Kadiri Yolu

MUHKEM VE MÜTEŞABİH




MUHKEM VE MÜTEŞABİH

Kur'an'ı Kerim, Hazreti Peygambere indirilirken, onun ayetlerinin   bir kısmı herkesin anlayabileceği şekilde (muhkem), diğer kısmı da anlamayacağı şekilde (müteşâbih) idi. Kur'an'da ki, helâl, haram, namaz oruç, zekât, hac gibi ahkâma taalluk eden kısımlar muhkemdir. Diğer bir tabirle muhkem, manası kolaylıkla anlaşılan, hârici bir tefsire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir. Müteşâbih ise, bir çok manaya ihtimali olup, bu manalardan birini tayin edebilmek için hârici bir delile ihtiyacı olan ayetlerdir. Tariflerden de anlaşılacağına göre, muhkem açık ve vazıh olduğundan onun üzerinde de durmayacağız, daha ziyade   müteşâbih ve kısımlar üzerinde durulacaktır.

Muhkem ve müteşabih kelimeleri bizzat Kur'an ayetlerinde zikredilirse de, onun bu çeşitli ayetlerdeki anlamları başka başkadır. Meselâ,  Hûd süresinin 1. ci ayeti" (الٓرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ) Kur'an'ın tamamının muhkem olduğu manası anlaşılırken, ez-Zümer süresinin 23.  ayetinden de onun (أحسن الحديث كتاباً متشابها مثاني ...) tamamının  müteşabih olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu şekil söylentiler de az değildir. Halbuki Âl-i İmrân sûresinin 7. ci âyeti: 

هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

"(Habibim) sana kitabı indiren odur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (temeli) dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) teviline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tabi olurlar. Halbuki onun tevilini Allahtan başkası bilemez. İlimde yüksek pâyeye erenler ise; Biz ona inandık, Hepsi Rabbimiz katındandır, derler. Bunları sâlim akıllılardan başkası iyice düşünmez." 

Bu ayet, Kur'an'ı bazı ayetlerinin muhkem, bazılarının ise müteşâbih   olduğunu ifade etmektedir. Burada ortaya bir müşkil çıkıyorsa da, âlimler bu müşkili halletmişlerdir. İlk iki ayette zikrettiğimiz muhkem ve   müteşabih kelimelerinin manası ile Al-i İmran süresinin 7. ci ayetinde zikredilen manalar aynı değildir. Biz Kur'an'ın bütünü muhkemdir derken, onu itkânı, nazmının güzelliği ve onda bir aybın olmaması yönündendir. Keza, onun tamamı müteşabihdir, derken de, onun ayetlerinin güzellik ve doğruluk bakımından bir birine benzerlikleri bahis konusu edilmektedir. Zaten bu ayetlerin siyak ve sıbakı da bunu göstermektedir.   

Halbuki Al-i İmran süresindeki muhkem ve müteşbih kelimeleri bir birinin zıttı (mukâbili) anlamındadır. Bunların tarifleri hususunda âlimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Yine ekseri ulema, müteşabih ayetlerin tevilini Allah'tan başka kimse bilemez, görüşünü savunurlar. Onlar ayetteki Allah kelimesi üzerinde vakfederler. Ebu'l-Hasen el-Eş'ari ise ayetteki vakfın (de olması lâzım geldiğini ve râsihlerin de müteşabih ayetlerin tevilini bilebileceklerini söyler. (Mebahis fi Ulûmi'l-Kur'ân, s. 282.) Bu görüşü Ebû İshak eş-Şîrâzî (Ö. 476/1088) daha vâzıh bir şekilde açıklamıştır.

İlk devirlerde bu müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir, bunlar üzerinde durulmazdı. Zira Kur'an bu gibi ayetleri kurcalayanların kalpleri hasta olduğunu beyan etmektedir. Hazreti Peygamber de müteşâbih ayetlere tâbi olanlardan sakınmayı emretmektedir. (Sahihu'l-Buhâri, VI. 42;- Sünenu't-Tirmizi, XI, 115-116.

Bu işi Hz. Ömer de sıkı tutmuştur. İbn Subeyg adında biri, bir gün Medine'ye gelip Kur'an'ın müteşâbihâtı hakkında sualler soruyormuş. Bunu haber alan Hz. Ömer onu çağırtıp, yaş hurma dallarıyla başını kanatıncaya kadar döğmüş ve onu Medine'den memleketine göndermiş, bu şahısla hiç kimsenin görüşmemesini Ebû Musa el-Eş'ari (Ö. 44/664) ye emretmişti. (El-Itkân, II. 4; Tefsiru'l-Kâsım, I. 99.)

Er-Râgib el-İsfahânî (Ö. 502/1108) müteşâbih ayetlerin manasına   vukuf yönünden üç kısımda incelenebileceğini ifade eder. Birincisi, bilinmesi mümkün olmayan müteşâbihlerdir ki, bunu ancak Allah bilir, Kıyametin vakti gibi İkincisi, insan oğlu sebeplere tevessül ederek onun manasını bilebilir. Mesela, garib kelimeler, muğlak hükümler gibi. Üçüncüsü, yukarıda zikrettiğimiz iki madde arasında olanlardır ki, bu da   ilimde rusuh sahibi olan bazı zevata tahsis edilmiş, diğerlerinden ise gizlenmiştir. Meselâ Hz. Peygamber, İbn Abbas için şeklindeki duası gibi (اللهم فقهه فى الدين وغلمه التآويلAllah'ım, ona dinde anlayış ver ve ona tefsiri öğret.

Genel olarak usul uleması müteşâbihâtı iki kısma ayırmışlardır.

1- Muhkemle mukayese edildiğinde manası bilinebilen, 

2- hakikatini bilmeye imkân bulunmayan ayetlerdir. (Lisânu'l-Arab, XIII. 505.) Mücâhid bunları şöyle tarif eder.

Muhkem ayetler helal ve harama dair olanlardır. Müteşabihler ise, bazısı bazısını tasdik ve tefsir eden ayetlerdir. (Sahihu'l-Buhârî, VI. 41.) İbn Ebi Hâtim'de Ali b. Ebi Talha tarikiyle İbn Abbas'dan şöyle rivayet etmektedir. "Muhkemler nâsih, helâl, haram, hudûd, ferâiz, iman edilip amel edilen hususlardır.   Müteşâbihler ise, mensûh, mukaddem, muahhar, emsal, yeminler ve iman edilip amel edilmeyen hususlardır. (el-Itkán II. 2.)

Müteşâbihin menşeinde Şâri'in muradının gizliliği bahis konusu olduğuna göre, bu gizlilik bazen lafızda, bazen manada, bazen de her ikisinde birden olur.

a) Müteşâbihliğin sadece lafızda olması: Müteşâbih olan lafız ya   müfred veya mürekkeb olabilir. Müfreddeki gizlilik ise kelimenin garabetinden veya müşterek olmasından ileri gelebilir. Mürekkepteki gizlilik   ise mürekkebin muhtasar olmasından, itnâb veya tertib cihetlerinden olabilir. Şimdi bunlara birer örnek verelim: Garabeti ve az kullanılması   sebebiyle müfred lafızdaki teşâbüh: Âbese sûresinin 31. ayeti olan ( وفاكهة وأباً) deki Ebben lafzıdır. Bu ayeti takip eden (متاعاً لكم ولأنعامكم) ayeti yardımıyla "ebben" kelimesinin hayvanların otladığı mer'a manasına kullanıldığı anlaşılmaktadır. Müşterek olması sebebiyle teşâbühe   örnek: es-Saffat süresinin 93. ayeti (nihayet gizlice onları sağ eliyle vur (ub kır) dı. Bu ayetteki "yemin❞ kelimesi, sağ el, kuvvet ve kasem manaları arasında müşterektir. Bu   üç manadan hangisi verilirse verilsin manası câiz olur. Mürekkepteki   teşâbühe de bir örnek vermekle iktifa edelim. El-kehf sûresinin 1. ci ayeti

-Bu ayette (الحمد لله الذى أنزل على عبده الكتاب ولم يجعل له عوجاً قيما) ki gizlilik "İvecen" kelimesiyle "Kayyımen" kelimelerindeki tertiptedir.   Eğer bu tertip şöyle (الحمدالله الزى على غبده الكتاب قيما ولم بحعل له عوجا) olsaydı daha zahir olurdu. (Meháhilu'l-Irfan, 175.) Sürelerin başlarındaki el- Huruf el-Mukatta'lar da burada incelenebilir. Fakat onu biz aynı bir bahis olarak inceleyeceğiz.

b) Müteşâbihliğin sadece manada olması: Bu kısmın açık örneklerini, Allah'ın sıfatları, kıyametin ahvâli, cennet nimetleri, cehennem   azabı gibi hususlar teşkil eder. Çünkü insan aklı, yaratanın sıfatlarının   hakikatini ve diğer hususların durumunu ihata edemez. O halde kendisini hissetmediğimiz, bizde cinsi ve benzeri olmayan şeylere nüfuz etmeye nasıl yol bulunabilir. Müteşâbih olan sıfatlar hakkında ulema iki mezhebe ayrılmıştır. Birincisi, Selef mezhebi: Allah'ın müteşabih sıfatları   malûm gibi görünürse de, bu sıfatların Allaha isnadı muhal olduğundan,   bunların medlûllerinin tayinini selef uleması Allah'a tefviz ve havale   etmişlerdir. Onlara sadece inanmak gerekir. Bu hususta enteresan örnekler pek çoktur. (el-Itkán. 11. 6; Mebahis, s. 284.) Bunlardan bir tanesini vermekle iktifa edeceğiz.

Meşhur İmâm Mâlik b. Enes'e istiva hakkında sorulduğunda (معلوم والكيف مجهول والسؤال عنه بدعة واظنك رجل سوء ، أخرجوه عنى) (İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür, ondan sual etmek bid'attir.  Senin kötü bir insan olduğunu zannederim, onu benden uzaklaştırın) demiştir. İkincisi ise, Halef mezhebidir: Bunlar, zahiri muhal olan lafzi, Allah'ın zatına lâyık olan bir manaya hamlederler. Bu mezhep İmamu'l-Haremeyn, Abdul'l-Melik b. Ebi Abdillah b. Yusuf b. Muhammed el-Cuveyni eş-Şâfi'i, Ebu'l-Maâli (O. 478/1085) ye ve onun muakkiplerine  nispet edilir. Hapsedilemeyecek bir fıtratta yaratılan insan zekası, müteşâbihat üzerinde de işlemeye başlamıştır. Hele İslamiyet'i ifsat etmek isteyenlerin, bu gibi ayetlere gelişi güzel mana verişlerini   frenlemek ve aynı zamanda kötü neticelerinden Müslümanları korumak için, müteşâbih ayetleri İslam'ın ruhuna uygun bir şekilde tevil etmek   mecburiyeti hasıl olmuştu. Allah'ın müteşâbih sıfatlarına ait olan ayetleri bu iki mezhebin ne şekilde anladıklarını görelim. Ekseriya   bu sıfatlar zikredeceğimiz şu ayetlerde toplanmaktadır:

(el-En'am   61), (Taha 5),   (el-Fecr 22), (er-Rahman 27),   (ez-Zümer   56),   

(el-Feth 10),   (Taha 39),   (Al-i İmran   28)  bakılabilir.

Selef mezhebi, Allah'ı, Yukarıdaki sıfatların zevahirinden tenzih ederler ve Allah'ın zikrettiği şekilde onlara iman ederler ve onların hakikatini Allaha havale ederlerdi. Halef mezhebi ise bu sıfatlara çeşitli manalar vermişlerdi. İstivaya, istikrar, istevla, suûd, i'tidâl; Allah'ın gelişini, Allah'ın emrinin gelişi; Allah'ın fevkiyyetinin yücelik yönünden olduğu, cihet yönünden olmadığı; Cenbden maksat haktır, Vechi zâtıdır, Aynı   inâyetidir; yed kudretidir; nefs ukubetidir gibi manalar vermişlerdir.(El-Burhan. II. 80-83; el-Itkan. II. 6-7)

Müteşabih âyetlerin tevil edilmesi câiz görülmezse de, Kur'an'ı Kerimde   işaret buyurulduğu veçhile., câiz görülmeyen tevil, gönülleri sapkın, niyetleri kötü olanların fitne ve fesat çıkartmak maksadıyla yapmak istedikleri tevillerdir. Yoksa, iyi niyetle, akla muhakemeye ve dinin esâsatına uygun olarak yapılan teviller makbul ve lâzımdır. Çünkü ilk devirdeki sağlam iman kaybolmuş, meydana gelen tereddütleri makul bir şekilde ortadan kaldırmak icab etmiştir.

c) Müteşâbihin hem lafız ve hemde manada oluşu: Bunun için de pek çok örnekler vardır. Meselâ Bakara süresinin 189. cu ayeti olan (iyi وليس البربأن تأتوا (lik ve taa evlere arkalarından gelmeniz değildir -Eğer bir kimse arapların cahiliyetteki adetlerini bil البيوت من ظهورها »...)) mezse Kur'an'ın bu nassını anlamaya muvaffak olamaz. Bu gibi ayetlerin anlaşılması hem lafızlara hem de manalara ait tarihi, içtimaı. ahlaki v.s. gibi bir çok şeylerin bilinmesine bağlıdır. Cahiliyet devrinde araplar ihrama girdiklerinde evlerine kapılarından girmezler, duvardan bir delik açıp oradan girip çıkarlardı. Cenab-ı Hâk bunun için bu ayeti inzal etti.

Bu ayetin hem lafzında ihtisardan dolayı teşâbbüh, hem de manasında  ( ليس البربأن تأتوا البيوت من ظهورها) bir tesabbah vardır. Eğer lafız  ( أو عمرة ), şeklinde olsaydı daha açık olurdu. Cahili (إذا كنتم محرمين بحج )   arap âdetini bilemezsek bu ayette bir mana vermek imkânına da sahip olamayız.

Kur'an'ı Kerimde müteşabih ayetlerin bulunması, insanlık için   bazı faydalar temin etmektedir. Genellikle bu ayetler sayesinde İslamiyet'te    insan fikri dondurulmamış, geniş bir fikir hürriyetine müsaade verilmiş oluyordu ve bu ayetler dinin temellerini  kuvvetlendirmekte esaslı rol oynuyordu. Çünkü bu ayetler bir kaç manaya tahammül edebilirdi. Bu bakımdan   zihinleri tamamen boş ve muhtelif fikirlerle karışmamış olan cahili araplara akıllarının alamayacağı bir söz söylemek, onların yeni dine inanmalarında bir tereddüt hasıl edebilirdi. İşte bu ayetler sayesinde, böyle bir durum ortadan kalkmış, müslümanları daha çok öğrenmeye ve başka bilgilere de sahip olmaya sevk etmiştir. 

Yine bu ayetler sayesinde dinin tebliğine ve tesisine mâni olmak için sorulan suallere susturucu cevaplar verilmiş ve ilk günden itibaren   meydana gelecek fesatların önüne sed   çekilmiştir. Kur'an'ı Kerimde muhkemle beraber müteşabihin bulunması,   insan oğlu için bir denemedir. Acaba insanlık dosdoğru olan Peygamberin haberine itimat ederek gayba inanacak mı? Kur'an bunu güzel   bir şekilde ifade eder: Hidayete erenler, bunlara inandık derler, kalplerinde eğrilik bulunanlar, o Rablerinden bir hak olduğu halde onu inkar   ederler ve fitne aramak için onu müteşabih olanına tabi olurlar. Müteşabihatın   diğer bir faydası İnsan oğlu ne kadar istidat ve ilim sahibi olursa olsun, onun, âciz ve mahluk olduğunu gösteren bir delilidir. Bu âyetler, Allah'ın ilmiyle her şeyi ihata ettiğini, mahlukatın onun ilminden, ancak onun dileyeceği kadarını alabileceğini ifade eder. İnsan hâlıkının karşısında kul olduğunu idrak eder. 

Müteşâbihler sayesinde Kur'an'ın ezberlenmesi ve onun muhafazası   temin edilmiş olur. Eğer bu müteşâbih manalar, diğer lafızlarla ifade edilseydi. Kur'an'ın kalın ciltler halinde olması lâzım gelirdi. Bu bakımdan ezberlenmesi ve muhafazası da güç olurdu. Kur'ân muhkem ve   müteşâbih ayetlerden teşekkül ettiğine göre, bir kısmını diğerine tercih ve te'vil etmekte, lügat, sarf nahiv, maâni, beyân, usûlü fikh... gibi bir çok ilimlerin öğrenilmesine ihtiyaç duyulur. Kur'an'ın hepsi muhkem   olsaydı, akli delillere ihtiyaç duyulmaz ve insan aklı dondurulmuş olurdu. Halbuki ondaki müteşâbih ayetler sebebiyle akli delillerden yardım isteyerek akıl çalıştırılmış olur. Aynı zaman da taklitten kurtulup, akıllı mahluk olması hasebiyle kıymet kazanan insanın şerefini yüceltir. (Müteşâbihin hikmetleri hakkında tafsilat için bkz. Menâhil, II. 178-181.)


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar

Nefs