Kadiri Yolu

   

İbrahim Suresi 9-18. Ayetlerin Tefsiri

                                         بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.


İbrahim Suresi 9-18. Ayetlerin Tefsiri

ibrahim Suresi'nin ana konusu, tevhid, kıyametin anlatımı ve insanın amellerinin muhasebesidir.

Üçüncü Grubun Tefsîri (9-18. Âyetler)

"Sizden önce geçenlerin... haberi size gelmedi mi?" Acaba bu buyruk

Mûsâ (a.s) tarafından kavmine yapılmış bir hitap mıdır? İbn Cerîr birincisini, İbn Kesîr ise ikincisini tercih etmiştir. Çünkü Âd ve Semûd kıssaları Tevrât'ta bulunmamaktadır. Şayet bu Hz. Mûsâ'nın sözü ve kavmine hitabı olsaydı ve onlara bu kıssaları anlatmış bulunsaydı bu iki kıssa da Tevrât'ta bulunmalıydı. İşte İbn Kesîr'in burada bu hitabın bu ümmete yönelik yeni bir hitab olduğunu ileri sürerken kullandığı delil budur. Halen elde bulunan Tevrat'tan yaptığımız nakillerden, bundan önceki âyetlerde zikredilen hitaba dair ilişkiler ihtivâ eden ifadeler gördük ve bu da İbn Kesîr'in kanaatini güçlendiren bir durumdur. İşte daha önce yapmış olduğumuz nakilleri aktarmamızın sebeplerinden bir tanesi de budur.


"Sizden önce geçenlerin Nûh, Âd, Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra -Allah'tan başka kimsenin bilmediği- kavimlerin haberi size gelmedi mi?" Burada isimleri belirtilen ve belirtilmeyen kavimler, Yüce Allah'ın haberlerinin hatırlanmasını istediği ümmetlerin kimler olduğuna açıklık getirmektedir. Manâsı ise: Bu tür ümmetler o kadar çoktur ki, sayılarını ancak Allah bilebilir, şeklindedir.


"Peygamberleri onlara apaçık belgelerle" aralarında mucizelerin de yer

aldığı son derece kesin, açık ve gözkamaştırıcı delillerle "geldiler de onlar ellerini ağızlarına koyup" yani peygamberlerin söylediklerinden hayrete düştüklerini ifade edecek şekilde parmaklarını ısırdılar veya öfkelerinden dolayı parmaklarını ısırdılar yahut da onlar bu davranışları ile Rasûllere susmalarını söylediklerini işaret etmek istediler veya ellerini konuşmasınlar diye Rasüllerin ağızlarına kapattılar yahut onlar Rasûllere olumlu herhangi bir cevap vermemek için ellerini kendi ağızlarına götürüp ağızlarını kapattılar. İbn Kesîr Mücâhid'in şu görüşünü tercih etmiştir: Ona göre onlar Rasûllerini yalanladılar ve söyledikleri sözlerle Rasûllerin sözlerini yalanladılar ve söyledikleri sözlerle Rasûllerin sözlerini reddettiler. Buna göre de manâ şöyle olur:

Rasûllerin kavimleri Rasûllerin ellerini -burada "eller" nimetler manâsınadır- ağızları ile reddettiler, kabul etmediler. Yahut da kavimler bütün güçlerini öncelikle dil ile reddetmek için bir araya getirmeleri anlamında olmak üzere, ağızlarında toplayıp çok açık bir şekilde Rasûllerin çağrılarını kabul etmediklerini dile getirdiler. "Dediler ki: Biz sizin gönderilmiş olduğunuz şeyi" iman, tevhid ve ibadeti "inkâr ettik. Bizi çağırdığınız şey hakkında şüphe ve endişe içindeyiz."


Geçmiş Kavimlerin Peygamberlerinin Çağrısı ve Kavimlerinin Atalar

Dininde Israrı (âyet 10):

"Peygamberleri onlara demişti ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi ediyorsunuz?" Buradaki soru inkâr içindir, yani Yüce Allah'ın varlığı ve ulûhiyyeti delillerinin son derece açık olması sebebiyle şüphe ve terüddüde ihtimal vermez. Çünkü O, her şeyden önce gökleri ve yeri

yaratandır.


"Halbuki O" iman ettiğiniz takdirde "günahınızı bağışlamak için sizi" iman ve ibâdete "çağırıyor ve sizi belirli bir süreye kadar erteliyor." Yani dünya hayatında tayin etmiş olduğu ve süresini belirlemiş olduğu bir zamana kadar geciktiriyor.


"Onlar da" yani yalanlayan kavimlerin her birisi de: "Siz de ancak bizim gibi birer insansınız." Bizimle sizin aranızda bir üstünlük yoktur. Siz

bizden üstün değilsiniz. Ne diye biz dururken Peygamberlik özellikle size verilmiştir ve biz size nasıl uyabiliriz? Halbuki bizimle sizin aranızda beşer olarak bir fark yoktur, birbirimize eşitiz.


"Siz bizi atalarımızın tapındığı şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin, demişlerdi." Nitekim Rasûlleri de onlara apaçık delilleri de daha önceden getirmişti. Ancak onlar meseleyi yokuşa sürmek için bu sözleriyle getirilmesini teklif ettikleri bir mucizeyi kastediyorlardı.


Onlar Delil İsteyince Peygamberler Bunun Allah'ın İznine Bağlı Olduğunu

Söylemişti (âyet 11):


"Peygamberleri onlara şöyle demişti: Biz de sizin gibi birer insanız."

İnsan olmak bakımından aramızda bir fark bulunmadığı doğrudur; "Ama

Allah kullarından dilediklerine" bize bulunduğu gibi nübüvvet ve risâlet vermek suretiyle "lütufta bulunur. Allah'ın izni olmadıkça biz size delil getiremeyiz." Biz O'ndan dileyip O da bu konuda bize izin vermedikçe, sizin isteğinize uygun bir delil getiremez, bir mucize gösteremeyiz. Yani sizin göstermemizi teklif etmiş olduğunuz mucizeyi göstermek bizim yetkimizde olan bir şey değildir, gücümüz de onu size göstermeye yetmez. Bu, Allah'ın irâdesi ile alâkalı bir konudur.


"Artık mü'minler Allah'a tevekkül etsinler." Bütün işlerinde O'na güvenip dayansınlar. Bu, Rasûllerden bütün mü'minlere yönelik tevekkül etmelerini emreden bir ifadedir. Öncelikle de kendilerini kastętmişlerdir. Şöyle demiş gibidirler: Sizin inatlaşmalarınıza düşmanlıklarınıza, eziyetlerinize karşı sabretmek hususunda bize düşen, Allah'a tevekkül etmektir. Arkasından Peygamberler şunları söyledi:

Peygamberlerin Tevekkül ve Allah Rızası İçin Eziyetlere Katlanma Kararı

(âyet 12):

"Hem bize dosdoğru yolları o göstermişken biz ne diye Allah'a tevekkül etmeyelim ki?" Allah bizlere kendisine tevekkül etmemizi gerektirecek

şekilde muamele etmişken O'na tevekkül etmemekte mazeretimiz ne olabilir? Çünkü O hepimizi tevekkül etmemizi gerektirecek şekilde bu dinin yolunda yürümeye muvaffak kıldı. O'na tevekkül etmemizi engelleyen ne olabilir? O bizleri en doğru yola, en açık ve en seçik olan yola iletmiş bulunmaktadır.


"Bize yaptığınız eziyetlere elbette dayanacağız." Söylediğiniz kötü sözlere, bayağı davranışlarınıza katlanacağız. Bu ifade; peygamberlerin, kavimlerinin eziyetlerine sabredip katlanmaya ve onları da'vet etmekten de geri durmayacaklarına and içtiklerini belirtmektedir.


"Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler." Bu tekrar, tevekkül konumunda direnişi ifâde eder. Yani bütün tevekkül edenler tevekküllerinde sebat etmeye devam etmelidirler demektir.


Bu Sefer Onlar Yurtlarından Sürülmekle Tehdid Edildiler (âyet 13):

"İşte bu noktada peygamberlerin kavimleri, onları vatanlarından çıkarıp sürmekte tehdit etme yoluna başvurdular: "Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki: Ya sizi memleketimizden" topraklarımızda, ülkemizden "çıkarırız ya da bizim dinimize dönersiniz." Yani biz size karşı bu iki işten birisini yapacağız. Ya sizi çıkartırız veya geri dönersiniz ve buna dair de kendi inançlarına göre yemin bile ettiler.


Ama Karşılarında Yüce Allah'ın Sonsuz Gücü Vardı (âyet 13-14):

"Rableri de peygamberlere şöyle vahyetti: Biz zalimleri mutlaka helâk

edeceğiz, onlardan sonra da yeryüzüne sizi yerleştireceğiz." Yüce Allah bu buyrukları ile zâlimleri helâk edip iki niteliğe gerçekten sahip olmaları halinde mü'minleri de onların yerine halifelik makamına getireceğine dair va'idde bulunmaktadır. "Bu" yani zalimleri helâk edip mü'minleri yerlerine halifelik makamına getirmek, "makamından" hesap gününde karşıma durmaktan yahut da ilmimle benim Onu gözetimim altında tuttuğumdan "ve tehdidimden" azabımdan "korkanlara va'dimdir." Bu verdiğim söz, Kıyamet günündeki konumundan ve benim tehdidimden korkan, korkutmalarından, azabımdan çekinen kimseleredir. Yani düşmanların helâk edilmesi ve Allah'ın gerçek dostlarının onların yerine halifelik makamına getirilmeleri, takvânın varlığına bağlıdır.


Bütün İnatçı Zorbaların Mahvedilişi (âyet 15 ):


"Yardım istediler" yani Peygamberler düşmanlarına karşı Allah'tan zafer dilediler yahut kâfirler kendilerinin hak üzere peygamberlerinin ise bâtıl üzere olduklarını zannederek peygamberlere karşı zafer talebinde bulundular veya her iki taraf da Allah'tan kendisine yardım etmesini istedi. "Ve bütün inatçı zorbalar da hüsrâna uğradılar." Yani aralarında inatçılık ve zorbalık edenler ziyana uğradılar. Bu gibi kimseler zafer dilemekle felâha eremediler. Bunlar ise Rasûlleri yalanlayan kimselerdir. Âyet-i kerimede geçen (جبار) Cebbâr Zorba: Yapısında zorbalık bulunan, zorbalık yapan kimse demektir. (عنيد) Anîd İnatçı ise: hakka karşı inatlaşan kimse demektir. Peygamberler Aziz ve Muktedir olan Rableri Allah'a yalvarıp yakarırken bu gibi kimseler nasıl olur da ziyana uğramazlar? Üstelik bu, Allah'tan yardım talebi ile inatçı zorbalar dünya hayatında helâk olmanın yanında bir de onları bekleyen cehennem azabı da vardır:


Ve Yeryüzü Zorbalarının Cehennem Hayatı; İçecek İrinli Sular, Binlerce Defa Korkunç Bir Azab (âyet 16-17):

"Onun önünde cehennem vardır." Aslında bu buyrukta "arka" manâsına gelen (وراء) kelimesi kullanılmıştır ve burada bu kelime "ön" manâsına gelmektedir. Yani bu inatçı ve zorbanın önünde onu bekleyen bir de cehennem vardır. Bu cehennem onu gözetlemektedir, öldükten sonra diriltilecek ve orada ebediyyen kalacaktır. Kıyamet Gününe kadar da kabrinde sabah akşam Cehenneme sunulacaktır. Bu ifadeler ya onun dünya hayatındaki niteliğini belirtmektedir; çünkü o cehennemi önünde imiş gibi gözetlemekte, o da kıyısında imişçesine bulunmaktadır; yahut da âhirette öldükten sonra diriltilip hesap için durdurulacağı vakit âhiretteki durumunu nitelemektedir.


"Orada" cehenneme atıldığında "ona irinli su içirilecektir." Âyeti kerimede geçen ( الصديد )= es-Sadîd: Cehennemliklerin derilerinden akan akın tıların adıdır.


"Onu yudum yudum alacak" yudum yudum içmeye çalışacak, tiksine

tiksine yutmaya gayret edecek "ama yutamayacaktır." Yutabilir bir hale dahi gelemeyecektir. Rahatlıkla yutabilmek nerede?


"Her taraftan ona ölüm geldiği halde o ölemeyecektir." Her yerden veya her yönden ölümün sebepleri ona gelecektir, fakat ölemeyecektir. Çünkü ölecek olsa rahatlayacaktır. Onlar için ise rahat değil azap söz konusudur. Burada cehennemliklere isabet edecek acıların tasviri yapılmaktadır. Yani eğer cehennemde ölüm söz konusu olsaydı, her birisi ölmüş gitmişti.


"Ve arkasından" yani önünden "şiddetli bir azap da vardır." Yani karşı

karşıya kalacağı her bir zaman diliminde öncekinden daha şiddetli, daha ağır bir azap ile karşılaşacaktır. Yahut da bu durumdan sonra bile onun için bir başka ağır azap daha olacaktır. Oldukça istirap verici, şiddetli ve öncekinden daha acı, daha ıstırap verici bir azap olacaktır. Arkasından Yüce Allah kendisi ile birlikte başkalarına da ibâdet eden, Rasûllerini yalanlayan, amellerini sağlam olmayan bir temel üzerinde yükselttiği için yıkılıp giden ve en çok gerek duyacağı bir zamanda onları mahveden kâfirlerin amellerine de bir örnek vermektedir:


İnkârcılar, Rüzgarın Darmadağın Ettiği Bir Kül Gibi (âyet 18):


"Rablerini inkâr edenlerin misali..." bu ifade, bir kimsenin kalkıp: Bu

kâfirlerin misali nedir? diye mukadder bir soru sormasına karşılık bir cevaptır. İşte bunların misali şudur: "Fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer." Yani Kıyamet gününde Allah'tan sevâbını isteyecekleri vakit, amellerinin misali böyle bir günde savrulan kül gibi olacaktır. Çünkü onlar işe yarayacak bir iş işlediklerini sanıyorlarken, karşılarında hiçbir şey bulamayacaklardır. Onlar bir şey bulacaklarsa bu ancak fırtınalı bir günün şiddetli rüzgarında külün savrulması sonucu geriye ne kadar bir şey kalırsa, o kadar kaldığını göreceklerdir. Yani dünya hayatında kazandıkları amellerinden ellerine geçecek olan sadece böyle bir günde külleri toplayıp bir araya getirebilme imkânı gibidir. Kâfirlerin amelleri ise onların dünyada iken yaptıkları akrabalık bağlarına riâyet etmek, köle azad etmek, esirleri kurtarmak, misafirlere yemek yedirmek ve buna benzer güzel ve ahlâkî davranışlardır. Allah bunların hiçbir şey ifade etmeyen işlerini Allah'a ve resulüne iman temeli üzerinde yükseltilmedikleri için fırtınalı bir günün rüzgarının savurduğu küle benzetmiştir 


“Yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler.” Kıyamet gününde işledikleri işlerin karşılığı olarak hiçbir sevap alamayacaklardır. Nasıl ki rüzgarın savurduğu külden bir şey toplanamıyor ise, kıyamet gününde de onlar bu tür davranışlarını sevaplarını alamayacaklardır. 


“İşte uzak sapıklık budur” yani onların temassız ve istikametsiz olarak amelde bulunmaları ve çalışıp çabalamaları sebebiyle en çok ihtiyaç duyacakları bir zamanda sevapları yitirmiş olacaklar hak yoldan veya sevap alabilmek imkanından alabildiğine uzaklaşmış olacaklardır






Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs