Kadiri Yolu

 

KAÇ ESTAĞFİRULLAH TEMİZLER ZENBİMİZİ?

KAÇ ESTAĞFİRULLAH TEMİZLER ZENBİMİZİ? 

— Gönlün harabesinde yankılanan bir tövbe —


Bir harabe vardı…

Ne taşı yerinde, ne duvarı dik.

Zamanla değil; ihmalle yıkılmış bir evdi bu.

Adı: Gönül.


Ne kandil yanıyordu içinde, ne de ezelden kalan o ince nefesin izi kalmıştı duvarlarında.

Unutulmuştu.

Belki de bilerek terk edilmişti.

Günah gelip kapıyı çalmamış, doğrudan içeri girmişti bir zamanlar.

Ve o günden beri…

içeride bir is, bir duman, bir suskunluk.


Bir gece vakti…

Rüzgâr yön değiştirdi.

Kendine bile yabancı düşmüş bir kul, başını öne eğerek o harabeye yaklaştı.

Ne elinde hediye, ne dilinde süslü cümleler.

Sadece…

kırık bir kalbin derininden kopup gelen bir fısıltı:


“Estağfirullah.”


İçeri bir adım attı.

Eski günahlar yankılandı duvarlarda.

Hatıralar gözlerinde değil, yüreğinde yanmaya başladı.

Kendi kendine duyduğu sesler yükseldi zihninde:


— “Bu evi ne çok ihmal ettin…”

— “Kaç kez sustun bâtılın karşısında…”

— “Kaç defa harama göz yummayı alışkanlık bildin…”


Bir adım daha…

Ve yine o kelime:


“Estağfirullah.”


Ama o an, içinden bir ses sordu:

“Kaç estağfirullah gerekir ki bu kalp arınsın?”

“Kaç kez af dilenmeli ki is silinsin, nur gelsin?”


Gönlünde, başka bir ses cevap verdi:

“Rakamla ölçülmez tövbe.

Bir estağfirullah olur ki, bütün bir ömrün dönüşüdür.

Bin tanesi olur ki, hiçbiri kalpten geçmemiştir.


Önemli olan, kelimenin kaç kere söylendiği değil;

hangi kalple söylendiğidir.

Tövbe, sayının değil sadakatin dilidir.”


İşte o an, tövbe yalnızca bir kelime olmaktan çıktı.

Bir yönelişe, bir inkisâra, bir seyre dönüştü.

Dil sustu.

Kalp konuşmaya başladı.


Çünkü kalpten dökülen bir estağfirullah, dil alışkanlığı değildir; bir sığınaktır.

Ve hakikatte, estağfirullah demek:

“Ya Rabbi, affını bilerek, senin kapından başka bir kapı olmadığını itiraf ederek geliyorum” demektir.


Gönül ehli der ki:

“Günah, kul ile Hak arasında bir perdeyse,

estağfirullah o perdeyi yırtma niyetidir.

Eğer gözyaşıyla söylenmişse, ardından sükûtla beklenmişse, rahmet iner o harabeye…”


Tasavvufta bu hâle “inkisâr” derler.

Kırılmışlık…

Ama acizliğini inkâr etmeyen bir kırıklık.

Benliğini, gururunu yere bırakıp hiçliğe doğru yürüyen bir teslimiyet.


Çünkü gerçek istiğfar, sadece günahı itiraf etmek değil;

aynı zamanda Allah’ın affını tasdik etmektir.

O’na güvenmektir. 

O’nun affına sığınmaktır.


O gece, o harabede olan tam da buydu.

Kul, içini döktü.

Dudaklarındaki “estağfirullah”, dilinden değil, kalbinin en kuytusundan doğdu.

Ne acele etti, ne sayı saydı.

Sadece yavaşça, bir vird gibi, bir yakarış gibi…

birer birer söyledi o kelimeyi.


Her defasında bir tortu daha düştü içinden.

Her seferinde biraz daha yumuşadı kalbi.

Ve bir yerde… kelime durdu.

Artık bir şey söylemedi.

Sadece sustu.


O sessizlikte, af indi.

Çünkü bazen mağfiret, kelimeden önce gelir.

Bazen bir damla gözyaşında gizlidir.

Bazen sadece secdeye kapanan bir alında.

Ve bazen de…

hiçbir söz etmeden, yalnızca içten pişmanlıkla

kalbin yönelişindedir.


Kaç estağfirullah temizler zenbimizi?


Bu sorunun bir cevabı yok.

Ama bir işareti var:


Yeter ki o “estağfirullah”, senin gerçek sesin olsun.

Sayma.

Sığın.

Hisset.

Yönel.

Susmayı da öğren.


Çünkü bazen…

hakikatle söylenmiş bir kelime,

bin yıllık karanlığı yakar,

ve geriye yalnızca nur kalır.


Çocuk yaştan bu yaşa kadar yapmış olduğumuz tüm zenbimize "estağfirullah"...

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar