El-Â’raf Sûresi 103-137. Ayetlerin Tefsiri
Tarih: 25. 02. 2025
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿١٠٣﴾ وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ ﴿١٠٤﴾ حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٠٥﴾ قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿١٠٦﴾ فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ ﴿١٠٧﴾ وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ ﴿١٠٨﴾ قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ ﴿١٠٩﴾ يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿١١٠﴾ قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ ﴿١١١﴾ يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ ﴿١١٢﴾ وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ ﴿١١٣﴾ قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ ﴿١١٤﴾ قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ ﴿١١٥﴾ قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ ﴿١١٦﴾ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ ﴿١١٧﴾ فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ ﴿١١٨﴾ فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ ﴿١١٩﴾ وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ ﴿١٢٠﴾ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٢١﴾ رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ ﴿١٢٢﴾ قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿١٢٣﴾ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ ﴿١٢٤﴾ قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ ﴿١٢٥﴾ وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِم۪ينَ۟ ﴿١٢٦﴾ وَقَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ ﴿١٢٧﴾ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ۠ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿١٢٨﴾ قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟ ﴿١٢٩﴾ وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٣٠﴾ فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٣١﴾ وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣٢﴾ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ ﴿١٣٣﴾ وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ ﴿١٣٤﴾ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ ﴿١٣٥﴾ فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ ﴿١٣٦﴾ وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ ﴿١٣٧﴾
103. -“Sonra onların ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Onlar bu ayetlere karşı zalimlik ettiler. Fesatçıların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”
"Sonra onların" sözü geçen Rasûllerin ya da ümmetlerin "ardından"
Mûsâ'yı "âyetlerimizle" apaçık mucizelerle "Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik." Nassın zâhirinden anlaşıldığına göre, Hz. Mûsâ bu ümmetler ve bu Rasûllerden sonra gelmiştir. İşte bu; "Hz. Mûsâ'nın Medyen halkından olup kendisine sığındığı kişi, Hz. Şuayb değildir" şeklindeki kanaati desteklemektedir. Çünkü Hz. Şuayb ile Hz. Mûsâ arasında Kasas sûresinde de göreceğimiz gibi, uzun bir dönem vardır. "Onlar bu âyetlere karşı zâlimlik ettiler." Ayetlerimizi inkâr ettiler. Burada zulüm, küfür anlamındadır. Çünkü zulüm ile küfür aynı kökün dallarıdır. "Onlar bu âyetlere zalimlik ettiler." Bu âyetler sebebiyle iman edenlere eziyet verdikleri için insanlara zulmettiler manâsına gelebileceği gibi, "zulüm" kelimesi burada küfür yerine de kullanılmış olabilir. Çünkü bu âyetlere iman etmek gerektiği halde ve iman edecekleri yerde kâfir olduklarından bu âyetleri inkârları bir zulüm olur. Çünkü imanın yerine küfrü koymuş oluyorlar. "Fesatçıların sonunun nasıl olduğuna bir bak!" Ey Muhammed ve ey Muhammed'e uyan, onun izinden gidenler! Allah'ın yolundan alıkoyan ve Rasûllerini yalanlayan kimselerin âkıbetine bir bakınız; çünkü bunlar nihayette suda boğulmuşlardı.
104. - “Musa dedi ki: “Ey Firavun ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
"Mûsâ dedi ki: Ey Firavun" İran krallarına Kisrâ denildiği gibi, Mısır
krallarına da Firavun denilmekteydi. Buna göre "Firavun" sözü onun adı
değil, lakabıdır. "Ben Âlemlerin Rabbi tarafından" sana "gönderilmiş bir peygamberim.
105. - “Bana yakışan Allah hakkında haktan başkasını söylememektir. Size rabbinizden apaçık bir delil getirdim. Artık israiloğullarını benimle beraber gönder.”
Beni sana Allah gönderdi "bana layık olan" bana yakışan Allah hakkında haktan" doğrudan "başkasını söylememektir. Size Rabbinizden apaçık bir delil getirdim." Benim Rasûl olduğumu açıkça ortaya koyacak mûcizelerle geldim. "Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder." Arz-ı Mukaddese benimle birlikte dönebilmeleri için onları serbest bırak.
106. - “Dedi ki: “Şayet sen bir ayet getirdiyse göster onu; Eğer doğru söyleyenlerden isen.”
"Dedi ki: Şayet sen" Seni peygamber olarak gönderen tarafından "bir
âyet getirdiysen, göster onu; eğer doğru söyleyenlerden isen" Bu iddianın doğruluğunun ortaya çıkması ve böylelikle doğru söylediğinin ispatı için bunu göster.
107. - “Bunun üzerine asasını bıraktı. Bir de ne görsünler! O açıkça bir ejderhadır!”
"Bunun üzerine” Hz. Mûsâ “asâsını” elinden “bıraktı. Bir de ne görsünler, o açıkça bir ejderhadır!” Büyükçe bir yılandır. Zahiren görünen buydu.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Âsâ, ağzı açık büyük bir yılan oluverdi. Hızla Firavunun üzerine doğru gelmeye başladı. Bunun gören Firavun, kendisini tahtından aşağı attı ve Musa´dan, yılana engel olması için yardım istedi. Bunun üzerine Musa, onu eline aldı ve âsâ eski haline döndü.
Geylani tefsirinde anlatılır ki sopa yere atılınca ağzını açmış korkunç sarı bir ejderhaya dönüşmüştü iki çenesi arasına 80 kulaçtı alt çenesi yerde üst çenesi sarayın surları üstündeydi firavuna doğru yönelince firavun kaçtı ve altına kaçırdı. Olaylar çıktı insanlar korkudan birbirlerine çiğnediler 25 bin insan öldü. Firavun bağırdı: “seni gönderen adına sana söz veriyorum, tut onu, tamam sana inanıyorum ve israiloğullarını seninle beraber göndereceğim” dedi. Musa onu tuttu ve tekrar bir asaya dönüşüverdi
108- “Elini çıkardı ne görsünler! O da bakanlara bembeyaz parıldıyor.”
"Elini de" koynundan "çıkardı, ne görsünler, o da bakanlara bembeyaz (parlıyor)!" Görenler onun bembeyaz olduğunu gördüler. Görenler için
onun beyazlığı alışılmışın dışında, hârikulâde, hayret verici bir beyazlık olmalı ki, insanların onlara bakmalarını sağlayacak, dikkatlerini çekecek bir özellikte olmuş olsun.
Âyet-i kerimede, Musa’nın elini koynundan çıkarınca bakanlar için bembeyaz bir el olduğu zikredilmiştir. Rivayet edildiğine göre Hz. Musa’nın teni esmer imiş, Elini koynuna sokup çıkardığında ise eli bembeyaz oluvermiş.
109. - “Firavun'un kavminden ileri gelenler: “Doğrusu bu oldukça bilgili bir sihirbazdır dediler.”
"Firavun'un kavminden ileri gelenler (mele'): "Doğrusu bu oldukça bilgili bir sihirbazdır" dediler." Yani o sihiri çok iyi bilen, bu konuda becerisi
olan bir kimsedir. İnsanlara elindeki asâyı yılan gibi, esmer olan elini de beyaz gösterdi. Burada bu sözün aynısının, Şuarâ sûresinde Firavun tarafından söylendiğini görmekteyiz. Burada ise bu sözü ileri gelenlerin söyledikleri belirtilmektedir. Ya onların her birisi bu sözü ayrı ayrı tekrarlamış; orada Firavunun, burada da ileri gelenlerin sözü olarak belirtilmiş yahut da öncelikle Firavun bunu söylemiş, çevresindeki ileri gelenler de ondan bu sözü işitince benimseyerek söylemişlerdir.
110. - “Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Firavun: O halde ne duruyor buyurursunuz? Dedi."
"Sizi yurdunuzdan" Mısır'dan "çıkarmak istiyor (Firavun): "O halde
ne buyurursunuz?" Yani görüşünüz nedir? Bu son soru Firavun'un sözüdür. Onlar söyleyeceklerini söyledikten sonra, o da çevresindekilere böyle sormuştur. Bu buyrukta tâğûtî yöneticilerin, etrafındaki kimselere, emirlerini uyguladıkları izlenimi vermeye çalıştıklarını hissetmekteyiz.
111. - “Dediler ki onu ve kardeşini alıkoy şehirlere de toplayıcılar gönder.”
"Dediler ki: Onu ve kardeşini beklet." Bir süre geciktir ve hapset veya acele etme, sonraya bırak. Sanki Fir'avn onu öldürmek istemiş de onlar bunu sonraya bırak, onu hapset, öldürme. Böylelikle insanlar onun sihirbaz olduğunu açıkça görsünler demiş gibidir. Kardeşinden maksat ise Hz. Hârûn'dur. Her ikisine de selam olsun.
112. - “Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.”
"Şehirlere de toplayıcılar gönder, bütün bilgin sihirbazları sana göndersinler." Sihirde en az onun kadar becerikli, veya ondan da ileri kimseleri getirsinler.
113. - “Sihirbazlar firavun'a geldi ve dediler ki: “Eğer biz galip olursak şüphesiz bize bir mükafat var, değil mi?”
"Sihirbazlar Firavun'a geldi." Bundan onun sihirbazlara haber gönder-
diği ve onların da huzuruna geldiği anlaşılmaktadır. "Ve dediler ki: Eğer biz galib olursak" Mûsâ'nın getirmiş olduğu sihiri altedip onu yenik düşürürsek; "Şüphesiz bize bir mükâfat var, değil mi?" Bize büyük bağışlarda bulunacaksın değil mi?
114. - “Evet hem siz muhakkak yakınlaşmış olanlardan olacaksınız dedi..”
"Evet", size bir ücret verilecektir; "hem siz muhakkak yakınlaşmış olanlardan olacaksınız" dedi." Bana yakın olacaksınız. Benim huzuruma ilk girenler, son çıkanlar siz olacaksınız.
115. - “Dediler ki ey musa sen mi atacaksın yoksa atanlar biz mi olalım?”
"Dediler ki: Ey Mûsâ, sen mi" asânı "atacaksın, yoksa" beraberimizdekileri "atanlar biz mi olalım?” Göründüğü kadarıyla bu sihirbazlar Hz. Musa'nın elindeki asasını kendisinin atmasını öncelikle arzu ediyorlardı. Hz. Musa bunu onların hitap şekillerinden ve kendileri hakkında “bizler” zamirini kullanmış olmalarından anladı.
116. - “Siz atın dedi. Atınca halkın gözlerini büyülü dediler. Onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirdiler.”
Bunun üzerine Hz. Mûsâ “siz atın, dedi." Onlara aldırışsızlığını göstererek, mûcizeyi hiçbir şeyin mağlub edemeyeceğinden emin olarak böyle söyledi. Diğer taraftan insanlar büyüleriyle dehsete kapıldıktan sonra büyülerinin tutarsızlığı ve çürüklüğü açıkça ortaya çıksın diye böyle davrandı. Hiç şüphe yok ki onların Hz. Mûsâ'ya böyle bir tercih tanımaları ona karşı gösterdikleri güzel bir edeptir. Nitekim karşılıklı tartışmaya girecek olanlar da aynı şeyi yaparlar. O da onların bu güzel edeplerine aynı edebi göstermiştir. Çünkü güzelliğe güzellikle karşılık verilir. Onunla güzel bir şekilde edeble başladılar ve sonunda ona iman ettiler.
"Atınca halkın gözlerini büyülediler." Çeşitli hile ve gözbağcılıklar ile insanlara hayalen, hakikatın hilâfina bazı şeyleri gösterdiler. Bununla ilgili etraflı açıklama Tâ-Hâ sûresinde gelecektir. "Onlara korku saldılar." Yaptıkları bu hile ile dehşete ve korkuya kapılmalarını sağladılar.
"Ve büyük bir sihir getirdiler." Sihir konusunda veya bunu görenler nazarında böyle oldu.
117. - “Biz de Musa'ya: “Asanı bırak diye vahyettik. Birde ne görsünler! Onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor."
Daha önce gerçek şekillerini değiştirip batıl olarak başka türlü gösterdikleri ve uydurdukları şeyleri yutup gidiyor.
118. - “Böylece hak yerini buldu ve onların yapmakta oldukları şeylerde boşa gitti."
"Böylece hak yerini buldu" sabit oldu ve gerçekleşti. "Ve onların yapmakta oldukları şeyler de" sihir de "boşa gitti."
119. - “İşte orada yenildiler. Küçülmüş işler olarak geri döndüler.”
"İşte orada" Firavun, askerleri ve sihirbazlar "yenildiler, küçülmüşler olarak geri döndüler." Dehşete kapılmış ve zillete düşmüş kimseler oldular.
120. - “Sihirbazlar da secdeye kapandılar.”
"Sihirbazlar da secdeye kapandılar." Çabucak ve şiddetli bir şekilde secdeye vardıkları için, adeta yukarıdan bırakılmışlar gibi, secde ediverdiler; yada bu durumu görünce kendilerini tutamadılar, adeta yüksekten bırakılmışlar gibi secdeye kapandılar.
121. - “Dediler ki: Alemlerin rabbine iman ettik." 122. - “Musa ve harun'un rabbine!”
"Dediler ki: Âlemlerin Rabbine iman ettik. Mûsâ ve Hårun'un Rabbine." Onlar Hz. Mûsâ'nın yaptığı işin bir büyü olmadığını, insan yapısı bir iş olamayacağını bildiler. Bu bakımdan Allah'ın iki Rasûlü olan Mûsâ ve Hârûn'a iman ettiler.
123. - “Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? Doğrusu bu halkını şehirden çıkarmanız için düzenlediğiniz bir hiledir. Fakat yakında bilirsiniz siz.”
"Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz?" Firavun
bu sözleriyle onları azarlamak istedi. "Doğrusu bu, halkını şehirden çıkarmanız için düzenlediğiniz bir hiledir." Sizin bu yaptığınız iş, bir hiledir. Siz ve Mûsâ sahraya bu maksatla çıkmadan önce, Mısır'da bunu yaptınız. Bundan belirli bir maksadınız vardır. O da Mısır'dan Kıptîleri çıkartıp İsrailoğullarını onların yerlerine yerleştirmek için yahut da oradan devletin ve egemenliğin gerçek sahiplerini çıkartıp devlet ve otoritenin size ve Mûsâ'ya kalmasını istediğiniz için bunu yaptınız. "Fakat yakında bilirsiniz siz!" Bu ifâde toplu bir tehdit ifadesi olup bundan sonraki buyruklarda bu tehdidin mahiyeti şöylece açıklanmıştır:
124. - “Şunu kesinlikle bilin ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!”
"Şunu kesinlikle bilin ki; ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim." Yani her bir taraftan bir tanesini keseceğim. Bir taraftan el, öbür taraftan ayak. "Sonra da hepinizi" istisnasız olarak "asacağım."
125. - “Dediler ki: “Şüphesiz rabbimize dönenleriz”
"Dediler ki: Biz şüphesiz Rabbimize dönenleriz." Rabbimize kavuşacağımız, Onun rahmetine varacağımız için senin yapacakların umurumuzda bile değildir. Ya da bu sözleriyle; bizler hepimiz yani biz ve sen ey Firavun, hep birlikte Allah'a döneceğiz ve O aramızda hüküm verecektir; demek istemişlerdir.
126. - “Sen bizden sırf rabbimizin ayetlerini bize geldiğinde. Onlara inandık diye intikam alıyorsun? Rabbimiz üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak canımızı al!”
"Sen bizden sırf Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandık diye intikam alıyorsun." Sen bizim Allah'ın âyetlerine iman edişimizi kınıyorsun. Halbuki bütün şeref, üstünlük ve övünülecek niteliklerin kaynağı imandır.
"Rabbimiz üzerimize sabır yağdır." Alabildiğine bol, sağnak sağnak
sabır indir. Sabrın o kadar geniş olsun ki, suyun boşaltılması gibi üzerimize boşalsın ve her tarafımızı kuşatsın. "Müslümanlar olarak" İslâm üzere sebat ediciler olarak "canımızı al!"
Gün başında el ayakları kesilen sihirbazlar günün sonunda şehit olmuşlardır.
127. - “Firavun'un kavminden ileri gelenler: “Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesatçılık etsinler ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun? Dedi ki: “Oğullarını öldürtecek, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz.”
"Firavun'un kavminden ileri gelenleri: Musâ'yı ve kavmini yeryüzünde" Orada üstünlük sağlamak ve ora halkının dinini değiştirmek sûretiyle Mısır topraklarında "fesatçılık etsinler ve ilâhlarını" yani seni ve senin tapmakta olduğun tanrılarını "terk etsinler diye mi bırakıyorsun?"
Firavun'un birçok uydurma tanrıları vardı. Hatta Hasan-ı Basri demiştir ki: “Firavunun boynunda asılı bir inci vardı. Ona ibadet eder, ona secde ederdi. Papiruslarda belirtildiğine göre II. Ramses bizzat kendisine ibâdet edilmesini isteyen bir resmî belge yayınlamıştı. Nitekim bu, tarihî eserler ve tarihî belgelerde de aynen mevcuttur. "Acaba bu II. Ramses, Hz. Mûsâ dönemindeki Firavun mu idi?" meselesi ise oldukça ihtilaflıdır.
Bunun üzerine Firavun ileri gelenlerine cevap vermek üzere "Dedi ki:
Oğullarını öldürtecek, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz." Tekrar erkek çocukları öldürme adetini dirilteceğiz. Böylelikle bizim onlara üstün olduğumuzu, onları kahredecek güce sahip olduğumuzu; kendilerinin önceden de olduğu gibi, halen elimizin altında zillet içinde yaşayacaklarını bilsinler. Erkeklerin öldürülüp kadın ve kızların hayatta bırakılması ise oldukça kötü ve aşağılık bir cezâdır. Allah'ın lâneti üzerine olsun; Firavun bunu yapmıştır.
128. - “Musa kavmine dedi ki: “ Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü şüphesiz ki Allah'ındır. Kullarından dilediğine onu miras verir. Ve akıbet takva sahiplerinindir.”
"Mûsâ kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin." Firavunun söylediği bu sözlerden ve tehdidinden dehşete kapıldıkları zaman, Hz.
Mûsâ onları teselli ederek ve onlara karşı zafer kazanacakları vaadiyle bu sözlerini söyledi.
"Yeryüzü şüphesiz ki Allah'ındır." Bütünüyle Allah'ındır; Mısır ve Şam
(Suriye bölgesi) ise bunlardan sadece birer parçadır.
"Kullarından dilediğine onu miras verir." Hz. Mûsâ onların yeryüzüne
mirasçı olacakları ümidini verdi. Bu ümit sabra yardımcı bir unsurdur.
"Ve âkibet takva sahiplerinindir." Bu onlara verilmiş bir müjdedir: Güzel
ve arzulanan sonuç, aralarından takva sahiplerine olacaktır. Aynı zamanda bu müjdede takva sahiplerinden olmaları için de bir teşvik bulunmaktadır.
129. - “Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi.” Dedi ki: “Düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine halife yapması umulur ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır.”
Bunun üzerine İsrailoğulları şüphe ve tereddüt içerisinde, "Dediler ki:
en bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi." Hz. Musa'nın doğuşundan önce Peygamber olarak gönderildiği döneme kadarki devede çocuklarının öldürülmesi ile, bundan sonra tekrar bu cezanın başka birtakım işkencelerle birlikte uygulamaya konulmasına işaret ediyorlar. Burala bir çeşit tereddüt ifâdesi ile birlikte, vaadedilen yardımın geciktiğini de hissettirmektedirler. "Dedi ki: Rabbinizin düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine halife yapması umulur." Bu az önce işaret yoluyla kendisinden söz edilen müjdenin açıkça ifade edilmesidir. Bu müjdenin mahiyeti Firavun'un helâk edilmesi ve kendilerinin ise onlara vaad edilmiş olan Şam (Suriye) topraklarında halifelik makamına getirilmeleridir. "Ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır." O vakit Allah sizin yapmış olduğunuz güzel işleri de, çirkin işleri de nimetin şükrünü de, nankörlüğünü de görecek ve davranışlarımıza göre size karşılık verecektir.
130. - “Andolsun ki biz firavun hanedanını yıllarca kuraklık ve mahsullerin kıtlığıyla tutup sıktık. Düşünüp ibret alsınlar diye.”
"Andolsun ki biz Firavun hanedanını yıllarca kuraklık ve mahsullerin
kıtlığıyla tutup sıktık." O kadar ki toprakları meyve vermez olmuştu. Kıtlığın çöl halkı, meyvelerin azlığının ise şehir ve kasaba halkı için olması ihtimali de vardır. "Düşünüp ibret alırlar diye." İbret alıp bunun sebebinin küfür üzere ısrar etmeleri olduğunun farkına varmaları için, çünkü insanlar sıkıntılı zamanlarda daha bir zelildirler ve kalpleri daha bir incedir.
131. - “Onlara bir iyilik geldiğinde; “bu zaten bizim hakkımızdır” dediler. Şayet kendilerine bir fenalık gelirse? Musa ile beraberindekilerin uğursuzluğu kabul ederlerdi. İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah katındandır. Fakat çoğu bilmezler.”
"Onlara bir iyilik geldiğinde" sağlık ve bollukla karşılaştıklarında "bu
zaten bizim hakkımızdır, dediler." Biz zaten buna lâyıkız, derler. "Şayet kendilerine bir fenalık" kıtlık, kuraklık ve hastalık "gelirse Mûsâ ile beraberindekilerin uğursuzluğu (olarak) kabul ederlerdi." Onların uğursuzluklarının kendilerine dokunduğunu kabul ediyor; onlar olmasaydı bunlar başımıza gelmeyecekti, bütün bunlar onların uğursuzlukları sebebiyle başımıza geliyor, derlerdi. "İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah katındandır." Yani bu onların hayır ve şerlerinin sebebiyle olmuştur. Burada sözü geçen "Allah katındandır" buyruğunun manâsı, Allah'ın hükmünde ve meşîetindedir, demektir. Onların başına gelen iyi kötü bütün hadiseleri takdir eden yüce Allah'tır. "Fakat çoğu" bunu "bilmezler"
132. - “Dediler ki: “Bizi onunla büyülemek için ne kadar mucize gösterirsen göster biz sana inanacak değiliz.”
"Dediler ki: Bizi onunla büyülemek icin ne kadar mûcize gösterirsen göster biz sana inanacak" seni doğrulayacak "değiliz." Onları Hz. Musa
min gösterdiği mucizelere böyle isim vermeleri onunla alay etmek maksadını gütmeleri sebebiyledir. Yahut da onlar bu sözleriyle istikbârlarını açıkça ilan etmekteydiler. Ya da Hz. Musa bunlara "mücize = âyet" adını verdiğinden onlar da aynı ismi kullanmış olabilirler. Onların bu şekildeki sözleri yüzsüzlükleri ve Hz. Mûsâ'nın büyücü olduğu konusundaki israrlarından kaynaklanmaktadır.
133. - “Bunun üzerine biz de ayrı ayrı mucizeler olmak üzere, üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar. Onlar günahkar bir topluluk idiler.”
"Bunun üzerine biz de ayrı ayrı mucizeler olmak üzere" gayet açık mucizeler olmak üzere; aklı başında olan bir kimse tarafından bunların Allah tarafından gönderildiği kolayca anlaşılacak türden mücizeler veya önceki ile sonraki arasında belirgin farklılıklar bulunan birbirinden ayrı mucizeler...
"Üzerlerine tufan" gönderdik, Tufan'ın, onları sele boğan yağmurlar
ve büyük su akıntıları olması ihtimal dahilinde olduğu gibi bu akıntı yüksek tepelere vardı lakin israiloğullarının evlerine dokunmadı halbuki onların evleri kıptilerin evleriyle bitişik idi; Her defasında Hz. Musa’ya geldiler Rabbine dua et bizden bu azabı kaldırsın diye yalvarmaya başladılar. Rabbine dua et bizi bu felaketten kurtarsın ve biz de sana iman edelim, dediler. Hz.Musa dua etti ve felaket sona erdi. Topraklarında yeşil ekinler bitti Daha önce görmedikleri türlü türlü yiyecekler yetişti sözlerinde durmadılar ve onun yaptığı duayı sihir olarak değerlendirdiler. Bazı müfessirler “Tufan” hakkında çiçek hastalığı, vebâ, ölüm olma ihtimali de vardır demişlerdir. Dil bakımından bunların her birisinin izah edilebilecek tarafları vardır. Her bir müfessir bunların birisini tercih etmiştir.
Biz de onlara çekirgeleri gönderdik onların ekin ve meyvelerini yiyen bu "Çekirge" henüz kanatları çıkmamış çekirgelerin küçük yavruları veya büyükçe kene veya bilinen kımıl da olması muhtemel "Haşerât" gönderdik. Kımıl, küçük siyah haşerelerdendir. Pire veya güve olması da muhtemeldir.
Yine Arap dilinde bunların her birisinin açıklanabilecek bir tarafı vardır. "Kurbağalar" da aynı şekilde onlara musallat kılınmıştı, "Ve kan gönderdik." İleride göreceğimiz gibi bu kan ile onlara azab edildi. "Yine de" Hz. Mûsâ'ya iman etmeyerek "büyüklük tasladılar." Küfürleri, isyanları, Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere eziyet vermeleri sebebiyle "Onlar günahkar bir topluluk idiler."
134. - “Üzerlerine azab çökünce dediler ki: “Ey Musa sana olan ahdi sebebiyle Rabbine dua et. Şayet bu azabı bizden kaldırırsan andolsun ki sana inanacağız ve israiloğullarını seninle birlikte göndereceğiz.”
"Üzerlerine azab çökünce..." Acaba burada azâbtan; az önce sözü geçenlerin sonuncusu olan kan mı, yoksa peş peşe gelen azaplar mı kastedilmiştir? şeklinde bir soru ortaya atılmış ve ikincisi tercih edilmiştir. Saşd b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas’a göre bu azab taun hastalığıdır. Bazılarıda yukarıda sayılanlardır demişlerdir.
"Dediler ki: Ey Mûsâ, sana olan ahdi sebebiyle Rabbine duâ et." Buradaki "ahid"'den kasıt, Hz. Mûsâ'nın peygamberliğidir. Nesefî diyor ki:
"Allah'ın sana emanet ettiği ahdini vesile kılarak sen bizim için Allah'a dua et, dediler, demektir."
"Şayet bu azabı bizden kaldırırsan andolsun ki sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz." diye söz verdiler. Hz. Mûsâ da Rabbine duâ edince, üzerlerinden azab kaldırıldı. Fakat söylediklerini hiçbir şekilde yerine getirmediler.
135. - “Biz onların eriştirecekleri bir süreye kadar azabı üzerlerinden kaldırınca bir de ne bakarsın, onlar sözlerinden çaymışlar bile!”
"Biz onların erişecekleri bir süreye" belirli, üstelik kaçınılmaz olarak
karşılaşacakları bir zamana "kadar azabı üzerlerinden kaldırınca", o vakte kadar kendilerine verilmiş olan sürenin ve üzerlerinden azâbın kaldırılmış olmasının hiçbir faydasını göremeyecekler. Süre tamamlanınca da azâba uğratılacaklardır.
"Bir de ne bakarsın ki onlar sözlerinden caymışlar bile." Tabii üzerlerinden azâb kaldırılınca hemen sözlerini bozuverdiler.
136. - “Bu yüzden biz de onlardan intikam aldık. Onları denizde boğduk. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanlayıp umursamadılar.”
"Bu yüzden biz de onlardan intikam aldık." İntikam ni'met vermenin
zıddıdır. İkâbın, sevâbın ziddi olması gibi. "Onları denizde boğduk." Âyeti kerimede kullanılan kelimesi derin deniz anlamına gelir. Bununla denizin yüksek dalgaları ve suyunun önemli bir kısmı da anlatılmak istenebilir.
"Çünkü onlar âyetlerimizi yalanlayıp umursamadılar." Onların denizde boğulmalarının sebebi âyetlerimizi yalanlamaları, bu âyetlere karşı gafil
davranmaları, onlar üzerinde çok az düşünmeleridir.
137. - “Zaafa uğratılmış olan o kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel va’di de onların sabretmelerinden ötürü yerini buldu. Firavunun da kavminin de yapmakta ve yükseltmekte oldukları(binaları)nı ise harab ettik.”
Firavun ve kavminin öldürmekle, hizmetlerinde kullanmakla "Zaafa
uğratılmış olan" ve İsrailoğulları adını taşıyan "o kavmi de bereketlendirmiş olduğumuz" Filistin adlı (Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu topraklar “Şam” topraklarıdır)"yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık." Çünkü burada sözü geçen "arz”dan kasıt, onlara vaat edilmiş, bilinen, belli, arz-ı Mev'ud'dur. Düşmanlarını helâk edip kendilerini halîfeliğe geçireceğine dair "Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel va'di de onların sabretmelerinden ötürü yerini buldu." Onlar sabrettikleri için vermiş olduğu bu sözünü yerine getirdi. Sırf bu olay, sabra teşvik etmenin, belâya ve sıkıntılara karşı çıkıp bunu Allah'a havale edip sabırla karşılamanın, Allah'ın kurtuluşuna ulaşma yolunda bir gerekçe ve sabra teşvik edici bir unsur olduğunu gösteriyor.
"Firavun'un da kavminin de yapmakta ve yükseltmekte oldukları" binalarını, köşklerini, sanayilerini, bahçelerini veya yüksekçe yaptıkları inşaatlarını “harab ettik” mahvettik.
Şanı yüce Allah İsrailoğullarına Filistin'i, müslüman oldukları zaman vermişti. Aynı toprakları bize de müslüman olduğumuz için verdi. Filistin bugün de dünde yarın da müslümanların olmuştur; müslümanların olacaktır. Onlara düşen orayı kâfirlerden geri almaktır.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...