Kadiri Yolu

 

Mükellefiyet ve İnsanın Allah’a Karşı Sorumlulukları

Bizim için sonsuz olan başı ve sonu belli olmayan bu kâinatta insan bilinmez denklemlerle karşı karşıyadır. Bir sürü galaksi ve uzayın derinliklerinde bulunan gezegenler sadece insan için yaratılmıştır. 


"O ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı" Bakara 20 


"Görmediniz mi Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi size boyun eğdirdi ve size zahir ve batın dış ve hiç görülen görülmeyen bildiğiniz ve bilmediğiniz nimetleri bol bol verdi." Lokman 20


İşte insan bu konumuyla varlık dairesi merkezinin tam ortasındadır. Kâinat hakkında biraz bilgiye sahip olan ve araştıran insan dehşete düşmektedir. Milyarlarca ışık yılı sayısız galaksiler muhteşem Güneş sistemleri çeşitli gök cisimleri çeşit çeşit ışınlar her yıldızın ve her gezegenin kendine has özellikleri içinde bulunduğumuz ortama bakıp da dünyaya hayret etmemek mümkün mü? Ya dünyanın içindekilere bakıp da bütün bunların insanın emrine verilmiş olduğunu bir düşünsenize!


İnsanın hayatı incelendiğinde pek çok bilinmezle karşı karşıya olmamıza rağmen ne kadar az bir bilgi birikimine sahip olduğumuzu anlarız. 


Nasıl zat-ı ilahi eserleriyle tanınıyor. O’nu her yönüyle bilip ihata etmek mümkün olmuyorsa Allahu Teala'nın yarattığı ve insanın içine üflediği nefha da bıraktığı izler ile bilinir yoksa onu her yönüyle tanımak mümkün olmaz. 


Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: 

"Onu düzenle(yip insan şekline koydu)ğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman… "(hicr suresi 29) 


Bütün bunlardan sonra insan nasıl olurda başıboş bırakılacağını zannedebilir? Allahu Teala kendisine doğru yola eriştirmek için bir elçi göndermişse İnsan bunu nasıl garipseyebilir?


Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: 

"Şimdi siz bu sözden (bu kur'an'dan) mı hayret ediyorsunuz? Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Ve siz baş kaldırıyorsunuz." Necm 59-61 


Yine bir ayeti kerimede: 

"İçlerinden bir adama: "insanları uyar ve inananlara rableri katında kendileri için (yüksek) bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele" diye vahyetmemiz insanlara tuhaf mı geldi?..." Yunus 2 


Evet insan yaratılış açısından mükemmel bir varlıktır. Allahu Teala'nın kendisine bir takım sorumluluklar yüklemesi de ya da kendisi için bir öte dünya hazırlamasına hayret edilmemelidir. Kendisini yaratan ve hizmetine sayısız varlığı veren Allahu Teala karşısında insan hayrete düşmemelidir.


"İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?" Kıyamet 36 


"Bizim sizi boş yere bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mülkün gerçek hükümranı Allah pek yücedir." Müminin-115 116 


Eğer aklı başında olan bir mümin düşünebiliyor ise biraz tefekkür edince insanların yeniden dirileceğine asla hayret etmez. Olaylar düşünülen şeyi doğruladığında artık teslim olmaktan başka çaresi yoktur. Ancak akıl ve insaf ve düşünce sahibi olmayanlar. Bu gerçeği yalanlarlar. Akıl sahipleri ve iman etmişler, Allahu Teala'nın Risaletlerini yüklemişlerdir. 


Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer o kafirler bu verdiklerimizi inkar ederlerse, bunları inkar etmeyecek bir kavmi o verdiklerimize vekil kılarız" Enam suresi 89


Mükellefiyet ve insanın Allah'a karşı sorumlulukları


Allah azze ve celle insanları ve cinleri katında sorumlu kılarak onları kendine ubudiyet ve ibadetle yükümlü kılmıştır. Dünya ve ahirette bu yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmemesine göre onları hesaba çekecek mükafatlandıracak ya da cezalandıracaktır.


Allahu Teala şöyle buyurmaktadır : "insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" zariyat 56


İnsan his taşıyan canlılar içerisinde tek mükellef varlıktır. Cinler ise gözle görülmeyen gaybi canlılar içinde şer'i yükümlülükler taşıyan tek varlıktır. 


Şer'i teklif yani ‘yükümlülük’ teriminin anlamı nedir? 


Allah azze ve cellenin mükelleflerden içinde külfet olan bir fiili işlemelerini veya terk etmelerini istemesidir. Yaptığımız hareket ve davranışlarımız farz vacip ve menduplara kapsamaktadır. Bir hareket ve iş yapmayı terk etmemiz ise içine haram ve mekruhları almaktadır.                         


Teklif akla ve kişiye İslami davetin ulaşmasına bağlıdır. Zira duyu organları işleyen akıl sahibi bir insan ilahi hitabı idrak etme yeteneğine sahiptir. Risalet yani Allahu Teala'nın peygamberleri aracılığıyla insanlara göndermiş olduğu Emir ve yasaklar kendisine ulaşmayan şer’an mükellef değildir. 


Ayeti kerimede: “Biz Elçi göndermedikçe hiçbir kavme azap edici değiliz.” İsra suresi 15 buluğ çağına varmadan önce insanın şer’an mükellef kılınmaması ona Allah azze ve cellenin bir rahmetidir. Çünkü buluğ çağına ermeyen bir kimse mükellefiyeti tam olarak anlayıp gereğini yerine getirmeye akıl bakımından hazır değildir. Velayet hakkına sahip kimseleri buluğ çağına geldiklerinde bu kişilerin şerri yükümlülükleri yerine getirebilmeleri için onları eğitip hazırlamakla yükümlü kılmışlardır. 


Özetle yükümlülük şöyle tarif edilebilir: 


Allah'ı, Resulünü ve İslam'ı tanıyarak, İslam'da mükellefin yapması gereken şeyleri yapmak, böylece Allah azze ve cellenin kulları üzerindeki kulluk ve ibadet haklarına yerine getirmektir.


"İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır." Kıyamet-36 

"Allah sizin için kolaylık ister güçlük istemez."Bakara-185 

"Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez." Bakara-286 

"Biz elçi göndermedikçe hiçbir kavme azap edici değiliz."İsra-15


Ebu Davud, Abdullah bin Abbas radıyallahu rivayet etmiştir: “Hz Ömer (ra)'ın yanına zina etmiş bir deli kadın getirilmişti. O da bazı kimselerle istişare etmiş sonunda kadının recmedilmesini emretmişti. O sırada kadının bulunduğu yerden Hz. Ali (ra) geçiyordu. Bu kadının durumu nedir? diye sordu. Filan oğullarının zina etmiş deli kadını, Ömer (ra) recm edilmesini emretti dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh) onu tekrar Hz. Ömer (ra)’ın yanına götürün dedi ve kendisi de Hz. Ömer'in yanına gelerek: 


“Ey müminlerin emiri! Kalemin üç sınıf insandan (günah yazmaktan) kaldırıldığını (geri bırakıldığını) bilmiyor musun? İyileşene kadar deli, -bir rivayete göre, ayılıncaya kadar- uyanıncaya kadar uyuyan ve ihtilam oluncaya (buluğa erinceye) kadar çocuk” Hz. Ömer (ra): “Evet öyle dedi.” 


Hz. Ali (ra): “Peki bu kadının durumu ne oluyor? diye sordu. Hz. Ömer (ra) bir şey olmuyor haklısın onu serbest bırak.” dedi. Hz Ömer o kadını serbest bıraktı ve tekbir getirmeye başladı.


İmam Ahmet, Esved bin Eeri (radıyallahu anh)'dan rivayet ettiğine göre Allah'ın peygamberi Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü dört sınıf insan itiraz eder (cezalandırılmamalarını talep ederler.) Hiçbir şey işitmeyen sağırlar, ahmaklar, geri zekalı ya da akıldan yoksun kimseler, bunaklar ve Fetret döneminde yaşayıp vefat etmiş olanlar. Sağır olan kimse: 


“İslam geldi ama ben bir şey işitmedim der. Ahmak (geri zekalı veya mecnun): “Ey Rabbim islam geldiğinde çocuklar bana hayvan tersi fırlatıyorlardı.” der. Bunak: “Ey Rabbim islam geldiğinde ben bir şey akıl edemiyordum. Fetret döneminde vefat eden kimseye gelince; o da şöyle söyler: “Senin resulün bana gelmedi.” 


Daha sonra Allahu Teala kendilerine itaat edeceklerine dair onlardan ahit alır ve onlara (meleklerini göndererek) “cehenneme girin” der. Nefsim kudret elinde olan Allah'a hamdolsun ki, onlar buyruk üzere (cehenneme girseler) cehennem soğuyup onlar için bir selamet yeri olacaktır. (Onları yakmayacaktır.)


Allahu Teala'nın yükümlülüğü insanların gücü nispetinde takdir etmesi kuluna olan rahmetindendir. İşte bu rahmet İslam dinini sıkıntıları zorlukları ortadan kaldıran ve kolay uygulanabilen bir din kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: 


“Allah kimseye verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez…” Talak 7

“Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler…” Bakara 286 

“Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.” Hac 78 

“Allah size kolaylık ister zorluk istemez.” Bakara 185 


Hakim, ibni Abbas (ra)’den rivayet ettiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Allahu Teala ümmetimi hata ile işlediklerinden unutması yüzünden yerine getiremediklerinden ve başkası tarafından zorlanarak (gasb ile) yaptığı işlerden sorumlu tutmamıştır.” 


Yine bir hadis-i şerifte Buhari ve müslim’den, Ebu hureyre (ra) rivayet ettiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teala yapmadıkları ve konuşmadıkları sürece, ümmetimi kalplerinden geçirdikleri şeylerden dolayı hesaba çekmez.” (Diğer bir rivayette kalplerin verdiği vesveselerden ibaresi kullanılmıştır.)


İnsanlar tarafından dini yükümlülüğün nefsin arzu ve bedenin rahatlığıyla bağdaşabileceğini sananlar var oysa böyle değildir. İslam nefsin arzularını frenlemiş, koymuş olduğu yükümlülüklerle insanlara bir takım külfetler yüklemiştir. Menfi olan yükümlülük insanın sürekli olarak yapmaya güç yetiremeyeceği yükümlülüktür. İşte İslam böylesi bir külfeti insanlara yüklemez.


Sürekli olarak yanına getirilmesi gereken dini yükümlülükler vardır. Allahu Teala bu yükümlülüklerden insanları sorumlu tutmaktadır. Oruç ve hac gibi ibadetler bu türdendir. Bu ibadetler insanlara birtakım zorluklar yüklerse de insanların bu ibadetleri yerine getirmede güçleri bulunmaktadır. Dini yükümlülük beraberinde birtakım zorlukları getirir zorlukların en azı nefsin haramdan uzaklaşarak meşru olanla yetinmesidir. Zira yasak olan her şey nefse cazip gelmektedir. 


Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Cennetin etrafı zorluklarla, cehennemin etrafı şehvetle çevrilmiştir.” Demek ki, isyana götüren nedenler şehvet ve arzulardan kaynaklanmaktadır. İslam şeriatında esas olan kolaylıktır. Hz Aişe radıyallahu anh validemiz Resulullah aleyhissalatu vessellemin hakkında şöyle söylemektedir: 


"Hz peygamber sallallahu aleyhi ve sellem günah olmadıkça iki işten birini tercih etme durumunda kaldığında kolay olanı seçerdi" 


İşte bu yüzden Hz peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güneş altında sürekli ayakta durarak oruç tutmayı adayan ve bunu yapan kişiye engel olmuş ve orucuna son vermesini emretmiştir. Böylesi kimseler için Resulullah aleyhisselatu vesselamün kullanmış olduğu ifade şu şekildedir: 


"İşte onlar aşırıya gidenlerdir buradaki taat oruçtur. Resulullah aleyhisselatu vesselam'ın engel olduğu güneşin altında durma işi ise taat değildir. Şer'i bir amaç için olmasa da güneş altında durarak kendine eziyet etme dinen haramdır. 

-6-


Hz peygamber aleyhisselatu vesselam insanları günah işlemeyi adamasını yasaklamış, “Kim Allah için bir ibadet adarsa onun yerine getirsin kim de Allah'a asi olmayı adarsa asi olmasın buyurmuştur." 


Rivayet edildiğine göre ahsabtan bazıları geceleri uyumayıp ibadet etmeye, gündüzleri ise nafile oruçla geçirmeye kendilerini kaptırmışlardı. Bazıları ise hanımlarından uzak duruyorlardı. Bu durumu haber alan aleyhissalatu vesselam efendimiz onlara şöyle buyurmuşlardır: 


"Şöyle şöyle diyen insanlara ne oluyor? Allah'a yemin olsun ki ben içinizde Allah'tan en fazla korkanım ve en takva sahibi olanınızım. Ancak ben bazen nafile oruç tutar, bazen ise tutmam, gece ibadet ettiğim gibi uyurum da, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden ayrılırsa benden değildir." buyurmuşlardır. 


Peygamber Aleyhisselam efendimiz aralıksız devam etmeye güç yetirilemeyecek nafile ibadetlerden Müslümanları alıkoymuştur. Bu yüzden Hz peygamber sürekli yapılabilecek kolay ibadetleri sürekli yapılması güç olan zor ibadetlere tercih ederek şöyle buyurmuşlardır: "Allah'ın en çok sevdiği ibadetler az da olsa devamlı olan ibadetlerdir" Buhari ve Müslim


Bu konuda bir başka hadiste şöyle şöyledir: "Bu din kendisini zora koşan herkese galip gelir. Buna göre doğruluktan ayrılmayın, verilen müjdelerle sevinin, Sabah serinliği ile akşamdan ve gecenin ilk saatlerinden yararlanın."


Mükellefiyet ve yükümlülük üzerinde bazı meseleler


Bazı peygamberlerin yaşadığı zamanda bulunup da kendilerine peygamber gönderilmeyen toplumlara Fetret ehli denmektedir racih olan görüşe göre Fetret ehlinin dinlerine uygulayamamaları yüzünden cehennem azabı çekmeyecekleri kabul edilmektedir zira herhangi bir peygamberin risaleti onlara sahih bir yolla ulaşmamış Bu yüzden üzerlerinden sorumluluk kalkmıştır Bu kurallar ışığında Hz peygamber aleyhissalatu vesselam efendimizin anne ve babası da kurtulanlar zümresindedir. 


Zira onlara geçmiş peygamberlerin risaletleri ulaşmamıştır. Buna göre Hz. peygamber (sav) efendimizin peygamberlik gelmeden önce yaşayanlar. Bir başka ilahi din kendilerine sahih bir biçimde ulaşmadığından Fetret ehlidirler.


Farklı görüşler vardır maturidi akaidine göre kendilerine bir peygamber gönderilmemiş olsa bile bütün insanların Allah'ı bilmekle mükellef oldukları görüşündedirler


Mutezile ekolünü benimseyenler ise insanların kendilerine peygamber gönderilmese de aklın, iyi gördüğü şeyleri yapmak, kötü gördüğü şeyleri yapmamakla mükellef olduğunu ileri sürerler.


Eşarilere göre ise kendilerine peygamber gönderilmedikçe, insanların ne dinin temel meselelerinden ne de ayrıntılarından sorumlu olmayacaklarını söylerler. 


Mükellef olabilmek için buluğa eren bir kimse olmalıdır. Mecnun olan bir kişi mükellef olarak kabul edilmez. Akıllı olarak buluğa eripte iman etmeden deliren bir kimse mükellef olup cehennemden kurtulamaz. Zira o buluğdan sonra delirinceye kadar akıllı olarak geçirdiği süreden sorumludur.


Usul alimleri kulların yükümlülüklerinden ancak güç yetirebilecekleri oranda sorumluluk taşıdıkları yapılması imkansız olan bir şeyden dolayı hesaba çekilmelerinin söz konusu olmayacağı üzerinde görüş birliğine varmışlardır.


Diğer bir konu ise alimlerin çoğunluğu kafirlerin ancak iman ettikten sonra dinin ayrıntılarıyla yükümlü olduklarını söylemişlerdir


Mümeyyez olmayan (iyi kötüyü ayırt edemeyen) çocuk ve mümeyyezlik özelliğini yitirmiş olan delinin mali yükümlülükleri varmıdır? Alimlerin çoğunluğu başkalarının mallarına zarar vermeleri halinde vasileri onların mallarından verdikleri zararı öderler.


Buluğun, yükümlülüğün şartlarından biridir. Buna göre buluğa ermemiş kişi mükellef sayılmaz. Buluğdan önce ölen çocukların ahirette hesaba çekilmeyeceği de umulmaktadır. İslami kuralların üzerine ölen çocukların dinen yükümlü olmayacağını belirtilmesine rağmen edeben ölen kimsenin ahiretteki durumu hakkında konuşmamak takdiri Allah'a bırakmak en doğru olanıdır.


Farzlar hususunda da yükümlülük açısından bakıldığında farz-ı Ayn ve farz-ı kifaye, farzı kifayeler ümmetin yapmakla sorumlu olduğu farzlardır. Cenaze namazı, mevtanın yıkanması ve kefenlenmesi vb. Müslümanlardan bir kısmının kifaye olan emirleri yerine getirmesiyle diğer Müslümanların sorumluluktan kurtulduğu emirlerdir. Farz-ı aynlar her ferdin bizatihi yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülükler dir. (Bu konular ayrıntılı olarak fıkıh bahsinde incelenecektir inş…)


Yükümlülük ve insanın Allahu Teala'ya karşı sorumluluğu hakkında akaid dersimizi yaptık konuyla ilgili teksir tekrar okunarak konu ile alakalı görüşlerinizi belirtiniz inşallah…


Allah'ım günahlarımızı ört bizi affet ve bağışla bize lütuf ve ilim ver hatalarımızı önemseme yardım et bize kanaat ver afiyet ver bize dünyada da ahirette de güzellikler ve cehennem azabından bizi koru amin 


Velhamdülillahi rabbil alemin…


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs