Vahdedi Şühud
Bir görmek
demektir. Bu âlemde gerçek varlık olarak Allah’ı görmektir. Salik ibadet, taat,
riyazet ve mücahade sayesinde meydana gelen ilahi aşk ve muhabbet kulu istila
edince vecd ve istiğrak hali ortaya çıkar. Bu hale eren salik, Allah’ın
tecellisinden başka bir şey görmez olur. Gözünden masiva kaybolur. Sadece teki
görmeye başlar.
İmam Rabbani
bunu güneş ışığını göen kimsenin yıldızları görememesi misali ile açıklar.
Güneş varken yıldızlar gözükmez ama yok oldukları anlamıda gelmez. Sadece güçlü
bir ışık onların görünmesini engellemiştir. Vahdeti vucud da hakkın tecellisini
müşahade ede, diğer varlıkları görmesede, yok olduklarını iddia edemez.
Vahdedi vucud
anlayışına göre eşya Allah Tealanın isim ve sıfatlarının tecellileridir. Aynı
değildir. vahdedi vucud da “ herşey o”
dur sözü temel iken, Vahdedi şühud da “ herşey ondandır” anlayışı esastır.
İmam Rabbani
“….. İhata, sereyan, kurbi zati maiyyet (Allahın her şeyi kuşatmış, her şeye
girmiş, atiyle her şeye yakın ve her şeyle beraber olması) hakkındaki vahdedi
vucud bilgilerim gizlendi. Kesin olarak anladım k i yüce Yaratıcının, bu âlemle
sözü edilen şekilde hiçbir münasebeti yoktur. Yüce tanrının her şeyi ihatası ve
yakınlığı zatıyla değil ilimiyledir. O hiçbir şeyle birleşik değildir. O, Odur,
âlem de âlemdir. O, niceliksiz ve nasıllıksızdır anlaşılmaz. Âlem ise baştanbaşa
nicelik ve nasıllıkla damgalıdır. Anlaşılamayan varlık, anlaşılan gibi olamaz.
Vacip, mümkünün aynıdır denemez. Kadim, hadisin aynı değildir. Yokluğu imkânsız
olanla yokluğu mümkün olan, bir tutulmaz. Gerçeklerin değişmesi de hem akıl hem
de din bakımdan muhaldir.(Mektubat 1/40-44, Dehli,1290)
Ahmed Rufai :”
Hallacın “Ben Hakkım dediğini naklederler. Vehimle hataya düşmüştür. Eğer Hak
üzerinde olsaydı, “ Ben Hakkım” demezdi. Vehmi onu halden hale sürüklemiştir.
Yakınlığı artırıp da korkusu artmayan kimse tuzağa düşmüştür. Bu gibi sözler
söylemekten sakının, çünkü bunların hepsi batıl sözlerdir.” (Burhahul Muayyed
s. 32)
Abdulkadir
Geylani Ks: Fena olayını bir hikâye ile anlatarak salikin olayı kavramasını
sağlar. Bir patişahın bir valiyi ataması ile başlayan hikâyede valinin
yetkilerini kullanması hususunda aradan gecen zaman içinde kendini beğenmesiyle
patişahın kendisine verdiği nimeti unutarak düştüğü hatayı aktarır. Kibirin
sardığı vali patişahın mülkünde hatalar işler ve patişahın kendini takip
ettiğini unutur ve birgün tüm yetkileri elinden alınır. Kendisine yaptıklarının
hesabı soruşur ve cezasını çekmesi için zindanda dar bir yere atılır.
Pişmanlıkları artan vali yaptığı hataları anlar patişah zindada onun haline
vakıftır takip ettirlr. Yasaklara ve emirlerin yerine getirilmeyişi kendisine
çok pahalıya mal olmuştur. Artık zindanda ihtiyaç ve acziyet içerisindedir.
Böbürlenme ve kibir girtmiştir. Şahsi ve gizli arzular yerini pişmanlıklara
bırakmıştır. Bunlar padişahın gözünden kaçmaz.
Bu haldeyken
padişah merhamet nazarı ona dokunur, rahmet ve merhamet nazarına mazhar olan
vali zindandan çıkartılır. Bu arada padişahın bütün inam ve ihsanı ona
yağdırılır. Eski devleti geri verilir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükâfat
verilir. Bundan sonra yaptığı hataların tekrarı olmaz. Kibir yerini tevazu ve
emir ve yasaklara uymaya bırakır. Saf ve temiz olarak görevine devam eder.
İşte bu misal
bir iman sahibinin halidir der Geylani. Bir kimse Allaha yaklaştıkça, Allah onu
sever ve seçer. Kalb gözü açılır, nimet, inam ve ihsan kapıları ona açık olur.
Zaman olur, o
kalb gözüyle kimsenin görmediğini, görür, işitmediğini işitir. Akla hayale
gelmeyecek garşp işleri seyreder. Yerin ve göğün hikmetini anlar, onlardaki
esrarı çözmeye başlar. En güzel vaadi alır; vaad olunduğu şey kendisine bol bol
verilir.
Hakka yaklaşır,
onun güzel sözlerini duyar; bu dugu yalnız safşyetten ve manevi yükselmeden
gelir. Bu hale, fenaya ermiş kişi kavuşur.
O sözün
hikmetini söyler. Çünkü kalbi temizdir. Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru
kalbden dile gelir. O nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.
Fenaya ermiş
olan kibirli değildir; gönlü engin olur; dışı mütavazi insanlar gibi olur.
Aldığı helaldir. Kadından Allahın emrine göre yararlanır. Her haliyle Allahın
yasaklarına yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden emin olur, kendini huzur
içinde görür. İşte bu hoşluk belli bir zaman devam eder, bunun bir daha
gitmeyeceğini sanmaya başladığı anda aldanır. Aniden belaların kapısı açılır.
Çocuklar yok olur, malı telef olur. Kalbideki huzur bozulur. İlk zamanda
verilen tüm nimetler gider.
Bu haller bu
zatı hayrette bırakır. Üzülür, kalbi kederle dolar. Zahirine baksa, yalnız
kötülük görür, kalbine dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür. Allaha dua etse
icabet edilmez. Bir vaad alsa, verildiğini göremez. Birine bir şey vermek
istese yerine getiremez. Bir rüya görse, tabir etmek kolay olmaz. Halka
karışmak istese, yapamaz. Şayet bir kolaylık bulsa halka karışmak için derhal
bela ile karşılaşır.
Halkın eli bu
durumda onun için sıkıntı olur. Neredeyse tırnaklarıyla kendini parçalar.
Dilleri ırzına, malına dokunur. İlk halinden bazı şeyler anlatmak istese
başaramaz. Evvelce gördüğü nimete karşı; şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu
halde, nefis onu böyle yok eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alı koyar.
Manevi yolculuğu tükenir. Oluşlar durur. Manevi hal kapanır. Daimi bir telaş
için kalır. Böyle devam eder; hergün sıkıntı, üzüntüsü çoğalır. Bu haller devam
ederken haberi olmadan manen yükselir. Birden kapılar açılır; bu açılış ani
olur; açılışla beraber maddi ve hayvani varlık yok (Fena)olur; yalnız ruh
kalır.
İşte bu halde
iken işler başka olur. Batını, deruni sesler işitir. İlk söz, Hz. Eyyüba olduğu
gibi tecelli eder: “ işte sana, tatlı su;iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!...
Ayağını vur, o çıkar.”
Kalbinde rahmet
çeşmesinden bir çeşme akmaya başlar. İlahi rahmet ve şefkat onu diriltir, ona
hakikat kapıları açılır. Gönül yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner.
Her varlık hizmetine koşar. Diller onu över. Her cihetten onun ziyaretine
koşarlar. O artık insan olmuştur. Rahmet onun yüzünden okunur. İlahi nur
gözlerinden çakar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu hali hakka varıncaya
kadar devam eder.(fütuhül Gayb 41. Makale s,118-122)
Hulasa vahdeti
vucüd düşüncesi ilk mutasavvıflarda mevcud değildi. Onlarda fena ve beka
halleri vardı. Bu konu hakkında ayrıntılı eserler okunabilir.
إرسال تعليق
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...