Kadiri Yolu

Makam ve Mevkii Müslümanlara Hizmette Kullanmak

 Makam ve Mevkii Müslümanlara Hizmette Kullanmak


Sûfî güzel ahlâk sahibidir, bulunduğu mevki ve itibarı, kardeşlerinin ve bütün müslümanların işlerinde kullanmaktır.


Bir kimse yüksek derecede ilim sahibi, nefsinin ayıplarını, âfetlerini ve şehvetlerini yakînen bilen ve gören biri olduğu zaman; makam ve itibarını, müslümanların arasını ıslah için kullanmalı, onların ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermeye çalışmalıdır. Bu durumda kendisinin, pek çok ilme ihtiyacı olacaktır. Çünkü bu tür işler, insanların arasına karışmak ve onlarla güzel geçinmekle ilgili işlerdir. Bu da ancak, yüksek hal sahibi, âlim-i rabbânî bir sûfî için güzel olur.


Zeyd b. Eslem'in şöyle dediği rivayet edilir: "Nebîlerden biri, zamanındaki

melikin atının başını tutarak (ona yardım edip) ülfet kurar ve bu sayede insanların (melikin halledeceği) ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı."


Atâ demiştir ki: "Bir adamın, içinde bir müminin rahat edeceği bir mevkii

ele geçirmek için senelerce çalışması, sırf kendisini kurtarmak için tamamen amele yönelmesinden kendisi için daha hayırlıdır."


Aslında bu derin ve hassas bir iştir. Cahil ve boş iddia sahibi zayıf kimselerin, bu suretle fitneye düşmelerinden emin olunmaz. Bu iş ancak

bâtınındaki niyet ve hale iyi vâkıf olan, içinde herhangi bir mal, mevki ve

itibara rağbeti olmayan kişilerin işidir. Onlar, bütün padişahlar hizmetinde bulunsalar bile, haddi aşıp üstünlük taslamazlar. Ocağı yakma, ateşi tutuşturma gibi işlerde hizmet etseler, bundan da nefisleri rahatsız olmaz ve o işi basit görüp beğenmemezlik etmezler. Bu anlattığımız hal, öyle herkesin yapabileceği bir şey değildir; o ancak insanlar içinde birçok az

kimseye ve bazı sıddıklara nasip olur.


Onlar kendi irade ve tercihlerinden sıyrılmış kimselerdir. Allah Teâlâ

onlara muradını açar ve onlar, varlıklarda yüce Allah'ın muradına göre

tasarrufta bulunurlar. Cenâb-ı Hakk'ın, kendilerinden insanların arasına

karışmayı, mevki ve makamını insanlar için kullanmayı istediğini anladıkları zaman, nefsin arzularından sıyrılmış olarak bu işe girerler. Bu durum, ölmeden evvel nefsanî hislerinden ölüp, ilâhî nurla kalbi dirilen, önce fenâ makamını elde edip sonra bekâ makamına yükselen ehlullah için mümkündür. Onlar için yaptıkları bütün işlerde, Cenâb-ı Hak'tan bir izin ve işaret vardır. Onlar, Cenâb-ı Hak tarafından ihsan edilen bir basiret üzere hareket ederler. Kalbi açık ve murâd-ı ilâhînin hakikatini tam anlayan biri için bunda şüphe edilecek bir durum yoktur. O, her şeyden kalbi ve hali adına istifade eder; varlıklar onun halini zedelemez. Her memlekette, bu durumu elde etmiş ancak birkaç kişi bulunur.


Ebû Süleyman el-Hîrî demiştir ki: "Şu dört şeyde kalp aynı halde olmadıkça kişi kâmil olamaz:

1. Mahrumiyette.

2. İhsanda.

3. İzzette.

4. Zillette."


İşte bu vasıftaki birinin, yukarıda bahsettiğimiz şekilde, makam ve mevkiini insanlar için kullanması güzel ve uygun olur.


Sehl b. Abdullah Tüsterî demiştir ki: "Bir insanda şu üç haslet bulunmayınca, onun riyasete (halkı yönetmeye) tâlip olması doğru değildir. Bunlar:

1. İnsanlara eziyetten ve cahilane davranışlardan çekinmek.

2. İnsanların dengesiz hallerine sabretmek.

3. İnsanların elinde olana göz dikmemek; aksine, kendi elinde olanı onlara dağıtmak."


Şunu hatırlatalım: Bizim burada bahsettiğimiz riyaset, sûfînin zaten gönlünden çıkarttığı, sadakatinin ve seyrü sülükünün bir gereği olarak kalpten atması gereken dünya riyaseti değildir.


Buradaki riyaset, Cenâb-ı Hakk'ın, kullarından bazılarını insanların ıslahı

için görevlendirdiği manevi riyasettir. Hakiki sûfî böyle bir işe Allah için girer, onun gereklerini en güzel şekilde yerine getirir; hakkını verir ve bu nimeti kendisine nasip eden yüce Rabb'ine şükreder.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs