Seyr-i Sülûkta Cehrî Zikir
Zikir, genel olarak hafî (gizli, sessiz) ve cehrî (açık, sesli) olmak üzere ikiye ayrılır.Cehrî zikir, Allah’ı açık sesle, kalp-dil birlikteliğiyle anmaktır. Seyr-i sülûk (manevi yolculuk) esnasında Allah'ı zikretmek, kalbi arındırmanın ve manevi derecelerde yükselmenin anahtarıdır. Bu uygulama, özellikle tasavvuf yolunda nefsi terbiye, gönlü uyandırma ve kalbi diri tutma amacıyla tercih edilir.Pek çok tasavvuf ekolü, özellikle nefis terbiyesinin başlangıç aşamalarında ve toplu meclislerde cehrî zikri uygulamıştır.
Kur’ân’dan Deliller
Cehrî zikrin meşruiyetine dair en büyük dayanak, Kur'an ve Sünnet'te yer alan genel zikir emirleridir. Ayrıca, bazı ayet ve hadisler doğrudan ya da dolaylı olarak sesli zikre işaret eder.
-*- “Rabbinin adını yüksek sesle an.” (A’lâ 1)
-*- Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Rabbini sabah akşam, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle an..." (el-A'râf, 7/205). Bu ayet, zikrin hem içten (hafî) yapılmasını emrederken, aynı zamanda "yüksek olmayan bir sesle" ifadesiyle cehrî (açık) zikre de kapı açar. Alimler, bu ifadenin "bağırmadan, avazı çıktığı kadar değil, duyulacak bir sesle" anlamına geldiğini belirtirler.
-*- “Sabah-akşam Rabbinin adını zikret.” (İnsan 25)
-*- “Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzerindeyken Allah’ı zikrederler.” (Âl-i İmran 191)
-*- “Allah’ın evlerinde (mescidlerde), sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (Nûr 36)
Bu ayetlerin tefsirlerinde âlimler, zikrin hem kalben hem lisânen yapılabileceğini belirtmişlerdir.
Hadislerden Deliller
Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.) ve Sahabe'nin uygulamaları, cehrî zikrin caiz olduğunu gösterir:
Hz. Âişe (r.anha) validemizden rivayet edilen bir hadiste, namaz bitince cemaatin sesli olarak tekbir ve tehlil (Lâ ilâhe illallah) getirdiği açıkça belirtilmiştir: "İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: İnsanlar farz namazdan ayrıldığı zaman sesli zikir, Rasulullah (s.a.s.) döneminde vardı. İbn Abbas (r.a.), 'Ben bunu duyduğumda namazın bittiğini anlardım' dedi." (Buhârî, Ezan, 155; Müslim, Mesâcid, 122) Bu hadis, namaz sonrasında dahi toplu ve sesli zikrin uygulandığını ve bunun bid'at olmadığını gösterir.
“Allah’ı zikretmek için bir araya gelen topluluğun üzerine sekine iner, rahmet onları kuşatır ve Allah onları meleklere över.” (Tirmizi, Daavat)
"Allah Teâlâ buyurdu: 'Ben, kulum beni zikrettiğinde ve dudakları Benimle kımıldadığında onunla beraberim.'" (Buhârî, Tevhîd, 15) Dudakların kımıldaması, zikrin gizli (hafî) olmaktan çıkıp, lafızların telaffuz edildiği, yani sesli veya yarı sesli (cehrî) yapıldığı durumlara işaret eder. Bu hadiste cemaatle ve sesli zikrin meşruiyetine delildir.
“İçlerinden birinin ‘Âmin’ demesi ve gök ile yerin bu kelimeye titreşmesi bana ne kadar hoş geliyor.” (Abdullah b. Ömer rivayeti) Buradaki titreşim ifadesi bazı âlimlere göre yüksek sesli zikir ve dua atmosferine işarettir.
Yine Hz. Peygamber yüksek sesle tekbir getiren bir cemaati, “Siz ne sağıra sesleniyorsunuz ne de gāibe” sözleriyle uyarmıştır (Buhârî, “Daʿavât”, 50, 67; Müslim, “Ẕikir”, 44).
Öte yandan bir kutsî hadiste, “Kulum beni bir toplulukta anarsa ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım” dendiği (Buhârî, “Tevḥîd”, 15, 43; Müslim, “Ẕikir”, 18, 19),
Resûlullah’ın ashaptan bir gruba, “Ellerinizi kaldırın ve hep birlikte ‘lâ ilâhe illallah’ deyin” buyurarak zikir yaptırdığı (Müsned, IV, 124), mescidde yüksek sesle zikir yapan bir kimse için, “Ah edip inleyerek gönülden yakarıyor” deyip onu engellemediği (a.g.e., IV, 159) rivayetleri vardır.
Yine cemaatle kılınan namazların bir kısmında kıraatin sesli, bir kısmında sessiz icra edildiği, hac ve umrede telbiyenin yüksek sesle söylendiği, Kur’an’ın sesli ya da sessiz okunabildiği bilinmektedir. Bu rivayet ve uygulamalar dille zikrin yerine, zamanına ve kişilerin durumuna göre her iki şekilde de yapılabileceğini göstermektedir.
Sahabe ve Selef Döneminde Cehrî Zikir
-*- İbn Abbas (r.a.) şöyle der: “Nebi’nin zamanında insanlar farz namazdan çıktıklarında zikir sesleriyle yeri inletirlerdi.” (Buhari, Ezân) Yukarıda geçmiştir.
-*- Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle demiştir: “Açıktan yapılan zikir, kalbi uyandırır; gizli yapılan zikir kalbi kuvvetlendirir.” Bu sözden anlaşılır ki; cehrî zikir + hafî zikir ikisi de meşru ve gereklidir.
Abdullah b. Revâha’nın kendine adet edindiği bir davranışı vardı. Ne zaman Medine’de bir arkadaşını görse ona derdi ki: “Teâlâ nu’min saaten/Gel bir saat Rabbimize iman edelim.”Söze ne olur dikkat edin: “Gel bir saat oturup Allah’a iman edelim.” Tabii bazı sahâbîler bu sözden maksadın ne olduğunu anlıyor- bazıları anlamıyordu. Anlayanlar gereğini yapıyorlardı da anlamayanlar sert tepki gösteriyorlardı. Meselâ bir gün Abdullah bu sözünü bir sahâbî efendimize söyleyince o sahâbî öfkelenmiş, hemen Hz. Peygamber’in yanına gidip şöyle demişti: “Yâ Resûlullah, Abdullah b. Revâha’yı görmüyor musun? Bizi sürekli olarak senin imanından uzaklaştırıp bir saatlik imana sevk etmek istiyor!”
Hz. Peygamber sahâbînin bu sözü üzerine şöyle dedi: “Allah, Abdullah b. Revâha’ya rahmet etsin. O meleklerin kendisiyle övündükleri meclisi seviyor ve sizi o meclislere davet ediyor.”Yani maksadı imanı bir saate sıkıştırmak değil, imanı ziyadeleştirmektir.
Abdullah b. Revâha’nın karşılaştığı arkadaşına böyle demesinin sebebini başka bir rivâyette geçen kendi ifadelerinden öğrenelim. Abdullah b. Revâha arkadaşı- “Gel de bir saat iman edelim.” dedi. Arkadaşı: “Niye biz mü’min değil miyiz?” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Abdullah b. Reváha şu cevabı verdi: “Evet mü’miniz elhamdüllilah. Ama gel Allah’ı zikredelim/analım ki imanımız artsın!”
Abdullah b. Revâha’nın kasdı Allah'ı zikretmek imanını tazelemek ve artırmaktı. Abdullah, Allah’a daha çok bağlanmak için imanın artırılması gerektiğini biliyordu. İman artırılırsa Allah’ın hoşnutluğunun kazanılacağının idrakinde idi. Bundan dolayı Abdullah’ı çok iyi tanıyan Hz. Peygamberimiz (sas), onu şikâyete gelenlere Abdullah’ı övmüştü. Abdullah b. Reváha arkadaşlarına: “Gelin bir süre iman hakikatleriyle ilgilenelim.” dedikten sonra onlar da Abdullah’ın yanına oturuyorlardı. Abdullah b. Revâha orada bulunanlara Allah’ı, tevhidi ve ahireti anlatıyordu.
Tasavvuf Büyüklerinin Cehrî Zikir Üzerine Sözleri
Tasavvuf imamları, cehrî zikrin, özellikle seyr-i sülûkun ilk aşamalarında ve belirli hallerde kalbi temizlemedeki etkinliğini vurgulamışlardır.
Nakşibendî yolunun genellikle hafî (gizli) zikri esas almasına rağmen, İmam Rabbânî dahi bazı durumlar için cehrî zikrin faydasını kabul etmiştir:"Başlangıç hallerinde ve nefsin katılığını gidermek için cehrî zikir faydalı olabilir. Çünkü lafzın kuvveti, kalbin uyanmasına yardımcı olur." (Mektûbât, 1. Cilt)
Yine İmam-ı Rabbânî (k.s.): “Cehrî zikir kalbin pasını söker, nefsin sesini bastırır.” demiştir.
Kadiriyye yolunun kurucusu olan Abdulkadir Geylânî, cehrî zikrin nefs üzerindeki etkisine dikkat çeker:"Nefis, gaflette ve uyku halindedir. Cehrî zikir, uyuyan nefsi uyandırmak için vurulan bir kamçıdır. Ses yükselince, gaflet perdesi yırtılır ve zikrin tesiri kalbe ulaşır." (Fütûhü’l-Gayb)
Yine Abdulkadir Geylânî (k.s.): “Zikir sesin yükselmesi değil, kalbin uyanmasıdır. Ancak ses kalbi uyandırıyorsa o ses rahmettir.” demiştir.
Ahmed er-Rifâî (k.s.): “Zikrin sesi beden kapısını çalar, kalbi uyandırır, ruhu harekete geçirir.”
Mevlevî yolunda sema ve devran ile birlikte icra edilen zikirler, cehrî zikrin en belirgin örneklerindendir. Mevlânâ, sesin ve ritmin kalpteki coşkuyu ve muhabbeti artırdığını savunur: "Sesli zikir ve raks (sema), ruhun zincirlerini çözer. Kalp, bu coşku ile dünya bağlarından kurtulur ve kendini Hakk'a teslim etmeye daha hazır hale gelir." (Mesnevî'den yorumlanmıştır)
Yine Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.): “Zikir ses değildir, sesin ardındaki ateştir. Ateş varsa zikir vardır.” demiştir.
Tarih Boyunca Cehrî Zikir Uygulamaları
Rifâî, Kadirî, Halvetî, Mevlevî ekollerinde cehrî zikir yaygındır. Nakşibendîlikte asıl olan hafî (sessiz) zikir olmakla birlikte bazı kollarında cehrî zikir de bulunur. Osmanlı tekkelerinde perşembe akşamları toplu ve sesli zikir uygulaması genel bir gelenektir.
Cehrî Zikrin Seyr-i Sülûkte Etkileri
Sûfîler, cehrî zikrin sülûk yolcusuna sağladığı manevi ve fizyolojik faydaları şöyle açıklar:
1. Kalbi uyandırır: Gaflet örtüsünü dağıtır. Nefsin gafil, tembel ve şehvetlere düşkün olduğu başlangıç aşamalarında, sesli zikir bir şok etkisi yaparak onu uyandırır.
2. Nefsi baskılar: Vesveseyi bastırır.
3. Ruhani atmosfer oluşturur: Cemaat birlik bilincini artırır. Zikir meclislerinde cehrî zikir, mecliste bulunanların kalplerini tek bir frekansta toplar. Birbirlerinin zikir enerjileriyle birbirlerini desteklerler.
4. İlahi rahmeti çeker: Hadislerde geçen “sekine iner” sırrı tecelli eder. Cehrî zikri uygulayan büyükler, bunun riya (gösteriş) vesilesi olabileceği tehlikesine karşı daima uyarmışlardır. Esas olanın kalpteki ihlâs olduğu, sesin ise sadece bir araç olduğu belirtilir. Sesli zikri yapan, aynı zamanda nefsinin gösteriş arzusunu da gözlemlemek ve tedavi etmekle yükümlüdür.
5. Müride hız kazandırır: Manevi ilerleme ivmesini artırır.
İmam Kuşeyrî Risalesinde şöyle der: “Nefsin sesi kesilmeden kalbin sesi duyulmaz.” Cehrî zikir bu kesintiyi sağlar.
Cehrî Zikrin Adabı
-*- Sesin ölçülü olması (bağırmak değil, zikretmek)
-*- Cemaat hâlinde yapılması
-*-- Mürşid rehberliğinde icra edilmesi
-*- Riya ve gösterişten uzak durulması
-*- Zikirde kalp-dil birlikteliği sağlanması
Abdullah Ensarî (k.s.) der ki: “Zikir kalpten kopuyorsa o zikirdir; dilden çıkıyorsa kelamdır.”
Sonuç: Cehrî ve Hafî Zikir İkisi de Hak’tandır
Seyr-i sülûk yolunda cehrî zikir, usulüne uygun ve kâmil bir mürşidin rehberliğinde uygulandığında, kalbin gafletten uyanması, ruhun coşkuya gelmesi ve toplu halde manevi feyzin artması için sahih bir metottur. Esas olan kalbin Allah'a dönmesi olsa da, cehrî zikir bu dönüşümü hızlandıran bir araçtır.
Seyr-i sülûkta hak yol şudur:
-*- Kalp zikri — esas olandır
-*- Dil zikri — kalbi uyandırandır
-*- Cehrî zikir — nefse darbeyi indirendir
-*- Hafî zikir — ruhu derinleştirendir
Nakşibendî meşayıhından Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s.) der ki: “Zikrin sessizi ruhu olgunlaştırır, zikrin seslisi nefsi susturur.”
Bu yüzden cehrî zikir hakikatte bir manevî eğitim metodudur, bid’at değildir.

Selamünaleyküm yazınızda Rabb'inin adını yüksek sesle an ayetini a la suresinden belirtmişsiniz
ردحذفBuradan yüksek sesle anmanın hikmetini nasıl idrak etmemiz gerekir
-“Yüksek sesle anmak” İç âleme müdahale eden dış sestir dilden kalbe ve sırra tesiri olur.Tasavvuf büyükleri der ki: “Kalbin zikre alışması için önce kulağın zikri duyması gerekir.” İmam-ı Gazali
ردحذف-Yüksek ses, nefsin dikkatini dağıtan iç konuşmaları susturur. Sessiz zikir henüz kalpte yer edinememişken cehri zikir: şuuraltını uyandırır, kalbi ateşler, nefsi hizaya getirir.
“İlan” hikmeti: Zikrin cesareti ve şahadeti Yüksek sesle zikir sadece teknik değil, aynı zamanda şahitliktir: Allah’tan başkasından korkmamayı ilan etmek, tevhidi eslendirmek, iman cesaretini haykırmak.
-Mevlânâ şöyle der: “Aşk gizli kalırsa, gücü de eksik kalır. Zikri seslendir ki aşkın can bulsun.” Bazı insanlarda tevekkül ve teslimiyet ancak zikir yüksek sesle söylendiğinde kalpte yer eder.
- “Sohbet ruhu” hikmeti: toplu zikrin bereketi Cehri zikir, özellikle cemaatle yapıldığında: gönülleri hizalar, ritmik nefesleri senkronize eder, kalpler arasında bağ kurar.
Abdülkadir Geylani şöyle der: “Kalpler bir araya geldiğinde, sesler birleştiğinde, rahmet iner, şeytan kaçar.”
Tek başına yapılan hafi zikirden farklı olarak cehri zikir, kolektif ruhu ateşler.
- “Nefsin terbiyesi” hikmeti Nefis, gizli zikre bazen direnç göstermeyebilir:
Sessizce yapılan zikirde zihin dalıp gidebilir, fakat yüksek sesle zikirde nefis “duyduğu” bir güçle irkilir ve teslim olur.
Cüneyd-i Bağdadi der: “Zikirde ses, nefse kamçıdır; nefis kamçılanmadan kalp yanmaz.”
- “Kalp-mekan rezonansı” hikmeti Bu derin bir sufî tespittir: İnsan sesi mekânın uvarlarında yankılanır, yankı geri dönerek kalbe vurur. Yani insan, kendi sesinin yankısıyla kalbe geri konuşur.
Yahya b. Muaz Razi’nin sözü: “Zikir sesi göğe yükselir, geri inerken kalbe nur taşır.”
- Ayetin mesajı: Allah’ın adını yücelt, değerle, üstün tut, hayatta merkeze koy.
Yani “yüksek ses sadece decibel değil, değer yükseltmesidir.”
Sonuç: “Rabb’inin adını yüksek sesle an!” (A’lâ 1) Bu emir bize şunları öğretiyor:
Zikir, önce dil ile başlar, nefesi düzenler, kalbe iner, kalp zikri sır zikrine dönüşür.
İman sadece içte bir titreşim değil, dışa taşan bir ilandır. Cehri zikir, nefsi hizaya getiren, kalbi uyandıran bir “manevî çekiç”tir.
Sormuş olduğum sorunun cevabı da bir sohbet olmuş teşekkür ederim Allah razı olsun
ردحذفإرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...