Kadiri Yolu

 

Mürid Terbiyesi Ve Mürşide Karşı Edep

Mürid Terbiyesi Ve Mürşide Karşı Edep

Tarikata Giriş Ve Mürşid Bulmak

Bu büyükler yolunun başlangıcında olana lazımdır ki, itikadı sahih olsun. Yani itikadı dürüst olmalıdır. Zira doğru itikat esas ve temeldir. Kitabımızda daha önce bu itikadı bildirdik. Bu yola girenin itikadı, ehl-i sünnet ve cemâat ve selef-i sâlihînin itikadında olması, yani Peygamber efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının, tabiînin, evliya ve Sıddıkların yol, ahlâk, sünnet ve itikadına uygun itikat etmesi lâzımdır. Başlangıçta olan talibe kitap ve sünnete yapışmak, emir ve yasak, usul ve fürû’ yönünden onların hükümleri ile amel eylemek vacibdir. Çünkü tâlib seyr ve sülukünde, Allahü Teâlâ'ya kavuşturan yolda, kitab ve sünneti kendine iki kanat yapmalıdır. Yolunda yürümek, ilerlemek ve uçmayı ve her türlü halleri, kitap ve sünnetin hükümlerine uygun olmalıdır.

Bundan sonra tâlib, kendisini hidâyet ve irşada kavuşturacak, yolunda rehberi ve önderi olacak, yolda ilerlerken, durgunluk, huysuzluk, nefsin aldatma, şeytanın kandırması gibi hallere düştüğünde başvuracağı, huzûrunda rahat ve huzûra kavuşacağı, her müşkülünü çözmek için kendisine müracaat edeceği bir şeyh ve mürşide kavuşuncaya kadar yolunda sıdk ve sebât ile mücâhede ve gayret üzere bulunmalıdır. 

Nitekim Allahü teâlâ Ankebût sûresi 69. âyet-i kerimesinde: «Bizim rızamızı isteyerek dış ve iç düşmanlarla cihâd edenlere, elbette Cennetlerimize varan yolları hidâyet ederiz» buyuruyor. 

Hakîm, gayret eden, çalışan, arayan bulur demiştir. Büyüklerimiz, mücâhedeler, müşahedelere yol açar buyurmuşlardır. Bunun için talibin, ilminin esası doğru itikad, sülükünün esası ise mücâhede ve gayret olmalıdır.

Tâlibe vacib olanlardan biri de, Allahü Teâlâ ile öyle sözleşmeli ki, yolunda Allahü Teâlâ’ya kavuşmadıkça, ayağını koyma ve kaldırma ancak Allahü Teâlâ’nın ismini anarak ve zikrederek olmalıdır. «Ayıplayanların ayıplamasından korkmazlar» âyet-i kerîmesi gereğince, sülukünden dönmemelidir. Zira sâdıklar dönmezler. 

Tâlib, kendinden meydana gelen kerâmetle de yolundan kalmamalıdır. Allahü Teâlâ tarafından karşılık olarak kendisine bahşolunan kerâmete razı ve kâni’ olmalıdır. Çünkü Allahu Teâlâ’ya kavuşmadıkça, tâlibde görünen kerâmet, ona Rabbinden hicabıdır, perdedir. Ama Allahü teâlâya kavuşunca kerametin ona zararı yoktur.

O haldeki kerâmet, kudret kapısından ve kudretin meyve ve alâmetlerindendir. Onun Allahü Teâlâ’ya kavuşması yalnız kudretten olduğundan, kendinde bir şey onu bozmaz, ona perde olmaz. Çünkü bu halde, yeryüzünde onun için kudret ve hârika meydana gelir. Sözü cahillik ve acemilik, kusur ve bayağılıktan hikmete ulaşır. Her hareket ve hareketsizliği ibret ve ders almak isteyenlere, çok güzel ibret ve ders olur. Allahü Teâlâ’nın fiili onda cari olur. Ondan akılları şaşırtacak şeyler meydana gelir. Bundan sonra bazen kerâmeti istemekle emrolunur. Cebredilir.

-*-

Kendine göre helâk olması, kerâmet istemeyi terkte ve bu emre muhalefette olduğu ve onun devamı ve yakınlığı, Rabbinin rızâsına ve ziyâde muhabbetine kavuşması kerâmeti istemekte ve o husustaki emre uymakta olduğu anlaşılır. Bu durumda kerâmet ona niçin zarar versin. Şu kadar var ki, bu hal, onunla Rabbi arasında olup, zuhûrun galebe eylemesi ve istiğrak âleminde bulunması müstesnâ, o hâli avamdan kimseye izhâr etmemelidir. Çünkü, kerâmeti gizlemek evliyâlığın şartındandır. Halbuki, mûcize göstermek peygamberliğin şartındandır. Böylece peygamberlikle, evliyâlık arasındaki farklardan biri de bu oldu. 

Böyle kimselerin eksiklerle, dedikodu ile vakit geçirenlerle arkadaşlık etmesi, görüşmesi uygun değildir. Çünkü onlar, amel tekliflerinin ağyârı, îman ve islâmin yalandan davâcısıdırlar. Allahü Teâlâ onların hakkında Sâff sûresi, ikinci âyetinde: «Ey mü’minler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz. Zira yapmayacağınız şey’i söylemeniz Allahü Teâlâ’yı kızdırdı» buyuruyor ve onların sözlerinin kuru iddiadan ibaret olduğunu bildiriyor. Bakara sûresi: 44. âyet-i kerîmesinde de: «insanlara, iyilik yapmayı emredip, kendinizi unutur musunuz. Halbuki kitâbi [Tevrat’ı] okursunuz, kendi kabahatlerinizi düşünmezsiniz» buyuruyor.

-**-

iftar ve sahûr için, bulamaz korkusuyla yiyecek ve içeceğini vermede bahil (Hasis- Cimri) olmamalıdır. Geçmişte Allahü Teâlâ’nın böyle hür veli yaratmadığına inanmalıdır. Onun aşağı, aç, kırık, adsız, şöhretsiz olması, insanların kendisini ayıplaması ve emsal ve akranına hürmet etmeleri gerekecek durumda olması uygundur. Kendisi aç olup, cemaatin tok olmasına, herkese izzet ve hürmet gösterildiği halde, kendisi nasibinin zül ve aşağılık olmasına razı olmalı, onu kendine haz edinmelidir. 

Bu bildirilen hallere razı olmayan kendini bu yolda bulundurmayan kimseye kapı açılmaz Ona feyz gelmez. O halde hakiki saadet bu hallerde bulunmakla ele geçmektedir. O kimsenin geçmiş günahlarını mağfiretten ve gelecekte günah işlememekten ve taatten Allahu Teâlâ’nın sevdiği ve kendini Allahu Teala'ya kavuşturucu şeylere muvaffak eyledikten sonra, hareket ve hareketsizliğinde, kendisinden razı olmaktan, evliya ve ebdalleri sevmekten başka Allahu Teâlâ’dan bir şey istememelidir. Zira Allahu Teâlâ tarafından kendilerine kamil akıl verilen, ibret ve ayetleri gören ve anlayan, kalpleri, niyetleri temizlenen sevgililer ve akıl ve gönül sahipleri arasına katılmak, beyan eylediğimiz hallerle olur.

Bu anlattıklarımız müridin sıfatıdır. Ama kalbini bütün arzû ve isteklerden ayırmayan, ihtiyaç ve matlubdan bildirdiğimiz hal ve sıfatların gayrısını kalbinden sürüp çıkarmayan kimse, gerçek manada mürid olamaz.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar