El-En’âm Sûresi 74-94. Ayetlerin Tefsiri
Tarih: 17 . 12 . 2024
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
İbrahim (A.s)'dan söz edilerek başlayan ayetlerden oluşan son gruptayız. İbrahim (a.s) babası Azer ile tartışması ile başlamaktadır. Babasının Allah'tan başkasına ibadet edişine hayret ettiğini, babasının da kavminin de gittiği yoldan gidenlerin de yollarını şaşırmış şaşkınlar olduklarını, nereye gideceklerini bilemediklerini, aksine şaşkınlık ve bilgisizlik içinde bocalayıp durduklarını, sağlıklı bir aklı olan herkesin bu durumlarının cehaletle sapıklık olduğunu açıkça anlayabileceğini ortaya koymaktadır. Çünkü bunların yaptığı, Allah'tan başka birtakım putlara ibadet etmekten başka bir şey değildir.
Küfrün hayret edilecek bir şey olduğunu ortaya koymakta, peygamberlerin atasının kavmiyle olan kıssasını sunarak kafirlerle tartışmayı sürdürmekte olduğundan sürenin genel anlatımı ile paralel bir yol aldığını görüyoruz.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
74. -“Hani İbrahim, babası azere demişti ki: “Sen bir takım putları ilah mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmine apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum.”
Putları hakkında seninle tartışan kavmine, dostum İbrahim (as)’ın babası Azere ilah olmaya layık olmadığı halde sen bu putları mı ilah ediniyorsun. Seni yaratan düzgün bir şekle koyan ve rızıklandıran Allah’tan başkasını ilah edinmekten daha büyük ve daha açık bir sapıklık olabilir mi? Sen ve kavmin apaçık sapıklık içerisinde görüyorum.
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
75. - “İşte böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki yakinen bilenlerden olsun.”
Dostumuz İbrahim'e şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi “Biz İbrahime göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk” Onun basiretine, göklerin ve yerin yaratılışlarındaki incelikleri de gösterdik. “Ki yakinen bilenlerden olsun.” Ona bunu göstermemizin sebebi kesin bilgi sahibi olmasını sağlamaktır. Veya gerekli delillerde bulunarak beyan yoluyla ona gelen açıklamalara kesin inandığı gibi, gözleriyle görerek ayan yoluyla yakine sahip olanlardan da olsun diye bunları yaptık.
Göklerin ve yerin melekutu hakkında müfessirlerden tarafından farklı izah edilse de; Mücahit demiştir ki: “İbrahim Aleyhisselam'a arşa varıncaya kadar yedi Gök gösterilmiş O da onlara bakmıştır. Yine ona yedi kat yer gösterilmiş, O da onlara bakmıştır.”
Süddi de demiştir ki: “İbrahim Aleyhisselam, bir büyük kayanın üzerine çıkarılmış gökler ona açılmış o da göklerdeki mülküne bakmış hatta cennetteki yerini dahi görmüştür. Yine ona yeryüzünün perdeleri açılmış, o, yerin en dibini görmüştür.”
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
76. - “Gece bastırınca yıldız görmüş: “Bu mu benim rabbim?” demişti. O batınca da: “Ben batanları sevmem.” demişti.”
Gece bastırıp karanlık ortalığa hakim olunca ”Bir yıldız görmüş”tü. Bu yıldızın Venüs veya Jüpiter olduğu söylenir. Onun babası da kavmi de putlara Güneşe, Aya ve yıldıza tapardı. O bakımdan o dinlerindeki hatalarına dikkatleri çekmek ve gerekli tetkik ve delilleri onlara göstermek, diğer taraftan sağlıklı bir tetkik ve incelemenin bunlardan herhangi bir tanesinin ilah olmayacağına kanaatine götüreceğini onlara öğretmek istemişti. Çünkü bunlar hakkında hepsinin sonradan yaratıldıklarına dair açık deliller vardır. Çünkü onları sonradan meydana getirmiş olan, onların doğuşlarını, batışlarını, yerlerinin değişmesini yörüngesini ve diğer durumlarını, Yıldızı görünce başladı ve onlara “Bu mu benim rabbim? demiş” idi. Yani sizin iddianıza göre Rabbim bu mudur? O bu şekilde hem olanlarla alay etmiş hem de bu inançlarını reddetmişti. O batınca gözden kaybolunca da: “Ben batanları sevmem demişti” bir durumdan bir duruma değişip duran rablere ibadet etmeyi sevmem. Çünkü bu şekilde değişmek yaratanın değil yaratılanın nitelikleri arasındadır.
Abdullah b. Abbas ve Muhammed b. İshak'tan rivayet edilen bir görüşe göre Hz. İbrahim Nemrut'un erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağarada saklanıp büyüdükten sonra dışarı çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, Rabbi zannederek gerçekten onlara tapmış. Fakat onların geçici olduklarını görünce, ilah olmaya layık olmadıklarını anlamış. Ve hakiki mabud olan Allah'ı idrak etmiş ve ona iman ettiğini beyan etmiştir. Bu hususta İbni İsak'dan uzunca bir kıssa nakledilmiştir. Bu görüş diğer iki görüşe nazaran daha yerinde olan bir görüştür. Çünkü bundan sonra gelecek olan ayet buna delildir.
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
77. - “Sonra ayı doğarken görünce: “Bu mu benim rabbim? demiş, o da batınca: “ Eğer Rabbim beni hidayete erdirmeseydi muhakkak sapanlar takımından olurdum.” demişti.”
Hz. İbrahim, yıldızdan sonra daha büyük ve parlak olan ayı görünce kavmine hitaben "Benim rabbim bu" yani, benim rabbimin bu olduğuna mı ihtimal veriyorsunuz dedi. Ve sözlerine devamla "Eğer rabbim bana, onun ilahlığını anlayacak bir idrak kabiliyeti vermemiş olsaydı yemin olsun ki ben de sapıklardan biri gibi olurdum" dedi ve bu gibi batıp kaybolan şeylerin tanrı olamayacağını kavmine göstermek istedi.
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
78. - “Sonra güneşi doğarken görünce: “Bu mu benim rabbim, bu daha büyük.” Demiş ama batınca: “Ey kavmim. Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım.” demişti.”
Diğer gezegenlerden daha büyük ve daha parlak olan güneş de kaybolup gidince, Hz. İbrahim bunun da ilah olmayacağına işaretle kavmine “Sizin, taptığınız bu gibi şeylerden ben uzağım. Bilin ki bunlar ilah olamaz.” Diyerek onları bir kere daha uyarmış oldu.
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
79- “Doğrusu ben gerçekten yüzümü bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden de değilim.”
Artık ben yüzümü, devamlı var olan, sonu olmayan ve gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Batılı bırakıp hakka yöneldim. Ey müşrikler, ben artık sizin dininize giren müşriklerden değilim.
Bu âyet-i Celilede, Allah teala bize bildiriyor ki: Hz. İbrahim gerçeği görünce hakkı söylemekten geri durmadı. Batıla saplanmış olan müşrik kavmine karşı çıkmaktan asla çekinmedi. Allah yolunda, kınayanın kınamasına asla aldırış etmedi. Bütün kavminin karşı çıkmasına rağmen doğruyu söyleyip onda ısrar etmeyi terk etmedi. Onlara "Ey kavmim, beni de sizi de yaratmış olan Allah'a kullukta, sizin ilah ve putlarınızı asla ona ortak koşamam. Ben ibadetimde yüzümü, gökleri ve yeri yaratan, evveli ve sonu olmayan, öldüren ve dirilten Allah'a yönelttim. Gelip geçici olan, zarar veya menfaat vermeye gücü yetmeyen âciz varlıklara değil." dedi.
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
80. - “Kavmi onunla tartışmaya girişti. Demişti ki: “Beni doğru yola iletmişken, benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Ona şirk koştuklarınızdan korkmam. Meğer ki rabbim bir şeyi dilemiş olsun. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır. Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
Kavmi İbrahim'le Allah'ın tevhid edilmesi ve onun ortağının olmadığı hususunda onun da tartıştılar. İbrahim (As) onlara siz benimle Allah'ın birliği hususunda tartışmaya mı girişiyorsunuz? Halbuki Allah beni onun bir olduğunu bildirmeme muvaffak kıldı ve bana hakkı gösterdi. Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerin bana herhangi bir zarar vereceklerinden korkmam. Ancak Rabbimin, bir şeyin olmasını dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ondan gizli değildir. Zarar ve menfaat vermeye gücü yetmeyen ve çeşitli şeylerden yapılmış olan bir kısım putlara tapmanızın yanlış olduğunu hiç düşünüp ibret almaz mısınız? Dedi.
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ
81. - “Hem siz Allah'ın size hiçbir delil ve bürhan indirmediği şeyleri ona şirk koşmaktan korkmazken kendisine şirk koştuğunuz şeylerden ben nasıl korkarım? Şimdi bu iki zümreden hangisi güven duymaya da hala ayıktır? Eğer biliyorsanız”
Sizler Allah'a haklarında hiçbir delil bulunmayan şeyleri ortak koştuğunuz halde Allah'tan korkmuyorsunuz da ben kendilerinden zarar gelmesinden yana korkulacak bir tarafları bulunmayan mabutlarınızdan nasıl korkarım? Şirk koşmanın hiçbir şekilde delili olması da düşünülemez.
Siz ve biz, bu iki gruptan Allah'ın azabından kurtularak güven içinde olmaya hangimiz daha layıkız. Tek olan Allah'a ibadet eden mi yoksa kendiliğinden rabler icat ederek onlara tapanlar mı? Eğer bunu biliyorsanız söyleyin bana.
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
82. - “İman edenler imanlarını zulüm ile bulaştırmayanlar. İşte onlaradır emniyet. Onlar hidayete ermiş olanlardır.”
Allah'a iman edip ibadeti sadece ona yapanlar imanlarına şirki karıştırmayanlar güven duymaya daha layıktır doğru yolu tutanlar da bunlardır. İmana karıştırılmaması gereken zulüm nedir?
Abdulkadir Geylani bu ayette ki konu için Allah’a iman ve tevhidin dışına çıkarak zulümle karıştırma yapmayanlar kastedilmektedir demektedir.
Abdullah b. Mesud, Alkame, İbrahim en-Nehai, Ebubekir, Selman-ı Farisî, Huzeyfe, Abdullah b. Abbas, Übey b. Kab, Ebu Meysere, Katade, Mücahid, Süddi İbn-i Zeyd ve İbn-i İshaktan nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen zulümden maksat, Allah'a ortak koşmaktır. Bunların izahına göre, âyetin mânâsı şöyledir: "Allah’a iman edip ibadeti sadece ona yapanlar, iman ve ibadetlerine şirk karıştırmayanlar var ya, işte güven içinde olma bunlara mahsustur. Doğru yolu tutanlar da bunlardır."
Bu hususta Abdullah b. Mesud diyor ki: "İman edip imanlarını zulümle karıştırmayanlar..." âyeti gelince Resulullahın sahabeleri üzülmüşler, güçlerine gitmiş ve Resulullaha şunu sormuşlardır. "Ey Allah'ın Resulü, bizden, kendisine zulmetmeyen kim var ki " Resulullah
Bu, Allah'a ortak koşmak manasınadır. Lokman'ın, oğluna nasihatta bulunurken "Yavrum, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşma. Şüphesiz ki Allah’a ortak koşmak büyük bir zulümdür. Dediğini duymadınız mı?
Peygamber efendimiz (s.a.v.), iman ettikten hemen sonra ölen bir sahabe için de bu âyeti okumuş ve bu sahabe için: "İmanına zulmü karıştırmadan ölen kimse" demiştir.
Hadiseyi nakleden Ahmed b. Hanbel, Cerir b. Abdullah’ın şöyle dediğini rivayet eder.
"Birgün Resulullah (s.a.v.) ile yola çıktık. Medine'den ayrılınca bir bineklinin hızla bize doğru geldiğini gördük. Resulullah buyurdu ki:
- "Bu adam bize geliyor galiba." Adam gelip bize yetişti selam verdi. Selamını aldık. Resulullah (s.a.v.) ona "Nereden geliyorsun" diye sordu. Adam:
- "Ailem, çocuklarım ve kabilemden geliyorum" dedi. Resulullah, "Nereye gitmek istiyorsun " diye sorunca adam:
- "Resulullah'a gitmek istiyorum" dedi. Resulullah da "Tam isabet ettin." buyurdu. Adam:
- "Ey Allah'ın Resulü iman nedir" bana öğret dedi. "Resulullah:
- "İman, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammedin, Allah’ın Resulü olduğuna şehadet getirmen, namazı kılman, zekatı vermen, ramazanda oruç tutman ve hac yapmandır" buyurdu. Adam da:
- "Kabul ettim" diye cevap verdi. Sonra devesinin ön ayağı, yerde açılmış olan bir fare deliğine girdi. Deve düştü ve adam da kafasının üzerine düşerek öldü. Resulullah:
- "Adamı bana getirin" buyurdu. Ammar b. Yâsir ve Huzeyfe b. Yeman hemen koşarak adamı kaldırıp "oturttular ve "Ey Allah'ın Resulü adam ölmüş" dediler.
Resulullah ise yüzünü bunlardan çevirerek buyurdu ki:
- "Bu iki adamdan yüz çevirdiğimi görmediniz mi? Çünkü ben, iki meleğin, bu kişinin ağzına cennet meyvelerinden birşeyler koyduklarını gördüm. Anladım ki adam aç olarak öldü." Resulullah (s.a.v.) sonra şöyle devam etti.
- "Allah’a yemin olsun ki işte bu adam, Allah teala'nın, haklarında: "İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma onların hakkıdır. Onlar doğru yoldadır" buyurduğu kimselerdendir.
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
83. - “İşte bu bizim hüccetimizdir. Onu kavmine karşı İbrahim'e verdik. dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve muhakkak ki Rabbin Hakimdir, Alimdir.”
İşte bu, "Haklarında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım" âyeti, İbrahime, kavmini susturup bahanelerine yer bırakmaması için verdiğimiz bir delildir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. İbrahim'i de kavmimin üzerinde derecelerle yükselttik. Dünya ve âhirette onlardan üstün kıldık. Şüphesiz ki rabbin, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir, yarattıklarını çok iyi bilendir.
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ
84. - “Ve biz ona ishak'ı ve Yakubu ihsan ettik. Her birini hidayete erdirdik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı eyyubbu, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete erdirdik. İşte İhsan edenleri böyle mükafatlandırırız.”
İbrahime İshak’ı ve Yakubu kendilerinden peygamber verdiğimiz bir soy ihsan ettik. Her birini hidayete erdirdik. Daha önce de İbrahim'den önce de Nuh’u ve onun soyunu doğru yola ilettik. Nuh'un soyundan olan Davud, Süleyman’ı, Eyyubu, Yusufu, Musa’yı ve Harunu da doğru yola ilettik. Biz bunları, itaatlerinden dolayı iyilikle mükafatlandırdığımız gibi her iyilikte bulunanı da yine iyilikle mükafatlandırırız.
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ
85. - “Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da. Hepsi salihlerdendi.”
Nuh Peygamberin soyundan olan bunları da hidayete erdirdik. Bunların hepsi de salih kullarımızdandır. Hz. İsa'nın, Nuh'un soyundan olduğunun zikredilmesi, annesi bakımındandır. Çünkü onun annesi Hz. Nuh’un soyundandır.
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
86. - “İsmail'i, Elyasayı, Yunus'u ve Lut’u da. Her birini alemlerden üstün kıldık.”
Nübüvvet ve risalet ile alemlerden üstün kıldık. Onların babalarından zürriyetlerinden kardeşlerinden kimini de aynı şekilde alemlerden üstün kıldık.
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
87. - “Onların babalarından zürriyetlerinden kardeşlerinden kimini de. onları seçtik ve onları dosdoğru bir yola ilettik.”
Bütün çağlar boyunca Allah’ın biricik dini olan İslam’a ilettik.
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
88. - “İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Eğer onlar da şirk koşsalardı yapa geldikleri şeyler boşa çıkardı.”
Peygamberleri ulaştırdığımız bu hidayet, Allah’ın, kullarından dilediğine bahşettiği bir lütuf ve ihsandır. Şayet bu peygamberler de Allah ile birlikte başka şeylere taparak ona ortak koşsalardı, elbette ki onların da yaptıkları ameller boşa çıkmış olurdu. Çünkü Allah, kendisine ortak koşularak yapılan hiçbir ameli kabul etmez.
Bu âyet-i kerime, Allah'a ortak koşmanın korkunç birşey olduğunu, yüce mertebelerine rağmen. Peygamberler dahi böyle bir hale düşecek olsalar onların da amellerinin boşa gideceğini, peygamber olmayan normal insanların ise böyle bir hale düştüklerinde hiçbir zaman kurtuluş yolu bulamayacaklarını bildirmektedir.
Ayet-i kerime, peygamberlerin, Allah'a ortak koşmalarını bir faraziye olarak zikretmiştir. Yoksa günahlardan korunmuş olan peygamberlerin böyle bir hale düşmeleri mümkün değildir.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
89. - “Onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Şimdi bunlar onları tanımayıp da kafir olurlarsa, biz onu inkar etmeyen bir kavmi buna vekil kılmışızdır.”
İşte peygamber olarak gönderdiğimiz bunlara, ilahi kitapları, bu kitapları anlayıp onlardan hüküm çıkarma kabiliyetini ve peygamberliği verdik. Senin kavminden olan bu müşrikler, verilen bu şeyleri inkâr ederlerse biz, bunları, inkâr etmeyecek bir topluluğa emanet etmişizdir,
Âyet-i kerimede: "Eğer o kâfirler, bu verdiğimiz kitapların ve Kur’an’ın âyetlerini inkâr edecek olursa bilsinler ki biz onları, inkâr etmeyen bir kavme emanet etmişizdir." Duyurulmaktadır.
Müfessirler, bu âyette, Allah’ın âyetlerini biz onu inkâr etmeyen kavimden ne kastedildiği ve âyetlerin, kendilerine emanet edildiği kimselerden de kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:
a) Katade, Dehhak, Suddi, İbn-i Cüreyc ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu âyette, Allah’ın âyetlerini inkâr edebilecekleri bildirilen kimselerden maksat, Mekkeli Kureyş müşrikleridir. Ayetlerin kendilerine emanet edildiği beyan edilen kimselerden maksat ise Medineli Ensar’dır.
Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki: Medine halkı, Resulullah kendilerine hicret etmeden önce, orayı yurt edinmişler ve imanı kalplerine yerleştirmişlerdir. Allah Teala, bunlara âyetleri indirince Mekke halkı, âyetleri inkâra giriştiler. Allah Teala da buyurdu ki: "Eğer şunlar, âyetleri inkâr ediyorlarsa bilsinler ki, biz o âyetleri, inkâr etmeyen bir topluluğa emanet etmişizdir,
b) Ebu Reca’ya göre ise, âyetleri inkâr edecek kimselerden maksat, Mekke halkı, âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise meleklerdir.
c) Katade’den nakledilen diğer bir görüşe göre, âyetleri inkâr edecek kimselerden maksat Kureyşliler, bu âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise, bundan önceki âyette zikredilen on sekiz peygamberdir.
Taberi bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Çünkü bu âyetten önceki âyetler de, bundan sonraki âyet de peygamberler hakkındadır. Bu âyetin de peygamberler hakkında olduğunu söylemek, âyetleri birbirleriyle irtibatlandırma bakımından daha uygundur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟
90. - “İşte bunlar Allah'ın hidayet ettikleridir. Öyleyse sen de onların hidayetine uy! De ki: “Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemem. Bu ancak alemler için bir öğüttür.”
Şu kureyşliler salih kullarımızı risaletle gönderdiklerimizi tanımayıp kafir olmakta ısrar ederlerse ve yeryüzünde bulunan diğer insanlar kitabı, hikmeti ve nübüvveti İnkar edecek olsalar dahi, biz onu inkar etmeyen bir kavmi buna vekil kılmışızdır. Muhacirler, Ensar ve Kıyamet gününe kadar güzel bir şekilde onların izinden gidecek olanlar. İşte bunlar kitap hikmet ve nübüvvetin hiçbir şeyini inkar etmezler. Bir tek harfini dahi reddetmezler. İşte onlar sözü geçen peygamberlerle birlikte babalar, soylarından gelenler, kardeşler gibi onlara benzeyen diğer kimseler. Allah'ın hidayete ulaşmış olanları bunlardır, başkaları değildir. Öyleyse sen de onlara tabi ol, onların izledikleri yolu izle. Bu, Allah'ın Resulüne verilmiş bir emir olduğuna göre Allah'ın indirdiği şeriata ve verdiği emirlere onun ümmetinin tabi olması öncelikle sözkonusudur.
Yani sen sadece onların hidayetine uy. Onlardan başka hiçbir kimseye uyma. Onların hidayetlerinden maksat ise Allah'a iman, O’nu tevhid, O’na teslim olmak ve dinin asıllarında onların gittikleri yoldan gitmektir. Şer'i hükümler müstesnadır. Çünkü şerri hükümler Allah'ın olduğu gibi bıraktıkları müstesna değişebilir. Allah'ın olduğu gibi bıraktığı hükümler ise sonraki şeriatte sözkonusu edip de nesh edildiğini bildirmediği hükümlerdir.
“De ki ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemem.” Vahye karşılık veya risaleti tebliğ ve tevhide çağırmanın karşılığında sizden hiçbir ücret ve dünyalık istemem. Hanefiler bu ayeti delil göstererek Kur'an-ı Kerim'i öğretme ve hadis-i şerif rivayeti karşılığında ücret istenilmemesi gerekir demişlerdir. Bu fetva daha sonra değişen hayat normları karşısında değişti ve caiz görür olmuşlardır. Hak davetle bu olayın arasında fark vardır.
“Bu ancak alemler için bir öğüttür.” İnsanlar ve cinler için kuranı kerim bir öğüttür.
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
91. - “Allah hiçbir insana bir şey indirmedi” demekle Allah'ın şanına yaraşır bir şekilde tanıyamadıklarını gösterdiler. De ki: “Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup kimini açıkladığınız, çoğunu da gizlediğiniz o kitabı kim indirdi. Üstelik sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir.” “Allah”, sonra onları bırak da daldıkları sapıklıkta oynayadursunlar.”
Allah hiçbir insana bir şey indirmedi demekle, Resuller gönderip onlara vahiy indirmesini inkar etmekle, Allah'ın kullarına olan merhametini gereği gibi tanıyamadıklarını ortaya koymuş oluyorlar. Halbuki Resuller göndermesi, onlara vahiy indirmesi, rahmetinin, merhametinin en büyük tecellerinden birisidir. Zira Enbiya Suresi 107 ayette: “Biz seni ancak Alemlere Rahmet olasın diye gönderdik.” buyurmaktadır. “Onlar Allah’ın kendilerine göndermiş olduğu resulleri yalanladıkları için Allah'ı gereğince tazim edemediler.”
“De ki: Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği sizin de parça parça kağıtlar haline koyup kimini açıkladığınız, çoğunu da gizlediğiniz o kitabı kim indirdi?” Yani buradaki kitaptan maksat tevrattır. Allah bu kitabı problemlerinin çözülmesinde, aydınlığından yararlanılsın diye bir nur olmak üzere, şüphelerin karanlıklarında onunla yol bulunsun diye bir hidayet kaynağı olarak indirmiştir. Onlar ise bu yüce kitabı parça parça kağıtlar haline getiriyorlardı. Yani burada açıklanan şey kitabın bir kısmını bir kısmından ayırarak kendi elleriyle kitabın asıl nüshasından parça parça kağıtlar alıp yazıp ondan sonra dilediğiniz şekle sokup tarif ederek değiştiriyor tevil ediyor Ondan sonra bu Allah'tandır. Yani onun kitabında yer almaktadır diyorsunuz. Halbuki o söylediğin şey Allah'tan gelmiş değildir.
“Üstelik sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir.” Burada iki görüş ortaya sürülmüştür. Birinci görüş, kitap ehline daha önce yapılan hitabın geri kalan kısmı olarak değerlendirir. İkinci görüş, ise bu bölümü bu ümmete bir hitap olarak kabul eder. Birincisine göre mana şöyle olur: Ey kitabı ehli, sizler o kitap sayesinde sizin de atalarınızın da din ve dünyanıza dair bilmediğiniz şeyler öğrenmiş oluyorsunuz. İkinci görüşe göre ise mana şöyle olur: Allah'ın kendisi vasıtasıyla sizlere geçmişlere dair haberleri ve geleceklere dair bilgileri öğretmiş olduğu Kur'an'ı kim indirdi? Bu bilgileri sizde atalarınızda bilmiyordunuz.
O’nu indiren Allah'tır. Allah tarafından onlara kesin olarak vadedilen şeyler gelinceye kadar bilgisizliklerinde sapıklıklarında batıllarında bırak onları oyalanıp dursunlar. Güzel akıbetin kendilerinin mi yoksa Allah'ın takva sahibi kullarının mı olacağını bileceklerdir.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
92. - “İşte bu, indirdiğimiz bir kitaptır. Mübarektir ve o kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır. Şehirlerin anası ile bütün çevresindekileri korkutasın diye. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarına da devam ederler.”
“İşte bu” Kur’an-ı Kerim, Muhammed (sav)’ın üzerine indirdiğimiz kitaptır. Mübarektir o, faydaları, menfaatleri pek çoktur. “Ve kendisinden önce indirilmiş kitapları doğrulayıcıdır. Şehirlerin anası ile bütün çevresindekileri korkutasın diye” Şehirlerin anası Mekke’dir. Ona bu adın verilmesinin sebebi yeryüzünün tam göbeğinde olması, takva ehlinin kıblesi olması, yeryüzünün en tazime şayan yeri olmasıdır. Diğer taraftan insanlar o şehri önder şehir kabul ederler. Çevresindekiler den kasıt ise, diğer Arap kabileleri ve diğer Adem oğullarıdır. Arap olsun olmasın diğer bütün insanlardır. Biz bu kur'an'ı bereket olsun diye, ondan önceki kitapları tasdik etsin, şehirlerin anasını ve etrafında bulunan diğer dünyayı uyarasın diye indirdik.
“Ahirete inananlar” akıbeti tasdik edip ondan korkan kimseler “Bunada inanırlar.” Bu kitaba da iman ederler. Çünkü dinin aslı akıbetten yana korkmaktır. Akıbetten korkan bir kimse hakka iman etmedikçe de bu korkudan kurtulamaz.
“Ve onlar namazlarına da devam ederler.” Özellikle de namazın söz konusu edilmesi onun imanın alemi, dinin esası olmasındandır. Namazı gereği gibi koruyup muhafaza eden bir kimse, namaz gibi diğer hükümleri de gereğince korur ve yerine getirir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
93. - “Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken; “Bana da vahyolundu” diyenden ve: “ Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha Zalim kimdir? Bir görseydin, o zalimler can çekişirken, melekler de ellerini uzatmış: “Can verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve onun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü horluk azabıyla cezalandırılacaksınız.” derken.”
"Allah'a karşı yalan uydurandan" Allah hiçbir insana bir şey indirmemiş deyip de Allah'a karşı yalan uyduran kimselerden "yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken bana vahyolunda diyenden" Müseylime gibi Peygamberlik iddiasında bulunanlardan "ve: Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim diyenden" Nadr b. el-Hâris, Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh gibi iftiraları ile Allah'tan gelmiş şeylere karşı çıkmak iddiasında bulunandan "daha zalim kimdir?" Yani bu üç tür kimseden daha zâlim hiçbir kimse olamaz.
"Bir görseydin" bu sözü geçen kimseler türünden olan "O zâlimler can çekişirlerken melekler de ellerini uzatmış ve,"can verin bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve onun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü horluk azâbıyla azâblandırılacaksınız" derken."
Melekler azâb etmek maksadıyla onlara ellerini uzatır, haydi canlarınızı cesetlerinizden çıkartın" derler. Burada mühlet vermeksizin, nefes aldırmaksızın canlarının çıkartılacağı hususunun ne kadar şiddetli ve çetin olacağının tablosu çizilmektedir. Ayet-i kerîmede sözü geçen "bugün" ile; onların canlarının alınacağı zaman ve can çekişme esnasında görecekleri azâbtır. "Horluk azâbı" ndan maksat ise ileri derecede horlanmak demektir. Yani bugün sizler alabildiğine horlanırsınız. Sebebi ise Allah'a iftirada bulunarak onun ortağı veya çocuğu olduğunu ileri sürmek veya onun herhangi bir Peygamber göndermediğini, herhangi bir kitap indirmediğini ileri sürmek ya da üzerinize kitap indirilmediği halde kitap indirildiği iddiasında bulunmanızdır. Diğer bir sebep ise büyüklük taslayarak Allah'ın âyetlerine iman etmekten onlara boyun eğmekten yüz çevirmenizdir.
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
94. - “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi tek tek huzurumuza geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız. Hani ortaklarınız olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz? Andolsun ki aranızda bağlar artık kopmuştur. Ortak sandıklarınız da sizden kaybolup gitm
iştir.”
"Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi" yani tek başınıza doğduğunuz şekilde "tek tek huzurumuza geldiniz" Yardımcısız, malsız ve tek başınıza geldiniz. Bu söz onlara Kıyamet günü söylenecektir... "Ve size verdiğimiz şeyleri" size mülk olarak verdiğimiz şeyleri "ardımızda bıraktınız." Ondan en ufak bir şey dahi getiremediniz. "Kulluk etmenizde, ortaklarınız olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz?" Bu söz onlar için bir azarlamadır. Dünya hayatında Allah'a şirk koşmalarından, putlara tapmalarından ötürü azarlanarak onlara bu şekilde hitap edilecektir. Çünkü onlar, dünya hayatında bu ortakların dünyada da âhiretlerinde de kendilerine bir fayda sağlayacağını zannediyorlardı. Tabi bu zanlar şirk koşanların ve koşulanların durumuna göre değişik şekillerde ortaya çıkabilir.
"Andolsun ki aranızdaki bağlar artık kopmuştur." Aranızda hiçbir bağ kalmamıştır. Mevcut bütün bağlar kopmuş bulunmaktadır. "Ortak sandıklarınız da sizden kaybolup gitmiştir." Size şefaatçi olacaklarını sandığınız ibâdet ettiğiniz şeyler kaybolmuştur ve onların bâtıl oldukları ortaya çıkmış durumdadır.
"Ve Size Verdiğimiz Şeyleri Ardınızda Bıraktınız" (94. âyet)'le İlgili
Tamamlayıcı Bir Bilgi
Yüce Allah'ın "Ve size verdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız." buyruğu ile ilgili olarak İbn Kesir aşağıdaki nakli yapmaktadır: Sahih hadiste Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu sabittir: "Ademoğlu: Malım malım, der. Halbuki senin yiyip de tükettiğin, giyip de eskittiğin veya tasadduk edip de ebedileştirdiğinden başka malın var mıdır? Çünkü bunun dışında ne varsa elden çıkıp gidecek ve onu başkalarına terkedeceksin."
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...