Habib-i Acemi (K.s)
Önce Acemli (Acemi) daha sonraları Basralı (Basri) nispeti ile anılmıştır. İsmi Habib’dir. Sûfîliğe yönelmeden önce ticaretle meşgul olan ve tefecilik yapan Habîb’in, alacağını tahsil etmeye gittiğinde borçlu ödeme yapamazsa o kişiden ayrıca ayak kirası aldığı rivayet edilir.
Söylendiğine göre yemek yiyeceği bir sırada kendisinden sadaka isteyen dilenciyi sert bir şekilde azarlamış, bu esnada karısı yemeğin kan kesildiğini söyleyince Habîb yaptığına pişman olarak dürüst bir tüccar olmaya ve tefeciliği bırakmaya karar vermiştir.
Künyesi Ebu Muhammed’dir. Zahid ve en meşhur kişilerden biriydi. El-Hasen, Schr b. Huseb, el-Ferezdak ve daha başkalarından hikayeler rivayet etmiştir. Ondan da Hammad b. Seleme, Ca’fer b. Süleyman, Ebu Avane el-Vazzah, Davud et-Tai, Salih el-Meri, Mu’temir b. Süleyman ve daha başkaları rivayet etmiştir. Bize İshak b. Halil, ona el-Leban, ona el-Haddad, Ebû Nuaym’ın şöyle söylediğini bildirmiştir: Habib, sahib-i keramet bir zattı. Duası makbuldür.
Onun zühd yolunu seçmesinin sebebi şuydu. Bir keresinde el-Hasen’in (Hasan-ı Basri) sohbetine katılmıştı. Onun sohbeti Habib’in kalbine çok işledi. Bunun üzerine sahip olduğu her şeyi bıraktı. Kırk bin (dinar) tasaddukta bulundu.
İmam Şâfiî’nin muhalefetine rağmen Ahmed b. Hanbel’in Habîb’i sınamak maksadıyla ona fıkhî bir soru sorduğu ve aldığı cevaptan dolayı hayrete düştüğü, her iki imamın da kendisini takdir ettiği söylenir.
Bize Muhammed b. İbrahim, ona İbn Kuteybe, ona Ahmed b. Zeyd cl-Hazzâz, ona Damra, ona cs-Sirri b. Yahyâ ve daha başkaları Habîb’in bizzat kendisinden şu olayı aktarmışlardır: Bir defâsında yeryüzünde kıtlık olmuştu. Habib unculardan veresiye olarak bir miktar un ve arpa satın almıştı. Terziye gitti ve birkaç tane torba diktirdi. Torbaları yatağının altına koydu ve Allahü Teâlâ’ya duâ etti. Sonra alacaklılar geldiler ve alacaklarını istediler. Yatağının altındaki torbaları çıkardı. Torbalar dolu idi. Torbaları alacaklılara verdi ve tartmalarını istedi. Tarttıklarında torbaların onların alacaklarıyla denk olduğu görüldü.
Yûnus b. Muhammed el-Müeddib şöyle demiştir: Birçok hocadan işittim. Şöyle diyorlardı: Hasan-ı Basri meclisine gelir ve her gün zikir ve sohbet yapardı. Ebû Muhammed Habib de, dünya ve ticaret ehlinin katıldığı Hasan-ı Basri’nin meclisine gelir ve otururdu. Fakat onun nelerden bahsettiğinden pek anlamaz, onun söylediklerine pek itibar etmedi. Ta ki bir keresinde ona itibar etti ve şöyle dedi:
“in ber hemi der-ayed der-ayed halevat.”
Bunun üzerine insanlar Habib- Acemi’ye: Ey Ebu Muhammed! Hasan Basri cennetten bahsediyor, cehennemden bahsediyor. Ahirete teşvik ediyor, dünyadan soğutuyor” dediler. Bu sözler onun kalbine çok tesir etti. Farsça olarak “Beni ona götürün” dedi. Onu Hasan-Basri’nin yanına getirdiler ve: “Bu Ebu Muhammed Habib’tir. Senin söylediklerini kabul ediyor, ona vaaz u nasihatte bulun” dediler. Habib, Hasan Basri’nin yanına geldi, önünde durdu ve şöyle dedi: “in hemi gui ber gui” Dedi ki: “Ne diyor bu?” diyor” Hasan- Basri onu kabul etti, cennete teşvik etti, cehennemden korkuttu ve hayra yöneltti. Habib: “İn gui” dedi. Hasan-ı Basri: “Ben bunu sana Allah katında garanti ediyorum” dedi. Habib onun yanından ayrılıp gitti ve bütün malı ve mülkünü infak etti. Öyle ki, hiçbir şeyi kalmadı. Sonraları borç istediği dahi olmuştu.
Ebû Süleyman ed-Dârâni’nin şöyle söylediğini Ahmed b. Ebu’l- Hivari aktarmaktadır: Habib, bizden ticaret malı alır ve onu tasadduk ederdi. Bir keresinde yine bir şeyler aldı ama geri ödemedi. Bunun Üzerine “Ya Rab!” diye tazarru etti. Sanki şöyle demek istiyordu: “Benim onlara karşı yüzüm yok!” Bu esnada saçları kazınmış, paralı birisi çıka geldi. Adam dağ gibi birisiydi, boyu neredeyse tavana değiyordu. Habib: “Yâ Rabbi! Benim istediğim bu değildi” dedi. Ondan ihtiyacı kadarını aldı ve kalanını bıraktı.
Yine o şöyle demiştir: Ca’fer b. Süleyman bize geldi ve şöyle dedi: “Bizler Sabit el-Benani’nin sohbetini terk ediyor ve sadakaya teşvik eden Ebu Muhammed Habib’in yanına geliyoruz.” Bunun üzerine Habib kalktı ve evinin damına bir boynuz astı. Sonra şöyle dedi: “Bu (söylenenler) benim nefsimin gıdası ve ona hoş gelen şeylerdi. Mahallede benden başka bu şekilde gıdalanıp beslenen birisi daha yoktur.
Allâh’ım! Sen sübhansın, her türlü noksan ve kusurdan münezzehsin. Sen Hannan‘sın; bütün iyiliklerin sahibi sensin. Yaratan sensin, şekil veren sensin, takdir eden sensin, hidayet veren sensin, ihsanda bulunan sensin, zenginlik veren sensin, razı ve hoşnut olan sensin, affeden sensin, sağlık veren sensin. Verdiklerine karşı en güzel, en mübarek en çok şekilde sana hamd olsun. Başı ve sonu olmayan hamd ile sana hamd olsun. Kulunun maksadı sen, varacağı yer cennet olsun.”
Abdü’l-Hurr şöyle demiştir: Damra, Benî Vâkıd ve Hârûn b. Ma’rûf a es-Sırri b. Yahyâ şu sözünü aktarmıştır: Habib, tevriye günü Basra’da, arefe günü ise Arafat’ta görülürdü.
Süleymân et-Temîmî şöyle demiştir: Habîb-i Acemî’den daha doğru sözlü kimse görmedim.
Habîb-i Acemî, Bekr el-Müzenî’den şu hadîsi nakletmiştir: “Rasûlullâh’ın ashâbı kavun ve karpuz için birbirleriyle yarışırlardı.” Hakikat böyle olunca onlar gerçek adamlardı.”
Habîb’in tasavvuf tarihi açısından asıl önemi, zühd döneminden sonraki asırlarda teşekkül eden tarikatların silsilelerinde Hasan-ı Basrî’den sonra yer almış olmasıdır. Bu silsilelerde Dâvûd et-Tâî onun müridi olarak görülür. Nakşibendiyye, Kādiriyye, Mevleviyye gibi büyük tarikatların silsilelerinde yer alması menkıbelerinin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Habîb-i Acemî h. 115 yılında vefât etmiştir.
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...