Kadiri Yolu


Tevhîd Vâdisi

Tevhîd Vâdisi 

Tasavvuf eğitiminin beşinci merhalesi “tevhîd vâdisi” olarak isimlendirilmiştir. Sûfîler tarafından tevhid Allah’ı hâdis olandan tenzih etmek şeklinde tarif edilmiştir. Abdürrezzak el-Kâşânî ârif ve muvahhid olarak nitelediği sûfîlerin tevhidinin ukalâ, hükemâ ve müslimîn olarak nitelediği kimselerin tevhidinden daha farklı bir mana ihtiva ettiğini belirtmiştir. Kaşânî’ye göre ukalâ ve ehl-i fikir aklî yönden Hakk Teâlâ’yı tevhid etmiştir. Bu tevhid öncelikle hudûsu yani sonradan olan eşya ve âlemi ispat ve kabul etmek daha sonra ise Hakk Teâlâ’yı bunlardan tenzih etmek üzerine kurulur. 


Böyle bir tenzih Hakk Teâlâ’yı sınırlandırmış (takyid) olacağından gerçek tevhidin manasını ifade etmemektedir. Ârif ve muhakkik olarak nitelendirilen sûfîlerin tevhidi ise şuhûda dayanmaktadır. Bu tevhid anlayışında hudûsun yani eşyâ ve âlemin ispatı asıl ve öncelikli değildir. Sûfî önce bunları nefyeder. Nefyettikten sonra da bunları Hakk Teâlâ ile ispat eder. Zira tüm mevcûdât/hudûs bu kimselerin katında Hakk Teâlâ’nın taayyünâtının farklı suretlerde birbirini takip eden ancak tekrar etmeyen tecelliler şeklindeki zuhûrundan ibarettir. Varlıkta ise Hakk Teâlâ’dan gayri bir şey yoktur. Akıl böyle bir tevhidi idrak edemez ve Hakk Teâlâ’nın tüm mevcûdâtın hakikati (‘ayn) olduğunu göremez.


Abdullah Herevî’ye göre tevhidin avam, havâs ve hassu’l-havâsa ait olmak üzere üç yönü bulunmaktadır. Avâmın tevhidi büyük şirki nefyeden Yüce Allah’tan başka ilahın olmadığına, onun ortağı bulunmadığına, Hakk Teâlâ’nın samed olup, doğmadığına ve doğrulmadığına, hiçbir şeyin de ona denk ve eşit olmadığına şehadet getirmektir. Havâssın tevhidi ise sûfînin Hakk Teâlâ’nın ezeliliğini müşâhede kılması ve sebeplerin marifetine ulaşmasıyla elde etmiş olduğu tevhiddir. Bu tevhidde sûfî gerçek fâil ve müsebbib olan Hakk Teâlâ’yı müşâhade kılar ve tevhîd-i ef’âli tahsil eder. Tevhidin üçüncü derecesi ve Hâssu’l-havâssın tevhidi ise Hakk Teâlâ’nın sıfatları ve zâtında gerçekleşen tevhiddir. Bu tevhidin zirve noktası ise Hakk Teâlâ’nın kendi kendisini tevhid etmesidir. “Allah kendisinden başka ilah olmadığına şâhitlik etti (Âl-i İmrân 3/18)” âyeti böyle bir tevhide işaret olarak yorumlanmıştır.


Ferîdüddin Attar tevhid vâdisini manevî yolculuk esnasında aşılması gereken bir vadi olarak değerlendirmiştir. Sûfî bu vâdide âlemde görülen farklı şekil ve sûretlerin Hakk Teâlâ olduğunu idrak etmiştir. Aynalar her ne kadar çok ve birbirinden farklı olsa da bu aynalarda görülen yüz Hakk Teâlâ’nın yüzüdür. Attar’a göre tüm sayılar bir sayısının tekrarından ibarettir ve neticede birdir. Sûfî bu vadide benlik ve senlik davasından sıyrılmış, maiyyet, birliktelik ve ikilikten kurtulmuştur. Varlıkta meydana gelen sebeplerinde Hakk Teâlâ olduğunu idrak etmiştir. Attar’ın rivayet ettiğine göre bir kadın bir şeyhe altın bir varak hediye getirmiş, şeyh de “Ben Allah’tan başkasından bir şey almayacağıma ahdettim” demiştir. Kadın şeyhin ikiliğe düştüğünü ifade edip onu kınayarak “Nasıl oluyor da biri iki görüyorsun?” demiştir. Sûfîlerin manevî yolculuk esnasında ulaşması gereken tecrîd ve tefrîd konakları tevhid vadisinde bulunmaktadır. Sûfî öncelikle tüm âlemin/eşyanın ezelî ve ebedî olarak daimî bir yokluk içinde bulunduğunu müşâhade kılmalıdır. Daha sonra ise tüm eşyâ ve âlemi Hakk Teâlâ ile bir ve aynı görmelidir. Tüm mevcûdat hem O’ndadır, hem O’ndandır, hem de O’nunla kaimdir. Hem de Hakk Teâlâ bu üçünden de münezzehtir. Sûfî bu vadide yılan ve akrep olarak ifade edilen tüm nispet ve itibarlardan kurtulmak sûreti ile tecrîd etmeli, daha sonra Hakk Teâlâ’da fenâ bularak tevhîd etmeli, fenâ haline dair olan şuurunu yitirmek sûreti ile de tefrîd etmelidir. 


Yahyâ Şirvânî de bu vadinin niteliklerine dikkat çekmektedir. Şirvânî’ye göre bu vadinin içindekiler tefrîd olmuştur. Bundan kasıt sûfînin bu mertebede müşâhade kıldığı ve tecrübe ettiği tüm mana ve hakikatlerin tek bir hakikat olduğu yani bunların Hakk Teâlâ’nın veçheleri olduğudur. Sûfî bu vadiden tecrîd bineğine süvâr olarak geçecektir. Bu ise sûfînin müşâhade kıldığı sûret ve manaları Hakk Teâlâ’ya izafe etmesidir. Böylelikle sûfî ben, sen ve o gibi itibarlardan ve ifadelerden kurtulmuş olacaktır. Nakış ve nakkâş bu vâdide bir bütün haline gelmiştir. Bu bütün birleşme ve katılma şeklinde olmayıp sûfînin nakış ile remzolunan eşyâ ve âlemi daimi bir yokluk içinde Hakk Teâlâ’yı ise daimî bir varlık olarak idrak etmesidir. Bu idrak neticesi sûfî Yüce Allah’ın “es-Samed” isminin anlamı ile tahakkuk edecek ve Yüce Allah’ın herşeyden müstağnî olduğunu ancak herşeyin de Allah’tan olduğunu bilecektir. Sûfî bu vadide denize katılan bir damla olarak tasvir edilmiştir. Varlığını denizden alan ancak suret ve şekillere giren damla bu vadide tekrar deniz olmuştur. Varlığını Hakk Teâlâ’dan alan farklı isim ve suretlere girerek zuhûr eden varlık da bu mertebede sûfî tarafından tekrar aslı üzere müşâhade kılınmaktadır. 


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs