بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
ﷺ
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla. Hamd, O’nadır. Hz. Muhammed salât ve selam O’nun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.
İslam Ekonomisinin Özellikleri
1. İslam Ekonomisinde Özel Mülkiyet
İslami görüşte mülkün asıl sahibi insan değil Allah’tır. İnsanoğlunun sahip olduğu mülkiyet Allah’ın mülkiyetinden doğmuştur. İnsanın sahip olduğu mülk bir imtihanın aracı olup özel mülkiyetin toplumsal çıkarlarla çatışmaması gerekir (Tabakoğlu, 2010, sh.120). İslam’ın insan ve mal üzerine görüşü ve mülkiyet anlayışı kapitalizm ve komünizmden tamamen farklıdır. İslam insana da eşyaya da bakarken, Yaratıcıyı hiçbir zaman unutmaz. Gerçek anlamda eşya da insan da O’na aittir. Bunun içinde eşyanın da insanın da toplumun da hakkı vardır. İslam, bireye mülkiyet hakkı tanımıştır fakat bu hak üzerinde Yaratıcı’nın hakkı ilk sıradadır (Karakoç, 2013, sh. 32). Mülkiyetin mahiyeti ise Kur’an-ı Kerim’de şu şekildedir: “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’a aittir.” (2/284). Bu nedenle kâinattaki her şey Yaratıcıya aittir fakat O, faydalanılması amacıyla insana yetki vermiş ve insanı görevli kılmıştır. Bu nedenle, insan nimetlerden faydalanma konusunda canı istediği gibi tümüyle serbest değildir. Mülkiyeti kullanma hakkı sınırlı tutulmuştur. Malın gerçek sahibi Allah olduğu için Kuran’da belirlenmiş sınırların dışına çıkamaz, çünkü o, Yaratan tarafından sadece görevli kılınmıştır (Qazi, 2015. Sh.106).
İslam’da özel mülkiyetin ortaya çıkışını C. Yeniçeri şu şekilde anlatıyor; kişiler, Yaratan’ın insanoğluna verdiği nimetlerden kendi gayretleri ile bazı şeyleri ele geçirirler veya bazı şeylere belli şekiller verirlerse ona malik olurlar. Aynı zamanda elde ettiklerini de kendi soylarına miras olarak bırakırlar. Böylece özel mülkiyet doğmuştur (Yeniçeri, 1980, sh. 37).
İslam mülkiyetin temeline öncelikle emeği koyar. Üretim faktörlerinden sermaye ve toprağın ürünlerinin şahsa ait olması ise ancak insanın emeğiyle desteklenmesiyle mümkündür. Enerji kaynakları, madenler ve geniş tarım toprakları üzerinde devlet mülkiyetinin öngörülme nedeni özel mülkiyetin toplumsal çıkarlarla çatışmamasıdır. İslam’ın malı koruma ilkesi, hem malı saldırılardan korumak hem de onu israf etmekten ve yok etmekten kaçınmak anlamına gelir. Özel mülkiyetin yaygınlaştırılıp, belli ellerde toplanmasının engellenmesi aynı zamanda İslam iktisadının en önemli hedeflerinden biridir. Yine bu sebepten miras mümkün olduğu kadar çok yakınlar arasında paylaştırılır (Tabakoğlu, 2010, sh.121). Ayrıca savaşta elde edilenlerin de cihad edenlerle paylaşılması özel ve kamu mülkiyetinin kabul edildiği şeklinde yorumlanabilir (Gül, 2010, sh.51,52).
Kuran-ı Kerim ve hadisi şeriflerde özel mülkiyet meşru görülmüştür. Bir hadisi şerifte Hz. Peygamber bir kişi özel mülkünü korurken öldürülürse o kişinin şehit olacağını ifade etmektedir. Bu nedenle İslam’da mülk dokunulmaz olarak telakki edilmiş ve her türlü tecavüzden korunmuştur. Kuran-ı Kerim, yetimlerle alakalı “onların malları” tabirini kullanarak, yetim hakkının korunmasını ve yetim malına dokunulmamasını emreder (Acar, 2010, sh.217).
İslamiyet’in servet birikimine bakış açısı; Haşr suresi 7. ayette “o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmesin” şeklinde ifade edilmiş olup Hümeze suresi 1. ve 2. ayette de “mal toplayan ve onu durmadan sayan insanlar” uyarılmıştır. Ayrıca Tevbe suresi 34. ayet “altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele” denilerek mal, mülk ve para biriktiren kişilerin bunları Allah için toplum yararına sarf etmeleri istenmiştir. Bu bakış açısı ayrıca İslam toplumlarında burjuvazi oluşumunu da engellemiştir.
Sezai Karakoç’a göre ise¸ İslam’da toplumla insan, biri öbürüne ezdirilmeyecek şekilde bir hak dengesi içindedir. Komünizm, ferdi toplum için feda etmiş, kapitalizm ise toplumu fert için feda etmiştir. İslam ise arada bir denge oluşturmak ve ferdi, topluma karşı da korumak için öbür haklarının yanında ona mülkiyet hakkını da tanımıştır. Buna karşılık toplumu korumak için de bu hakkı edinmekte ve kullanmakta birçok kayıtlar, şartlar ve sınırlar koymuş, toplumu da büsbütün pasif bir toplum halinde bırakmamıştır (Karakoç, 2013, sh. 34).
2. İslam Ekonomisinde Teşebbüs ve Seçim Özgürlüğü
“İslâm ekonomisi”, ferdiyetçi değil, şahsiyetçi ve toplumcu eğilimlere sahiptir. Sadece kendi çıkarını ön plana koyan insan tipi İslam ile bağdaşmaz. Devlet, üretime katkı yapmayan bir organizatör olarak düşünülerek iktisadi alanda denetim ve gözetim yapmalıdır. Bu şekilde davranan bir devletin özel sektörü engellediği düşünülemez ve özel sektöre de rakip değildir. Ayrıca İslam’ın insanoğlundan talebi öncelikle iman etmesi ve dünyanın nimetlerine kapılmadan çalışmasıdır. Müslüman, ekonomik hayat içerisinde girişimciliğini kullanırken açgözlü ve ihtiraslı olmamalıdır (Tabakoğlu, 2010, sh.125,126). İnsan ekonomik hayat içerisinde yapılacak ve yapılmayacak olanlara karar verir, sürekli tercihlerde bulunur, teşebbüs eder, üretir ve tüketir. Bu nedenle her ekonomik sistemde farklı bir insan anlayışından söz edilebilir. İslam dininde insan, kendi özgür iradesi ile karar alır, aksiyon haline getirir ve bu aksiyon sonucu yaptığından sorumlu olan tek varlık olarak düşünülebilir. İslam dininin en önemli amaçlarından birisi ise insanın sadece ekonomik sahada değil, birey olarak toplumun tüm alanlarında en uygun olana karar vermesini sağlayacak nitelikleri kazanmasıdır (Gül, 2010, sh.53).
Seçim ve teşebbüs özgürlüğü kişilerin paralarını harcayacağı alanları ve girişimde bulunacakları kaynaklarını hangi sektörde değerlendireceklerine dair bir özgürlüktür. İslam, tercihleri insana bırakarak kişilerin kendi kaynaklarını kullanmada özgür bırakır. Rekabetçilik meşru görülmüş olup piyasaya giriş her durumda serbesttir. Fiyatın devlet tarafından belirlenmesi, Hz. Muhammed tarafından izin verilmeyen bir husustur. İslam; rekabeti, devletin piyasaya müdahalesinin sınırlı olmasını ve devlet görevlilerinin eylemlerinden dolayı cezalandırılabilmelerini teşvik eder (Acar, 2010, sh.218).
Sadr’a göre; “İslam iktisadı kişilere ekonomik alanda serbesti tanır. Fakat bu serbesti İslam’ın etik ve manevi ilkeleri ile çelişmemelidir. Bu ilke ile kapitalist ve sosyalist ekonomiler arasında derin farklar mevcuttur. İslam dininde toplumsal refaha büyük önem verildiği halde kişisel özgürlükler toplumsal sonuçlardan bağımsız değildir. Bireysel özgürlük, toplumsal menfaat ve İslam toplumunun maddi ve manevi alanlarıyla çatışmadığı veya kişinin diğer insanların hakkına girmediği sürece kutsal olarak addedilmiştir (Gül, 2010, sh.70). Hz. Peygamber’in toplumun ortak paydasının faydasına olacak olan tüm eylemleri bireysel haklara tercih ettiği birçok hadisi şerifi mevcuttur. Bireyin özgürlüğüne İslam’da saygı duyulmakla beraber, piyasadaki serbesti ve bundan toplumun menfaati daha ön plandadır (Qazı, 2015, sh.110).
İslamiyet’in bir denge dini olması nedeniyle teşebbüse özgürlük tanıdığı halde sınırsız şekilde servet edinmeye de edindiği serveti israf etmeye de karşıdır. Allah, En’am suresi 141. ayette “israf etmeyin çünkü O, israf edenleri sevmez” ve Araf suresi 31. Ayette “yiyin, için (fakat) israf etmeyin” diyerek israfa karşı bakış açısını bizlere iletmiştir.
3. İslam Ekonomisinde Kişisel Çıkar
Büyük balığın küçük balığı yutması durumunun bir kanun olarak değerlendirilmesinin ekonomi alanındaki yansıması serbest rekabet yani “bırakınız yapsınlar” zihniyetidir. Kapitalist sistemin doğurduğu “homo economicus” tipi insanın temel hedefi şahsi menfaati olup olgunlaşan hali burjuva olarak tanımlanabilir. İslamiyet’te ise toplumsal faydayı kendi şahsi çıkarlarından üstün tutan kanâat sahibi girişimci insan tipi idealize edilmiştir. Bunun somut örneklerinden biri ahilik sistemidir. Bir Müslümanın etik, hukuki ve iktisadi alanlarda genel davranışı; yalan söylememesi, başkalarının haklarına tecavüz etmemesi, tekelcilik, ihtikâr ve karaborsacılığa karışmaması, yaptığı akitlere uygun hareket etmesi ve namuslu olmasıdır. Bir Müslüman kendi çıkarlarından önce toplumsal çıkarları gözetmelidir. Diğergam davranış tarzı ve hizmet aşkı esas olmalıdır. Allah’ın rızasına yönelik olmadan bir Müslümanın maddi zenginliği bir değer taşımaz. Allah insanlardan temiz bir kalp talep etmekte olduğundan Müslüman, ekonomik faaliyetlerinde bu temiz kalbi korumakla yükümlüdür (Tabakoğlu, 2010, sh.118).
İslam’ın kişilerden talebi kişinin dünyanın geçici görüntüsüne aldanmadan çalışması olup bir Müslümanı iktisadi hayatta girişimciliğe iten açgözlülük ve ihtiras gibi duyguları olmamalıdır. İslami ekonomik sistemde kanâatkârlık ön plandadır. Kanâat, ihtiras arzusunun tam tersi olup girişim verimliliği ve hakkına razı olma duygusu bu sayede kazanılır. Böylece üreticiler ile tüketiciler arasında ve kişi ile toplum arasında barışı kanâat tesis eder. Peygamberimize göre gerçek zenginlik gönül zenginliğidir. İslam’da toplumculuk sosyal ve ekonomik ilkelerden en önemlisi olup toplumun çıkarı kişilerin çıkarlarından üstün tutulur. Fıkıhta da toplumun hakları Allah’ın hakları arasında düşünüldüğünden bunların affı hiç kimsenin yetkisine verilmemiştir (Tabakoğlu, 2010, sh.118).
4. İslam Ekonomisinde Fiyat Mekanizması ve Rekabet
İslam’ın öngördüğü ekonomik sistemde, talep eden tarafın fiyatı düşürmesi, arz eden tarafın ise fiyatı fazla yükseltmesi eğilimi yumuşatılmış olup arz ve talebin esnekliğinin artması ve fiyat istikrarının sağlanması önemlidir. İslam’a göre insanlar sadece hayırlı işlerde rekabete girmelidirler. Ekonomik sistem içerisinde rekabet bir süre sonra rekabeti yok etmekte ve bir şekilde anlaşma ile sonuçlanmaktadır. Bu nedenle rekabete girmeden önce işin başında yardımlaşılması ve dayanışma içerisinde olunması tekelciliği büyük ölçüde giderecektir. İslam ülkelerinde fiyat ve kalite denetimi narh sistemiyle gerçekleştirilmiştir. Asıl istenen monopol (tekelci) yapıların oluşmadığı bir piyasada fiyatların serbestçe oluşmasıdır. Devletin veya tekelci güçlerin yapacağı müdahaleler piyasayı daraltacağından ve karaborsaya yol açabileceğinden sadece eksik rekabet şartlarında ve piyasada ihtikâr ortamı görüldüğünde fiyatlar devletin denetimine tabi tutulmuştur. Ayrıca tüketicilerin aldatılması ve fiyatların spekülatif olarak artırılması gibi durumlarda da piyasaya müdahale söz konusu olmuştur (Tabakoğlu, 2010, sh.124).
İslami inanışa göre; Allah, piyasada arz ve talebi bir doğal araç olarak tanzim etmiştir. Bu, kamunun ekonomiye olan müdahalesine İslami bir bakış açısıdır. Peygamberimiz zamanında bir ara fiyatlar arttığında bazı insanlar Peygamberimize fiyatları sabitleme hakkındaki görüşünü sorduklarında, Peygamberimiz fiyatları değiştiren ve artıranın Allah olduğunu ifade etmiştir. Bu hadis bize fiyatların Allah’a bırakılması ve piyasalara yapılacak müdahaleler hakkında İslam’ın bakış açısını vermektedir. Ayet ve hadislere bakıldığında Müslümanların piyasaya müdahalesinin dini açıdan uygun olmayacağı açık bir şekilde ortaya konmaktadır (Qazi, 2015, sh.107).
Piyasada rekabeti destekleyen İslam ekonomisi piyasada spekülasyona da karşıdır. Bir hadisi şerifte peygamberimiz “kıtlık zamanında tahılı ileride sağlayacağı kazanç için satın alıp biriktiren büyük bir günahkârdır (Müslim ve Mişkat)” diyerek İslam’ın konuya olan bakış açısını insanlığa iletmiştir. İslam’da emeksiz kazanç statüsüne giren karaborsa, ihtikâr gibi spekülatif hareketler yasaklandığı gibi bu statüye giren faiz de yasaklanmıştır. Bu nedenle Bakara suresi 275. ayette Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kıldığını bizlere bildirir.
Hz. Muhammed’in peygamberlik öncesi zamanlarda ticaret yaptığı, Yemen, Suriye ve Bahreyn gibi uzak ülkelere ticaret amacıyla gittiği bilinmektedir. Ayrıca Arabistan yarımadasının bir transit ticaret merkezi olması dolayısıyla bu bölgenin İslamiyet sonrasında da bu vasfı devam etmiştir. İslamiyet’in serbest ticaret ve piyasa ekonomisine verdiği önem nedeniyle uluslararası ticarete ve yabancı sermayeye kısıt konulmamıştır. Hz. Ömer’in halifelik döneminde ise dış ticarete gümrük vergileri getirilerek iç piyasadaki fiyat istikrarına verilen önem ortaya konmuştur.
5. İslam Ekonomisinde Sınırlı Hükümet
Devlet, İslami gelenekte insanların yaşamlarını idame ettirebilmeleri için para kazanmaları önündeki engelleri kaldırmak ve ülke içerisinde yaşayan tüm halkın mal ve can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Çünkü bir İslam ülkesinde yaşayan insanlar, serbestçe seyahat edebilir, çalışabilir, para kazanabilir, mülk edinebilir ve ticaret yapabilirler. Fakat hiçbir İslam ülkesinde devlet, kıt olan kaynakların tahsisi ve aşırı talep olan durumlara kayıtsız kalamaz ve bu alanları denetimsiz bırakamaz. Devlet bu konularda pozitif bir rol oynayarak gereken planlamaları yapmalı ve gerekli fiziksel ve sosyal altyapıyı da hazırlamalıdır (Gül, 2010, sh.70).
İslam ülkelerinde üretim ihtiyaca göre belirlendiğinden doğal kaynaklar israf edilmez. Bu tip bir üretim tarzı vatandaşların beslenme, barınma vb. diğer tüm ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Devletin bu konudaki görevi denetim sahasında olmalıdır. Peygamberimiz bir arazide tarım yapanların o toprağa sahip olmasını ve toprakların işletilmeden boş bırakılmamasını istemiştir. Büyük tarımsal arazilerde vatandaşlara kullanım hakkı verilmiş olup mülkiyeti ise devlete verilmiştir. Peygamberimiz zamanında ikta adı verilen bu sistem sonraları tımar adıyla devam etmiştir. Devlet ekonomide denetim ve gözetim yapma hakkına sahip olduğundan üretici değil organizasyonu düzenleyen taraf olmalıdır. Bu çerçeveden bakıldığında devlet, özel teşebbüsü engelleyen veya ona rakip olan bir konumda değildir (Tabakoğlu, 2010, sh.121).
Devlet vatandaşlarının dinini, nefsini, malını ve aklını koruyan bir üst mercidir. Bu nedenle İslam ülkelerinde devlet; adaleti sağlayarak haksızlıklara engel olmalı, kanun ve düzeni korumalı, kişilerin can ve mal emniyetlerini sağlamalı, piyasayı halkın menfaatleri doğrultusunda çalıştırmalı, altyapıyı eksiksiz inşa etmeli ve halkının sosyal güvenliğini sağlamalıdır (Erdem, 2015, sh.14).
Kaynak: DergiPark
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...