ﷺ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
İbrahim Suresi 9-18. Ayetlerin Tefsiri
ibrahim Suresi'nin ana konusu, tevhid, kıyametin anlatımı ve insanın amellerinin muhasebesidir.
Üçüncü Grubun Tefsîri (9-18. Âyetler)
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ
Elleżîne yûfûne bi’ahdi(A)llâhi velâ yenkudûne-lmîśâk(e)
9- “Sizden önce geçenlerin Nuh, Ad, Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra - Allah'tan başka kimsenin bilmediği- kavimlerin haberi size gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık delillerle geldiler de onlar ellerini ağızlarına koyup dediler ki: “Biz sizin gönderilmiş olduğunuz şeyi inkar ettik. Bizi çağırdığınız her şey hakkında şüphe ve endişe içindeyiz.”
- Allah'tan başka kimsenin bilmediği- kavimlerin haberi size gelmedi mi? Bu ifade, Âd ve Semûd'dan sonra gelen ve isimleri Kur'an'da anılmayan, fakat aynı akıbete uğrayan sayısız kavim bulunduğunu bildirir. Bu, Allah'ın hükmünün evrensel ve sürekli olduğunu vurgular.
“ellerini ağızlarına koyup” bu ifade için çeşitli yorumlar vardır:
1 - Susturma İşareti: Peygamberleri susturmak amacıyla "sus" der gibi parmaklarını ağızlarına götürdüler.
2- Aşırı öfke ve inkâr sebebiyle ellerini ısırıp parmaklarını çiğnediler (pişmanlık ve kızgınlıktan dolayı).
3- Peygamberlerin getirdiği mesajı geri çevirerek, mesajı getiren eli (dolayısıyla sözü) onların ağzına geri yollamak gibi bir küçümseme jesti yaptılar. (En yaygın kabul gören yorum, susturma ve yoğun inkâr işaretidir).
Biz sizin gönderilmiş olduğunuz Tevhid, İman ve ibadeti inkar ettiklerini Peygamberlere verilen cevapta geçen "derin bir şüphe içindeyiz" ifadesiyle de, aslında delillerin açık olmasına rağmen, kalplerindeki inkârı şüphe perdesiyle gizleme çabasıdır. Tarih boyunca tüm inkârcıların aynı tepkiyi vermesi ortak bir savunma mekanizmasıdır. Statükolarını ve edindikleri sapkın inançlarını koruma çabasıdır. Bu bir direnme kalkanıdır.
İnsan nefsin çeşitli hastalıklarını üzerinde taşımaktadır. Bu izler kendisi gibi bulundukları toplumlarda da ortak bir tutku ve sapkınlığa dönüştürülerek yaşanır. Hakikat nuruna ulaşmak istiyorsa idrakının devreye girmesi gerekir.
İnsanlık tarihinde hakka karşı gösterilen direnişin değişmeyen bir kalıbı olduğunu ortaya koyar ve muhatapları, geçmişteki inkârcıların akıbetinden ders alıp, onlarla aynı tavrı sergilemekten sakınmaya davet eder.
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ
Velleżîne yasilûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyaḣşevne rabbehum veyeḣâfûne sû-e-lhisâb(i)
10- “Peygamberleri onlara demişti ki: “Gökleri ve yeri yaradan Allah hakkında mı şüphe ediyorsunuz? Halbuki O, günahınızı bağışlamak için sizi çağırıyor ve sizi belirli bir süreye kadar erteliyor.” Onlar da: “Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” demişlerdi.”
Buradaki soru inkar içindir, yani yüce Allah’ın varlığı ve uluhiyyeti delillerinin son derece açık olması sebebiyle şüphe ve tereddüde ihmal vermez. Çünkü O, herşeyden önce gökleri ve yeri yaratandır.
Allaha iman etmeye davet edildikleri halde, Peygamberlerin davetlerini yalanlayan kavimlere, Peygamberleri şöyle demişlerdir: "Hiç, gökleri ve yeri yaratan Allah'ın varlığından ve ibadete sadece onun layık oluşundan şüphe edilir mi? Halbuki Allah sizleri, kendisinin birliğini kabul etmeye ve böylece günahlarınızın bir kısmını affetmeye ve belli bir vakte kadar güzel bir hayat sürmeye davet ediyor."
Tarih boyunca tüm kavimlerin, inkarcı milletlerin ortak küfürleri ve şüphelerini O müşrikler şu şekilde dile getirdiler: "Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Siz bizi, atalarımızın taptığı şeylerden döndürüp engellemek istiyorsunuz. Öyleyse bize söylediklerinizin doğru olduğunu gösteren apaçık bir delil getirin." dediler. Resulullah onlara daha önceden getirmişti. Ancak onlar meseleyi yokuşa sürmek için bu sözleriyle getirilmesini teklif ettikleri bir mucizeyi kast ediyorlardı.
Sufiler: “Kalbine bir bak! İçindeki her nefes, O’nun varlığının delilleridir.” demektedirler. Şüphe aslında kalbi perdeler, bu perdeyi yırtan veya kaldıran şey ise; Zikir, Murakabe, Tevbe, mürşidin nazarıdır. İbn Ataullah der ki: “Allah’ın varlığına delil aramak, güneşi fenerle aramak gibidir.” Allah kulunu yakınlığına çağırmaktadır. Bu yakınlıkla Allah kulunu bağışlamayı murad eder.
Cüneyd-i Bağdâdî: “O, senden kaçanı bile affetmek için çağırır.” Allah’ın varlığı fıtrîdir; şüphe nefsin perdesidir. Din, insanı cezalandırmak için değil, affetmek için gönderilmiştir. insana tanınan ömür, manevî tekâmül için verilen bir mühlettir. Küfrün ortak zihniyeti hep aynıdır. “Siz de bizim gibi insansınız.” Delil istemek çoğu zaman hakikati geciktirmek için bir bahane olur. Mürşid, âlim ve peygamberlere karşı kibir, kalbi kör eder. Nefis, hakikate karşı bahaneler üretir; salik bunları tanımalıdır. İlâhî çağrı, kulun dönüşünü bekler; kul yaklaşırsa rahmet artar. Kalbin şüphesi zikirle, murakabe ile ve teslimiyetle temizlenir.
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ
Velleżîne saberû-btiġâe vechi rabbihim veekâmû-ssalâte veenfekû mimmâ razeknâhum sirran ve’alâniyeten veyedraûne bilhaseneti-sseyyi-ete ulâ-ike lehum ‘ukbâ-ddâr(i)
11- “Peygamberleri onlara şöyle demişti: “Biz de sizin gibi birer insanız, ama Allah kullarından dilediklerine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmadıkça biz size delil getiremeyiz. Artık Müminler Allah'a tevekkül etsinler.”
Peygamberleri, kavimlerinin inkâr eden ve mucize getirmelerini isteyen kâfirlerine şöyle dediler: "Biz de ancak sizin gibi birer beşeriz. Ancak, Allah, kullarından dilediğine Peygamberlik vermek ve daha başka nimetler ikram etmek gibi lütuflarda bulunur. Bize de Peygamberlik vererek böyle bir lütufta bulunmuştur. Bizim Peygamber oluşumuz, sizin her istediğiniz mucizeyi getirebileceğimizi ifade etmez.Yani sizin göstermemizi teklif etmiş olduğunuz mucizeyi göstermek bizim yetkimizde olan bir şey değildir, gücümüz de onu size göstermeye yetmez. Bu Allah’ın iradesi ile alakalı bir konudur. Zira biz, ancak Allah’ın izniyle size delil getirebiliriz. Müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler. Bütün işlerinde ona güvenip dayansınlar bu resullerden bütün müminlere yönelik tevekkül etmelerini emreden bir ifadedir Öncelikle de kendilerini kast etmişlerdir. şöyle demiş gibilerdir: sizin inatlaşmalarınıza pişmanlıklarına eziyetlerine karşı sabretmek hususunda bize düşen Allah'a tevekkül etmektir. Arkasından peygamberler şunları söyledi:
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ
Cennâtu ‘adnin yedḣulûnehâ vemen saleha min âbâ-ihim veezvâcihim veżurriyyâtihim(s) velmelâ-iketu yedḣulûne ‘aleyhim min kulli bâb(in)
12- “Hem bize dosdoğru yolları o göstermişken biz ne diye Allah'a tevekkül etmeyelim ki? Bize yaptığınız eziyetlere elbette dayanacağız. Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler.”
Peygamberler, ümmetlerinin inkarcılarına cevap vermeye devam ederek şöyle dediler: "Allah bizlere kendisine tevekkül etmemizi gerektirecek şekilde muamele etmişken O'na tevekkül etmemekte mazeretimiz ne olabilir? Çünkü O hepimizi tevekkül etmemizi gerektirecek şekilde bu dinin yolunda yürümeye muvaffak kıldı. O'na tevekkül etmemizi engelleyen ne olabilir? O bizleri en doğru yola, en açık ve en seçik olan yola iletmiş bulunmaktadır. Büyük bir nimete sahipken, başka bir güce güvenmenin mantıksız ve nankörlük olacağını belirtirler.
Söylediğiniz kötü sözlere, aşağılıkça yaptığınız davranışlarınıza katlanacağız. Bu ifade; peygamberlerin, kavimlerinin eziyetlerine sabredip katlanmaya ve onları davet etmekten de geri durmayacaklarına and içtiklerini belirtmektedir. Bu sabır beyanı değil , eziyetlerin devam etmesi durumunda dahi davadan vazgeçilmeyeceğine dair bir yeminli sözdür.
"Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler." Allah'a dayanmak, sadece bir seçenek değil, tevekkül ehli olanların yegane yaşam biçimidir. Bu tekrar, tevekkül konumunda direnişi ifâde eder. Yani bütün tevekkül edenler tevekküllerinde sebat etmeye devam etmelidirler demektir.
Tevekkül aynı zamanda eylemsel bir duruştur. Zorluklara sabretme ve sadece Allah’a güvenme tavrı, müminlerin hayatlarının her anını kuşatmalıdır. Bu, Allah'tan gelen hidayet nimeti için bir şükür ifadesi, inkârcılara karşı ise bir meydan okumadır. Nefsin ve şeytanın vesveselerine karşı da sabır gösterme azmini temsil eder bu duruş marifetullah ve hakikat yollarında kalbin dayanacağı başka bir varlık yoktur.
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ
Selâmun ‘aleykum bimâ sabertum feni’me ‘ukbâ-ddâr(i)
13- “Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: “Ya sizi memleketimizden çıkarırız ya da bizim dinimize dönersiniz.” Rableri de peygamberlere şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka helak edeceğiz.”
Kâfirler, kendilerini tevhid inancına davet eden Peygamberlerine tahammül edemeyip İşte bu noktadan sonra şöyle demişlerdir: "Sizi mutlaka topraklarımızdan kovacağız. Yahut da bizim dinimize gireceksiniz." Kâfir olanlar, kendi inançlarına göre yemin bile ettiler. Ya sizi çıkartırız veya geri dönersiniz.
Bunun üzerine Allah, Peygamberlerine yardım ederek onlara şöyle vahyetmiştir: "Biz, sizin düşmanlarınız olan zalimleri mutlaka helak edeceğiz." Bunlar, tevhid inancını reddederek kendi kendilerine zulmetmişler; insanları hak dinden alıkoymak suretiyle de başkalarına da zulmetmişler, böylece helak olmayı hak etmişlerdir.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
14- “Onlardan sonra da yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlara vaadimdir.”
Yüce Allah bu buyrukları ile zâlimleri helâk edip iki niteliğe gerçekten sahip olmaları halinde mü'minleri de onların yerine halifelik makamına getireceğine dair vaadde bulunmaktadır. Allah teala bu ve bundan önce geçen âyette, kendisini inkâr eden ve Peygamberlerine karşı çıkma cesareti gösteren kâfirleri tehdit etmekte, sonunda, Peygamberlerin ve hakkı temsil edenlerin muzaffer olup, kâfirlerin ve bâtılı temsil edenlerin helak olacaklarını bildirmektedir. Zalimleri helâk edip mü'minleri yerlerine halifelik makamına getirmek, hesap gününde karşıma durmaktan yahut da ilmimle benim Onu gözetimim altında tuttuğumdan azabımdan bu verdiğim söz, Kıyamet günündeki konumundan ve benim tehdidimden korkan, korkutmalarından, azabımdan çekinen kimseleredir. Yani düşmanların helâk edilmesi ve Allah'ın gerçek dostlarının onların yerine halifelik makamına getirilmeleri, takvânın varlığına bağlıdır.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
15- “Yardım istediler ve bütün inatçı zorbalar da hüsrana uğradılar”
Kâfirler, inkârlarında ısrar edip, inatçılıklarında devam edince, Peygamberler, bunlara karşı, rablerinin, kendilerine yardım etmesini istediler. Allah'tan kesin bir yardım ve zaferin kapısını açmasını talep ettiler. Aynı şekilde onlarda peygamberlerin batıl üzere olduklarını zannı ile zafer talebinde bulundular. Bunun üzerine Allah, onlara peygamberlerine ve müminlere yardım etti. Her zorba ve inatçı hüsrana uğradı.
Ayet-i Kerime, hak ile bâtıl, mücadelesini tasvir etmekte bâtılın, ne kadar güçlü görünse de sonunda yenileceğini, hakkın önünde yok olup gideceğini beyan etmekte, böylece hakkı temsil edenlerin maneviyatını kuvvetlendirmektedir.
Hakkı temsil eden Hz. Musa'ya karşı direnen Firavun, Hz. îbrahime karşı direnen Nemrut, Hz. Muhammed (s.a.v.)e karşı direnen Ebu Cehil, hep yok olup gitmemişler midir. Bunlar, bu dünyadan yok olup gitmekle kurtulmuş değillerdir. Asıl ceza, âhirette kendilerini beklemektedir.
Zulme uğrayanların ve hakikate çağrılanların dualarının kabul edildiğini ve kibir, inat ve zorbalık üzerine kurulu olan her sistem ve gücün kaçınılmaz olarak hüsrana ve yıkıma mahkûm olduğunu kesin bir dille ilan eder.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
16- “Onun önünde cehennem vardır. Orada ona irinli su içirilecektir”
Kaçınılmaz Akıbet (Min verâihî cehennem): "Min verâihî" ifadesi, "ardından, önünden, karşısında" gibi farklı anlamlara gelebilir. Müfessirler genellikle bunu "önünde (kaçınılmaz bir şekilde onu bekleyen)" veya "hayatının sonundan sonra onu takip eden" Cehennem olarak yorumlamışlardır. Bu, zorbanın dünyevi gücünün sona erdiği anda karşılaşacağı kesin ve ürkütücü sonu belirtir.
İrinli Su (Mâun Sadîd): Cehennem'deki azap şekillerinden biri olan irinli su, Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre şunları ifade eder: Kan ve İrin: Cehennemliklerin yaralarından akan, son derece pis ve kokulu bir sıvı. Kaynar İrin: Yüksek ısıda kaynatılmış, içilmesi imkansız olan acı ve iğrenç bir içecek. Rivayetler, zorbanın susuzluktan kıvranacağı, ancak içmek zorunda kalacağı tek şeyin bu tiksindirici sıvı olacağını aktarır.
Yeryüzünde zulüm ve inatçılıkla hakkı reddedenlerin, kaçış imkanı olmayan dehşet verici ve tiksindirici bir akıbete (irinli su azabına) mahkum olacaklarını kesin bir dille bildirir.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
17- “Onu yudum yudum alacak, ama yutamayacaktır. Her taraftan ona ölüm geldiği halde ölmeyecektir. Ve arkasından şiddetli bir azap da vardır.”
Bir önceki ayette (16. ayet) bahsedilen irinli su azabının (mâun sadîd) dehşetini ve inatçı zorbanın (cebbâr-ı anîd) bu azap karşısındaki çaresizliğini detaylandırır. Ne ölüme ne de rahata kavuşma imkânının olmadığı sonsuz bir işkence halini tasvir eder.
Cehennem azabının zorba üzerindeki fiziki etkilerine ve kelimelerin şiddet anlamına odaklanır. Zorba, irinli suyu o kadar zorlukla ve tiksintiyle yutmaya çalışacaktır ki, yutkunması neredeyse imkânsız olacaktır. Ayetteki "yetecerra'u" kelimesi, acı ve iğrenç bir şeyi yudum yudum, güçlükle ve zorlayarak içme halini ifade eder. Bu, azabın yalnızca tadında değil, aynı zamanda tüketim sürecinde de olduğunu gösterir.
Her taraftan ona ölüm geldiği halde ölmeyecektir. Bu ifade, Cehennem azabının en dehşet verici yönlerinden biridir. Azabın şiddeti öylesine büyüktür ki, zorba her an ölümle burun buruna gelir; acının şiddetinden canının çıkmasını ister. Ancak Allah'ın kudretiyle ona ölüm izni verilmez. Bu, acı ve ızdırabın sona ermeyeceği, ebediyen süreceği anlamına gelir.
Ayetin sonu, bu içme ve ölüm hali azabından sonra (veya bu azabın ilerleyen aşamasında) daha şiddetli ve kaba (galîz) bir azabın geleceğini belirtir. Bu, azap türlerinin bitmeyeceği ve sürekli ağırlaşacağı bir durumu işaret eder.
Özetle, inatçı zorbanın irinli su gibi iğrenç ve zorlu bir azaba mahkûm olduğunu ve ne ölümle ne de kurtuluşla rahatlayamayacağı, sonsuz ve şiddeti sürekli artan bir azap içinde kalacağını kesin bir şekilde bildirir.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
18- “Rablerini inkar edenlerin misali, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte uzak sapıklık budur!”
Allah teala, kendisine kulluk etmeyen, Peygamberlerini yalanlayan ve amellerini sağlam temellere oturtmayan kâfirlerin, dünyada yapmış oldukları amelleri, şiddetli bir fırtınanın savurduğu küle benzetiyor. Rüzgâr nasıl bu külden hiçbir zerre bırakmaz, savurup götürürse, işte âhirette kâfirlerin amellerinden de hiçbirşey ellerinde kalmaz.
Ayeti Kerimeden anlaşılmaktadır ki, kâfirlerin dünyada yaptıkları hayır gibi görünen işlerin, âhirette kendilerine hiçbir faydası yoktur. Bu husus, çeşitli âyet-i Kerimelerde çeşitli benzetmelerle beyan edilmiştir. O âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: "Kavminin, inkâr eden, âhirete kavuşmayı yalanlayan ileri gelenleri -Ki biz onları dünyada refah içinde yaşatmıştık- Şöyle dediler: "Bu, sizin gibi beşerden başka birşey değildir. Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer.
"Onların bu dünya hayatında sarf ettikleri şeyin durumu; Kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerine isabet edip onu yok eden çok soğuk bir rüzgârın durumuna benzer. Onlara Allah zulmetmedi fakat onlar, kendi kendilerine zulmettiler. [Al-i İmran/117] "Ey iman edenler, malını, insanlara gösteriş için harcayan ve Allaha, âhiret gününe iman etmeyen kimse gibi, başa kakarak ve eziyet yaparak sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Böyle bir kimsenin durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet eder. Üzerindekini götürüp çıplak bir taş bırakır. İşte bunlar da kazandıklarından birşey elde edemezler. Allah, kâfir bir topluluğu hidayete erdirmez.

إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...