Kadiri Yolu

 

El-Enâm Sûresi 95-108. Ayetlerin Tefsiri

El-En’âm Sûresi 95-108. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 31. 12. 2024

  ﷺ   

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم                                                                                                                                                                     




اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ


95. -“Muhakkak ki Allah taneyi ve çekirdeği yarandır. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah bunları yapandır. Nasıl olurda yüz çeviriyorsunuz? 

O başaktan taneyi, hurmadan da çekirdeği yarıp çıkarandır. O taneyi yararak ondan bitki, çekirdeği yararak da ondan ağaç çıkartır. Ölü topraktan, canlı, büyüyüp gelişen bitkiyi çıkarır. O müminden kafir, kafirden de mümin çıkarır. Bu ifadeyle öldükten sonra onları diriltmeye kadir olduğuna dikkati çekmektedir. Bütün bunları yaratan öldükten sonra onları diriltmeye de kadirdir. Hayat veren, öldüren ve kadir olan Allah’a ancak rububiyet yakışır. Durum böyle olduğuna göre nasıl olur da ondan ve ona imandan yüz çevire biliyorsunuz? Durum bu kadar açık seçik olduğuna göre nasıl O’nu veli edinmiyorsunuz? 


فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ


96. - “Sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun, güneşi ve ayı da hesap için bir ölçü kılmıştır. İşte bu Aziz Alim olanın takdirirdir.”

Gecenin karanlığından sabahı yarıp çıkartır ya da gündüzün aydınlığını yaratan O’dur. Geceleyin dinlenilir, yaratıklar geçim için çalışıp çapalamaya arar vererek uykuya çekilirler. Güneşi ve ayı da hesap için birer işaret kılmıştır. Her şey bir işaret ve hesap üzeredir. Güneşi ayı da hesap için birer işaret kılmıştır. Zamanın hesabı onların hareketleriyle bilinen bir şeydir. Çok ince bir hesaba göre yürütülen bu işler, onları musahhar kılan, onların bütün durumlarını bilen, onların hareketlerini ve her şeyi bilen, kahredici güce sahip Aziz olan Allah’ın takdiri gereğince olmaktadır. 

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

97. - “O, karanın ve denizin karanlıklarında onlarla yol bulasınız diye yıldızları sizin için yaratmış olandır. Ayetleri bilen bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık.” 


Karanın ve denizin karanlıklarında veya karada ve denizdeki yolların karışması ve bu konuda tereddüte düştüğünüz zaman kendileriyle yol bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O’dur. 

Bilen bir topluluk için tevhide delalet edenm ayetleri uzun uzadıya açıklamış bulunuyoruz.

وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ

98. - “O sizi bir tek nefisten yaratmış olandır. Sonra bir karar yeri birde emanet yeri vardır. Ayetleri anlayan bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık.” 

Sizleri tek bir can olan adem’den yaratmış olandır. Annelerin rahminde bir karar yerimiz, babaların döllerinde de bir emanet yerimiz vardır. Veya sizden kiminiz karar yerindedir, kimimiz emanet yerine bırakılmıştır demektir. 

Müfessirler ayette geçen karar kılınan yer diye geçen ile emanet yeri hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir:

1- Karar kılınan yerden maksat annelerin rahmidir. Emanet olarak kalınan  yerden maksat kabirdir. Kabirler dirilinceye kadar emanet olarak bekletilecektir. 

2- Karar kılınan yerden maksat annelerin rahmi ve yeryüzü ve yerin içidir. Emanet olarak kalınan yerden maksat babaların sülbüdür.

3- Karar kılınan yerden maksat yeryüzü ve dünyadır. Emanet olarak kalınan  yerden maksat Allah’ın huzurudur, ahirettir.

4- Karar kılınan yerden maksat kabirdir. Emanet olarak kalınan yerden maksat dünyadır. Çünkü dünyada bulunan kimse kabirde bulunan kardeşine kavuşmak üzere dünyada emanet olarak durmaktadır.

Şüphesiz ki biz, ayetlerimizi ve delillerimizi, bunları anlayıp ibret alan bir topluluk için geniş bir şekilde açıkladık. 


وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ


99. - “O gökten bir su indirmiş olandır. Her biten şeyi onunla çıkardık. Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan üst üste yığılmış taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen hem benzemeyen, üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine; bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları vakit bir bakın. Şüphesiz ki bunlarda iman eden bir topluluk için ayetler vardır.”

Gökten su indiren Allahtır. Biz o su ile, insanların, hayvanların ve bütün canlıların beslendikleri bitkileri çıkardık. Yeşil sebzeler ve ekinler bitirdik. O yeşilliklerden, birbiri üzerine yığılmış taneler çıkarırız. Hurma ağacının tomur­cuğundan da, sarkıp yere yaklaşan hurma salkımları çıkarırız. O su ile üzüm bahçeleri, yaprakları ve görünüşleri bakımından birbirine benzeyen fakat meyve ve tat bakımından birbirine benzemeyen zeytin ve nar ağaçları çıkardık. Bu ağaçlar meyve verdikleri zaman meyvelerine ve meyvelerinin nasıl olgunlaştığına bir bakın. Zamanla olgunlaşır. O zaman onlara bakın sizin bu bakmanız ibret ve bunları takdir eden yöneten ve miktarlarını tayin eden, bir durumdan bir duruma aktaran kimsenin kudretine delil olarak görmek üzere bakın. Şüphesiz ki, suyun gökten indirilmesinde ve onunla çeşitli bitkile­rin çıkarılmasında, Allah'ın birliğini ve kudretini tasdik eden bir topluluk için büyük deliller vardır. 

وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟

100- “Ve cinleri Allah’a ortaklar koştular. Onları yaratan O iken bilmeden O’na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların nitelemelerinden yüce ve münezzehtir.”

Kâfirler, şeytanların kendilerine süslü gösterdiği şekilde şeytanlara itaat ettiler ve Cinleri Allah'a ortak koştular. Halbuki o Cinleri Allah yaratmış­tır. Yine kâfirler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın, Allahın yüceliğini takdir edeme­yerek Hristiyanların yaptığı gibi ona oğullar ve kızlar isnad ettiler, halbuki onların bu konuda bilgileri de yoktur diye bir şey bilmiyorlar, o bilgisizlikleri yüzünden iftirada bulunuyorlar. Allah, bu cahillerin yakıştırdığı sıfatlar­dan münezzehtir, mukaddestir, büyüktür ve yücedir. 


بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

101. - “Gökleri ve yeri yoktan var edendir. O’nun bir eşi de yokken nasıl çocuğu olabilir? Her şeyi O yaratmıştır. O her şeyi bilendir.

Örneksiz bir şekilde yaratılan cisimler doğma niteliğine sahiptir. Cisimleri yoktan var eden ise cisim olamaz ki, onun çocuğu veya benzere olsun. Bu onun çocuk sahibi olmasının imkansız olduğunun bir başka delilidir. Çünkü çocuk birbirine uygun iki şeyden doğabilir ancak. Şanı yüce Allah’a uygun hiçbir şey olamaz, O yarattıklarından hiçbir şeye benzemez, çünkü her şeyi yaratan O’dur, O’nun eşi de yoktur, çocuğu da yoktur. O’nun yaratmadığı ve bilmediği hiç bir şey yoktur. Bundurumda olan hiçbir şeye muhtaç olmaz. İhtiyacı olan bir kimse ancak çocuk ister.  

ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

102. - “İşte Rabbiniz olan Allah ondan başka ilah yoktur. Her şeyi yaratandır. O halde yalnız O’na ibadet edin. Ve O her şeye de Vekildir.

Ey Allah'ı bırakıp ta putlara tapanlar, cinleri Allah'a ortak koşanlar, ve ona çocuk isnad eden kafirler. İyi bilin ki, sizin rabbiniz Allah'tır. Ondan başka hiç­bir ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısı odur. O halde kendilerine ve sizlere hiçbir zarar veya menfaat vermeyen putları bırakıp ta sadece Allah'a kulluk edin. Al­lah, yarattığı her şeyin denetleyicisi ve koruyucusudur.

لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

103. - “Gözler O’na erişemez, O ise bütün gözlere erişir ve O Latiftir, Habirdir.

Hiçbir göz O’nu kuşatamaz, O bütün gözlere erişir ve kuşatır. Ve O bütün işlerin inceliklerini ve problemlerini bilen Latiftir. Eşyanın görünenlerini ve gizliliklerini de bilen Habirdir. O kullarına lütufta bulunandır. Onların hak ve menfaatlerini çok iyi bilendir. 

Re­sulullah, kıyamet gününde müminlerin, rablerini ayın on dördünde onu gördük­leri ve bulutsuz bir zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, müminler rablerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel oluna­caktır. Nitekim Allah teala bu hususta bir âyet-i kerimesinde: "Hayır, hayır o gün yalanlayanların önüne rablerine karşı perde çekilmiştir buyurmuştur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki sizler, ayın on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

104. - “Doğrusu size rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim görürse kendi lehine görür. Kim de körlük ederse kendi aleyhine körlük eder. Ve ben üzerinize bir bekçi değilim.” 

Bu Kur’an ile sizleri öyle vahiy ve uyarılar gelmiş bulunuyor ki, onlar kalpler için Allah tarafından gelen hakkı ve hakikati gösterici basiretler durumdadır. “Kim görürse” hakkı bilip ona iman eder, gereğince amel ederse kendi lehine  görür kendi nefsi için görür ve faydası kendisine ait olur. “Kimde körlük ederse kendi aleyhine körlük eder.” Hakkı görmez ve sapıtırsa kendi nefsinin aleyhine körlük etmiş ve bu körlüğü ile kendisine zarar vermiş olur. “Ve ben üzerinize bekçi değilim.” Amellerinizi koruyan ve amellerinizin karşılığını verecek olan ben değilim, ben sadece bir uyarıcıyım sizi koruyup gözeten odur.

وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

105. - “İşte biz ayetleri böylece türlü türlü açıklarız. Ta ki onlar: “Sen okumuşsun.” Desinler ve biz onu bilen bir topluluğa apaçık gösterelim.” 

İşte biz ayetleri böyle türlü türlü açıklarız sana okuduğumuz şekilde defalarca tekrar ede ede, Pekiştire pekiştire açıklayarak ve gerekli beyanda bulunarak bütün açıklama şekilleri ile beyan ederiz. Bu ayetlerin türlü türlü açıklanmasının okumuş ve dersini görmüşsün desinler. Maksatları ise kitap ehlinin kitaplarını okumuş olduğunu söylemektir. “Biz onu” Kur'an'ı yani veya ayetleri hakkı batıldan ayırt ede “bilen bir topluluğa apaçık gösterelim.” 

اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ


106. - “ Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden de yüz çevir.”

“Rabbinden sana vahyolunana uy.” O Kur'an-ı Kerim'dir ve sen onların hevalarına uyma. “Ondan başka ilah yoktur.” Bundan dolayı onun vahiyden ve emirden başkasına uymak caiz olmaz. “Müşriklerden de yüz çevir.” Onları affederek cezalandırmayarak eziyetlerine katlanarak ve güzel bir şekilde uzaklaşarak onlardan yüz çevir. Bu durum Allah sana fetih verinceye kadar yahut Savaş veya başka bir yolla sana yardımcı olup zafer verinceye kadar böyle sürsün. Fetih ve zaferden sonra Allah'ın hükmünü onların arasında uygularsın. İşte o zaman için verilen bu hüküm o duruma uygun bir hükümdür.

                                   

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ


107. - “Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı. Hem biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin.”

“Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı.” Bu onların, Allah'ın iradesinin hilafına, yani Allah istemeyecek olsa şirk koşmayacaklarına dair bir beyandır. Şayet Allah onların imanı seçeceklerini bilmiş olsaydı onları hidayete iletirdi, ancak onların şirki seçeceklerini bildiğinden dolayı şirk etmelerini murad etti ve onun iradesi ile şirk koştular. “Hem biz seni onların başına bir bekçi de yapmadık. Amellerini gözetecek ve işledikleri suçlar sebebiyle sorumlu tutacak tutulacak bir kimse kılmadık. “Sen onların üzerine bir vekilde değilsin” Rızıklarına ve işlerine vekil tayin edilmedin sana düşen sadece tebliğdir.

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

108. - “Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek haddi aşıp Allah'a sövmesinler. İşte böylece her ümmete yaptıklarını hoş gösterdik. Sonra dönüşleri rableri nedir. Artık o kendilerine ne yapmakta olduklarını haber verir.”

“Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin” Müşriklerin ilahlarına sövmeyin. Bunda bir maslahat bulunsa bile sizin sövmeniz onların Allah'a sövmelerine sebep teşkil etmesin diye ondan uzak durun ki, “ki, onlar da bilmeyerek haddi aşıp” zulüm ve saldırganlıkla Allah'ın kadrini ve Allah'ın nasıl zikredilmesi gerektiğini bilmediklerinden “Allah'a sövmesinler. İşte böylece her ümmete yaptıklarını hoş gösterdik.” Batıl olduğu apaçık ortada olan amellerini onlara bu şekilde süslü gösterdik. Kafir olan her bir ümmet yaptıkları işleri boş ve güzel görüp durdu. “Sonra dönüşleri rablerinedir, artık O kendilerine ne yapmakta olduklarını haber verir.” Yaptıklarını onlara bildireceği gibi, bunun karşılığı olan cezayı da Allah onlara verecektir. 

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler "Ey Muhammed, ya bizim ilah­larımıza hakaret etmekten vazgeçersin veya biz de senin rabbini alaya alırız." dediler ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."

Katade diyor ki: "Bu âyet-i Celilenin asıl nüzul sebebi, Müslümanların, kâfirlerin putlarına sövmeleri, kâfirlerin de haddi aşarak cahillikle Allah tealaya sövmeleridir.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

أحدث أقدم

Öne Çıkanlar