Hud Sûresi 25-49. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Velekad erselnâ nûhan ilâ kavmihi innî lekum neżîrun mubîn(un)
25- “Andolsun, Nuh’u da kavmine göndermiştik: “Gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
Nuh'un kavmi ortak koşanların ilk ortaya çıktığı dönemde kavmine gönderildi Nuh kavmine şunları söyledi: Gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım! Benim uyarılarım ve size yaptığım uyarılar gayet açıktır.
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ
En lâ ta’budû illa(A)llâh(e)(s) innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin elîm(in)
26- “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Doğrusu ben hakkınızda acıklı bir günün azabından korkuyorum” desin diye.”
Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Eğer Allah’tan başkasına ibadet ettiğiniz takdirde, ben açıktan açığa sizi Allah’ın azabı ile uyarıyorum. Eğer bu durumunuzu ve tutumunuzu sürdürmeniz halinde hem dünyada hemde ahirette de sizi Allah’ın size acı ve ızdırap vereceği azabının gelip çatmasından korkuyorum desin diye gönderdik.
فَقَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ
Fekâle-lmeleu-lleżîne keferû min kavmihi mâ nerâke illâ beşeran miślenâ vemâ nerâke-ttebe’ake illâ-lleżîne hum erâżilunâ bâdiye-rra/yi vemâ nerâ lekum ‘aleynâ min fadlin bel nezunnukum kâżibîn(e)
27- “Bunun üzerine kavminden kafir olanların elebaşları dediler ki: “Biz senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz ve içimizde ancak bizim ayak takımının, O da işin başında düşünmeden sana uyduklarını görüyoruz. Sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Hatta biz sizi yalancı sayıyoruz.”
Nuhun kavminden ileri gelen ve Nuh’un Peygamberliğini inkâr eden kimseler, onun davetine karşılık şöyle dediler: "Sen de yaratılış, şekil ve cins bakımından bizim gibi bir insansın. Ayrıca sana, aramızda, gördüğümüz kadarıyla kavmin ileri gelenleri ve eşrafı değil, beyinsizlerinin ve ayak takımlarının uyduğunu görüyoruz. Senin bizden üstün olarak herhangi bir meziyet ve şerefinin olduğunu görmüyoruz ki sana tâbi olalım. Bilakis ey Nuh, biz seni ve sana tabi olanları» senin Peygamber olduğunu iddia etmenizde yalancılar olarak görüyoruz."
Evet, kâfirlerin, Hz. Nuh ve ona iman edenlere itirazları bu şekilde olmuştur. Bu da onların cahilliklerini ve beyinsizliklerini gösterir. Zira, gerçeğe uyanların, zayıf kimselerden olması gerçeği gerçeklikten çıkarmaz. Ona kim tabi olursa olsun o gerçektir. Bilakis ona tâbi olanlar aslında yüce kişiler ve ona uymayan kimseler de rezillerdir.
Şurası da bir gerçektir ki, hakka başlangıçta genellikle zayıf kimseler tabi olmuş, ileri gelenler ise gururlarından dolayı ona karşı çıkmışlardır. Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Bilakis onlar: "Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izinde doğru yolda gidiyoruz." dediler." "Böylece senden önce ne zaman bir ülkeye bir uyarıcı gönderdiysek mutlaka o ülkenin ileri gelen, varlıklı, şımarık kimseleri şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir din, üzerinde bulduk. Biz de onların izlerini takip ediyoruz.
Bu gerçeği idrak eden Bizans İmparatoru Heraklius Hz. Muhammed (s.a.v.)i, henüz Müslüman olmayan Ebu Süfyan’dan sorarken, aralarında şu konuşma geçmiştir:
- Ona insanların zayıf olanları mı yoksa ileri gelenleri mi tabi oluyorlar
- Zayıf olanları tabi oluyor.
- Ben sana, "O Peygambere, insanların ileri gelenleri mi yoksa zayıf olanları mı tâbi oluyorlar " diye sorduğumda sen:
- İnsanların zayıf olardan ona tabi oluyorlar. Dedim
- İşte böyledir. Peygamberlere insanların, önceleri genellikle zayıflan tabi oluyorlar...
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Kâle yâkavmi eraeytüm in kuntu ‘alâ beyyinetin min rabbî veâtânî rahmeten min ‘indihi fe’ummiyet ‘aleykum enulzimukumûhâ veentum lehâ kârihûn(e)
28- “De ki: “Ey kavmim ne dersiniz! Eğer Rabbim tarafından bir delilim olunur ve o katından bana bir rahmet ihsan etmiş, bunlar da sizden gizli bırakılmışsa, onu istemediğiniz halde size zorla mı kabul ettireceğiz?”
Nuh onlara sordu: Ey kavmim ben iddiamın doğruluğuna tanıklık edecek bir delil getirmiş olsam, Rabbim bana katından bir rahmet vermiş olsa da mı? Siz buna iman etmemekte ısrar edeceksiniz? Ben yakın üzerineyim. İşim gayet açıktır. Nübüvetimin doğruluğunda şüphe yoktur ve bu nübüvvet Allah tarafından hem Nuh’un kendisine, hem de kavmine gönderilmiş büyük bir rahmettir. Zira bu Nübüvvet sayesinde onların varlıklarının ve yaratılışlarının hikmeti gerçekleşmektedir. Allah'ın kullarına rahmetinin en büyük tecellerinden bir tanesi olan nübüvvet sayesinde bizler Allah'ı ve onun risaletini öğrenebiliyoruz. İşte Nuh onlara şöyle soruyor: Bu açık, seçik deliller sizin için gizli kaldığı bunu fark edemediğiniz için hidayet olamıyorsunuz. Tıpkı çölde kılavuzlarını kaybedip kılavuzsuz kalmış olanların durumundasınız. İşte Sizler de bu nübüvvette doğru yol bulamıyorsunuz, onun kadrini kıymetini bilemiyorsunuz. Aksine nübüveti yalanlayıp reddettiniz. Durum böyleyken bu yüce nübüvvet rahmetini kabul etmeniz için sizleri zorlayalım mı? Siz istemeseniz dahi buna mecbur bunu tutalım?
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًاۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Veyâ kavmi lâ es-elukum ‘aleyhi mâlâ(en)(s) in ecriye illâ ‘ala(A)llâh(i)(c) vemâ enâ bitâridi-lleżîne âmenû(c) innehum mulâkû rabbihim velâkinnî erâkum kavmen techelûn(e)
29- “Ey kavmim! Buna karşılık olarak sizden hiçbir mal istemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız Allah'a aittir. İman edenleri de kovacak değilim. Çünkü onlar rablerine kavuşacaklar. Ne var ki ben sizi cahillik yapan bir kavim olarak görüyorum.”
Nuh dedi ki: Ey kavmim, ben, risaletten kaynaklanan öğütlerime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ki bundan dolayı beni suçlamaya yol bulasınız. Tebliğime karşılık benim sevabım ancak Allah'a aittir. Onun sevabını bana ancak o verecektir. Ben, Allaha iman edenleri kovup uzaklaştıracak değilim. Onlar da Allah'ın huzuruna varacak, Allah onlara şeref ve soylarından değil salih amellerinden soracaktır. Ancak ben sizleri cahil bir topluluk olarak görüyorum. Cehaletinizden dolayı benden, müminleri kovmamı istiyorsunuz.
Bu âyet-i Kerime’den anlaşılıyor ki: Nuh'un kavminin ileri gelenlerinin, Nuhtan, kendisine iman eden zayıflan kovduğu takdirde ona iman edeceklerini teklif etmişler Nuh da onlara, kendisine iman edenleri kovmayacağını bildirmiştir."
Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.)’e de böyle bir teklif yapılmış ve bunun üzerine Allah teala şu âyet-i Kerimeyi indirmiştir. "Sırf Allah'ın rızasını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değiller ki, onları kovasın da zalimlerden olasın,"
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Veyâ kavmi men yensurunî mina(A)llâhi in taradtuhum(c) efelâ teżekkerûn(e)
30- "Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Hala düşünmüyor musunuz?”
Nuh Peygamber devamla dedi ki: "Ey kavmim, Allah’ı birleyen müminleri kovacak olursam Allah da bunun için beni cezalandıracak olursa buna sizden kim engel olabilir Konuştuğunuz lafların mânâsını düşünüp hata ettiğinizi anlamıyor musunuz?
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْرًاۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Velâ ekûlu lekum ‘indî ḣazâ-inu(A)llâhi velâ a’lemu-lġaybe velâ ekûlu innî melekun velâ ekûlu lilleżîne tezderî a’yunukum len yu/tiyehumu(A)llâhu ḣayrâ(an)(s) (A)llâhu a’lemu bimâ fî enfusihim(s) innî iżen lemine-zzâlimîn(e)
31- “Ben size: “Allah'ın hazineleri bendedir” demiyorum. Gaybı bilmem. Meleğimde demiyorum. Hor gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir de demiyorum. İçlerinde olanı en iyi bilen Allah'tır. Yoksa ben de zalimlerden olurum.”
Yine Nuh, kavmine şöyle demiştir: "Ben sizlere: "Yanımda, Allah’ın bitip tükenmeyen hazineleri var, onlar için bana tabi olun." demiyorum. Ben, kulların gizliliğini bilen ve rablık iddiasında bulunan birisi de değilim. Ben, sizlere gönderilmiş bir Melek olduğumu da söylemiyorum. Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Aynca ben, sizin küçümsediğiniz, Allah'a iman eden kişiler için "Allah onlara imanı nasip etmez" de diyemem. Onların kalelerinde ne olduğunu Allah daha iyi bilir. Şayet onları kovacak olursam o takdirde ben, Allah’ın koyduğu hudutları aşan zalimlerden olurum.
Hz. Nuh’un kavmine karşı deliller ortaya koyduktan sonra, her batıla meyledenin takındığı tavrı yine aynı şekilde takındıklarını görüyoruz. Bu ise hakkı reddetmek ve hak ehlinden yüz çevirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır.
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Kâlû yâ nûhu kad câdeltenâ feekśerte cidâlenâ fe/tinâ bimâ te’idunâ in kunte mine-ssâdikîn(e)
32- “Dediler ki: “Ey Nuh! Bizimle tartıştın, hem de tartışmayı çok ileri götürdün. Doğru sözlü isen haydi tehdit ettiğin şeyi getir.”
Ey Nuh sen bize karşı delil getirmeye koyuldun ve bu konuda da çokça ısrar edip ileri gittin. Peki doğru sözlü isen haydi tehdit ettiğin azaptan bir parça getir.
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Kâle innemâ ye/tîkum bihi(A)llâhu in şâe vemâ entum bimu’cizîn(e)
33- “Dedi ki: “Onu size dilediği takdirde ancak Allah getirir ve siz onu asla aciz bırakamazsınız.”
Ben birşey yapamam çünkü azabı getirmek bana bırakılmamıştır. Bu kendisini inkar ettiğiniz yüze Rabbimin zatının elindedir. Sizi cezalandıracak olanda odur. Siz onu asla aciz bırakamaz ve ondan kurtulamazsınız çünkü hiç kimse O’nu aciz bırakamaz, Ondan kurtulamaz.
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
Velâ yenfe’ukum nushî in eradtu en ensaha lekum in kâna(A)llâhu yurîdu en yuġviyekum(c) huve rabbukum ve-ileyhi turce’ûn(e)
34- “Allah sizi azdırmak istemiş ise, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüğümün size faydası olmaz, Rabbiniz O’dur, O’na döndürüleceksiniz.”
Eğer Allah sizleri saptırmak istemişse ben samimiyetimle size öğüt versem dahi, bu öğüdümün size faydası olmayacaktır. Zulmünüz ve büyüklük taslamanız sebebiyle Allah sizleri azdırmak, yok etmek, istemiş ise, benim sizleri uyarmamın, sizlere öğüt vermemin, tebliğde bulunmamın hiçbir faydası olmayacaktır. Zira sizler öğüdümü kabul etmiyorsunuz. Sizin sahibiniz ve sizi, hakimiyeti altında bulunduran Rabbiniz Allah'tır. Bu itibarla helak olduktan sonra dahi ona döndürüleceksiniz. Orada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Hz Nuh'un kıssasında bu nokta artık karşı deliller getirilmiş bir şekilde cevap verilmiştir bu noktaya vardıktan sonra şimdi Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kavminden onların söyledikleri sözlerden ve bunlara verilen cevaplardan anlatıma uygun bir şekilde bir ayeti kerime gelmektedir.
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟
Em yekûlûne-fterâh(u)(s) kul ini-fteraytuhu fe’aleyye icrâmî ve enâ berî-un mimmâ tucrimûn(e)
35- “Yoksa: “Onu kendiliğinden uydurdu” mu derler? De ki: “Ben bunu uydurduysam vebali banadır. Oysa ben sizin işlediğiniz günahlardan tamamen uzağım.”
Onlar bu Kur'an'ı kendisi uydurdu demektedirler bu inkarcı kafirler Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Kur'an'ı kendiliğinden uydurup düzlüğünü iftira etti ettiğini söylemek istiyorlar. de ki benim onu uydurduğum iddianız doğru ise böyle bir günahın cezası bana ait bana iftira üstadınızda bulunmak suçundan ceza al bu kur'an-ı Kerim uydurma ve benim tarafımdan düzülmüş değildir. Çünkü ben Allah'a karşı yalan uyduran kimselere Allah'ın ne şekilde ceza verdiğini çok iyi bilelim. Bazı Müfessirler bu ayetin Nuh as. ile kavmi arasındaki karşılıklı konuşmaların bir parçasıdır demişlerdir. Her ikiside olma ihtimali vardır. Bundan gerekli tavırların nasıl konulduğuna bakmalıdır.
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
Veûhiye ilâ nûhin ennehu len yu/mine min kavmike illâ men kad âmene felâ tebte-is bimâ kânû yef’alûn(e)
36- “Nuh'a vahyolundu ki: “Senin kavminden iman edenlerden başkası artık inanmayacaktır. Onun için onların işlediklerine üzülme!”
Nuh Peygamber kavmi ile tartıştıktan sonra ona: "Artık kavminden sana tabi olup iman edenler dışında hiçbir kimse sana imân etmeyecektir. Artık onların yaptıklarından dolayı, başlarına gelecek şeye üzülme. Zira ben onları helak edip seni kurtaracağım" diye vahyedildi.
Hz. Nuh, kavmini, dokuzyüzelli sene iman etmeye davet etmesine rağmen pek azı hariç çoğu iman etmemişler, inkârlarında ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Nuh aleyhisselam, Allah tealaya yalvararak helak olmalarını istemiştir.
Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle duyurulmaktadır: "Bu kâfirlerden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Kulumuz Nuh’u yalanlayarak "deli" demişlerdi. Nuh’a engel olunmuştu", "Nuh da rabbine: "Mağlup oldum bana yardım et" diye dua etmişti", "Biz de boşalan sularla gök kapılarını açıverdik", "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık-, Böylece takdir edilen bir iş için yerle göğün suları birleşiverdi", "Biz de Nuh’u, tahta ve çivilerden yapılmış bir gemiye bindirdik", "İnkar edilen Nuh'a bir mükâfaat olarak o gemi, nezaretimizde akıp gidiyordu", "Biz bu hadiseyi bir ibret olarak bıraktık. Hiç düşünen var mı","Azabım ve uyarılarım nasılmış gördünüz mü" Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma". "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan, kullarını saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar yetiştirirler. Nuh suresi
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Vasna’i-lfulke bi-a’yuninâ vevahyinâ velâ tuḣâtibnî fî-lleżîne zalemû(c) innehum muġrakûn(e)
37- “Gözcülüğümüz altında sana vahyettiğimiz gibi gemiyi yap! Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme! Çünkü onlar suda boğulacaklardır!”
Ey Nuh kopacak olan tufanda, sizi taşıyacak olan gemiyi yaparken denetimimiz altında ve öğrettiğimiz şekilde yap. Bu sana vahyedilecek ve sende ona göre gemiyi yapacaksın. Zalimlerin affedilmesini benden isteme. Zira onlar, hak ettikleri cezanın gereği olarak tufanda boğulup gideceklerdir. Hüküm verilmiş ve artık bu konuda kalemin mürekkebi kurumuştur. Tufanı ve içinde boğulacakların yazısını geriye almaya imkan yoktur.
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ
Veyasne’u-lfulke vekullemâ merra ‘aleyhi meleun min kavmihi seḣirû minh(u)(c) kâle in tesḣarû minnâ fe-innâ nesḣaru minkum kemâ tesḣarûn(e)
38- “Gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenlerinden yanına uğrayan oldukça onunla eğlenirdi. O da: “Bizimle alay ediyorsunuz ama, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz! derdi.”
Bu ayeti kerime Nuh’un kavminden ileri gelenler, Nuh gemiyi yaparken onunla alay ediyorlardı ve ona: “Peygamberliği bırakıp marangozluğa mı başladın” dediklerini Nuh’unda onlara: “Bugün siz bizimle alay ediyorsunuz ama tufan kopup gemiye bindiğimiz de bizde sizinle alay edeceğiz.” diye cevap verdiğini beyan etmektedir. Zaten şuandan itibaren sizin helak olacağınıza kesinlikle inanıyoruz. Çünkü hakkınızda hüküm verilmiştir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Fesevfe ta’lemûne men ye/tîhi ‘ażâbun yuḣzîhi veyehillu ‘aleyhi ‘ażâbun mukîm(un)
39- “Rüsvay edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kime ineceğini göreceksiniz.”
Nuh onlara: “Yakında Allah’ın azabını gözünüzle gördüğünüz zaman, rezil eden azabın kimin başına gelerek onu helak edeceğini ve ahiretteki devamlı olan cehennem azabına kimin uğrayacağını göreceksiniz.” dedi.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Hattâ iżâ câe emrunâ vefâra-ttennûru kulnâ-hmil fîhâ min kullin zevceyni-śneyni veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu vemen âmen(e)(c) vemâ âmene me’ahu illâ kalîl(un)
40- “Nihayet buyruğumuz gelip, tandırdan sular kaynamaya başlayınca: “Her cinsten bir çift ve hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan aile halkını ve inananları gemiye al, dedik. Zaten onunla birlikte pek az kimse inanmıştı.”
Tufan kopacağına dair emrimiz gelip çatınca azabımızın geleceğine Bir alamet olmak üzere ekmek tandırından sular fışkırınca biz nuh'a dedik ki: “ sen gemine, bütün yaratıkların cinslerinden, bir erkek diğeri dişi olmak üzere birer çift al. Ailenden de çoluk çocuğun ve eşlerinden de helak olacağına hüküm verdiğim dışında kalanları gemiye. kavminin iman edenlerini de gemiye al. zaten nuh'a kavminden pek az kimse iman etmiş ve Allah'ın birliğini kabul etmişti.
Abdullah bin Abbas nuh'a iman edenlerin 80 kişi olduğunu söylemiş diğer bir rivayette de onların 10 kişi oldukları zikredilmiştir. Ancak tabari bu hususta belli bir rakam vermenin doğru olmayacağını söylemiştir.
Ayeti kerimede zikredilen tandırdan neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler vardır Abdullah bin Abbas bundan maksat yeryüzüdür demiştir. Şu ayeti kerime bu görüşü desteklemektedir: “yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık. Böylece takdir edilen bir iş için yer ve göğün suları birleşiverdi.” Kamer 12
Taberi ise burada tandırdan maksadın ekmek tandırı olduğunu Allahu Teala'nın bundan su fışkırmasını Nuh tufanının bir alameti yaptığını söylemektedir.
Hz Ali (Ra)’den rivayet edilen bir görüşe göre ise buradaki tandırdan maksadın tan yerinin ağırmasıdır demiştir.
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Vekâle-rkebû fîhâ bismi(A)llâhi mecrâhâ vemursâhâ(c) inne rabbî leġafûrun rahîm(un)
41- “Ona binin” dedi. “Yürümesi de durması da Allah'ın adıyladır. Rabbim muhakkak Ğafur’dur Rahim’dir.”
Nuh kendisiyle beraber gemiye bindirilmesi emredilen kişilere şöyle dedi: “ Siz bu gemiye binin. bunun su Allah'ın, yolculuğu bittikten sonra durması da Allah'ın emriyle dir. Şüphesiz ki kafirleri helak edip iman edenleri kurtaran Rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir.
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ
Vehiye tecrî bihim fî mevcin kelcibâli venâdâ nûhun(i)-bnehu vekâne fî ma’zilin yâ buneyye-rkeb me’anâ velâ tekun me’a-lkâfirîn(e)
42- “O gemi dağlar gibi dalgalar içinden onları götürürken Nuh, bir kenarda ayrı kalmış oğluna: “Bizimle beraber gel gemiye bin; kafirlerle birlikte olma! diye seslendi.”
Onlar gemiye Allah’ın adıyla, diyerek bindiler. Gemi onları alıp gidiyordu. Tufan dalgaları ise dağları andırıyordu. Dalga da bilindiği gibi şiddetli rüzgarlar sebebiyle suyun çalkalanması sonucu yükselen sudur. Babasından ayrı bir kenarda ve gemiden uzakta kalan oğluna: “Bizimle beraber sende gemiye bin” islama gir ve öyle gemiye gir. Kafirlerle birlikte olma o takdirde sende suda boğulanlarla birlikte cehenneme girersin diye seslendi.
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
Kâle seâvî ilâ cebelin ya’simunî mine-lmâ-/(i)(c) kâle lâ ‘âsime-lyevme min emri(A)llâhi illâ men rahim(e)(c) vehâle beynehumâ-lmevcu fekâne mine-lmuġrakîn(e)
43- “O: bir dağa sığınırım, beni sudan kurtarır.” deyince, Nuh: “Bugün Allah'ın rahmet edeceği kimselerden başkası için Allah'ın buyruğundan kurtaracak yoktur.” dedi ve aralarına dalga girdi. Zaten oğlu da boğulanlardandı.”
Görüldüğü gibi Nuh Aleyhisselam'ın bir peygamber olmasına rağmen kafirlikte ısrar eden oğlu ona iman etmemiş, Allah'ın gönderdiği tufan gibi dehşetli bir azabı bile hafife ve helak olup gitmiştir. Bu husus da peygamber oğlu olmak da fayda vermez.
Tufanda sudan boğulmaktan kurtaracak olan ancak Allah’tan bir rahmet olursa kişi kurtulur. Hz. Nuh’un oğlu, cahilliği sebebiyle Tufanın dağların tepelerine ulaşamayacağını ve bir dağın tepesine çıktığı takdirde bunun boğulmaktan kendisini kurtaracağını zannetmişti. Babası ise ona: Hayır! Bu gün ister dağ, ister başka bir şey, hiçbir koruyucu güç sizi bu tufandan koruyamaz. Tek sığınak sizi koruyabilir ki, o da Allah’ın kendisine merhamet ettiği kimselerin duracakları, Allah’ın kendilerini kurtaracağı yerdir. Bu gemidir. Pislik tufanında sapkınlık yatağında sizi ancak Allah’ın anıldığı yerler bu kötülüklerden ve tufandan koruyabilir.
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Vekîle yâ ardu-ble’î mâeki veyâ semâu akli’î veġîda-lmâu vekudiye-l-emru vestevet ‘alâ-lcûdiy(yi)(s) vekîle bu’den lilkavmi-zzâlimîn(e)
44- “Denildi ki: “Ey arz suyunu yut ve ey gök sen de tut!” Su çekildi, işte bitti. Gemi Cudi’ye oturdu ve “Zalimler güruhu uzak olsun! denildi.”
Nuh kavmi tufanla boğulup helak olduktan sonra Allah yeryüzüne “suyunu yut” göğe de “yağmuru kes” dedi. Bunun üzerine su çekildi. Allah'ın Nuh'un kavmini helak etme emri yerine gelmiş oldu. Nuh’u ve onunla birlikte bulunanları taşıyan gemi ise Cudi dağında kaldı. Nuh kavminden Allah'ı inkar eden Zalimlere ise hüsrana uğrayın denildi.
Bir kısım müfessirler civarında olduğunu söylemişler bazıları geminin Tur Dağında kaldığını beyan etmişlerdir.
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
Venâdâ nûhun rabbehu fekâle rabbi inne-bnî min ehlî ve-inne va’deke-lhakku veente ahkemu-lhâkimîn(e)
45- “Nuh, Rabbine yakarıp dedi ki: “Rabbim, oğlum benim ailemdendi. Senin vaadin de haktır ve sen Hakimlerin en iyi hükmedenisin.”
Nuh Allaha yakarıp ailemden olanları kurtaracağına dair bana vaadde bulunmuştun. Senin vaadin haktır. Hiç bir şekilde geri kalmaz ve farklı bir şekilde de tecelli etmez. Durum böyle olduğuna göre oğlum nasıl olurda suda boğulabilir? Hakimlerin en iyi bileni adil olanısın.
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(e)(s) innehu ‘amelun ġayru sâlih(in)(s) felâ tes-elni mâ leyse leke bihi ‘ilm(un)(s) innî e’izuke en tekûne mine-lcâhilîn(e)
46- “Buyurdu ki: “Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü onun ameli salih değildir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme! cahillerden olmaman için sana öğüt veriyorum.”
Buyurdu ki ey Nuh, o senin ailenden değildir. Sana vaad ettiğim aile halkının arasında onun yeri yoktur. Çünkü ben, senin ailenden iman eden kimseleri kurtaracağımı vaad ettim. 40 ayette ve hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan aile haşkını… diye buyruldu. İşte onun helak olan bu oğlu hakkında kafir olması, Allah’ın peygamberi olan Hz. Nuh’a muhalefet etmesi sebebiyle suda boğulma hükmü verilmişti.
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Kâle rabbi innî e’ûżu bike en es-eleke mâ leyse lî bihi ‘ilm(un)(s) ve-illâ taġfir lî veterhamnî ekun mine-lḣâsirîn(e)
47- “Dedi ki: “Rabbim, Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.”
Nuh, oğlunun kurtarılmamasının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve beni rahmetinle esirgemezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum" dedi.
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Kîle yâ nûhu-hbit biselâmin minnâ veberakâtin ‘aleyke ve’alâ umemin mimmen me’ak(e)(c) veumemun senumetti’uhum śümme yemessuhum minnâ ‘ażâbun elîm(un)
48- “Ey Nuh denildi. “Bizim katımızdan selametle in! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere hayır ve bereketler olsun! Ama öyle ümmetler var ki, onları bir süre geçindireceğiz, sonra onlara tarafımızdan gelecek can yakıcı bir azap dokunacaktır.”
Allah Nuh’a: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içinde, sana ve senin zürriyetinden sonra gelecek ümmetlere verilecek olan bereketlerle in. Bir kısım ümmetleri de ecelleri gelinceye kadar rızıklandiracağız. Sonra onlara, tarafımızdan can yakıcı bir azap dokunacaktır. İşte onlar, cehennemlik olanlardır dedi."
Nuh aleyhisselam, tufandan sonra yeryüzüne inerken orada yiyecek, içecek ve barınacak gibi zaruri ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı hususunda endişe içindeydi. İşte bunun üzerine Allah teala ona: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içinde, sana ve senin zürriyetinden gelecek olan ümmetlere verilecek olan bereket ve nimetlerle in. Orada bu nimetler sana verilecektir. Bu hususta endişen olmasın" diye teminat verdi.
Ayrıca âyet-i kerime, Nuh aleyhisselamin yeryüzüne inmesinden sonra da insanlar içerisinden, yine inkarcıların çıkacağını ve onların da azaba uğratılacaklarını beyan etmektedir.
تِلْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟
Tilke min enbâ-i-lġaybi nûhîhâ ileyk(e)(s) mâ kunte ta’lemuhâ ente velâ kavmuke min kabli hâżâ(s) fasbir(s) inne-l’âkibete lilmuttekîn(e)
49- “İşte bunlar gayb haberlerindendir. Onları sana biz vahyediyoruz. Ne sen, ne de kavmin bundan önce bunları bilmezdiniz. Öyleyse sabret! Çünkü akıbet, Allah'tan sakınanlarındır.”
Allah teala bu âyet-i kerimede Nuh aleyhisselamın kıssasının, Resûlullah ve kavmi tarafından bilinmeyen ve ancak Allah'ın, Peygamberlerine vahiy etmesiyle bildirilen bir gayb haberi olduğunu beyan etmekte, böylece Kur’anın hak bir kitap, Resûlullah’ın da gerçek bir Peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. Âyet-i kerimenin son bölümünde ise, Resulullah’a, kavminin müşriklerinin yaptıklarına karşı sabretmesi emredilmekte ve güzel neticelerin, Allahtan korkanlara ait olduğu beyan edilmektedir.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...