Hud Sûresi 84-108. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ
Ve-ilâ medyene eḣâhum şu’aybâ(en)(c) kâle yâkavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(s) velâ tenkusû-lmikyâle velmîzân(e)(c) innî erâkum biḣayrin ve-innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin muhît(in)
84- “Medyen halkınada kardeşleri Şuaybı gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, O’ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi refah içinde görüyorum ve sizi çepeçevre kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.”
Şuayb’ı Arap kabilelerinden olan Medyen sakinlerine peygamber olarak gönderdik. Bu Medyen halkı Ma’an şehrine yakın Hicaz ile Şam arasında bir beldede yaşamakta idiler. Şuayb onlara: Allah’a ibadet etmelerini emretti. Tartılarak alınıp verilen şeyleri, ölçülerek alınıp verilen şeyleri, alınca da verincede tam olarak eksiksiz ve fazlasız olarak alıp verin dedi. Yaşam standartlarınız oldukça bolluk içinde bir refaha sahipsiziniz. Bu şekilde iken sizin ölçü ve tartıda eksik yapmanıza gerek yoktur. Çünkü Allah’ın üzerinizdeki nimeti çoktur. Size düşen O’na şükürle karşılık vermektir. Sizin bunun tersini yapmanız halinde sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum. Bu azab hem dünyada hemde ahirette verilecek olan azaptır.
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Veyâ kavmi evfû-lmikyâle velmîzâne bilkist(i)(s) velâ tebḣasû-nnâse eşyâehum velâ ta’śev fî-l-ardi mufsidîn(e)
85- “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin. İnsanlara eşyaları eksik vermeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık da çıkarmayın.”
“Ey kavmim ölçü ve tartıda eksiklik yapmak gibi çirkin olan işleri yapmaktan vazgeçin ve adaletli olun güzel olan eksiklik yapmamaktır uyarılarında bulundu. Ticarette bulunduğunuz veya hukukunuz oluşan durumlarda insanların haklarından eksiltmeyin manevi ve maddi eşyalarını da eksiltmeden veriniz. Fesadın her türlü çeşidinden, hırsızlıktan, çapulculuktan, yol kesmekten, gizli yollarla hak ihlali yapmaktan vazgeçin. Tabi ilk önce kavmini Allah’a ibadet etmeye çağırdıktan sonra bu süreç yaşanmıştır.
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Bakiyyetu(A)llâhi ḣayrun lekum in kuntum mu/minîn(e)(c) vemâ enâ ‘aleykum bihafîz(in)
86- “İman ediyorsanız, Allah'ın geriye bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinizde koruyucu değilim.”
Sizin için haram kılınan şeylerden uzak durup onlara tenezzül etmedikten sonra geriye kalan helal kazancınız, dünyada da ahirette de sizin için daha hayırlıdır. Ancak bunun daha hayırlı olması iman etmeniz şartına bağlıdır. Gerçekten de Allah’ın bıraktığı aynı şekilde kafirler içinde daha hayırlıdır. Çünkü böylelikle onlar da başkasının hakkını yemekten, eksik ölçüp tartmaktan, bunun gerektireceği sorumluluktan kurtulurlar. Buna bağlı olarak meydana gelecek toplumsal kötülüklerden de uzak kalırlar. Ancak bu şekilde helal kazanç ile yetinmenin faydası, iman ehli hakkında daha açık bir gerçektir. Çünkü onlar azaptan kurtulmakla ve sevap elde etmekle beraber kötülüklerden de uzaklaşırlar. Ayrıca bu gibi şeylerin semeresi iman olmadığı takdirde kamil olarak ortaya çıkmaz.
Yaptıklarınızı gözetleyen ben değilim. Yapacağınız işleri O‘nun rızasını kazanmak için yapınız, insanlar sizi görsünler, diye yapmayınız. Çünkü asıl koruyup gözeten O’dur. Haksızlığı terk etmek suretiyle O’nun nimetlerini siz de korumaya çalışınız. Emirlerini gereği gibi koruyup dikkat ediniz, emirlerine uyunuz ki O da sizi de mallarınızı da korusun.
“Geride bıraktığı” konusunda müfessirler çeşitli görüşler ortaya sürmüşlerdir:
Taberi; Bu şeyin ölçü ve tartıların tam olarak yapılmasından sonra elde edilen kar olduğunu söylemiştir.
Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basri bunun “rızık” olduğunu söylemiştir.
Mücahid’e göre; Bu “Allah’a itaattir.”
Katadeye göre ise; “Nasip” olduğunu söylemiştir.
Abdullah b. Zeyd’e göre ise; “Allah’ın Rahmeti”dir demiştir.
Bütün görüşleri bir arada ifade etmek gerekirse şöyle izah etmek mümkündür: “Eğer Allah’a iman ediyorsanız, Allah’ın size verdiği rızık, veya ölçü ve tartıları tam olarak yaptıktan sonra elde ettiğiniz kar, veya Allah’a itaatınız veya Allah tarafından size verilen nasibiniz veya Allah’ın rahmeti sizin için daha hayırlıdır.”
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
Kâlû yâ şu’aybu esalâtuke te/muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ(u)(s) inneke leente-lhalîmu-rraşîd(u)
87- “Dediler ki: “Ey Şuayb! Senin namazın mı babalarımızın taptıklarını terk etmemizi ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı bırakmayı sana emrediyor? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin.”
Bunlar Hz. Şuaybı alaya alarak dediler ki: “Ey Şuayb, senin dininin temeli olan bu namaz mı bizim, putlara tapmamızı veya mallarınızda dilediğimiz gibi tasarrufta bulunarak onları eksik ölçüp tartmayı bırakmamızı emrediyor. Alay etmeye devam ederek aklı başında ve doğru yolu bulmuş sen misin? Bu da Allah’ın davetini alay ederek reddeden kimselerin çoğunun mantığını yansıtmaktadır. Bunlar kendilerince alay ettiklerini zannederler. Bu sözlerle sen akılsız ve sapığın tekisin, demek istemiş gibidirler. Ancak kafirlere karşı delil getirmek bütün resullerin yaptığı gibi Hz. Şuayb’ta şöyle der:
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًاۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Kâle yâkavmi eraeytum in kuntu ‘alâ beyyinetin min rabbî verazekanî minhu rizkan hasenâ(en)(c) vemâ urîdu en uḣâlifekum ilâ mâ enhâkum ‘anh(u)(c) in urîdu illâ-l-islâha mâ-steta’t(u)(c) vemâ tevfîkî illâ bi(A)llâh(i)(c) ‘aleyhi tevekkeltu ve-ileyhi unîb(u)
88- “Dedi ki: “Ey kavmim! Ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve o bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmiş ise ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere kendim aykırı hareket etmek istemem. Benim bütün istediğim, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmekten ibarettir. Başarım ise ancak Allah'tandır. Ona tevekkül ettim ve Ona yöneliyorum.”
Şuayb onlara dedi ki: “Şayet benim sizleri davet ettiğim ve sizlere yasakladığım şeyler hakkında apaçık bir delilim varsa ve Rabbim bana katından helal ve temiz bir rızıklarla rızıklandırmış ise siz bana ne diyebilirsiniz. Ben sizlere bir şeyi yasaklayıp da kendim onu yapacak değilim. Ben gücüm yettiği ölçüde sizi sadece düzeltmek istiyorum ki, Allah'ın azabına uğramayasınız. Benim başarılı olmam, ancak Allah'ın yardımıyladır. Ben ona güvendim ve tevbe ederek ona yöneldim.
Ebu Süleyman ed-Dabbi’den dedi ki: “Ömer b. Abdulaziz’den bize mektuplar geliri. Mektuplarında bazı emir ve yasaklar yer alırdı. Mektupların sonunda da şunlar yazardı: Benim bu emir ve yasaklara karşı durumum. ancak Allah’ın salih kulunun (Hz. Şuayb’ın) dediği gibidir: “Başarım ise ancak Allah’tandır, Ona tevekkül ettim, Ona yöneliyorum.”
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ
Veyâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum miślu mâ esâbe kavme nûhin ev kavme hûdin ev kavme sâlih(in)(c) vemâ kavmu lûtin minkum bibe’îd(in)
89- "Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz ya Nuh kavminin yahut, Hud kavminin ya da Salih kavminin başına gelen felaketin benzeri sakın başınıza getirmesin. Lut kavmi de sizden pek uzak değildir.”
Şuayb devamla dedi ki: "Ey kavmim, bana karşı olan düşmanlığınız ve ayrılığınız, sizleri inkarcılıkta diretmeye sürüklemesin. Aksi takdirde sizin de başınıza, Nuh veya Hud yahut Salih Peygamberlerin kavimlerinin başlarına gelen felaketler gelir. Lût Peygamberin kavminin nasıl helak olduğu sizden uzak bir mesele değildir. Onu biliyorsunuz. O halde niçin öğüt ve ibret almıyorsunuz. Bu bir tehdittir, aynı zamanda ona muhalefet edilmesi durumunda rüzgarla, zelzeleyle veya suda boğulmakla tehdit edilmesi Hz. Şuayb’a muhalefet edilmesi, onu yalanmaları ve alaya almaları başlıca sebepler arasındadır.
Ebi Leyla der ki: Halkın Osman b. Affan’ın evinin etrafını sardığı sırada efendim ile birlikte idim, bineğinin yularından tutuyordum. Birden Osman b. Affan evinden çıktı ve aşağı doğru bizlere şöyle seslendi: “Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz ya Nuh kavminin yahut Hud kavminin yada Salih kavminin başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin.” Kavmim, beni öldürmeyin, beni öldürecek olursanız şöyle olacaksınız, dedi ve parmaklarını birbirine geçirdi.” İşte isyancıların, Halife Hz. Osman (r.a.)in evini kuşattıkları zaman Hz. Osman onlara işte bu âyeti okumuştur.
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ
Vestaġfirû rabbekum śümme tûbû ileyh(i)(c) inne rabbî rahîmun vedûd(un)
90- “Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra da tevbe edin O’na. Doğrusu benim rabbim Rahim’dir Vedud’dur.”
Şuayb yine şöyle dedi: "Ey kavmim, putlara tapmanız ve ölçü ve tartıyı eksik yaparak insanların hakkını yemenizden doğan günahlarınızdan dolayı, rabbinizden affınızı dileyin. Sonra yaptıklarınızdan vazgeçip ona itaate yönelin. Rabbim, yaptıklarından vazgeçip kendisine yönelenlere karşı, çokça merhametlidir ve kendisine yönelenleri de çokça sevendir.
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يرًا مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفًاۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ
Kâlû yâ şu’aybu mâ nefkahu keśîran mimmâ tekûlu ve-innâ lenerâke fînâ da’îfâ(en)(s) velevlâ rahtuke leracemnâk(e)(s) vemâ ente ‘aleynâ bi’azîz(in)
91- “Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, hem seni aramızda zayıfta görüyoruz. Kavmin olmasaydı seni taşlardık. Esasen sen bizim için pek değerli bir kimse değilsin.”
Şuayb’ın nasihatları üzerine kavmi ona şöyle demiştir: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunun gerçek mahiyetini anlamıyoruz. Şuayb’ın sözlerinin doğruluğunu kavrayamadıklarını anlatmak istemiş iselerde sözleri anlaşılabilirliğin en açık noktasında idi. O “Peygamberlerin hatibi idi.” Senin bir gücünün olmadığını, bizim içimizde pek zayıf birisin. Biz sana kötü birşey yapmak isteyecek olursak, sen kendini bizden koruyamazsın. Çünkü tek başına bir kişisin, aşiretin ise senin dinin üzere değildir. Eğer kabilen olmasa seni taşlayarak öldürürdük. Aslında bizce sen, pek değerli bir kimse de değilsin. Senin kavminde bizim dinimiz üzere oldukları için sana dokunmuyoruz.
Görülüyor ki Şuayb aleyhisselamın kavmi, akıllarını kullanıp rableri tarafından kendilerine gelen emirleri düşünme ve kabul etme yerine kaba güce baş vurarak Şuayb aleyhisselamı tehdit etmekte, kavminden çekindikleri için de zorbalıklarını ileri götüremediler. Bu sebeple Şuayb aleyhisselam onları tekrar uyarmakta ve kavminin gücünün hiçbir zaman Allah’ın gücünden üstün olamayacağını açıklamaktadır.
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِيًّاۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Kâle yâkavmi erahtî e’azzu ‘aleykum mina(A)llâhi vetteḣażtumûhu verâekum zihriyyâ(en)(s) inne rabbî bimâ ta’melûne muhît(un)
92- “Dedi ki: “Ey kavmim! Benim kavmim size göre Allah'tan daha mı üstün ki, ona sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim, sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”
Şuayb, kavmine şöyle dedi: "Ey kavmim, benim kabilemi ne kadar yüceltiyorsunuz! Onları, Allah’tan daha mı üstün görüyorsunuz? Sizler bana Allah’ın göndermiş olduğu bir peygambere kötülük yapmayı çok büyük bir vebal olarak değerlendirdiğiniz için değilde kavmim dolayısıyla bana ilişmiyorsunuz öyle mi? Aslında sizler bu şekilde bir tutum takınarak Rabbinize aldırış etmiyor, O’na itaatı bir kenara bırakıyor tazimde bulunmuyor ve alaya alıp onu arkanıza mı atıyorsunuz. Emirlerini bırakıyor azabından korkmuyorsunuz, ona hakkıyla saygı göstermiyorsunuz. Şüphesiz ki Rabbim, yaptıklarınızı ilmiyle kuşatmaktadır. Hiçbir şey ona gizli değildir. O sizleri, hemen veya gelecekte cezalandıracaktır.
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ
Veyâ kavmi-’melû ‘alâ mekânetikum innî ‘âmil(un)(s) sevfe ta’lemûne men ye/tîhi ‘ażâbun yuḣzîhi vemen huve kâżib(un)(s) vertekibû innî me’akum rakîb(un)
93- “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de çalışacağım. Rüsvay edecek bir azabın kime geleceğini, kimin de yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim.”
Şuayb devamla şöyle dedi: "Ey kavmim, siz kendi yolunuzda amel etmeye devam edin bakalım. Bu Şuayb as.’ın yine bir tehdidir. Bana düşmanlık etmek için bütün imkanlarınızı kullanın ve bu konuda dilerseniz müşterek hareket edin. Ben de kendi yolum üzere olup amel edenim. Yakında kimin kendi aleyhine cinayet işleyen ve bu sebeple hor ve hakir düşüren azaba uğrayan olacağını, yalancının ben mi yoksa siz mi olduğunu bileceksiniz. Azabın kime ineceğini bekleyin bende sizinle birlikte bekleyenim.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Velemmâ câe emrunâ necceynâ şu’ayben velleżîne âmenû me’ahu birahmetin minnâ veeḣażeti-lleżîne zalemû-ssayhatu feasbehû fî diyârihim câśimîn(e)
94- “Emrimiz gelince şuayb'ı ve beraberindeki iman edenleri katımızdan bir rahmet ile kurtardık, zulmedenleri de o sayha yakaladı, oldukları yerde dizüstü çöküverdiler.”
Şuayb (As)'ın kavmi olan Medyen halkı kaskatı kesildiler hiçbir hareketleri kalmadı, helak edilme şekli bu surede “Bir sayha (çığlık) yakalamasıyla” olduğu beyan edilmekte, Araf suresinin 91. ayetinde ise şiddetli bir sıkıntı ile helak edildikleri açıklanmakta ve Şuara Suresinin 189. ayetinde ise, onların cezalandırılması şöyle açıklanmaktadır: “Fakat Şuayb’ı yalanladılar. Ardından onları, gölgeleyen bulut gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi.” Ayeti kerimelerden anlaşılıyor ki Medyen halkı siyah bir bulutun kendilerini kaplaması neticesinde, üzerinde bulundukları yerin sarsılması sonucunda, büyük bir çığlıkla beraber helak olup gitmişlerdir.
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْدًا لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟
Keen lem yaġnev fîhâ(k) elâ bu’den limedyene kemâ be’idet śemûd(u)
95- “Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semud kavmi gibi Medyen halkı da Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.”
Ülkelerinde istedikleri gibi hareket eden medyen halkı sanki orada hiç hayat sürmemiş gibi oldular. Semud kavmi, Medyen kavmine komşu bir ülkede yaşıyordu. Onlar da inkarcılıklarında, yol kesmelerinde, insanların hakkını yemelerinde, Medyen halkına benziyorlardı. Bu sebeple her ikisi de Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmış ve Allah’ın gazabına uğramış kavimlerden oldular. Sanki yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi silinip gittiler.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Velekad erselnâ mûsâ bi-âyâtinâ vesultânin mubîn(in)
96- “Andolsun ki Musa'yı ayetlerimiz ve açık delillerle gönderdik.”
Mucizelerimizle birlikte apaçık delillerle Musa'yı gönderdik. Hz Musa'ya asa denizin yarılması taştan su fışkırması çölde bulundukları bir zamanda gökten yemek indirilmesi elinin beyaz nurani bir yapıya dönüşmesi gibi mucizelerle ve düşmanı olan firavuna karşı onu her bakımdan yenecek apaçık bir güçle firavun ve topluluğuna gönderdik.
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ
İlâ fir’avne vemele-ihi fettebe’û emra fir’avn(e)(s) vemâ emru fir’avne biraşîd(in)
97- “Firavun’a ve meleine (ileri gelenlere). Fakat onlar firavunun emrine uydular. Oysa firavunun emri hiç de doğru değildi.”
Firavun ve ileri gelenleri firavunun emrine yoluna düzenine azgınlığına uydular onun emir ve düzeninde doğruluk ve hidayetten eser kalmadı onun düzeni baştan başa sapıklık ve bilgisizlik ve inat üzerine idi.
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ
Yakdumu kavmehu yevme-lkiyâmeti feevradehumu-nnâr(a)(s) vebi/se-lvirdu-lmevrûd(u)
98- “O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder. Ve onları ateşe götürür. Ne kötü bir yerdir o var olan yer!”
Kıyamet gününde Firavun, kendi kavminin önüne düşecek ve onları alıp cehennemin ateşine götürecek ve onları oraya sokacaktır. Cehennem ateşine girmek ne kötü bir giriştir.
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ
Veutbi’û fî hâżihi la’neten veyevme-lkiyâme(ti)(c) bi/se-rrifdu-lmerfûd(u)
99- “Hem burada, hem de kıyamet gününde peşlerine lanet takıldı onların. Kendilerine verilen bu bağış, ne kötü bir bağıştır!”
Firavun ve ona tabi olanlar, bu dünyada cezalandırıldıkları gibi kıyamet gününde de lanete uğratılacaklardır. Onlara yapılan bu ikram ne kötüdür. Bu da dünya ve âhirette lanete uğratma ikramıdır.
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ
Żâlike min enbâ-i-lkurâ nekussuhu ‘aleyk(e)(s) minhâ kâ-imun vehasîd(un)
100- “Bunlar sana anlattığımız o kasabaların haberleridir. Onların bir kısmı hala duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.”
Allah teala, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, geçmiş ümmetlerden, Peygamberlerine karşı gelenlerin sonlarının ne olduğunu, özet olarak beyan ettikten sonra, bu ümmetlerin bazılarının, yaşadıkları yerlerin hâlâ mamur kaldığını, diğer bazılarının yerlerinin ise harabeye dönüştüğünü bildirmektedir. Ta ki ümmet-i Muhammed, bunlardan ibret alsın da onların durumuna düşmesin.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ
Vemâ zalemnâhum velâkin zalemû enfusehum(s) femâ aġnet ‘anhum âlihetuhumu-lletî yed’ûne min dûni(A)llâhi min şey-in lemmâ câe emru rabbik(e)(s) vemâ zâdûhum ġayra tetbîb(in)
101- “Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince de Allah'ı bırakıp taptıkları ilahları kendilerine bir fayda vermedi, kayıptan başka bir şeylerini de artırmadılar.”
Biz onları, hak etmedikleri bir ceza ile cezalandırmadık ki onlara zulmetmiş olalım. Fakat onlar, inkârları ve Allah’a karşı isyan etmeleri yüzünden cezalandırılmayı hak ettiler. Böylece kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Allah’ın azap etme emri gelince de, onların, Allah'ı bırakıp da ilah kabul ettikleri şeyler, Allah’ın azabına karşı onlara hiçbir fayda sağlamadı. O azabı kendilerinden uzaklaştıramadı. Taptıkları şeyler, onların azap ve helakını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ
Vekeżâlike aḣżu rabbike iżâ eḣaże-lkurâ vehiye zâlime(tun)(c) inne aḣżehu elîmun şedîd(un)
102- “Kasabaları zulmederken yakalandığında Rabbinin yakalaması işte böyle olur. Çünkü onun yakalanması hem acıklıdır; hem de şiddetlidir.”
Bu âyet-i Kerime, ümmet-i Muhammedi, geçmiş ümmetlerden sapık olanların yolunu tutmamaları için uyarmaktadır. Zira Allah, mühlet verse de asla ihmal etmez. Hak edene sonunda cezasını mutlaka verir. Ve Allah’ın cezalandırması, yaratıklarının cezalandırmasına benzememektedir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ
İnne fî żâlike leâyeten limen ḣâfe ‘ażâbe-l-âḣira(ti)(c) żâlike yevmun mecmû’un lehu-nnâsu veżâlike yevmun meşhûd(un)
103- “Hiç şüphesiz bunda ahiret azabından korkanlar için bir ayet vardır. O gün bütün insanların kendisi için toplanacağı gündür ve o şahit olunacak bir gündür.”
Şüphesiz ki bu anlatılan kıssalarda, Allah’ın cezalandırmasından ve âhiret gününün azabından korkanlar için, büyük bir ibret ve nasihat vardır. Kıyamet günü var ya, işte o gün haktır. Cezai andırılmak veya mükâfaatl andırılmak için o gün, insanlar bir araya getirileceklerdir. Bütün yaratıklar o günü görecektir. Hiçbiri geri bırakılmayacaktır.
وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ
Vemâ nu-aḣḣiruhu illâ li-ecelin ma’dûd(in)
104- “Biz o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz.”
Biz kıyametin kopmasını´ belirli bir vadeye kadar erteleriz. O vâde içerisinde, Âdemin zürriyetinden gelen insanlar yaşayacaklar ve onların sonunun gelmesine hüküm verilince, kıyamet kopacak, ve herkes yaptığının cezasını görecektir.
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ
Yevme ye/ti lâ tekellemu nefsun illâ bi-iżnih(i)(c) feminhum şakiyyun vese’îd(in)
105- “O gün gelince, Allah'ın izni olmadan kimse konuşmaz. onlardan kimisi bedbaht, 0 kimisi de bahtiyardır.”
Kıyamet günü gelip çatınca Allah'ın izin vermediği hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün bir kısım insanlar bedbahttır, cehennemliktir. Diğer bir kısmı ise mesuttur ve cennetliktir.
Bu hususta bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyrulmaktadır: "Kıyamet gününde, Peygamberler hariç hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün Peygamberlerin duaları: "Allah’ım sen koru, Allahım sen koru" olacaktır;
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ
Feemmâ-lleżîne şakû fefî-nnâri lehum fîhâ zefîrun veşehîk(un)
106- “Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada inleye inleye solurlar.”
Âyet-i Kerime, cehennemliklerin orada feryat ve figan koparacaklarını, hatta merkep sesi gibi nefret ettirici sesler çıkaracaklarını beyan etmektedir.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
Ḣâlidîne fîhâ mâ dâmeti-ssemâvâtu vel-ardu illâ mâ şâe rabbuk(e)(c) inne rabbeke fa’’âlun limâ yurîd(u)
107- “Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği kadarı müstesna. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.”
Araplar, bir şeyin ebedi olarak devam edeceğini söylemek istedikleri zaman, "Gökler ve yer durdukça" ifadesini kullanırlar. Bundan anlaşılmaktadır ki âyet-i Kerimenin ifade etmek istediği mânâ "Cehennemlikler cehennemde ebedi olarak kalacaklardır" anlamındadır. Kur’an-ı Kerim Arapça lisanla indiğinden, Arap deyimleriyle hitab etmesi tabiidir, yadırganmamalıdır.
Âyet-i Kerime, cehennemliklerin cehennemde ebedi olarak kalacaklarını ifade ettikten sonra "Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır" buyurmaktadır. Bu istisnadan maksadın ne olduğu hususunda şu görüşler zikredilmektedir:
- Katade ve Dehhak’tan nakledilen bir görüşe göre, burada, cehennemde ebedi olarak kalacaklardan istisna edilenler, müminlerin günah işleyenleridir. Zira sahih hadislerde de rivayet edildiği gibi, bunlar, cehenneme girip, işledikleri günahlar kadar yandıktan sonra, oradan çıkarılıp hayat sularında yıkanacaklar ve cennete konulacaklardır. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Bu hususta Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "...Cehennemin tam ortasına sırat köprüsü kurulur. Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek kimse ben olacağım. O gün Peygamberlerden başka hiçbir kimse konuşamaz. Peygamberlerin o günkü sözleri de "Allah’ım sen koru, Allah‘ım sen koru" olacaktır. Cehennemde Sa’dan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa’dan dikenlerini hiç gördünüz mü Onlar "evet" dediler. Resulullah işte bu çengeller Sa’dan dikenlerine benzer. Ancak bunların ne kadar büyük olduklarını yalnız Allah teala bilir. İşte bu dikenler, insanları, kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimisi kötü ameli dolayısıyla helak olur, kimisi de iyice parçalanıp hardal tanesi gibi olduktan sonra kurtuluş bulur. Nihayet Allah teala, cehennemliklerden kimlere rahmet etmeyi dilemişse, bunlardan, Allah’a ibadet etmiş olanları cehennemden çıkarmalarını Meleklere emredecek onlar da onîan cehennemden çıkaracaklardır. Melekler onların, yüzlerindeki secde izlerinden tanıyacaklardır. Allah teala secde izlerini yiyip bitirmeyi cehennem ateşine haram kılmıştır. Onlar, cehennemden çıkarılırlar. Ademoğlunun bütününü cehennem ateşi yerde yalnız secde izlerini yiyemez. Bu cehennemlikler ateşten kavrulup kapkara olmuş vaziyette çıkarılacaklardır. Bunların üzerine hayat suyu dökülecek de, sel akıp gittikten sonra biten yabani reyhan tohumları nasıl çabucak biterse onlar da öylece biteceklerdir. Sonra Allah teala kullan arasında vereceği hükmü tamamlayacaktır...
- Bir rivayete göre Cabir b. Abdullahtan, diğer bir rivayete göre de Ebu Said el-Hudrîden nakledilen bir görüşe göre ise, cehennemde ebedi olarak kalacaklardan istisna edilenler, müminlerin günahkâr olanlarıdır. Eğer Allah dilerse bunlar, hiç cehenneme girmeden Allah'ın affına mazhar olup cennete gireceklerdir.
- İbn-i Zeyd’den rivayet edilen bir görüşe göre ise, Allah teala, gökler ve yer durduğu müddetçe bedbahtların cehennemde kalacaklarını beyan etmiş ve kendi dilemesinin müstesna olduğunu bildirmiştir. Ancak bu istisna ettiği kimselerin, cehennemde azapları daha mı fazla olacak yoksa daha mı az olacak, bizlere bildirmemiştir. Halbuki bundan sonra gelecek olan âyette, cennette devamlı kalacaklardan istisna ettiklerine ne yapacağım beyan etmektedir.
- Diğer bazı âlimlere göre ise istisnadan maksat, kabirde geçen süredir. Zira, Cennetlik ve Cehennemlikler Öldükten sonra, her ne kadar kabirlerinde farklı muamele görseler de hemen cehenneme veya cennete girmemektedirler. Bu süreyi cehennem veya cennetin dışında geçireceklerdir. Âyette belirtilen istisna da bunu ifade etmektedir.
- Bazı âlimlere göre ise, ebedi olarak cehennemde kalacaklardan veya ebedi olarak cennette kalacaklardan istisna edilenlerden maksat, bu dünya hayatında yaşamalarıdır. Zira kâfirler de müminler de bu dünya hayatında cehenneme ve cennete girmeden yaşamaktadırlar.
- Bir kısım âlimlere göre ise, ebedi olarak cehennem veya cennette kalacaklardan istisna edilenlerden maksat, cehennemliklerin, cehennemin daha alt derecelerine cennetliklerin ise cennetin daha yüce mertebelerine konulacak olanlardır.
- Bir kısım âlimler bu âyet-i Kerimeye dayanarak, cehennemliklerin azaplarının belli bir süre sonra biteceğini söylemişlerdir. Ancak âlimlerin büyük çoğunluğu, bu görüşün sahih olmadığını beyan etmişlerdir. Zira Allah teala başka âyeta-i Kerimelerde şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir. "Ben ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye ve Peygamberlikle ilgili hususları bildirmeye kadirim. Kim, Allah'a ve Peygamberlerine karşı gelirse, şüphesiz ona içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandırırız."
Bu hususta Peygamber efendimiz de şöyle buyurmaktadır; "Ölüm, güzel bir koç şeklinde getirilir. Bir kişi: "Ey cennetlikler" diye çağınr. Onlar da başlanni uzatıp bakarlar. Çağıran onlara şöyle der: "Siz bunu tanıyor musunuz Onların hepsi onu görünce "evet bu ölümdür" derler. Sonra o kişi: "Ey cehennemlikler" diye çağırır. Onlar da başlarını uzatıp bakarlar. O kişi onlara da: "Bunu tanıyor musunuz " diye sorar. Onların hepsi onu görünce "Evet bu ölümdür" derler. Bu koç götürülüp kesilir. Sonra o çağıran kişi şöyle der: "Ey cennetlikler, cennette devamlı kalacaksınız. Artık ölüm diye bir şey yoktur. Ey cehennemlikler, cehennemde devamla kalacaksınız, artık ölüm diye bir şey yoktur..
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ
Veemmâ-lleżîne su’idû fefî-lcenneti ḣâlidîne fîhâ mâ dâmeti-ssemâvâtu vel-ardu illâ mâ şâe rabbuk(e)(s) ‘atâen ġayra mecżûż(in)
108- “Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbinin dilediği kadarı müstesna. Bu ardı arkası kesilmeyen bir lütuftur.”
Bu âyet-i Kerimede de, gökler ve yer durdukça müminlerin cennette kalacakları beyan edilmekte ancak, Allah'ın dilemesinin müstesna olduğu bildirilmektedir. Bu istisnadan" neyin kastedildiği hakkında şunlar söylenmektedir:
a- Müminlerin günahkârları, günahları kadar cehennemde yanacaklardır. İşte cehennemde geçecek olan bu süre, cennette devamlı kalmalarından istisna edilen süredir.
b- Bu istisna, âyetin sonunda belirtilen "Hiç kesilmeyen nimetlerdir".
c- Bu istisnadan maksat, müminlerin kabirde veya dünyada geçirdikleri zamandır. Zira müminler bu zaman zarfında fiilen cennette yaşamamışlardır.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...