Ra’d Sûresi 12-25. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
Huve-lleżî yurîkumu-lberka ḣavfen vetame’an veyunşi-u-ssehâbe-śśikâl(e)
12- “O’dur korku ve ümid vermek üzere size şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren.”
Şimşek çaktığı zaman yıldırımların düşmesinden dolayı korkuya düşmeyi sağlayan ve yine aynı olay sonucu insanı yağmur beklemek ümidine sahip kılan O’dur. İbni Kesir der ki: “Şimşek bulutlar arasından çıkan parlak bir ışık demetidir.” Ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren, su ile belli bir ağırlığa ulaşmış bulutları yaratıp vareden O’dur. Bu bulutlar sularının çokluğu sebebiyle ağır ve yere yakın olurlar. Hz. Peygamber (Sav) gök gürlediğinde, Allah tealaya şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım, sen bizi gazabınla öldürme, azabın ile helak etme. Bunlardan önce bize afiyet ver.”
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Lehu da’vetu-lhakk(i)(s) velleżîne yed’ûne min dûnihi lâ yestecîbûne lehum bişey-in illâ kebâsiti keffeyhi ilâ-lmâ-i liyebluġa fâhu vemâ huve bibâliġih(i)(c) vemâ du’âu-lkâfirîne illâ fî dalâl(in)
13- “Gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkuyla onu tesbih eder. O yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Halbuki onlar Allah hakkında tartışıyorlar. O ise kudret ve azabı çetin olandır.”
Her şey onu tesbih ettiği gibi, o gök gürlemesi hamd ile meleklerde korku ile O’nun heybet ve celalinden korkarak onu tesbih eder. O yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onun azameti ve kendisinden başka ilah olmadığı gerçeğinden şüphe ediyorlar. O ise kudret ve azabı çetin olandır. O düşmanlarına karşı çetin ve zorlu karşılaşmalar hazırlar. Kurdukları düzen ve desiselere karşılık ummadıkları bir yerden onları helak eder.
Bu ayeti kerimenin nüzulü için özet olarak zikredilecek olan şu olay rivayet edilmektedir: Erbed b. Rebia ile Amir b. Tufeyl, Resulullah efendimiz Mescidde iken yanına gelmişler. Amir b. Tufeyl, arkadaşı Erbed’e daha önce demiş ki: "Ben Muhammed ile konuşurken sen arkasını dolaş ve kılıçla vurarak onu öldür." Fakat onların bu niyetini anlayan Resulullah: "Allah’ım, sen dilediğin bir şeyle bunların şerrini benden uzaklaştır." diye dua etmiş onlar da bu işte muvaffak olamayarak çekip gitmişler. İşte bunlardan, Erbed b. Rebia’nın üzerine, açık bir yaz gününde yıldırım düşmüş ve onu yakmıştır. İşte Resulullah’ın duası böylece yerine gelmiş, Allah’ın teala dilediği bir sebeple bu adamı helak etmiştir.
Ayet-i Kerimenin son bölümünde: "Kâfirler, Allah hakkında mücadele ederler. Halbuki Allah, büyük kudret sahibidir." buyurulmaktadır. Bu hususta da Taberi şu olayı zikretmektedir: "Resulullah (s.a.v.), zulmüyle tanınmış bir kimseye birisini göndererek onu yanına çağırtmış, giden adam: "Allah'ın Peygamberi seni yanına çağırıyor." demiş. Adam da ona şu cevabı vermiştir: "Allah'ın Peygamberi kim Allah kim O, altından mı gümüşten mi yoksa bakırdan mı "Bunlar aralarında tartışırlarken Allah teala, gürültülerle bir bulut göndermiş, buluttan çıkan bir şimşek, bunları söyleyen kişinin kafatasını dağıtmıştır. İşte bu olay üzerine bu âyet nazil olmuştur.
İmam Ahmed rivayet ediyor Ebu Said el-Hudri (Ra)’den Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kıyametin yaklaştığı sırada yıldırımlar çoğalacaktır. O kadar ki kişi kavminin yanına varıp: “Bu sabah sizden önce kime yıldırım isabet etti? diye sorar, onlar da filan filan ve filan kişiye yıldırım çarptı diyeceklerdir.”
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Lehu da’vetu-lhakk(i)(s) velleżîne yed’ûne min dûnihi lâ yestecîbûne lehum bişey-in illâ kebâsiti keffeyhi ilâ-lmâ-i liyebluġa fâhu vemâ huve bibâliġih(i)(c) vemâ du’âu-lkâfirîne illâ fî dalâl(in)
14- “Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka dua ettikleri kendilerinin dualarına hiçbir karşılık veremezler. Durumları ancak suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış kimsenin durumu gibidir. Oysa o, hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kafirlerin yalvarışı da ancak bunun gibi boşunadır.”
Doğru dua ancak yüce Allah’a yapılan duadır." Ayetin bu kısmı çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bu izah şekillerinden birisi mealde yapılan izah şeklidir. Diğer bir açıklama şekline göre de âyetin bu kısmının açıklaması şöyledir: "İnsanları hakka çağırmak, ancak Allah’a çağırmaktır. Allah’tan başkasına davet etmek ise bâtıldır.
Bir başka izah şekline göre de bu kısmın açıklaması şöyledir: "Hakka davet etmek Allah’a mahsustur. Çünkü o, tevhide davet eder. Allah’tan başka varlıklar ise bâtıla davet ederler. Asılsız şeyleri kabullenmeye çağırırlar.
Ayet-i Kerime, Allah'tan başkasına yalvaran ve onlardan bir şeyler isteyenleri, ellerini açarak uzakta bulunan bir suyu alıp ağzına götürmek isteyen kimsenin durumuna benzetiyor ve diyor ki: "Müşriklerin, Allah’ı bırakıpta kendilerine yalvardıklan putlar, onların dualarına cevap veremezler. Onlara ne bir menfaat sağlayabilirler ne de bir zararı onlardan uzaklaştırabilirler. Bunların durumu, susuz bir adamın durumuna benzer ki, o adam, ellerini açarak derin bir kuyunun dibindeki suya uzatır, diliyle suyun gelmesi için çağırır, elleriyle ona işaret eder. Fakat su, kendiliğinden yükselip onun ağzından içeri girmez. Allah’ı inkâr edenlerin duası, sapıklıktan başka birşey değildir.
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ ۩
Veli(A)llâhi yescudu men fî-ssemâvâti vel-ardi tav’an vekerhen vezilâluhum bilġuduvvi vel-âsâl(i) ۩
15- “Göklerde ve yerdekiler de, gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler.”
Meleklerin ve müminlerin secde etmesi gibi isteyerek: münafıkların ve sıkıntı ve darlık zamanlarında kafirlerin ettikleri gibi de istemeyerek yani Allah'ın kanun ve sünnetlerini boyun eğmek zorunda oldukları gibi istemeyerek secde ederler. gölgeleri de onlarla beraber Allah'a secde ederler. Çünkü gölgeler de Allah'ın sünnetlerine boyun eğer. işte Gölgelerin secdesi de budur. şimşeği, gök gürültüsünü yaratan, bulutları meydana getiren, yıldırımları gönderen, çetin güç ve kudrete sahip olan, duaları kabul eden, her şeyin kendisine boyun eğdiği zat, aynı zamanda Hakkı da bilendir, Hakk'a iletendir ve hakkın gereğince amel edilmesini isteyendir. o böyle olduğuna göre ona ibadet etmek, ona itaat etmek, şeriasına ve resullerine uymak gerekir. Bundan sonra Yüce Allah kendisinden başka ilah olmadığını vurguladığı gibi kafirlerin de esasen gökleri ve yeri Yaratanın o olduğunu itiraf etmekle birlikte; Onun dışında kendilerine bir takım veliler edindiklerini, onlara taptıklarını da vurgulamaktadır. İşte onların edindikleri ilahlar bizzat kendilerine ve dolayısıyla da kendilerine tapanlara daha ne bir fayda ne bir zarar verebilirler. bu ilahların onlara sağladığı fayda da olmadığı gibi, onlara gelebilecek bir zararı da çeviremezler. peki, Allah ile birlikte bu gibi ilahlara tapınan kimseyle ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın sadece Allah'a ibadet eden kimse bir olur mu? böyle bir kimse Rabbimden gelmiş bir nur üzeredir. işte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurduğunu görüyoruz:
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Kul men rabbu-ssemâvâti vel-ardi kuli(A)llâh(u)(c) kul efetteḣażtum min dûnihi evliyâe lâ yemlikûne li-enfusihim nef’an velâ darrâ(an)(c) kul hel yestevî-l-a’mâ velbasîru em hel testevî-zzulumâtu ve-nnûr(u)(k) em ce’alû li(A)llâhi şurakâe ḣalekû keḣalkihi feteşâbehe-lḣalku ‘aleyhim(c) kuli(A)llâhu ḣâliku kulli şey-in vehuve-lvâhidu-lkahhâr(u)
16- “De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? “Allah'tır” de. “Yoksa onu bırakıp kendilerine bir fayda ve zarar olmayan veliler mi edindiniz?” De ki: “Hiç körle gören bir olur mu; yahut karanlık ile aydınlık bir midir?” Yoksa Allah gibi yaratması olan ortaklar koştular da yaratmaları birbirine mi benzettiler? Deki: “Allah'tır her şeyi yaratan ve o vahittir, kahhardır.”
Ey Muhammed, Allah'a ortak koşan kişilere de ki: "Gökleri ve yeri yaratan, onları icat eden ve onları sevk ve idare eden kimdir? Onlara sen cevap vererek de ki: "Onları yaratan ve icat eden ancak Allah’tır. O halde kulluk ancak Allah'a yapılır."
Ey Muhammed, yine o müşriklere de ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah'ı bırakıp ta, bizzat kendilerine dahi bir menfaat sağlayamayan ve bir zarar da veremeyen yaratıkları mı dostlar ediniyorsunuz. De ki: "Hakkı göremeyen kör kâfirle, onu görüp ona uyan mümin hiç bir olur mu yoksa karanlıklara benzeyen kâfirlik ve sapıklıkla aydınlığa benzeyen iman ve hidayet bir olur mu yoksa o müşrikler Allah'a ortaklar uydurup onların da Allah gibi varlıklar yarattıklarını görüpte yaratma işinin kime ait olduğu hakkında şüpheye mi düştüler.
Ey Muhammed, onlara de ki: "Sizin ve her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, birdir, kahredicidir. Hiçbirşey onu kahredemez. O, her şeye galiptir.”
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًاۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ
Enzele mine-ssemâ-i mâen fesâlet evdiyetun bikaderihâ fahtemele-sseylu zebeden râbiyâ(en)(c) vemimmâ yûkidûne ‘aleyhi fî-nnâri-btiġâe hilyetin ev metâ’in zebedun miśluh(u)(c) keżâlike yadribu(A)llâhu-lhakka velbâtil(e)(c) feemmâ-zzebedu feyeżhebu cufâ-â(en)(s) veemmâ mâ yenfe’u-nnâse feyemkuśu fî-l-ard(i)(c) keżâlike yadribu(A)llâhu-l-emśâl(e)
17- “Gökten su indirir de dereler kendi miktarlarınca dolar taşar. Selin üstünde de kabarcıklar, köpükler vardır. Süslenmek veya yararlanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer köpük çıkar. Allah hak ile batıl için işte böyle misal verir. Köpük kaybolur gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah misalleri işte böyle verir.”
Kullarına olan şefkat ve merhametinden dolayı o gökten suyu indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı nefisler istidatlarının el verdiği oranda bu sudan alıp doldu ve sonra da taştı. İbni Kesir şunları söylemektedir: “Burada kalplere ve kalpler arasındaki farklılıklara işaret edilmektedir. Kimi kalpler çokça ilim kuşatır, kimileri de az miktarda bilgi kuşatabilir hatta bundan bile darlanabilir.”
Hakkın kalıcı oluşu, bâtılın da yok olmaya mahkum oluşu: Allah'ın, gökten indirdiği yağmur suyuna ve çeşitli ziynet eşyaları ve benzeri şeyler yapmak için eritilen madenlerin durumuna benzer. Akıp giden bu su üzerinde, kabaran bir köpük oluşur ve eritilen bu madenlerin bir de posası vardır. İşte Hak, kabakları ve faydalı olmaları bakımından bu su ve madene benzemekte, bâtıl - ise, gelip geçiciliği ve faydasız olması bakımından, bu suyun ve madenin üzerinde oluşan köpüğe ve madenden çıkan posaya benzemektedir. Yani, bâtıl yok olmaya mahkumdur. Hak, ebedidir, kalıcıdır.
لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟
Lilleżîne-stecâbû lirabbihimu-lhusnâ(c) velleżîne lem yestecîbû lehu lev enne lehum mâ fî-l-ardi cemî’an vemiślehu me’ahu leftedev bih(i)(c) ulâ-ike lehum sû-u-lhisâbi veme/vâhum cehennem(u)(s) vebi/se-lmihâd(u)
18- “Rablerinin çağrısını kabul edenlere en güzel karşılık vardır. Onun çağrısını kabul etmeyenleri ise şayet yeryüzünde bulunan her şey ve onunla beraber bir katı daha onların olsa onları fidye verirlerdi. Hesabın kötüsü işte onlar içindir, varacakları yer cehennemdir ve o ne kötü yerdir!”
Allah’a ve Peygambere itaat eden ve Allah katından kendilerine gelenleri tasdik eden müminler için güzel bir mukâfaat olan cennet vardır. Allah’a ve Peygambere itaat etmeyen kâfirlere gelince: Yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa da, Allah'ın azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar bu, kendilerinden kabul edilmeyecektir. Onlar için kötü bir hesap verme vardır. Allah, onları bütün yaptıklarından hesaba çekecek ve kötülükleri karşısında cezalandıracaktır. Onların kaçıp sığınacakları yer ancak cehennemdir. O, ne kötü bir yataktır.
Ahirette mümin kişinin, bu dünyada işlemiş olduğu salih ameller dışında bir kazancı yoktu. Kâfirler için ise hiçbir yardımcı yoktur. Kurtuluş için de hiçbir çareleri yoktur.
Bu hususta diğer bir âyette de şöyle Duyurulmakladır: "Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verseler bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıcı; bir azap vardır. Onların, hiçbir yardımcıları da yoktur.
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
Efemen ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbike-lhakku kemen huve a’mâ(c) innemâ yeteżekkeru ulû-l-elbâb(i)
19- “Sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen hiç kör gibi midir? Ancak akıl sahipleri ibret alırlar.”
Ayet-i Kerimede, hakkı idrak edenlerin, gerçekten gözleri görenler oldukları, hakkı idrak edemeyenlerin ise, maddi olarak gözleri görse de, mânevi bakımdan kör oldukları beyan edilmektedir. Zira hakkı görmeyen kimse ebedi hayatı kaybetmiş ve uçuruma yuvarlanmış bir kördür. Bundan daha kötü bir şaşkınlık olabilir mi ..
Bu hususta; diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı bari bu yolla düşünecek kalblere ve işitecek kulaklara sahip olsalar. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler körelir."
Bu ülke topraklarında hakkında izleri görülmesi herkesce aşikardır. Buna rağmen hayatın görülen fesatlarına karşı kişi nasıl bile isteye körlüğü seçebilir ve biz Islah edicileriz diyebilir onlar olsa olsa ifsad ediciler olmazlar mı? Allah’tan gelmiş hakikatlerle Hak olana karşı asırlardır bu topraklar islamla yoğrulmasına rağmen bu yolun hak olduğunu bilmelerine rağmen meclislerinde hıristiyanlığa geçişi oylamaya sunan bu güruh sizce bozguncu, sapkın olan fesad ehli değil midir? Onların ortaya koydukları sistem insanlar için mutluluk ve saadet adaletin ayakta durduğu bir sistem midir. Bunu göremeyecek kadar kör olanla gören arasında bir fark vardır. Ancak bunu akılları dumura uğramamış ve akıllarını satmamış olanlar için ibret alıp doğruyu idrak hali mevcut olur.
İnsan hayatında Muhammedi bir çizgiye ulaşmak istiyorsa dini inancını erozyona uğratarak devamlı eriyen bir hayat yaşamamalıdır. Yalnızca O’na ibadet etmek, O’na boyun eğmek, O’ndan başkasından herhangi bir emir almamak, ancak O’nun emirleri ve nehiyleri uymakla ahidlerini yerine getirenlerden olmak, Allah’ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler. Rablerine karşı korku içerisindedirler. Allah’ın kendilerine yasakladığı şeyleri yapmaktan, O’nun gazabına uğramaktan korkarklar. O’nun huzurunda kötü şeylerden dolayı hesaba çekilmekten çekinilir. İşte o yüzden bütün duygu ve hareketlerinde ahireti hesaba katarlar. Allah’a verdikleri ahid üzere kalabilmek için ondan devamlı yardım isterler. Herşeye katlanırlar sabır ederler namazı dosdoğru kılarlar, Allah’ın kendilerine verdiklerinden de gizli ve açık olarak infak ederler. Yeryüzünde kötülük ve fesadı iyilikleri ile def eder, kaldırır ve bertaraf ederler.
Bizler müslümanlar olarak, Hz. Muhammede indirilenin hak olduğuna iman etmiş olmakla yüce Allah’ın salih kulları için beğenip seçmiş olduğu biricik siyasal konum, görüş ve şeriatın dışında kalan, Allah’ın düzeni dışındaki bütün düzenleri, sosyal ve ekonomik görüş ve hayat tarzını toptan reddetmek zorunda olduğumuzu biliriz.
Allah’ın kitabından alınarak oluşturulan kanunlara tabi oluruz. Bunun dışında ortaya konulan tüm beşeri kanunlar sapkınlık ve istismara açık ihlallerle doludur. Allah’a teslimiyetin dışına çıkılmış olan bir çizgi oluşmuş demektir. Yeryüzünde körlerin değil görenin Hak olduğu bilinciyle yapılanlarla ilgili bir önderlik mücadele sergilenmektedir. YaHakkın üstün tutulduğu yada Hakka karşı gelenlerin yani körlerin üstünlüğü… Unutulmamalıdır ki, insanlığın yeryüzünde Allah’ın dinini hakim kılınması ve müslümanların birlikteliğinin sağlanması için halifelik sistemi ile ancak dosdoğru, adaletin hakim olacağı bir düzeni kabul ettiklerinde, Rabbani düzenin himayesinde huzura ve mutluluğa ulaşabileceklerdir.
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ
Elleżîne yûfûne bi’ahdi(A)llâhi velâ yenkudûne-lmîśâk(e)
20- “Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.”
Ayet-i Kerimede zikredilen "Allah'ın ahdi"nden neyin kastedildiği hususunda şu görüşler zikredilmiştir: "Bu ahit," Hani rabbin, Ademoğullarının sulbleriden zürriyetlerini çıkarmış, onları, kendi nefislerine şahit tutarak "Ben sizin rabbiniz değil miyim " demiş, onlar da "Evet, şahidiniz, sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdi. Bu, kıyamet gününde "Bizim bundan haberimiz yoktu." dememeniz içindir. (A’raf/172) âyetinde zikredilen ahittir.
Yahut bu ahit, haklarında aklî ve naklî deliller bulunan emir ve yasaklardır. Bu delilleri görenler, emirleri tutmak ve yasaklardan kaçınmak zorundadırlar. Zira onun delilleri görmesi, Allaha karşı bir ahit vermesi anlamına gelmektedir.
Ayet-i Kerimede zikredilen "Söz verme"nin ne anlama geldiği hususunda da şunlar söylenmiştir: "Buradaki söz verme "La ilahe İllallah Muhammeden Resulullah" diyerek iman ettiğine dair Allah’a vermiş olduğu söz ile, insanlarla yapmış olduğu herhangi bir muamelede verilen söz anlamına gelmektedir.
Böylece hakkı gören müminler, hem rablerine iman ettiklerine dair verdikleri sözü bozmazlar hem de insanlarla yapmış oldukları muamelelerde vermiş oldukları sözden caymazlar.
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ
Velleżîne yasilûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyaḣşevne rabbehum veyeḣâfûne sû-e-lhisâb(i)
21- “Ve onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini şeyi birleştirirler. Rablerine karşı haşyet duyarlar ve kötü hesaptan korkarlar.”
Bu akıl sahipleri, Allah’ın, koparılmamasını emrettiği akrabalık bağını koparmazlar. Bütün hareketlerinde rablerinin, kendilerini denetlemesinden korkarlar. Ahirette çetin bir hesap vereceklerinden çekinirler ve ona göre davranırlar.
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ
Velleżîne saberû-btiġâe vechi rabbihim veekâmû-ssalâte veenfekû mimmâ razeknâhum sirran ve’alâniyeten veyedraûne bilhaseneti-sseyyi-ete ulâ-ike lehum ‘ukbâ-ddâr(i)
22- “Ve onlar rablerinin rızasını dileyerek sabrederler. Namazı dosdoğru kılarlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça infak ederler. Kötülüğü iyilik yaparak bertaraf ederler. İşte bu dünyanın akıbeti onlarındır.”
Gerçeği gören o akıl sahipleri, rablerinin rızası için sabrederler. Kendilerini haramlardan ve günahlardan alıkoyarlar. Namazlarını, bütün tadil-i erkânıyla ve huzur-ı kalb ile kılarlar. Kendilerine vermiş olduğumuz rızıklardan, eşleri, akrabaları, fakirler ve yoksullar için, yerine göre gizli yerine göre aşikar olarak harcarlar. İyilikler yaparak kötülükleri önlerler. Ahde vefa gösteren, korku ve ümit arasında bulunan, belaya sabreden, kazanın kötü tarafından kendilerine isabet eden şeylerden hoşnut olan, genişlik ve darlıkta Mevlaya yönelen ve kendilerinde bulunanı Allah rızası için fakirlere harcayan veli ve said kullar bu dünya hayatında iken ahirete ait lezzetleri sevaplar, yüksek dereceler ve istediklerini elde etme gibi nimetleri kazanırlar.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ
Cennâtu ‘adnin yedḣulûnehâ vemen saleha min âbâ-ihim veezvâcihim veżurriyyâtihim(s) velmelâ-iketu yedḣulûne ‘aleyhim min kulli bâb(in)
23- “Adn cennetleridir o akıbet. Onlar da oraya girerler. Babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da. Melekler de her kapıdan yanlarına gelir.”
İşte bunlar için âhiret yurdunun en güzel mükâfaatı olan "Adn" cennetleri vardır. Bu cennetler, Peygamberlerin, şehitlerin ve velilerin makamıdır. Bu cennetlere hem kendileri hem de salih amel işleyen babaları, eşleri ve çocukları girecektir. Böylece ahirette de bir araya gelmenin sevincini yaşayacaklardır. Melekler tüm kapılardan yanlarına girecekler ve:
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ
Selâmun ‘aleykum bimâ sabertum feni’me ‘ukbâ-ddâr(i)
24- “Sabrettiğiniz için selam size. Burası dünyanın ne güzel karşılığıdır!”
Melekler her kapıdan onların yanına girecekler ve onları, dünyada çeşitli zorluk ve çilelere karşı sabretmeleri sebebiyle eriştikleri nimetlerle müjdeleyip tebrik edecekler ve "Selam size" diyeceklerdir.
Ayeti Kerimede, âhiretteki nimetlerin, dünyadaki sabretmenin karşılığı olarak verildiği zikredilmektedir. Sabır, hem cihad sırasında düşman karşısında direnmek hem de fakirlik içinde bulunduğu halde isyan etmeden, ihtiyaçlar karşısında mütevekkil olup Allaha güvenmektir.
Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Sizler, Allah’ın yarattıklarından, cennete ilk gireceklerin kimler olduğunu biliyor musunuz " dedi.
Sahabiler ise: "Allah ve resulü daha iyi bilir." dediler.
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Allah’ın yarattıklarından cennete ilk girecekler, fakirler ve muhacirlerdir. Onlar ki sınırlar onlarla korunur, zor işler onlarla başarılır. Onlardan birisi öldüğünde, ihtiyaçlarını kalbinde taşıyarak, onları gideremeden ölürler.
Allah teala, Meleklerinden dilediğine şöyle der: "Onları karşılayın ve selamlayın." Melekler: "Ey rabbimiz, biz senin göklerde yaşayan ve yarattıklarının hayırlıları olan varlıklarız. Sen bizlere, gidip onları karşılamamızı ve onları selamlamamızı mı emrediyorsun " derler.
Allah: "Onlar, sadece bana kulluk eden, hiçbir şeyi bana ortak koşmayan kullardır. Sınırlar onlarla korunuyor, sevilmeyen zor işler onlarla başarılıyordu. Onlardan biri öldüğünde, ihtiyaçlarını kalbinde taşıyarak, onları gideremeden ölmüşlerdir."
Bunun üzerine Melekler gelirler ve her kapıdan yanlarına girerler ve sabretmelerinin karşılığı olarak "Selam size, âhiretin en güzel mükâfaatı ne hoştur." derler.
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Velleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fî-l-ardi(ﻻ) ulâ-ike lehumu-lla’netu velehum sû-u-ddâr(i)
25- “Anlaştıktan sonra Allah'ın ahdini bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini kesenler ve yeryüzünde fesat yapanlar, işte lanet onlaradır ve yurtların en kötüsü onlarındır!”
Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınacaklarına dair kesin söz vermelerinden sonra bu ahitlerini bozanlara, Allah’ın, kopanlmamasmı emrettiği akrabalık bağını koparanlara, yeryüzünde çeşitli günahlar işleyerek bozgunculuk çıkaranlara gelince, işte lanet bunlaradır. Bunlar, Allah’ın rahmeti ve cennetinden uzaklaştırılmışlardır. Ahirette kötü akıbet kendilerini beklemektedir.
Allah teala bu âyet-i Kerimede, günahkârların sıfatlarını ve ahirette ne gibi cezalarla karşılaşacaklarını beyan etmektedir. Bu günahlar, Allah'a verilen sözleri bozmak, Allah’ın, koparılmamasını emrettiği akrabalık bağlarını koparmak ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak şeklinde üç kısma ayrılmıştır. Allah’a verdikleri sözü bozmaktan maksat, iman esaslarına ters davranmak ve Allah’ın emir ve yasaklarını dinlememektir. Akrabalık bağlarını koparmak ise, akrabalar karşı İslamın emrettiği şekilde davranmamaktır..
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak meselesine gelince, o da, Allah'a karşı isyan etmek ve diğer herhangi bir günahı işlemektir. Böyle bir insan, kendisini yaratan Allah ile, akrabalarıyla ve diğer bütün insanlarla irtibatını koparmış olduğundan, Allah'ın rahmetinden kovulmayı hak etmiş ve ahirette kötü bir ceza ile cezalandırılmaya layık olmuştur.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...