Kadiri Yolu

 

El-Enam Süresi 109-127. Ayetlerin Tefsiri

El-En’âm Sûresi 109-127. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 31. 12. 2024

  ﷺ   

    بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم                                                                                                                                                                    



وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ﴿١٠٩ وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟ ﴿١١٠﴾ وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ ﴿١١١﴾ وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١١٢﴾ وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ ﴿١١٣﴾ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿١١٤﴾ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿١١٥﴾ وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿١١٦﴾ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿١١٧﴾ فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٨﴾ وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ ﴿١١٩﴾ وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ ﴿١٢٠﴾ وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟ ﴿١٢١﴾ اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٢﴾ وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿١٢٣﴾ وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ ﴿١٢٤﴾ فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢٥﴾ وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦﴾ لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٧﴾


109. -“Ve onlar bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona inanacaklar. De ki: “Ayetler ancak Allah'ın nezdindedir.” O ayetler geldiği zaman da onların yine inanmayacaklarının farkında değil misiniz?” 

Âyet-i kerimedeki “Ve onlar bütün güçleriyle Allah’a yemin ettiler.” Allah adına ileri derecede pekiştirerek yemin ederek and içtiler. “ki kendilerine bir ayet” gelmesini teklif ettikleri, harikulade olaylardan birisi “gelirse, mutlaka ona inanacaklar." O harikulade (mucize) olaya, ayete veya Allah'a veya resulüne bu ayet sebebiyle inanacaklar diye iman ettiler, böylelikle imanlarının teklif ettikleri mucizelerin gelmesine bağlı olduğunu gösterdiler. Sanki şimdiye kadar indirilmiş olan ayetler onlara yetmiyormuş gibi. “De ki: Ayetler ancak allah'ın nezdindedir” Onları size göstermeye kadir olan O’dur. Yani benim yanımda. Değildir bu ayetler. Ben onlara kendiliğimden sizlere nasıl gösterebilirim ki? “O ayetler geldiği zaman da onların yine inanmayacaklarının farkında değil misiniz?” Müminlere burada hitap var. Onların teklif ettikleri ayetler, mucizeler kendilerine gösterildiği takdirde onlara iman etmeyeceklerini biliyor musunuz? Yani bu ayetler onlara geldiği takdirde iman etmeyeceklerini ben çok iyi biliyorum. Siz ise bilmiyorsunuz, Yani müminler bu ayetin kafirlere gösterilmesi halinde onların iman edeceklerini umuyorlardı. Bu bakımdan bu ayetin gösterilmesini temenni ediyorlardı. Allah sizler onların bu ayetlere iman etmeyeceklerine dair olan bilgimi bilmiyorsunuz demektedir.

İbn-i Kâ´b’ın şöyle dediğini rivayet ediyor: "Resulullah (s.a.v.) birgün Kureyşlilerle konuşuyordu, Onlar dediler ki: "Ey Muhammed, sen bizle­re, Musa'nın âsâsı bulunduğunu, onu taşa vurarak on iki göze fışkırttığını haber veriyorsun. Yine sen, İsa'nın, ölüleri dirilttiğini, Semud kavmine mucize olarak bir Deve verildiğini söylüyorsun. O halde sen de bize bazı mucizeler getir ki biz de seni tasdik edelim" Resulullah (s.a.v.) "Size ne getirmemi istersiniz diye so­runca Kureyşliler: "Safa tepesini altın yapmanı istiyoruz" dediler. Resulullah onlara: "Şayet bunu yaparsam beni tasdik eder misiniz " diye sorunca dediler ki: "Evet, Allah’a yemin olsun ki eğer bunu yaparsan hepimiz sana tabi oluruz." Resulullah (s.a.v.) Kalkıp dua etmeye başladı. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam geldi ve Resulullaha şöyle dedi: "Dileğin yerine getirilecek. İstersen Safa tepesi altın olacak. Fakat bir mucize gönderilir de buna rağmen iman etmezlerse biz onları mutlaka azaba uğratırız. İstersen bırak onları da tevbe edip imana ge­lenler tevbe etmiş olsunlar." Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine dedi ki: "O halde tevbe edenler tevbe etsin." İşte bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil oldu

110. - “Biz onların kalplerini ve gözlerini -Ona ilk defa iman etmedikleri gibi- çeviririz de azgınlıkları içinde kör ve şaşkın bırakırız.”

Biz o müşriklerin kalplerini imandan, gözlerini hakkı görmekten çeviririz de, daha önce Allah'a ve Resulüne iman etmedikleri gibi mucizeyi gördükten sonra da iman etmezler. Biz onları, azgınlıkları içerisinde bırakırız, bocalayıp dururlar. Ne hakka ulaşırlar ne de doğruyu görürler.

111. - “Eğer biz onlara gerçekten melekleri indirseydik ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe onlar yine de inanacak değillerdi. Fakat onların çoğu cahillik ediyorlar.” 

Şayet biz o müşriklere, gözleriyle görecekleri melekleri indirseydik ve ölüleri diriltip te onlar da senin peygamberliğinin doğruluğunu ispat için kendi­leriyle konuşmuş olsalardı ve her şeyi onların karşısına toplayacak olsaydık yine de Allah dilemedikçe iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu, her şeyin, Al­lah’ın elinde olduğu hususunda cehalet içindedirler. İmanın, kendi ellerinde ol­duğunu zannederler. Diledikleri zaman iman edeceklerini, dilediklerinde de imandan çıkabilme hürriyetine sahip olduklarını sanırlar. Halbuki durum böyle değildir. Ve Allah dilemedikçe onlar imana erişemezler.

Kafirler, iman etmek için Resulullah (s.a.v.)’den çeşitli mucizeler göstermesini istemişlerdir. Şu âyet-i Kerimeler bu hususları beyan etmektedir: "Ka­firler şöyle derler: "Bizim için yerden, suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadık­ça sana iman etmeyeceğiz" , "Veya içinde üzüm ve hurma bulunan bir bahçen ol­sun, ortasından şarıl şarıl ırmaklar akıt. Yahut zannettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşür veya Allah’ı ve melekleri karşımıza getir." , "Yahut altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allah’tan, peygamber olduğunu yazan, okuyabildiğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız.

Görüldüğü gibi, açıklaması yapılan bu ayette, kâfirlerin bu işlekleri yeri­ne getirilse bile, Allah dilemedikçe yine de İman etmeyecekleri bildirilmektedir.

112. - “İşte böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiralarıyla baş başa bırak.” 

Ey Muhammed, kavminin müşriklerinden olan şu düşmanlarla seni imti­han ettiğimiz gibi senden önce gelen peygamberleri de imtihan etmiş, onlara eziyet veren insan ve cin şeytanlarını onlara düşman yapmıştık. Bu şeytanların bir kısmı, süsledikleri batıl sözleri diğerlerine fısıldarlar ki bunları işitenler Allah’ın yolundan sapsınlar. Eğer rabbin dileyecek olsaydı elbette ki bunların, Pey­gamberlere karşı olan kötülük ve eziyetlerini bertaraf ederdi ve bunu yapamaz­lardı. Bırak onları, iftiralarıyla baş başa kalsınlar. Onlara tahammül et. Çünkü onların cezalandırılması bana aittir.

Ebu Zer el- Ğifarî’nin şöyle dediği rivayet edilir: "Ben, Resulullah (s.a.v.)’e geldim. Resulullah mescitte bulunuyordu. Ben de oturdum. Bana: "Ey Eba Zer, namaz kıldın mı " buyurdu. "Hayır" dedim. "Kalk namazı kıl" dedi. Kalktım namaz kıldım sonra oturdum. Resulullah: "Ey Eba Zer, insanların ve Cinlerin şeytanlarından Allah’a sığın." dedi. Dedim ki: "Ey Allah’ın Resulü, insanların da Şeytanı var mı " Resulullah "Evet" “insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık, onlardan kimi kimine aldatmak için cazip sözler fısıldarlar.” buyurdu.

113. - “Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin, ondan hoşlansınlar ve işleyeceklerini işlesinler diye.”

Kafirlerin kalpleri allanmış pullanmış sözlere doğru kaysın demektir. Şeytanlar allı pullu sözleri, aldatmak ve ahirete iman etmeyenlerin kalplerini o sözleri kabule yöneltmek maksadıyla kullanırlar. “Ondan hoşlananlar.” Ahirete iman etmeyen kimseler o allı pullu sözleri kendilerini için beğensinler “ve işleyecek eklerini işlesinler.” Kazanacakları günahları kazansınlar “diye.” 

114- “Allah'tan başka bir hakem mi arayacakmışım? Halbuki O’dur size kitabı açık açık indirmiş olan.” Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun Rabbinin katından hak ile indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse sakın şüpheye düşenlerden olma.”

Ey Muhammed, bu müşriklere de ki: "Allah'tan başka daha adaletli bir hakem mi arayayım. Halbuki o size, hükümleri açıklayan Kur’an’ı gönderdi. Kendilerine Tevrat ve İncili verdiğimiz kitap ehli, Kur’an’ın, rabbi tarafından indirilen bir gerçek olduğunu bilirler. O halde sen, sana anlattığımız şeyler hu­susunda şüphe edenlerden olma.

115. - “Rabbinden sözü doğruluk ve adalet yönünden eksiksizdir. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O Semi’dir, Alim’dir.

Onun bildirdiği, emrettiği, vadettiği ve tehdit ettiği her bir sözü “doğruluk ve adalet yönünden eksiksizdir.” Vaadinde, tehdidinde ve haberlerinde o dosdoğrudur, emrinde nehyinde ve indirdiği şeri hükümlerinde tam bir adalet vardır. “Onun sözlerini değiştirebilecek yoktur.”  İkrarda bulunan kimsenin ikrarını işitir, küfür üzere ısrar eden kimselerin de ısrarını çok iyi bilir veya onların söylediklerini işiten Semi’dir, gizlediklerini bilen alimdir.

116. - “Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve yalnız yalan söyleyip dururlar.

Bu âyet-i Kerime, yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunun görü­şünün hakkı temsil etmediğini, çünkü bunların birtakım hayal ve kuruntulara dayandığını, bu itibarla çoğunluğun, doğru olmayan görüşüne uyulduğu takdir­de, insanları Allah’ın yolundan saptıracaklarını bizlere öğretmekte, azınlık tara­fından benimsenmiş olsa da, gerçeğe uymak gerektiğini bildirmektedir. O halde "Çoğunluk böyle düşünüyor öyleyse bu doğrudur" mantığı geçersizdir. 

117. - “Muhakkak ki Rabbin yolundan sapanları en iyi bilendir ve o hidayete ermiş olanları da en iyi bilendir.

Ey Muhammed, senin, putları Allah’a denk tutan bu müşriklere uymanı yasaklayan rabbin, doğru yolundan kimlerin saptıklarını senden de diğer bütün yaratıklardan da çok iyi bilir. Doğru yolda olanları da herkesten daha iyi bilir. O halde ey Resulüm, sana emrettiklerime uy ve yasakladıklarımdan kaçın. Sana karşı çıkanlara aldırma. Zira ben, yarattıklarımı çok iyi bilmekteyim.

118. - “Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin, tabii O'nun âyetlerine inananlar iseniz.” 

Gerçekte iman etmişseniz, üzerine Allah’ın adı anılarak kesilmiş olan hayvanları yiyiniz. Allah’ın dışında adları anılarak kesilen şeyleri veya kesilirken üzerinde Allah’ın adı anılmayan şeyleri yemeyiniz. Bu buyruk şuna  delildir: Allah’a imanın bir gereği de hayvanları keserken onun şeriatına bağlı kalmak ve uymaktır.

119. - “Size ne oluyor ki, üzerine Allah'ın adı anılan şeyden yemiyorsunuz. Halbuki zaruret dolayısıyla ona ihtiyaç duymanız hali müstesna, size haram olanları O uzun uzadıya açıklamıştır. Doğrusu birçokları heva ve heveslerine uyarak bilgisizce sapıtıyorlar. Şüphesiz ki Rabbin haddi aşanları en çok bilendir.” 

Size ne oluyor da üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yememekteki maksadınız nedir?  Halbuki Allah sizlere haram kılmış olanı ve olmayanı birbirinden ayırt ederek gerek açıklamaları yapmıştır.  Size haram kılınanlardan yapılmış bir istisna dahi vardır, bu da, sizin onu yemek sizin için helaldir. Zaruret halleri ayrıca araştırılıp okunmalıdır… Çünkü bu hallerde zaruret miktarı yemek caizdir. Onlar  bilgisizce Allah’ın adının adı anılmayarak kesilen hayvanların etlerinin helal olduğunu söylerler. Şüphesiz ki rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir. Ve onları ona göre cezalandıracaktır.

120. - “Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Çünkü günah kazananlar, kazanmakta oldukları yüzünden cezalandırılacaklardır.”

Ey insanlar, gizli olsun açık olsun, Allah’a karşı günah işlemekten kaçının çünkü Allah’ın yasak kılmış olduğu günahları işleyenler, kıyamet gününde bunun cezasını göreceklerdir. Günahın açık ve gizlisi hakkında bazı görüşler ileri sürülmüştür:

1- Said b. Cübeyre göre burada ifade edilen, açık günahlardan maksat, Allah tealanin, evlenmelerini Nisa suresinin yirmi ikinci ve yirmi üçüncü âyetlerinde haram kıldığı kadınlarla evlenmektir. Gizli olan günahlardan maksat ise zina etmektir.

2- Süddi, Dahhak ve Mücahide göre ise açık günahtan maksat, cahiliye döneminde fuhuş yapmak için bayrak asıp açıkça ilan eden kadınlarla zina etmektir. Gizli günahtan maksat ise, bir kısım kadınları dost edinerek gizlice zina etmektir.

3- İbn-i Zeyd’e göre ise, açık günahtan maksat, Kabeyi tavaf ederken, so­yunmak ve avret mahallini örtecek bir şey giymemektir. Gizli günahtan maksat ise zina etmektir.

Taberi, âyetin umumi ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığı gibi açık ve gizli yapılan diğer bütün günahları da kapsadığını söylemiştir. 

121. - “Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu bir fısktır. Doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi velilerine telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz.”

Ey iman edenler, kendiliğinden ölmesi sebebiyle veya sizin yahut ehli ki­tabın kesmesi sebebiyle, kesilirken üzerine Allah'ın ismi anılmayan veya müş­rikler onları putları için kestiklerinden üzerlerine Allah'ın ismi anılmayan hay­vanlardan yemeyin. Üzerine Allah'ın ismi anılmayarak kesilen hayvanlardan ye­mek, Allaha itaatten ayrılmaktır, fasıklıktır. Şüphesiz ki bir kısım şeytanlar, kendi dostlarına vesveseler verirler ki, o dostları sizinle, Allah’ın ismi anılma­yarak kesilen hayvanların yenebileceği hususunda tanışsınlar. "Kendi kestiğini­zi yiyorsunuz da Allah’ın öldürdüğünü niçin yemiyorsunuz " şeklinde konuşsun­lar. Eğer sizler, şeytanlara ve dostlarına itaat edecek olursanız şüphesiz ki sizler, müşrikler olursunuz.

Hasan Basri ve İkrime'ye göre bu ayet-i Kerime mensuhtur. Ehli kitabın kestiğinin yenileceğini belirten ayet bunu neshetmiştir. 

122. - “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklarda kalıp ondan çıkamayan kimse gibi midir hiç? Kâfirlere işledikleri, işte böylece süslü gösterilmiştir.”

Ölü iken dirildiğimiz, Yani önce kâfir iken ondan sonra kendisini hidayete erdirdiğimiz -Kalplerini nurlandırdığımız, kalplerine hayat bağışladığımız, “Ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz.” bu nur ile önünü aydınlatan -nurdan maksat da yakindir- “Kimse, karanlıklarda kalıp ondan çıkamayan kimse gibi midir hiç?” İçinde bulunduğu karanlıklarda nereye gideceğini bilemeyen bir türlü onlardan kurtulamayan uzaklaşamayan kimseye benzer mi? Ayeti kerime kendisine Allah'ın hidayet verdiği ve saptırdığı her kimse hakkında umumi bir örnektir. Yüce Allah burada hidayet bulan kimseyi hayat verilen ve böylelikle hikmetin ve imanın nuru ile insanlar arasında aydınlıklar içerisinde yürüyen bir kimseye benzetirken, kâfiri de içinden bir türlü kurtulamadığı karanlıklar içinde bulunan bir kimseye benzetmektedir. 

“Kafirlere işledikleri” amelleri “işte böylece” Yani mü’mine imanının süslü gösterildiği gibi Allah'ın süslemesiyle “süslü gösterilmiştir.” 

123. - “Ve böylece her kasabada oranın ileri gelenlerini suçlular kıldık; Orada hileler yapsınlar diye. Halbuki yalnız kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar.”

Biz, kafirlere, yaptıkların! süslü gösterdiğimiz gibi, her şehrin ileri gelen­lerini de oranın, Allah'a ortak koşan ve isyan eden suçluları kıldık. Böylece in­sanları aldatsınlar, bâtıl sözleriyle ve tutarsız davranışlarıyla onları kandırmış olsunlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Allah onları kontrol altında bulundurmaktadır. Onlar ise bunu hissetmezler. Allahın, kendi­leri için nasıl bir yakıcı azap hazırladığını nereden hissedecekler

Nisaburî, "Garâibül Kuran" adlı tefsirinde, Zeccacın, memleketin ileri gelenlerinin suçlular olması durumunu şöyle izah ettiğini anlatıyor: "İleri gelen­ler suçludur. Çünkü ihanet etmeye, tuzak kurmaya, asılsız şeyleri insanlar ara­sında yaymaya, diğer insanlardan daha fazla güç yetirebilirler. Bir de kişinin malının çokluğu veya mevkiinin yüksekliği, onun azmasına ve bunları muhafa­za için her çareye başvurmasına, hatta, aldatma, ihanet etme, yalan söyleme, aleyhte konuşma, laf taşıma, yalan yere yemin etme gibi bir kısım ahlaksızlıkla­rı işlemesine sebep olur. Dolayısıyla ülkesinin azgınlarından olur.

Bu hususta Allah Teâlâ, Isra suresinin on altıncı ayetinde şöyle buyuruyor: "Biz, bir ülkeyi yok etmeyi dilediğimizde oranın zevk düşkünlerine hakka uy­malarını emrederiz. Fakat onlar, dinlemeyip yoldan çıkarlar. Artık o ülke yok olmayı hak eder biz de o ülkeyi tamamen helak ederiz."

124. - “Onlara bir ayet geldigi zaman derler ki: "Allah'ın Peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe nereye vereceğini en iyi bilendir. Suç işleyenlere yapa geldikleri hilekarlık yüzünden Allah katından bir horluk ve şiddetli bir azab erişecektir.”

O müşriklere, Allah tarafından, Muhammed'in Peygamberliğinin doğru olduğunu gösteren bir delil geldiği zaman onlar: "Allah'ın Peygamberlerine veri­len mucizeler bize de verilmedikçe onun Peygamberliğine asla iman etmeyiz" derler. Kimin Peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve Peygamber­liğini ona verir. Peygambere iman etmeyen suçlulara ise, İslama ve Müslüman­lara karşı tuzak kurmaları sebebiyle Allah katında bir zillet ve şiddetli bir azap vardır.

Allah risaletini nereye vereceğini en iyi bilendir; Ebu Hureyre (ra)’den şöyle demiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ben Ademoğullarının peş peşe gelen nesilleri arasından, içinden gönderildiğim şu nesle gelinceye kadar en hayırlıları arasından seçilerek gönderildim.” Buhari 

125. - “Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini islam’a açar, kimi de saptırmak isterse onu da göğe yükseliyormuş gibi kalbini daraltır, sıkar. Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böylece murdarlığı çökertir.”

“Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini islam’a açar” Kalbine genişlik verir, aydınlatır. Allah “kimi de saptırmak isterse onu da göğe yükseliyormuş gibi kalbini daraltır sıkar.” Göğe doğru yükselip duran ve sonunda boğulmak derecesine kadar ulaşan kişinin kalbi nasıl daralıp sıkıyorsa, saptırmak istediğine de o kadar ileri derecede bir kalp darlığı verir. “Allah iman etmeyenlerin” yani kafirlerin “üstüne işte böylece murdarlığı” ahirette azab, dünyada da lanet ve Allah’ın rahmetinden kovulmuşluk “çökertir.”

Rasulullah (sav)’e sordular: Müminler arasında kim daha akıllıdır? Oda: ölümü en çok hatırlayanlar ve ondan sonrası için aralarında en çok hazırlananlardır buyurmuşlardır. Yine bir soruya, Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini islam'a açar. Buyruğu hakkında soru soruldu ve şöyle denildi: “Allah onun kalbini nasıl açar ey Allah’ın Resulü? O şöyle buyurdu: Kalbinin içine bir nur atılır, o nuru kuşatmak için kalbine genişlik verilir, kalbi ona açılır.” Bu sefer: Bunu bilebilmek için belli bir emaresi var mıdır? Diye sordular. Resulullah şöyle cevap verdi: “Ebedilik yurduna yönelmek, aldanış yurdundan uzaklaşmak, ölümle karşılaşmadan önce ölüm için hazırlanmak.” 


İşte bu kişinin teslim oluşunun alametidir. Allah’ın onun hakkında hayır dilemiş olduğunun bir belirtisidir. Bu konu üzerinde düşünen bir kimse çağımızda bu hususları oldukça zayıflamış olduğunu görecektir. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Allah kimi de saptırmak isterse onun da göğe yükseliyormuş gibi kalbini daraltır ve sıkar. İslam'la ilgili ne varsa ezanından namazına orucuna varıncaya kadar bu gibi İslam'ın rükünleri onlara daralma ve nefret atakları geçirmelerini sağlar bu yüzden başörtüsüne saldıran köpekler haline düşerler İslam'ı hatırlatacak tüm nişanelere karşı savaş açarlar. 


126. - “Ve işte bu Rabbinin dosdoğru yoludur. Gerçekten biz ayetleri aklını başına alıp düşünen bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık.”

Rabbinin, kulları için seçtiği din işte budur. Bu din ve Kur’an Rabbinin dosdoğru yoludur. Bunda hiçbir eğrilik yoktur, kesintisiz ve adaletli yoldur. Biz, ayet ve delillerimizi, düşünüp ibret alan bir topluluk için açıkladık.

Âyet-i Kerimede: "Hatırlayıp ibret alan bir kavim" zikredilmektedir. Çünkü Hakkı bâtıldan, gerçeği gerçek olmayandan ayıracak olanlar bu kavim­den olanlardır.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Bu Kur'an, Allah'ın sağlam bir ipidir, hikmet dolu bir zikirdir. Ve dos­doğru bir yoldur. 

127. - “Rableri katında selam yurdu onlara aittir. İşlediklerinden ötürü Allah onların velisidir.”

Allah’ın ayetlerini düşünen, onlardan ibret alan, onların ifade ettikleri manaların inceliklerine inen o topluluk için, rableri katında. Selamet yurdu olan Cennet vardır. Allah, yapmış oldukları amellerden dolayı onların dostu ve yardım edendir. Buna sebep amelleridir. yaptıklarına karşılık O onları veli edinir veya dünyada bizler, iyi işler yapma konusunda başarı vermek ahirette de amellerimizi gerçekleştirmek yoluyla bizim velimizdir.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar