Vehim,Tire, Fal,
Uğursuzluk ve Hastalığın
Geçmesi
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Vehime (evhama) kapılmanın insan üzerinde en etkili şeydir. Vehimden başka şey yoktur. İnsanın gönül rahatlığını ve akıl sağlığını bozup insanın değerlendirmelerinde bozulmalara sebep olur. Sıkıntı , şaşkınlık ve dehşet içerisine sokar.
İslam ise insanın zikirle, tevekkülle her türlü evhamdan uzak kalması için, tutarlılığa (sebata), akıl ve gönül birlikteliği ile hareket etmeye yöneltmiştir.
İnsanoğlu vehimin etkisi ile toplumlarında bidat ve hurafelerin peşine düşen bir yapı oluşturmuştur. Bazen hayvanların durumlarından bazı anlamlar çıkarıp ona göre kararlar almışlardır. Cahiliye dönemi insanları fal okları ile kısmet arayışı içine girerlerdi. Bir şeyin içine ok sapları koyarlardı. Bunlardan bazılarının üzerinde 'evet', bazılarının üzerinde de 'hayır' yazıları olurdu. Bir kimse yola çıkmak istediğinde, kendisi veya bir başkası onların içinden bir ok çekerdi. Üzerinde 'hayır' yazılı ok çıktığında yola çıkmaktan vazgeçer, üzerinde 'evet' yazılı ok çıktığında ise yola çıkardı. İşte bu uygulama, insanın maddi şeyleri hakem tayin etmesinin bir örneğidir.
Yine cahiliye çağı insanları, kuşların uçuşlarından uğursuzluk anlamı çıkarırlardı. Bunu şeriat yasaklamıştır. Bu anlayışa dayanan uygulamaların bir örneği şöyleydi: Birisi yolculuğa çıkmak veya bir işe başlamak istediğinde bir kuş uçururdu. Eğer kuş sağ yana doğru uçarsa, yapacağı yolculuğun veya başlayacağı işin uğur getireceği anlamını çıkarır ve olumlu karar verirdi. Ama kuşun sol yana doğru uçması durumunda, uğursuzluk anlamı çıkarır ve olumsuz karar verirdi. İşte bu da insanın uygulamalarında hayvanları hakem tayin etmesinin bir örneğidir. Bu uygulamaların birincisi de, ikincisi de insan aklının hafife alınması ve gerçekte insan iradesinde vehmin (evhamin) hakem tayin edilmesidir. Dolayısıyla bu tür uygulamaların insanın sinirleri, bedeni ve kalbi üzerinde çeşitli etkileri olmaktadır.
İslam şeriatı bunları yasaklamış olsada insanlar bugün hala sözü edilen uygulamaların benzerlerini yapmaya devam etmektedirler. Tavla zarı atarak yahut aşık kemiği atarak veya buna benzer şeylerle kısmet arayışına gittikleri görülmektedir. Bunların tümü, kişinin kendini vehimlerin etkisi altına sokmasından ibarettir. Uğursuzluk anlayışı da tamamen vehimleri öne çıkarmaktan ibarettir. Bu tür anlayışlar da insanlarda çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açmaktadırlar. Nitekim çağımızda melankoli, stres, sürekli sıkıntı gibi muhtelif psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmıştır. Bütün bu psikolojik rahatsızlıklar üzerinde, uğursuzluk anlayışının etkisi vardır. Hastalığın birinden birine geçmesi olayında da vehmin etkisi bulunmaktadır. Hastalığın geçmesi gerçekte var olmakla birlikte, bundan aşırı derecede korkulması, insanlarda evhamlanmaya ve insanlar arası ilişkilerde kopukluğa yol açmaktadır. Hatta bu konudaki evhamlar, yerine göre insanlar arasında bazı hoş olmayan davranışlara da neden olabilmektedir. Hatta zaman zaman bazılarının başkaları hakkında "filanca bana şöyle hastalık geçirdi" yahut "filancanın devesi benim develerime hastalık geçirdi" diye dava açtıkları bile olmaktadır. Bunlar zandan kaynaklanan iddialardır.
Tıbbın tespitlerine göre ise, bir hastalığın başkasına geçmesi, karşı tarafta bu hastalığın geçmesine elverişli durumun bulunması durumunda olabilmektedir.
Bu noktadan hareketle şeriat, hastalığın geçmesini bir realite olarak kabul etmiş ve insanlara bu konuda tedbirli olmanın gerekliliğini bildirmiştir. Ancak bunun mutlak bir etki gösterdiğini kabul etmemiştir. Yüce Allah'ın indirmiş olduğu İslam dini bütün tibbi meseleleri bu şekilde çözmüştür.
İnsanı günlük hayatında vehimlerin etkisinde kalmaktan kurtarmış ve onu maddeleri, hayvanları yahut evhamlar aracılığı ile sapkınlıktan uzak tutmuştur. Bu yolları adet edinip kabullenmenin bir ihtiyaç haline çevrilmesini islam kabul etmemiş red etmiştir.
İslamiyet, fal okları ile kısmet aramayı, kuşların uçuşundan uğursuzluk anlamı çıkarmayı haram etmiş, uğursuzluk anlayışını kökten atmış ve hastalığın geçmesinden ötürü kimsenin bir sorumluluk altına sokulamayacağını bildirmiştir. Bunun yerine Allah'a tevakkül ve O'nun verdiği hükme tam bir gönül rahatlığı içinde razı olma anlayışını getirmiştir. Bunun gibi maddi varlıkları ve hayvanları hakem tayin etmenin yerine de istihare ve istişare uygulamasını koymuştur. İstiharede, iştişarede mendub görülen (hoş görülen, teşvik edilen) uygulamalardandır. Bunun yanı sıra müslümanların sürekli yüce Allah hakkında hüsnü zan (iyi zan) üzere olması gerekir. Müslüman her şeyin yerli yerince yaratıldığını düşünmelidir. Aynı şekilde inancıyla yaşantısıyla, nefsiyle, kalbiyle ve aklıyla ilgili olarak her şeyin en uygununu ve en doğru olanını yakalamaya çalışmalıdır. Bu konuların önemini, İslam inancının kalbe yerleşmesi ile vehimlerin nasıl dağıtıldığını, aksi halde nasıl kalbi kuşattığını ve İslam'ın insan kalbini kesin inanca kavuşturması ile kalbin nasıl feraha kavuştuğunu bilmeden başka anlayamaz.
“Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur” Rad suresi 28
Hadislerde Kuş uçmasından uğursuzluk anlamı çıkarmak yoktur. Hastalık geçmesi, ruhların baykuşlara geçmesi, yıldızlar (burçlar) sayesinde yağmur yağdırılması ve karınlardan açlıktan dolayı kurt çıkması diye birşey yoktur. Müslim
Araplar arasında yaygın olan uğursuzluk anlayışlarından bir tanesi de Safer ayının girmesinin uğursuzluk getirmesi ne inanılması idi. Bu anlayışta yasaklanmıştır. Cahiliye döneminde Araplar arasında yaygın olan baykuşlarla ilgili hurafeleri de reddetmiştir bugün hala bazı toplumlarda bazı bir takım şeylerden uygun olmayan şekillerde uğursuzluk anlamları çıkartılmaya devam edilmektedir. Batılıların 13 sayısının uğursuzluk olarak sayılmaz bu tür uğursuzluk anlayışlarına bir örnektir.
Abdullah Bin Mesud (ra) rivayet etmiştir: “Resulullah (sav) aramızda bir yerde durarak şöyle buyurdu: “Bir şey başka bir şeye hastalık geçirmez.” Bunun üzerine bir bedevi: “Ey Allah'ın resulü! bu işe ne dersin? Sağlam develerin arasına kuyruğu yaralı bir uyuz deve giriyor ve bütün develeri uyuz yapıyor?” diye sordu. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Onların öncekini uyuz yapan kimdir? Bakın hastalık geçmesi yoktur. Safer ayının uğursuzluk getirmesi yoktur. Yüce Allah her canı yaratmış, onun hayatını, rızkını, musibetlerini ve karşılaşacağı hoşnutları yazmıştır.” Tirmizi
Amr bin Şerid (Ra)’den, o da babasından rivayet etmiştir: “Sakif kabilesinin heyeti içinde cüzzamlı bir adam vardı. Resulullah (Sav) bir adam göndererek şöyle bildirdi: “Biz senin beyatını aldık, sen geri dön.” Müslim
Hastalık geçmesi olayının fiilen var olduğunun şeriat tarafından kabul edildiğine dair delillerden birisidir bu konuda kabul edilmeyen şey ise hastalık geçmesinden dolayı herhangi bir kimsenin fiili bir sorumluluk altına girmesidir.
Tire, basit bir takım olayları uğursuzluğa yormak yahut kuşların uçuşlarından uğursuzluk anlamı çıkartmaktır. Cahiliye döneminde Arapları kargaları, arı kuşlarını uğursuz sayarlardı. Onların uçuşlarını ve yakınlarından geçmelerini uğursuzluğa yorarlardı. Bu tür şeyleri hayrı veya iyiliği engelleyici gelişmeler olarak görürlerdi. İslam ise bu tür inançları reddetmiştir.
Muaviye Bin Hakem rodafone'dan şöyle rivayet etmiş bir: “ Resulullah (Sav)’a: “Ey Allah'ın resulü! Bizden bazı kimseler bazı şehirlerden uğursuzluk anlamı çıkarıyorlar dedim. Resulullah (Sav) şöyle buyurdu: “Bu sizin içinize gelen bir vehimdir. Bu vehim sizi yapacağınız işlerden alıkoymasın.” Sonra: “Bizden bazı kimseler kahinlere gidiyorlar” dedim. Rasulullah (Sav)’de şöyle buyurdu: “Onlara gitmeyin” daha sonra: “Bizden bazı kimseler ebced hesabı ile yorumlar yapıyorlar. (Fal yapıyorlar yahut kumun üzerine bir takım çizgiler çizerek ve yazılar yazarak bundan değişik anlamlar çıkartıyorlar)” dedim. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bir peygamber bu hesabı yapmıştı. Onun ilmine isabet edebilen bunu bilir.” Müslim
Ebced harfleri ile bilindiği üzere Araplar bu harflerin her birine bir sayı değeri vermektedirler bazı kimseler bu harflere verilen sayı değerleri ile bu sayıları toplamak suretiyle birtakım hesaplama yapmakta yahut bu hesapları çıkarttıkları yorumlara göre bazı konularda olumlu veya olumsuz kararlar vermektedirler. Bu ise İbn Abbas (ra)’ın yasak gördüğü bir uygulamadır. İbn Abbas (ra) böyle bir şeyle uğraşanın kafasının çalışmadığını söylemiştir. Çünkü uygulamada akıl sahibi biri hakkında, aklı olmayan bir şeyin hakem tayin edilmesi söz konusudur. Bu ise akla göre izah edilemeyecek bir uygulamadır. Şeriatte bu tür uygulamalara yer verilmemiştir.
Resulullah (sav) hiçbir şeyden uğursuzluk anlama çıkartmazdı. Bir yere görevli gönderecek olduğunda adını sorardı hoşuna gittiği takdirde sevinirdi ve bu sevincinin izi yüzünde gözükürdü. Adı hoşuna gitmediğinde de bu hoşnutsuzluğunun izi yüzünde belli olurdu. Bir gün kim bize develerimizden yanımıza süt getirebilir diye buyurdu. Adamın bir ayağa kalkıp ben dedi. Resulullah (Sav) senin adın ne diye sordu adam sahr (Kaya) dedi veya Cendel (Büyük kaya) manasında söyledi. Resulullah (sav) ona otur diye buyurdu. Kim bizim develerimizin sütlerini yanımıza getirir diye tekrar sordu. Bir adam kalktı ben dedi Rasulallah (sav) ona da senin adın ne diye sordu. Adam “Ye’iş (Yaşar)” diye söyledi. Resulullah (sav) ona sen bizim develerimizden yanımıza süt getir diye buyurdu.
Kuşlar fal bakmak bazen tavşanla alıştırılmış olan hayvanların çekeceği kağıtlarla fal bakarak veya bazı şeyleri uğursuzluk saymakla yapacağı bir iş varken yanında bir bardağın kırılması olumsuz bir hareketin olması ile kişi bundan bu işin uğursuz olacağını yorardı kim de kumlar üzerine çizgiler çizerek fal bakarsa kemikleri atarak ileriden haber verecek olursa kahve falına bakarak konuşuyorsa bunların hepsi şeytandandır batıldır.
Saa Bin Malik (ra) şu şekilde rivayet etmiştir: “ Resulullah (Sav) şöyle buyurdu: “Ruhların baykuşlara geçmesi, hastalığın geçmesi ve bir şeylerin uğursuzluk getirmesi yoktur. Eğer uğursuzluk olsa, üç şey de olur: Atta, kadında ve evde.” Ebu Davud
Enes Bin Malik (Ra) rivayet etmişlerdir: “Bir adam Resulullah (Sav)'e: “Ey Allah'ın resulü! Biz bir evde oturuyorduk. Orada sayımız arttı artık oraya sığamaz olduk, o evdeki mallarımızın miktarı da arttı. bunun üzerine başka bir eve geçtik. Ancak bu ikinci evde, hem, hem de mallarımızın miktarı azaldı” dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: “ Siz orayı fena bir halde bırakınız.” Ebu Davud
Ruh göçü ya da tenasüh olarak ifade edilen reenkarnasyon; ölen bir kimsenin ruhunun bir başka varlığa geçmesi (hulûl) anlamına gelir. Daha çok Hint coğrafyasında zemin bulan ruh göçü inancına göre, ruh ölümle birlikte yok olmayıp başka bir bedende yaşamaya devam eder. Ruh göçü inancının, Hint kültüründeki ölümsüzlük düşüncesi ve kast sisteminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm’da ise bir kimsenin ölümüyle ruhunun başka bir varlıkta yeniden bedenleneceği inancı yer almaz. Bununla birlikte ruh göçü inancı, kültürel etkileşimin bir neticesi olarak bu dinlerin bazı aşırı fırkalarına ve batınî grupları içerisine sirayet etmiştir.
Ruhun ve ölümden sonraki hayatın mahiyet ve keyfiyeti, gaybî konulardan olup akıl yürütmeyle bilinemez. Bu tür konularda ancak bir Peygamber’in haber vermesiyle kesin bir yargıya varılabilir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde “ruh göçü” ve benzeri bir anlayışı doğrulayan ya da buna işaret eden bir delil yoktur. Aksine Kuran-ı Kerîm’de, ölen bir kimsenin dünyaya tekrar geri dönemeyeceği açıkça ifade edilmiştir: “Onlardan birine ölüm gelince; ‘Rabbim, beni terk ettiğim dünyaya geri çevir, belki yapmayıp noksan bıraktığını tamamlar, iyi işler işlerim’, der. Hayır, bu onun kendi sözüdür. Diriltilecekleri güne kadar arkalarında [geriye dönmekten alıkoyan] bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minun, 23/99-100; ayrıca bkz. En’am 7/27-28)
Sonuç olarak, İslâm’a göre “ruh göçü” ya da ölümden sonra ruhun başka bir bedene intikali, diğer bir varlıkta yeniden doğması veya bedenlenmesi inancı batıldır.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...