelenmiş olan 

Izhar : Açığa vurma, belirtme, gösterme

Taayyün : Belli olma, ortaya çıkma, belirme.

Mücmel :  Ayrıntısı çıkarılmamış hesap, tafsilâtlı olarak açıklanmamış söz, müphem, kapalı

Tafsil : Bir şeyi ayrıntılarıyla anlatma, açıklama.

Mündemiç : Bir şeyin içinde saklı bulunan, var olan.

Minval : Biçim, yol, tarz.


Kaynak: TASAVVUF EĞİTİMİNDE ETVÂR-I SEB’A METODU - Muhiddin USTA




Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs