Kadiri Yolu

Gafletle Kuran okuyana Meleklerin Laneti



Gafletle Kur'an okuyana Meleklerin Laneti


Kur'an Nasıl Okumalıdır? Nelere Ashap Dikkat etmiş? Ashap nasıl Kur'an okumuştur? Önemli olan Kur'anı Okumak mı yaşamak mı? Kur'an hatim etmeye alışmak onu amele döndürmek midir? Gelin bu konular ve daha fazlısını okuyalım...

Kur'an okuyan bir kimse onun güzel sıfatlarının aksine hareket ederse veya bunların zıddı olan kötü arzularda nefsini bulundurur, hevasına uyar, düşmanı olan şeytanın vesvesesine kulak verir, birtakım zan ve vehimlere dalarak kuruntulara bağlanırsa, şaşkınlık ve manevi körlük, gaflet ve hata içinde bulunursa Allah azze ve cellenin bildirdiği şu sınıfa girer: “Onların bir kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab'ı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler.” Bakara suresi 78


Yüce Allah onların sadece zan ile hareket ettiklerini belirterek “onlar ancak zanna göre hareket ediyorlar” buyurmuştur. Zan yakının zıttıdır. Yüce Allah zan içerisinde olanların durumunu kendi ifadeleriyle şöyle haber vermiştir: “Onlar ancak birtakım zanlarda bulunuyoruz. Onun hakkında kesin bir bilgi edinmiş değiliz dediler.” Casiye 32 


Gafleti ve gaflette olanlar kınanmaktadır. “Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki onlar bu delillerden ibret almadan yüz çevirip giderler.” Yusuf 105


Kur'an; yüce yaratıcının varlığına ve birliğine delalet eden göklerde ve yerdeki ayetlerinin en büyüklerindendir. Kulak verdiğiniz şey Kur'an'ın dışında ise onu hafife almaktır bu ne kötü bir gaflettir. Kur'an'ı okumak yeterli değildir. Kur’an okunurken kalbinle bedeninle orada hazır olmalısın. İlahi hitabın mana derinliğini anlamaya çalışmalı ilahi muradın ne olduğunu bilmeye çalışmalıdır. 


Seleften biri şöyle demiştir: "Bir kul, bir sureyi okumaya başlar melekler ona okumasını bitinceye kadar dua ederler. Bir başkası da Kur'an'ı açıp okumaya başlar; okumasını bitinceye kadar melekler kendisine lanet okurlar. "Ona, "Bu, nasıl olur?" Diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Kul, ayeti okurken onun yasaklarını yasak haramlarını haram, helallerini de helal kabul ederse melekler ona dua ve istiğfar eder. Ama aksi durumda melekler ona lanet eder."


Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ümmetimin gözünde dünya ve para büyüdüğünde, onlardan İslâm'ın heybeti çıkarılıp alınır. İyiliği emir ve kötülükten nehiy görevini terk ettiklerinde vahyin bereketinden mahrum kalırlar." (356 Hakim et-Tirmizi, Nevádirü'l-Usûl, 2/270 (173 asıl, Süyûtî, el-Câmiu's-Sagir, nr. 766).) Fudayl, "Yani onlar, Kur'an'ı anlamaktan mahrum kalırlar" demiştir.


Gaflet içinde Kur'an okumayı kınayan sayılamayacak kadar hadis ve haber vardır. Bunlardan biri de şu hadistir: "Ümmetimin münafıklarının çoğu, Kur'an okuyucular içinden çıkar."(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/175; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, 13/228; Buhâri, Halku Ef'ali'l-ibad,s.77; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, 6/229.)


Hasan-ı Basri şöyle derdi: "Sizler, Kur'an'ı belirli bölümlere ayırdınız. Bu bölümleri okumayı asıl hedef haline getirdiniz. Onları ulaşılacak merhaleler edindiniz. Geceyi de o hedefe ulaşmak için bir vasıta yaptınız. Sizler, bu vasıtayı kullanıp o merhaleleri kat etmeye çalışıyorsunuz. Oysa, sizden önce gelenler, Kur'an'ı Rab'lerinden kendilerine gelen risaleler, mesajlar olarak görüyorlardı. Gece olunca onu okuyarak düşünüyor, gündüzün de hükümlerini harfiyen yerine getiriyorlardı."


İbn Mesud şöyle demiştir: "Kur'an, insanlara kendisiyle amel etsinler diye indirilmiştir. Onlar ise sadece okunmasını amel kabul ediyorlar. Onlardan biri, Kur'an'ı Fâtiha'dan sonuna kadar hiçbir harfini terk etmeden okur, fakat onunla amel etmeyi terk eder!.."


Sahabeden İbn Ömer ve Cündüb b. Abdullah şöyle demişlerdir: "Biz öyle bir zaman diliminde yaşadık ki bizden birimiz, önce iman ederdi. Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem), bir sûre nâzil olduğunda ondaki helâlleri haramları, emirleri, yasakları ve bilmemiz gereken bilgileri, sizin şimdi Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi hemen öğrenirdik. Aradan zaman geçti, birtakım insanlar gördüm ki onlar, imanlarını sağlamlaştırmadan Kur'an'la meşgul olmaya başladılar. Kur'an-ı Kerîm'i Fâtiha'dan sonuna kadar hatmediyorlar ama, onun emirlerini, yasaklarını, ondan neyi bilmeleri gerektiğini bilmiyorlar. Onu sadece okuyorlar. Oysa, yüce Allah'ın ona bildirdiği gibi, Kur'an'ın gönderilmesinden maksat, onun emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır. Çünkü, Kur'an'ın çizdiği sınırların içinde kalınması farzdır ve kul, bundan mesuldür. Bunun için onlara aykırı davrananlara azap olunacaktır.”


Halbuki Kur'an'ın harflerinin sayılması farz değildir ve kul, bundan dolayı cezalandırılmayacaktır. Hangi ayet rızkı artırır vb. havası ile yapılan vefkler için indirilmemiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, sana ağır bir söz indireceğiz" (Müzzemmil 73/5). Ağır sözden maksat, onunla amel edilmesidir. Yoksa, Allah Teâlâ onu okumak ve zikir için zaten kolaylaştırmıştır. Resûlullah'tan rivayet edilen şu hadis-i şerif de bunu anlatmaktadır: "Sizler, kalpleriniz onunla huzur içinde olduğunda ve vücudunuz ona karşı yumuşadığında Kur'an'ı okuyunuz. Eğer bunun tersini yaparsanız, onu okumuş olmazsınız."


Diğer bir rivayette hadis; "Kalbiniz Kur'an'a yönelmeyip farklı yönlere kaydığında okumayı bırakıp kalkın"(Buhâri, Fezâilü'l-Kur'ân, 37, I'tisâm, 26; Müslim, İlim, 3, 4; Dârimi, Fezâilü'l-Kur'an, 7: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/313.) ifadesiyle bitmektedir.


Kendisine Kur'an okuduğum faziletli bir şeyh, bana dedi ki: Ben, bir hocama Kur'an okuyordum. Hatmettiğimde tekrar okumak üzere yanına gittim. O, bana şöyle dedi: "Kur'an'ı, benim için bir amel haline getirdin;git onu huzurundaymış gibi Allah'a oku. Bak sana neler duyuracak ve ne türlü hikmetleri anlamanı nasip edecek."


Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından bazıları ancak bir veya iki cüz, bir veya iki sûre ezbere biliyorlardı. Kimileri de sadece, onun yedide biri olan bir hizb veya Bakara ve En'âm sürelerini ezberlemişlerdi. Ama onlar, bunların manalarını iyice biliyorlardı. 


Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), ahirete irtihal ettiğinde etrafında sahâbe-i kirâmdan 20.000 bulunuyordu. Onlardan hiçbiri, düşünmeden Kur'an okumuyorlardı. Oysa Kur'ân-ı Kerim'i ezber edenler sadece altı kişi idi. Hatta bunların ikisi ihtilaflıdır. Bir âlimin söylediğine göre, Kur'an'ı, Hulefâ-yi Râşidîn'den hiçbiri, bütünüyle ezberlemiş değildi.


İbn Abbas, Kur'an'ı Übey b. Kâ'b'a, Abdurrahman b. Avf, İbn Abbas'a, Osman b. Affân, Zeyd b. Sâbit'e ve Suffe ehli de Ebû Hureyre'ye okuyarak hatmetmişlerdi. Ancak onların hepsi, Kur'an'ın bütün emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçınıyorlardı. Yine hepsi, Kur'an hakkında âlim ve fakih idiler.


Yusuf b. Esbât'a, "Kur'an'ı hatmettiğinde, nasıl dua edersin?" diye soruldu. Şu cevabı verdi. "Nasıl dua edeyim ki okuyuşumdaki eksiklerimden dolayı yüz defa istiğfarda bulunuyorum."


Yine o şöyle derdi: "Ben, Kur'an okumaya başlıyor ve okuyorum. Ama onda olan emir ve yasakları düşündüğümde, söylediğini yapmayıp Allah'ın hoşnutsuzluğuna uğrayacağımdan korkuyorum. Hemen okumayı bırakıp tesbih ve istiğfarla meşgul olmaya yöneliyorum."


Bil ki kulun, Kur'an kıraatinde elde edeceği şey, Kur'an'a gereken hürmeti yapmasına, onu anlamasına, ondaki müşahedesine ve onunla amel etmesine göre olur. Çünkü Kur'an, Allah'ın, kulları içinde ortaya koyduğu en açık alametidir. Yeryüzünde Allah'ın varlığını gösteren en büyük ve en azametli âyetlerdendir. Bize Cenâb-ı Hakk'ın ihsan buyurduğu en kâmil nimetlerdendir. Kulun, Kur'an'a hürmet ve edebi takvası kadar olur. Yine onun, ilâhî hitabı anlaması ve ona tâzimde bulunması mütekellimi olan Allah Teâlâ hakkındaki marifeti ve övgüsü kadar olur. Eğer söz sahibi yüce Allah, onun kalbinde azametli ve anlayışında ulu olursa, o zaman kul ilâhî kelâmı tedebbür etmeyi, ilâhî hitap üzerinde uzun süre tefekkürde bulunmayı, onu çokça tekrar etmeyi, bir musibetle yüz yüze geldiğinde hemen ona koşmayı kendisine bir nimet olarak görür. Artık o kimse takvaya sanılır ve haramlardan uzak durur. Nitekim Allah Teâlâ, şöyle buyurur: "Onda olanı zikrediniz ki takva sahibi olabilesiniz" (Bakara 2/63).


"Allah, insanlara âyetlerini açıklıyor ki takva sahibi olsunlar ve tezekkür edip öğüt alsınlar" (Bakara 2/187). Çünkü her kelâm, söyleyenin durumuna bağlıdır. Sözü söyleyendeki hürmet ve tâzime göre söz yücelik kazanır, onun makamının yüceliğine göre kalbe etki eder veya konuşanın basitliği ile önemini yitirir.


Gece namazları, geceyi ibadetle geçirenlere, ilâhî hitabı güzel anladıklarından dolayı kolay gelmektedir. Oysa aynı ibadet, uyku ehline kalpleri ilâhî hitabı anlamaktan uzak ve perdeli olduğundan dolayı ağır gelmektedir. Bu manaya işaret olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O, göklerde ve yerde olanlara ağır geldi" (Araf 7/187). Yani kıyamet vaktinin ilmi, gizlendiğinden dolayı insanlara ağır geldi. Çünkü bilinmesi gizli olan şeye, ağır denir. En iyisini yüce Allah bilir.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs