Kadiri Yolu

 

El-A’raf Sûresi 31-58. Ayetlerin Tefsiri

El-Â’raf Sûresi 31-58. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 11. 02. 2025

  ﷺ   

    بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم     

                                                                                                                                                               


يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟ ﴿٣١﴾ قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٣٢﴾ قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٣﴾ وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿٣٤﴾ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٣٥﴾ وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٣٦﴾ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ ﴿٣٧﴾قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعًاۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٨﴾ وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟ ﴿٣٩﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٤٠﴾ لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ ﴿٤١﴾ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٤٢﴾ وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٤٣﴾وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّاۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ﴿٤٤﴾ اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ ﴿٤٥﴾ وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ ﴿٤٦﴾ وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٤٧﴾ وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٨﴾ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ ﴿٤٩﴾ وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ﴿٥٠﴾ اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿٥١﴾وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢﴾ هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٥٣﴾ اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٥٤﴾ اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ ﴿٥٥﴾ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦﴾ وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٥٧﴾وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًاۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟ ﴿٥٨﴾


31. -“Ey Ademoğulları! Her mescide gidişinizde ziynetlerinizi alın, yiyin, için, ama israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez.” 

Allah Teâlâ bu ayeti kerime ile, Arap müşriklerinden, Kabe’yi çıplak ola­rak tavaf eden ve Allah'ın helal kıldığı bir kısım hayvanlara, "Bahire, Şaibe, Va­sile ve Hâin" gibi isimler takarak onları kendilerine haram kılanlara hitab ediyor ve buyuruyor ki: "Ey Âdemoğulları, her mescide gittiğinizde vücudunuzu örten süsler olarak elbiselerinizi giyin. Sizi rızıklandırdığımız temiz ve helal şeyler­den yiyin için. Ancak Kur’anda, haram olduğunu sizlere bildirdiğim veya Pey­gamberin Muhammedin diliyle, haram olduğunu size açıkladığı şeyleri yeme­yin."

Abdullah b. Abbas, Ata, İbrahim en-Nehâi, Mücahid Said b. Cübeyr, Ta­vus, Katade, Süddi, Zühri, Dehhak ve İbn-i Zeyd, bu âdette zikredilen ve "Te­miz ve güzel elbiseler" diye tercüme edilen kelimesinden maksadın kişinin avret mahallini örtecek herhangi bir giyecek olduğunu söyle­mişler, âyet-i kerimenin de Kâbeyi çıplak olarak tavaf edenlerin hakkında nazil olduğunu bildirmişlerdir.

Âyet-i Kerime, helal şeyleri yiyip içmenin mubah olduğunu bildiriyor is­rafı ise yasaklıyor.

Ahmed b. Hanbel, Peygamber efendimiz (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu ri­vayet eder: "İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. İnsanoğluna, belini doğrultacak birkaç lokma yemesi yeter. Şayet karnını mutlaka dolduracaksa, o zaman üçte birini yemek, üçte birini su ile üçte birini de nefes ile doldursun

32. - “De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir. Kıyamet günü ise yalnız onlaradır. İşte biz ayetlerimizi bilen bir kavim için böyle açıklarız.”

Ey Muhammed, Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendileri için haram sayan şu cahillere de ki: "Allah'ın, kullarına, giyinip kuşanmayı helal kıldığı elbise ve benzeri süs eşyalarını ve helal kıldığı yeme ve içmeyi kim haram kıldı. Onlara  de ki: "Bu şeylerden dünya hayatında kafirler de faydalansa aslında müminlerin hakkıdır. Çünkü o nimetlere ancak müminler şükrederler. Âhirette ise bu nimet­ler sadece müminlere aittir. Sana, haram ve helale ait hükümlerimi açıkladığım gibi bilen bir topluluk için de ayetlerimi böylece açıklarım.

33. - “De ki: “Rabbim açığıyla, gizlisi ile tüm hayasızlıkları günahı haksız yere haddi aşmayı hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” 

Alabildiğine çirkin olan her türlü hayasızlığı günahı Allah'ın emrine her türlü aykırı davranışı zulüm ve büyüklenmeyi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Şanı yüce Allah kendisine başkalarının şirk koşabileceğine meydan verecek hiçbir delili indirmez. Fakat onların Allah'ın emriyle şirk koştukları iddialarını reddetmek için böyle buyurmuştur. Allah hakkında bilinmeyen şeyleri söylenmesini de haram kılmıştır. Allah'ı başka sıfatlarla nitelemek, helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılmak suretiyle iftira da bulunmak da bu tür davranışlardandır.  

34. - “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalır ne de bir an ileri gidebilirler..” 

Her ümmetin bir eceli vardır. Belirli bir vakti vardır ve bu vakitte iman etmedikleri takdirde onların kökünü kazıyan azap gelir. Bu buyrukta bu dini reddeden kimselere Allah tarafından bilinen bir sürede gelecek olan azap ile tehdit vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalır ne de bir an ileri gidebilirler. Onlara bir an dahi süre ve mühlet verilmez demektir. 

35. - “Ey Ademoğulları! İçinizden size ayetlerimi anlatacak. Peygamberler gelince her kim ki sakınıp düzelirse artık onlar için bir korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”

Ey Ademoğulları! İçinizden size ayetlerimi anlatacak size indirdiğim kitaplarımı okuyacak peygamberler gelince her kim ki sakınıp düzelirse, kötülükten sakınarak amellerini düzgün yaparsa artık onlar için gelecekte karşılaşacakları şeyler için bir korku yoktur ve geride bıraktıkları şeyler için onlar üzülecek de değillerdir. Yahut da kesinlikle onlar için korku söz konusu olmaz. Çünkü bütün hususlarda onları himaye edecek olan Allah'tır. Onlar üzülmezler de, çünkü bütün işlerinde Allah'a tevekkül ederler. 

36- “Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar işte onlar ateşliklerdir. Onlar orada temelli kalıcıdırlar.”

Kim de Allah'ın ayetlerini yalanlar Peygamberlerin getirdiklerini inkâr eder ve bunlara iman etmeyerek böbürlenirlerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır.

37. - “Allah'a karşı yalan uyduran veya Onun ayetlerini yalan sayanlardan daha zalim kim vardır? İşte onlara kitaptaki payları erişecektir. Nihayet elçilerimiz canlarını almak üzere onlara geldiklerin de diyeceklerdir ki: “Allah'tan başka taptıklarınız nerede?” Onlar da derler ki: “Onlar bizi bırakıp kaçtılar” Ve onlar kendi aleyhlerine ve gerçekten kafir olduklarına şehadet ederler.

Allah'a karşı iftira bulunanlar, Yüce Allah'ın söylemediği şeyleri Allah hakkında “söyledi” diye yalan uydurandan yada Allah'ın buyruklarını yalanlayanların zulmünden daha büyük bir zulüm yoktur.

“İşte onlara kitaptaki paylara erişecektir.” Dünya hayatında onlar için yazılmış bulunan rızıklar, ömür, mutluluk ve betbahtlıklar kendilerine ulaşacaktır. “Nihayet elçilerimiz canlarını almak üzere onlara geldiklerinde” Ölüm meleği ve onun yardımcıları ruhlarını kabzetmek için geleceklerinde… Onların dünyadan alacakları pay, ölecekleri ana kadar devam eder. Elçiler olan melekler onlara gelince azarlayıcı bir üslupla:  

“Diyeceklerdir ki: “Allah'tan başka taptıklarınız nerede?” Sizleri savunmak için Allah'ı bırakıp kendilerine ibadet etmiş olduğunuz ilahlarınız nereye gitti? “Onlar da derler ki: Onlar bizi bırakıp kaçtılar” Kayboldular, onları göremiyoruz.

“Ve onlar kendi aleyhlerine gerçekten kafir olduklarına şehadet ederler.” Sözün mutlak bir gerçeği ifade ettiğini belirten “şehadet” lafzını kullanılarak kafir oldukları itiraf ettiler. 

 

38. - “Buyurur ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları ile girin, ateşe!” Her ümmet girdikçe yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi birbiri, ardından orada toplanınca sonrakiler öncekiler için derler ki: “Rabbimiz işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara ateşten katmerli azap ver.” Buyurur ki: “Hepiniz için katmerlidir, ne var ki bilmezsiniz."

Yüce Allah kıyamet günü bu kafirlere şöyle diyecektir. “Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla girin ateşe!” Sizden önce Cin ve ins kafirleri ile birlikte ateşe girmiş olan ümmetlerle birlikte girin ve onlarla bir ve beraber olun. 

“Her ümmet girdikçe yoldaşına lânet eder.” Ateşte giren her bir ümmet, din ve inanç itibariyle kendisine benzeyen, kendisine andıran ümmete lanet eder. Yani ona uymak suretiyle sapmış olduğu ümmeti lanetler.


“Nihayet hepsi birbiri ardınca orada toplanınca…” Geçmişler de sonrakiler de, önderler de,  onlara uyanlar da, hep birlikte peşpeşe ateşe girip bir araya gelince;  “Sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbimiz işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara ateşten katmerli azap ver.” Sonrakilerin öncekilere hitabı böyledir. Allah da der ki hepinizin azabı katmerlidir. Fakat ey cehennemlikler siz bunun farkında değilsiniz.

39. - “Öncekileri sonrakilere.: “Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur. Öyleyse kazandıklarının sebebiyle azabı tadın.” dediler.

Öncekiler sonra gelenler hakkında sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur dediler. 

Bu buyruğun birkaç manası ortaya çıkıyor: 

1- Sizin bize karşı herhangi bir yardımcınız olmaz. 

2 - Veya, sizin bize bir üstünlüğünüz yoktur. Katmerli azabı hak etmek noktasında bir birimize eşitiz. 

3- Bu söylenen sözler, geçmiş ümmetlerin kendilerinden önceki ümmetler hakkında söyleyecekleri sözdür. Çünkü sonradan gelenler kendilerinin daha hayırlı olduğunun görüşündedirler. Öncekilere göre daha iyi ve daha ileri olduklarını zannediyorlardı. 

“Öyleyse kazandıklarını sebebiyle azabı tadın” Yani kazandığınız ameleler ve küfrünüz sebebiyle azabı tadın. İşte bu öncekilerin sonrakilere söyleyecekleri sözler cümlesindendir. 

40. - “Muhakkak ki ayetlerimizi yalan sayıp da onlara karşı büyüklük taslayanlara, onlara göğün kapıları açılmaz ve onlar deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.

Şüphesiz ki ayetlerimizi yalanlayıp, delillerimizi karalayan onlara uymaya ve onlara karşı boyun eğmeyip kibirlenenlerin amellerine, dualarına ve ruhlarına göklerin kapıları açılmayacaktır. Onlar deve iğnenin deliğinden geçmedikçe Allah'ın müminlere hazırlamış olduğu cennete giremeyeceklerdir. 

Yani devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse kâfirlerin de cennete girmeleri de öylece mümkün değildir. Ayeti kerime de geçen göğün kapıları açılmaz ifadesiyle neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir. 

İbn-i Cüreyc’e göre ise göklerin kapılan kâfirlerin hem ruhları hem de amelleri için açılmaz. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve demiştir ki: "Kâfirler Öldükten sonra onların ruhları için göklerin kapılan açılmayacağı gibi hayatta oldukları zamanda da onların sözleri ve amelleri için göklerin kapıları açılmaya­caktır. Çünkü onlann amelleri murdar şeylerdir. Halbuki Allah Teâlâ, ancak gü­zel sözlerin ve salih amellerin, kendisine yükseleceğini belirtmiştir.

Bera b. Âzîb ve Ebu Hureyre’den hadisler nakledildiğini söylemiştir. Bera b. Âzib diyor ki: "Resulullah (s.a,v.) ile beraber Ensardan bir adamın cenazesinde bulun­duk. Kabre vardığımızda kabrin henüz lahdi yapılmamıştı. (İçi tam hazır değildi) Resulullah (s.a.v.) oturdu. Biz de onun çevresinde, başlarımızda sanki kuşlar varmış gibi sükunetle oturduk. Resulullah´ın elinde bir ağaç parçası vardı ve onunla yeri eşeliyordu. Başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Kabir azabından Allah’a sığının." Bu sözü iki veya üç defa tekrarladı. Ve sonra şöyle bu­yurdu: "Mümin bir kulun dünyadan kopup âhirete yönelme vakti gelince, onun yanına gökten, yüzleri güneşe benzeyen beyaz yüzlü Melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden bi kefen ve cennet kokularından bir koku bulunur. O Me­lekler, can vermekte olan kişinin gözünün göreceği kadar bir uzaklıkta oturur­lar. Sonra ölüm meleği Azrail (as) gelir, onun başucuna oturur ve şöyle der: "Ey pâk ve temiz can, vücuttan çık. Allah’ın affına ve rızasına kavuş." Bunun üzerine su kabından bir damlanın akması gibi ruh vücuttan akıp çıkar. Melek onu alır ve diğer melekler o ruhu, ölüm meleğinin elinden, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin alırlar. Cennetten getirdikleri o ke­fenin ve kokunun içine koyarlar. O ruhtan, yeryüzündeki en güzel misk’in koku­su gibi bir koku çıkar. Ve Melekler bu ruhu alıp yukarı çıkarlar. Hangi Melek topluluğuna uğraşırlarsa onlar: "Bu güzel ruh kimin " diye sorarlar. O ruhu taşı­yan Melekler, kişinin, dünyada çağrıldığı en güzel adını söyleyerek: "Bu, falan oğlu falandır." derler. Nihayet o ruhla birlikte dünya göğüne varırlar ve kapının açılmasını isterler. Kapı onlara açılır. Her katta bulunan ileri gelen kimseler o ruhu bir üst kata kadar yolcu ederler. 

Nihayet yedinci kat göğe ulaşırlar. Orada Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Bu kulumun amelini yüksek katlanndakinin içine yazın. Ve kendisini yeryüzüne gönderin. Çünkü ben onları oradan yarattım ve oraya döndürürüm. Tekrar oradan çıkaracağım."

Bu kişinin ruhu tekrar vücuda döndürülür. İki Melek gelip yanına oturur ve ona şu sorulan sorarlar: (Aralarında şu konuşma geçer) 

- Rabbin kimdir? 

- Rabbim Allah’tır. 

- Dinin nedir? 

- Dinim İslam'dır.  

- Size gönderilen bu adam kimdir? 

- O Allah’ın Peygamberidir.  

- Amelin nedir? 

- Allah’ın kitabını okudum. Ona iman ettim ve onu tasdik ettim. 

Bunun üzerine gökten: "Kulum doğru söyledi. Onun altına Cennetten ser­giler serin ve onu cennetten giydirin. Ona, cennete bakan bir kapı açın." diye bir ses gelir. O kişiye cennetin havası ve kokulan gelir. Kabri, gözün görebileceği kadar genişler. Yanına güzel yüzlü temiz elbiseli, hoş kokulu bir adam gelir. Ve ona: "Ben seni, sevindirici bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaad edilen gün bu­gündür." der. Ölen kişi ona: "Sen kimsin Yeryüzünden bile hayırlı bir haber getirdiğin belli oluyor." der. O kişi: "Ben senin, dünyada işlediğin güzel ameli­nim" der. Bunun üzerine ölen kişi şöyle demeye başlar. "Ey rabbim, kıyameti kopar da ehlime ve cennetteki ebedi nimetlere kavuşayım." 

Kâfir bir kulun, dünyadan kopup âhilrete yönelme vakti gelince de onun yanma gökten, siyah yüzlü Melekler iner. Yanlarında bir paçavra vardır. O Me­lekler cen vermekte olan kişinin gözünün görebileceği kadar bir uzaklıkta otu­rurlar. Sonra ölüm Meleği (Azrail) gelir, onun başucuna oturur. Ve şöyle der: "Ey habis can, bedenden çık ve Allah'ın gazabına uğra. "Bunun üzerine ruh, ki­şinin vücudunun her tarafına yayılır. Melek o ruhu, ıslak yünün içinden kebap şişini çekercesine çekip alır. Ve diğer Melekler, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin onu Ölüm Meleğinden alırlar. Ve onu, getirdikleri paçavranın içine koyarlar. O paçavradan, yeryüzündeki en pis kokulu leşten çıkan koku gi­bi bir kou çıkar. Melekler onu alıp yukarı çıkarırlar. Hangi Melek topluluğuna uğrarlarsa onlar "Bu habis ruh kimin " diye sorarlar, O ruhu taşıyan Melekler,. kişinin dünyada çağırıldığı en kötü adını söyleyerek. "Bu falan oğlu falandır." derler. Nihayet o ruhla dünya göğüne varırlar ve onun için kapıların açılması is­tenir. Fakat kapı ona açılmaz." 

Resulullah (s.a.v.) sözünün bu noktasında bu âyet-i kerimeyi okudu: "Şüphesiz ki ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklük taslayanlara gö­ğün kapıları açılmaz. Ve deve iğnenin deliğinden geçmedikçe onlar cennete gi­remezler.." 

Resulullah (s.a.v.) sözlerine devamla buyurdu ki: "Aziz ve Celil olan Al­lah Teâlâ şöyle der: "Bunun amelini, yerin en alt katında bulunan siccîn´e ya­zın." Bundan sonra onun ruhu aşağıya atılır." 

Resulullah (s.a.v.) sözünün bu noktasından şu âyet-i kerimeyi okudu. "Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp kuşlar tarafından kapılmış ve­ya rüzgarla uzaklara sürüklenmiş gibidir. Ve sonra şöyle buyurdu: "Bu ada­mın ruhu vücuduna döndürülür. İki Melek gelip yanma oturur ve ona şöyle der­ler. (Aralarında şu konuşma geçer) 

- Rabbin kimdir? 

- Ha, ha, bilmiyorum. 

- Dinin nedir? 

- Ha, ha, bilmiyorum. 

- Size gönderilen bu adam kimdir? 

- Ha ha bilmiyorum. 

Bunun üzerine gökten: "Kulum yalan söyledi. Altına ateşten yaygılar se­rin, kendisine, cehenneme bakan bir kapı açın." diye bir ses gelir. Bu kişiye ce­hennemin sıcağı ve alevi gelir. Kabri sıkıştırıldıkça sıkıştırılır, kaburgaları birbi­rine girer. Yanma, çirkin yüzlü, pis kokulu bir kişi gelir ve ona: "Seni, hoşuna gitmeyecek bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaadedilen gün bugündür." der. Ölen kişi de ona şöyle der: "Sen kimsin Yüzün bile kötülüğü ifade ediyor." O da: "Ben senin pis amelinim." der. Ölen kişi: "Ey rabbim, sen kıyameti koparma." der. 

41. - “Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız..”

Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinde de örtüler vardır. Biz küfre sapmak suretiyle nefislerine “zulmedenleri işte böyle cezalandırırız.” Şanı yüce Allah ayetlerini yalanlayan müstekbirlerin akıbetlerine dair açıklamalar verdikten sonra müminlerin durumlarına dair açıklama yapmaktadır. 

42. - “İman edip de salih ameller işleyenlere gelince -ki biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemeyiz- İşte onlar cennetliklerdir. Onlar orada temelli kalıcıdırlar.

Allahu Teala bu ayette iman edip salih amel işleyenlerin cennetlik olduklarını ve orada ebediyen kalacaklarını beyan ediyor ve hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyi yükleyeceğini bildiriyor. İman edip salih amel işleyenler cennetliklerdir orada temelli kalıcıdırlar. Çıkarılmamak üzere orada ebediyyen kalacaklardır.

43. - “Göğüslerinde kinden ne varsa söküp almışızdır. Altlarından ırmaklar akar. Ve derler ki: “Hamdolsun O Allah'a ki bizi hidayetiyle buna ulaştırdı. Eğer o bizi ulaştırmasaydı biz hidayete ulaşamadık. Andolsun ki rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişlerdir.” Onlara: “Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçısı kılındığınız cennet işte budur.” diye seslenilir.

Dünya hayatında iken aralarındaki kinleri çıkarıp attık. Artık cennette onların arasında sevgi ve muhabbetten başka bir şey kalmayacaktır. İşte bu da cennetteki mutluluğun tamamlayıcı unsurlarındandır. Çünkü cennette hem maddi hem de manevi hem zahiri hemde batıni esenlik ten başka bir şey yoktur. Altlarından ırmaklar akar, bu da görerek elde edecekleri mutluluğun tamamlayıcı bir unsurudur. Ve derler ki hamdolsun o Allah'a ki bizi hidayeti ile buna ulaştırdı. Bu büyük nimetleri elde etmeye aracı olan şeye yani imana bizi ilettiği için Allah'a hamdolsun. Allah'ın hidayeti olmasaydı bizim hidayet bulan kimseler olmamız söz konusu olmazdı. Cennetlikler bu sözlerini elde ettikleri nimetlere sevinçleri ve inandıkları gerçeği açık ve açıkça dile getirme ileri maksadıyla söyleyeceklerdir. Onların bu sözleri resullerin gönderilmesinin Allah'ın kullarına olan bir lütfu olduğuna işarettir. Ayrıca cennetlikler bu sözleriyle kendilerine lütufta bulunan lütuf sahibine lütfunu itirafında bulunuyorlar. 

44. - “Cennetlikler cehennemliklere: “Rabbimizin bize vaad ettiğini hak bulduk. Siz de rabbinizin size vaad ettiğini hak buldunuz mu?” diye seslenirler. “Evet” derler. Bunun üzerine aralarında bir münadi: “Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” diye seslenir.

"Cennetlikler cehennemliklere: Rabbimizin bize vadettiğini" sevap ve ecri "Hak bulduk. Siz de Rabbinizin size vadettiğini" azâbı "hak buldunuz mu?" diye seslenirler." Cennetliklerin cehennemliklere bunu söylemeleri, onların bu hallerinden dolayı memnuniyetlerini izhar ve Allah'ın nimetlerini itiraf içindir.

"Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münadi; Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir, diye seslenir." Sözkonusu bu münadi, "Mâlik" adındaki melektir. Onun bu seslenişini cennettekiler de cehennemdekiler de işitecektir. Bu zâlimlerin nitelikleri şudur:

45. - “Onlar ki Allah'ın yolundan alıkorlar ve onu eğriltmek isterler ve onlar ahireti de inkâr edenlerdir."

"Onlar ki Allah'ın yolundan" dininden "alıkorlar." engellerler. "Ve onu eğriltmek isterler" bu yolun sapmasını ve onda çelişkiler ortaya çıkmasını arzularlar. "Ve onlar âhireti de inkâr edenlerdir." Ahiret yurduna inanmazlar. Bu zâlimler hem Allah'ın yolundan alıkoymak isterler, fesat çıkartmayı arzu ederler hem de âhirete inanmaz onu inkâr ederler.

46. - “İki taraf arasında bir perde vardır. Araf üzerinde de her birini simalarıyla tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere: “Size selam olsun” diye seslenirler. Bunlar henüz oraya girmeyen ama girmeyi uman kimselerdir."

"İki taraf arasında bir perde vardır." Cennet ile cehennem arasında ya da cennetlikler ile cehennemlikler arasında bir perde vardır. Bu ise şânı yüce "Aralarında kapısı olan bir duvar (sur) çekilecektir" (el-Hadid, 57/13) buyruğunda sözü geçen surdur. 

"A'raf üzerinde de her birini simalarıyla” alâmetleriyle "tanıyan" yani mutlulardan mıdır, bedbahtlardan mıdır diye bilen "adamlar vardır." Bunlar cennete son olarak giren müslüman kimselerdendirler. Çünkü bu gibi kimselerin hasenat ve seyyiâtı eşittir. 

A'râf: Perde demektir. Bu da cennet ile cehennem arasındaki surdur. A'râf kelimesinin çoğulu olup bu sûrun üst tarafları anlamındadır. Ayet-i kerimede, her grubun simaları ve alâmetleri ile tanınmasıyla ilgili olarak da şöyle denilmiştir: Mü'minlerin alâmeti yüzlerinin aklığı ve parlaklığı, kâfirlerinki ise yüzlerinin karalığı ve gözlerinin maviliği olacaktır.

A'râftakiler "cennetliklere: "Size selam olsun" diye seslenirler." Onların söyledikleri bu söz cennet ehlini tebrik etmek anlamındadır. Şüphesiz ki insan böyle bir durumda A'râftakilerin akıbetinin ne olacağını sorar. Bu bakımdan böyle bir sorudan söz edilmeksizin bunun cevabı gelivermiştir. Çünkü zaten böyle bir sorunun sorulması beklenen bir şeydir. "Bunlar A'raftakiler henüz oraya girmeyen" henüz cennete girmemiş olmakla birlikte, "ama girmeyi uman kimselerdir.

47. - “Gözleri cehennem ashabından tarafa çevrilince de; “Rabbimiz bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma” derler.

Gözleri cehennem ashabından tarafa çevrilince de" A'râftakilerin gözleri -adeta onları görsünler ve bundan dolayı da Allah'a sığınsınlar diye; onlara baktıran birisi varmış gibi bir ifade kullanılmıştır- içinde bulundukları azâbı görecekleri vakit; "Rabbimiz, bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma, derler." Bundan dolayı Allah'a sığınırlar, kendilerini onlara katmaması için rahmetini dilerler.

48. - “Araf ashabı simalarıyla tanıdıkları adamlara seslenerek derler ki: “topluluğunuz da büyüklenmekte olmanızda size fayda vermedi.

"A'râf ashabı simalarıyla" alâmetleriyle "tanıdıkları adamlara" kâfirlerin ileri gelenlerine "seslenerek derler ki: Topluluğunuz da büyüklenmekte olmanızda size fayda vermedi." Ne sizin mal toplamalarınız veya çokluğunuz ve bir arada bulunmanız, ne de hakka ve insanlara karşı büyüklük taslamanızın size faydası olmadı. İşte şimdi her şey ortadan kalkmış, yok olmuş ve geriye bu gibi kimselere sadece zillet, utanmak ve ateş kalmıştır.

49. - “Kendilerini Allah’ın rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz bunlar mıydı? (İşte onlara) girin cennete size hiçbir korku yoktur ve sizler üzülecek de değilsiniz.”(denilmiştir)"

"Kendilerini, Allah'ın, rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz bunlar mıydı?" Bu hitâbın Allah'tan olacağı da A'râftakilerin söyleyeceği sözlerden olacağı da muhtemeldir. Bu sözlerle kendilerine işaret edilen daha önceden cennete girmiş bulunan fakir ve mustazaflar veya A'râftakilerdir. Yemin etmekle kastedilen de şudur: Allah'ın onlara en ufak bir şekilde merhamet etmeyeceğine onları cennetine koymayacağına dair cehennemlikler and içiyorlardı. Çünkü onlar bu gibi kimseleri fakirlikleri sebebiyle küçümsemekteydiler.

"(İşte) girin cennete size hiçbir korku yoktur ve sizler üzülecek de değilsiniz (denilmiştir)." Bu söz yüce Allah'ın A'râftakilere söyleyeceği sözlerdendir. Yani, A'râftakilere her iki kesime de bakıp sîmalarıyla o kesimleri tanıyarak sözü geçen sözleri de söyledikten sonra, onlara böyle denilecektir. 

50. - “Cehennemlikler cennetliklere: “Sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın” diye seslenirler. Onlar da derler ki: “Doğrusu Allah onları kafirlere yasak etti.”

"Cehennemlikler cennetliklere: "Sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın" diye seslenirler." Yani, Allah'ın size sudan başka vermiş olduğu içeceklerden de akıtın, demektir. Çünkü bu da "akıtmak" hükmündedir. Bir başka açıklamaya göre, yiyecek ve meyvelerden akıtın veya bize Allah'ın size vermiş olduğu rızıklardan atın, demektir. İsteklerinin karşılık göreceğinden ümitleri olmamakla birlikte, böyle bir istekte bulunmalarının sebebi, şaşırıp kaldıklarından fayda vermeyecek şeyler istemeleridir. Burada "akıtmak" dan sözedilmesi, cennetin cehennemin üzerinde olduğuna delâlet etmektedir.

Cehennemliklerin bu isteklerine karşılık olarak cennetlikler: "Derler ki: Doğrusu Allah onları kâfirlere yasak etti." Burada sözü geçen "yasak etmek (tahrîm)"; men etmek, alıkoymak demektir. 

51. - “Onlar ki alay ve eğlenceyi din edindiler. Dünya hayatı da kendilerini aldattı. İşte onlar bu günlerine kavuşmayı nasıl unutmuşlar idiyse, ayetlerimizi nasıl bilerek inkar etmişler idiyse biz de bugün onları öylece unuturuz.”

Bundan sonra yüce Allah, kâfirlerin bu kötü duruma düşmelerine ve azâbı hak etmelerine sebep teşkil eden niteliklerle şöylece niteledi: "Onlar ki alay ve eğlenceyi din edindiler." Dilediklerini haram ve dilediklerini helâl

kıldılar. Ya da alay ve eğlenceyi kendileri için bir din, bir gidilen yol edindiler.

"Dünya hayatı da kendilerini aldattı." Bundan dolayı âhireti unuttular

ve uzun süre hayatta kaldıkları için aldanışa düştüler.


"İşte onlar bu günlerine kavuşmayı nasıl unutmuşlar idiyse" âhiret gününü unuttukları gibi; "âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişler idiyse" vahyi inkâr ettikleri gibi; “biz de bu gün onları böylece unuturuz." Azâb içerisinde terkederiz, bırakırız. Buna göre onları bu azâba mahkûm eden nitelikleri dünya sevgisi, âhireti unutmak ve Allah'ın âyetlerini yalanlamaktır.

52. - “Andolsun ki biz onlara bir kitap getirdik. Onu -inanan bir kavim için hidayet ve rahmet olarak- bilgi üzere uzun uzun açıkladık..”

Yemin olsun ki, biz onlara, hakkı batıldan ayıran bir kitap gönderdik. O kitapta meseleleri uzun uzun açıklanmış ve açıklığa kavuşturduk. Bu kitap müminler için bir hidayet rehberi ve merhamet kaynağıdır. Bu kitap helal, haram, mev'iza ve kıssaları ile gayet açık ve mufassaldır. Bu kitap, genişçe açıklanmış ve ilim üzere indirilmiş olmakla birlikte; hidayet ve rahmettir de. Fakat müminlere…

53. - “Onlar onun te’vilinden başkasını mı bekliyorlar? Onun te’vilinin geldiği gün daha önce onu unutmuş olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin elçileri bize hakkı getirmişti. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin, yahut geriye çevrilir miyiz ki yapmış olduğumuzdan başkasını yapalım.” Onlar gerçekten kendilerini hüsrana uğratmışlardır ve uydura geldikleri şeyler kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.”

"Onlar onun te'vilinden başkasını mı bekliyorlar?" Yani işinin sonunu ve neticesinden başkasını mı beklemektedirler? Çünkü sonunda onun bildirdiklerinin doğruluğu, belirtmiş olduğu vaad ve vaîdlerinin gerçekliği ortaya çıkmış olacaktır. er-Rabî' şöyle diyor: "Onun te'vili, hesap günü gelinceye, cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girinceye kadar devam edip duracaktır. İşte o zaman onun te'vili tamamlanmış olur."

"Onun te'vilinin geldiği gün" Yani Kıyamet günü "daha önce onu unutmuş" terketmiş, ondan yüz çevirmiş "olanlar derler ki: "Gerçekten Rabbimizin elçileri bize hakkı getirmişti."

Yani onların hakkı getirmiş oldukları açıkça ortaya çıkmış ve söylediklerinin doğruluğu belli olmuştur. Ancak onlar bu ikrârı kendilerine faydası dokunmayacak bir zamanda yapmış olacaklardır.

"Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin, yahut geriye çevirilir miyiz ki yapmış olduğumuzdan başkasını yapalım?" Bize şefaat edecek kimse var mıdır? Yahut durum böyle olduğuna göre, buna uygun amelde bulunup daha önce yapmış olduğumuz işleri terk etsek, olabilir mi acaba?

"Onlar gerçekten kendilerini hüsrana uğratmışlardır ve uydura geldikleri şeyler kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır." Dünyada iken ibadet ettikleri uydurma ilâhlar ve tanrılar yoktur.

54. - “Muhakkak ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürür. Güneşi, ayı ve yıldızları emriyle musahhar kılmıştır. Bilin ki yaratma da, emir de yalnız onundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!”

"Muhakkak ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan..." Bu yaratılışın altı günde oluş hikmeti -şânı yüce Allah'ın hepsini bir anda yaratmaya kadir olmasına rağmen- işlerde gerekli dikkat ve özeni göstermeyi bildirmek, her bir işin bir günde yapıldığını öğretmek içindir. Bir şeyin bir başka şeyden sonra var edilmesinin Alîm, Müdebbir, Mürîd olanın varlığına daha açık bir delil olduğuna, her bir işi istediği şekilde yarattığına, meşîetine uygun olarak onun varlığını sürdürdüğüne delâlet etmesi içindir. Bu âyetlerin umûmî manâsını verirken burada sözü geçen "altı gün" bizim günlerimizden midir, yoksa Allah'ın günlerinden midir? şeklindeki farklı görüşleri görmüş bulunuyoruz. Ayrıca Bakara sûresinde göklerle yerin yaratılışı konusunda birtakım açıklamaları da gördük. Diğer taraftan Allah'ın izniyle Hûd sûresinde bunu daha etraflı bir şekilde ele alacağımız gibi, bunun nihai geniş açıklamaları Fussilet sûresi ile Nâziât sûresinde gelecektir.

"Sonra Arş'a istiva eden Allah'tır. Gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürür." Devamlı kovalayan geceyi, gündüze katarak onu örter. Nesefi: "Kovalayan gecedir." diyor. Bu gerçekten de Tamamlayıcı Bilgiler bölümünde de göreceğimiz gibi mûcize olan önemli bir konudur.

"Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları" yaratarak "emriyle musahhar kılmıştır."

Tekvînî emriyle bunlara boyun eğdirmiştir.


"Bilin ki, yaratma da emir de yalnız O'nundur." Her şeyi yaratan O'dur ve O yalnız başına yaratıcıdır. Bu bakımdan teşri' ve teklif de Onun hakkıdır. Onun izni olmaksızın hiçbir kimsenin emretme hakkı yoktur.


"Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şânı ne yücedir!" Yani onun hayrı çok

ve ihsanı sürekli olsun, demektir. Âlemlerin Rabbi ise onların yaratıcısı, efendisi onların üzerinde egemen olan, hakimiyeti onları kuşatan ve onları emrine musahhar kılandır, demektir.

55. - “Rabbinize yalvara yakara, gizlice dua edin. Muhakkak ki O haddi aşanları sevmez.”

"Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin." Sizler hem yalvararak yakararak, hem de gizlice Ona dua ediniz. Tazarru: Zillet anlamına gelen kelimesinden türemiştir. Manâsı: Rabbinize huzurunda zilletinizi arz ederek ve niyaz ederek duâ ediniz, demektir.

"Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez." İster duada isterse de başka

hususlarda, hiçbir konuda kendilerine verilmiş olan emri aşanları sevmez.

İbn Cüreyc'e göre; duâ ederken seslerini yükseltenleri sevmez demektir. Yine ondan gelen bir rivâyete göre duâ ederken bağırıp çağırmak hem mekrûhtur, hem de bid'attır.

56. - “Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkartmayın ve O’na korka korka ve ümitle yalvarın. Muhakkak ki, Allah'ın rahmeti ihsan edenlere çok yakındır.”

"Islah olmuşken yeryüzünde fesad çıkarmayın." İtaatin arkasından masiyetle yahutta tevhidden sonra şirk ile ya da adaletten sonra zulüm ile, sünnetten sonra bid'at ile uygulamaya geçirildikten sonra şeriatı çalışmaz hale getirmekle yahut bütün bunların hepsiyle; islahtan sonra fesat yapmayın.

"Ve Ona korka korka ve ümitle yalvarın." Kabul olmayacağı korkusuyla ve kabul olunacağı ümidiyle O’na dua edin. Ya da ateşten korkarak cenneti ümid ederek; ayrı düşmekten korkarak kavuşmayı umarak, görmediğiniz akıbetten korkarak vâzıh hidâyeti ümid ederek, yahut amellerinizin gerçek karşılığını verip adalet yapmasından korkarak, lütfundan ümitvâr olarak dua ediniz.

"Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, ihsan edenlere çok yakındır." İhsan ile nitelenen kimselere Allah'ın rahmeti yakındır. Nesefi "çok yakındır" kelimesinin burada zikredilmesi konusunda beş ayrı vecih zikreder. Ancak bizim bu eserde böyle bir maksadımız olmadığından onları belirtmiyoruz.

57. - “Odur; ki, Rahmetinin önünden rüzgarları müjdeci olarak gönderir. Nihayet bunlar ağır yüklü bulutları yüklediğinde biz onu ölü bir ülkeye gönderir, onunla su indirir ve onunla her türlü mahsul çıkartırız. İşte ölüleri de böyle çıkarırız. Ta ki iyice düşünüp ibret alasınız.”

"O'dur ki rahmetinin önünden rüzgarları müjdeci olarak gönderir." Rüzgarları yağmurun müjdecileri olarak nimetinin önünden gönderir. Sözkonusu nimet, nimetlere sebep teşkil eden yağmurdur.

"Nihayet bunlar yağmur yüklü bulutları yüklendiğinde biz onu ölü bir ülkeye gönderir, onunla su indirir ve onunla" su ile "her tür mahsul çıkartırız." Rüzgarlar yağmur ile ağırlaşmış bulunan bulutları kaldırınca, bu bulutları yağmuru bulunmadığı için ölü durumunda bulunan bir ülkeye gönderir ve o bulut ile veya bu bulutu oraya sürüklemek suretiyle yağmur sayesinde orada meyveler biter.

"işte" yani ölü topraktan meyvelerin çıkartılması gibi, "ölüleri de böylece

çıkarırız. Ta ki iyice düşünüp ibret alasınız." Sizin bu ibret alışınız öldükten sonra dirilmeye iman etmeye sizi götürsün. Çünkü her iki diriltilme arasında bir fark yoktur. Zira bunların her birisi de bir şeyin öldürülmesinden sonra iade edilmesini göstermektedir. Ayet-i kerîme, yağmur, suyun buharından oluşan buluttan değildir, diyen hurafenin reddi konusunda gayet açıktır.

58. - “İyi ve temiz ülkenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Kötü olandan ise, faydası çok az olandan başkası çıkmaz. Şükreden bir kavim için ayetleri işte böyle yerli yerince açıklarız.”

"İyi ve temiz ülkenin" Yani toprağı hoş ve güzel olan arazinin; "bitkisi Rabbinin izniyle çıkar." Rabbimiz onu kolaylaştırmak suretiyle bitkisi çıkar. Burada böyle bir ülkenin bitkisi de güzel ve yeterli bir şekilde çıkar, denmiş gibidir.

"Kötü olandan" kötü ülkeden "ise faydası çok az olandan başkası çıkmaz." Onun, ancak faydası çok az olan bitkisi olur. Ayet-i kerimede geçen hayrı, faydası olmayan demektir. Bu buyruk öğüdün fayda verdiği mü'min ile, bundan hiçbir şekilde fayda almayan ve etkilenmeyen kâfirin misalidir. Bu temsil, yağmurdan ve yağmurun ölü araziye indirilip onun vasıtası ile bitkinin çıkartılmasından söz edilmesinin akabinde "belağat ilminde" istitrat denilen bir üslupla dile getirilmiştir.

"Şükreden bir kavim için" Allah'ın nimetlerini şükürle karşılayan mü'minler için "âyetleri işte böyle yerli yerince açıklarız."

Bu şekilde âyetler yerli yerince tekrarlanarak, yeri geldikçe hatırlatılarak açıklamalar yaparız ki, mü'minler bunlar üzerinde tefekkür etsinler, ibret alsınlar.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar