Kadiri Yolu

Zünnun Mısri Ks.


Zünnun Mısrî (K.s.)



155 (772) yılında Mısır’ın İhmîm (Ahmîm) şehrinde doğdu. Hacca gidenlerin yolu üzerinde bir beldenin adıdır. Zünnûn İhmim bölgesinde ikamet ederdi, İmam Şâfii'nin (r.a.) kabri de buradadır. Ataları Nevbeden Kureyşin azatlılarından idiler. Nevbe (Nübye) yukarı Mısır ile Habeşistan arasında bir yerdir. Asıl adı Sevbân b. İbrahim, künyesi Ebü'l Feyz ve lâkabı Zünnûn'dur. Şahsı hakkında daha başka sözler de söylenmiştir. Ama doğrusu budur.


Zünnûn (balık sahibi, balıkçı) lakabını alışı ile ilgili olarak Ferîdüddin Attâr şu rivayeti nakleder: Sevbân bir gün bir gemiye biner, gemideki bir tüccarın mücevheri kaybolur, herkes ondan şüphelenir ve kendisine işkence edilir. Nihayet Sevbân dayanamayıp, “Yâ rabbi sen bilirsin” deyince denizin üzerinde çok sayıda balık belirir. Her birinin ağzında birer mücevher vardır. Elini denize uzatıp bu mücevherlerden birini alarak tüccara veren Sevbân bu olaydan sonra “Zünnûn” diye anılmaya başlanmıştır. 

Kuşeyrî bu olayı  şu şekilde nakletmektedir: Zünnûn: Vaktiyle Mısır'dan Cidde'ye gitmek için bir cemaatle beraber bir gemiye binmiştim. Sırtında yamalı bir elbise bulunan bir genç de gemide bizimle beraber yolculuk yapıyordu. Onunla sohbet etmeyi kendisinden rica etsem, diye içimde bir arzu vardı. Fakat gencin üzerindeki heybet ve vakar böyle bir ricada bulunmama engel oluyordu. Kendisiyle konuşmak için de hiç fırsat bulamıyordum. Zira aralıksız ibadet ve taatla meşguldü. Derken günün birinde o gemilerdeki birinin bir kese altını ve cevherleri çalındı mal sahibi o genci suçladı, gence eza ve cefa etmek istediler Dedim ki: O'nun hakkında böyle sözler söylemeyiniz, müsaade ediniz ben durumu kendisine tatlılıkla anlatayım. Gencin yanma vardım nezaketle: Bu adamların başına şöyle bir hal geldi. Hakkınızda kötü konuştular. Ben onları sana eza ve cefa etmekten vazgeçirdim. Şimdi ne yapılmak icap eder? dedim. Genç yüzünü semaya çevirdi ve bir şeyler söyledi. Bir de baktık ki, her birinin ağzında bir cevher olduğu halde denizin balıkları su yüzüne çıktılar. Genç o cevherlerden birini aldı, o kişiye verdi ve ayağını su yüzüne basıp geçti gitti. Bunun üzerine keseyi almış olan şahıs, keseyi yere bıraktı, gemidekiler keseyi alıp sahibine teslim ettiler. Orada bulunanların hepsi pişman ve perişan olmuştu. 

Zünnûn el-Mısrî, Mâlik b. Enes'in talebesi idi, onun mezhebinde bulunuyordu, Muvatta'ı ondan dinlemiş ve fıkıh okumuştu. Ayrıca çıktığı seyahat yerlerinde tanıştığı İmam Mâlik, Süfyân b. Uyeyne, Leys b. Sa‘d ve Fudayl b. İyâz gibi âlim ve sûfîlerden hadis nakletti. Tasavvuf yolunda faydalandığı kişiler arasında Kayrevanlı Şakırân (Şukrân) b. Ali el-Âbid (ö. 186/802) ve Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî’nin hanımı Fâtıma en-Nîşâbûrî (ö. 223/838) en meşhurlarıdır.  Hocası, mağripte Şeyh İsrâfîl idi.

Zünnûn, kerametle süslenmesi ve makamlarla methedilmesi mümkün olmayan yüce şahsiyetlerden idi. Vaktin imamı, zamanın teki ve bu taifenin başı idi. Cümlenin nispeti ve izafeti onadır. Gerçi ondan evvel de şeyhler vardı, lâkin Zünûn, işaretle anlatılan hususları ibare ile anlatan ve bu yolda söz söyleyenlerin öncüsü idi. Cüneyd zuhur edince, bu ilmi diğer tarzda tertip etti, yaydı ve kitaplar telif etti. Şibli ortaya çıkınca, bu ilmi minberler üzerinde anlatarak aşikâr hale getirdi. Cüneyd: Biz bu ilmi zeminlerin altında ve hane içinde gizli konuşurduk, Şiblî gelince, minberlere çıkıp halka açıkladı. demiştir.


Mısır’da tasavvufa ve hikmete dair sohbetler yapmaya başlayan Zünnûn iki grubun eleştirisiyle karşılaştı. Abdullah b. Abdülhakem’in başında bulunduğu Mısırlı Mâlikî fakihleri onu daha önce duyulmamış tasavvufî konuları anlatmakla suçladı; Mu‘tezile âlimleri ise kendisini, “Kur’an mahlûk değildir” dediği için eleştirdi. Bu eleştiriler yüzünden 228’de (843) Mısır’dan ayrılmak zorunda kaldı. Ardından tekrar Mısır’a döndüğünde bu defa devrin idarecilerine şikâyet edildi ve 244 (858) yılında tutuklanarak Mısır’dan Bağdat’a götürüldü. Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın Sâmerrâ’daki sarayında sorguya çekildi; yaptığı açıklamalardan memnun kalan halife onu ödüllendirerek Mısır’a gitmesine izin verdi. Zünnûn 245 (859) veya 248’de (862) 

Zünnûn: Üç sefer yaptım, üç ilim getirdim. Birinci seferde getirdiğim ilmi havâs da avam da kabul etti, ikinci seferde getirdiğim ilmi havâs kabul etti, avam kabul etmedi, üçüncü seferde getirdiğim ilmi ne havâs ne de avam kabul etti. Bu yüzden sürülmüş, kovulmuş ve yalnız bir halde kaldım. 


Şeyhülislâm (r.a.) bu sözü şöyle açıklar: 


Birincisi tevbe ilmi idi. Bunu hem avam hem havâs kabul etmişti. 

İkincisi tevekkül, muamele ve muhabbet ilmi idi. Bunu havâs kabul etmiş ama avam kabul etmemişti.

Üçüncüsü hakikat ilmi idi. Halkın ilmine ve aklına göre değildi. Onun için Zünnûn'u terk ettiler, kendisini ret ve inkâra kalkıştılar ve H. 245/859'de Mısır’ın Cîze şehrinde vefat ettiği güne kadar bu tutumlarını devam ettirdiler. Cenazesini götürürken bir bölük kuş gelip cenaze üzerinde kanat açarak uçuştular, cenazede hazır bulunanların hepsini gölgeleriyle kapladılar, fakat hiçbir kimse, bu kuşlardan bir tanesini bile (daha evvel) görmemişti, bu kuşlar bundan sonra sadece bir kere, İmam Şâfiî'nin talebesi Müzenî'nin (r.a.) cenazesinde görülmüşlerdi. Bundan sonra Zünnûn halk arasında kabul gördü. Ertesi günü kabrinin başında insanoğlunun yazısına benzemeyen bir yazı ile şu ibarenin yazılmış olduğu görülmüştü: Allah'ın sevgilisi Zünnûn, şevk sebebiyle Hak şehidi! Bu yazıyı silmek için uğraştılarsa da başaramadılar, tekrar yazıldığını gördüler. Şeyhülislâm, Bahis konusu üçüncü sefer kademle (ayakla) değil, himmetle idi, demiştir.


Zünnûn şöyle demiştir: Kul için en kıymetli izzet, Allah'ın onu kendisi için nefsine karşı değersiz kılmasıdır.


Yine Zünnûn (Allah ile kulu arasındaki) Perdelerin en gizli ve en kalın olanı, nefsi ve onun tedbirini görmektir der.


Yine O, Allah'ın zatı hakkında tefekkür cehalettir, ona işaret etmek şirktir, hakiki marifet hayretten ibarettir. demiştir.


Yine o, Bu yolun başlangıcı fasl ve vasldir, sonu ise ne fasldır, ne de vasl, demiştir. Şeyhülislâm, aslında bir oldukları halde iki şeyin birbirine vuslatı nasıl mümkün olabilir, bilgisizliği sebebiyle Bir'i bölen Bir'i inkar edendir demiştir.


Kim okur vaslı isneyni ki, ol aslında vahittir, 

Ki cehlen vahidi kısmet hemin tevhidi cehittir.


Zünnûn'a, Mürit kimdir? Murat kimdir?, diye sordular. Cevaben Mürit, talep etme, murat kaçma halindedir dedi.Şeyhül İslâm: Mürit, yüz binlerce niyazla talep etmekte, murat ise yüz binlerce nazla kaçmaktadır


Yine o (Herevî) der ki: Ak saçlarını ilk defa benim ayağıma süren Ahmed Çişti idi. Bir gün, Pars'ta şeyh Ebu İshak Şehriyar'ın türbesinin yakınında medfun olan Ebu Said Muallimle kürkçüler pazarında bana uğradı. Ahmed Çişti ile Ebu Said mürit mi yoksa murat mi daha iyidir konusunu tartışıyorlardı. Beni görünce, işte: Hâkim burada dediler. Ben, ne mürit, ne murat, ne haber, ne istihbar, ne had, ne resmi var, 0 küll külledir dedim. Ebu Said, sırtındaki yamalı elbiseyi çıkarıp attı, birkaç nara attı ve oradan çekip gitti. Ahmed Çişti benim ayağıma düşüp aksakalını ayağıma sürdü.



Zünnûn seyahat ederdi. Diyor ki; bir zamanlar yolculuk yaparken perişan ve üstü başı dağınık bir genç gördüm. Ey garip nereden? dedim. Onunla yakınlık halinde bulunan bir kimse hiç garip olur mu? Garip O'nunla yakınlık halinde olmayan kişidir. dedi. Bir çığlık atarak yere düştüm ve kendimden geçtim, kendime gelince genç: Ne oldu, dedi. Deva derde muvafık düştü dedim.


Şeyhülislâm (ks.): Hakkın hastası bellidir. O'nu görmüş olan kimsenin vücudundaki can çıldırır. Nerede rahat bulsa rahata düşman olur. Zira gariban için vatan, müflisler için sermaye ve tevhit yolcusunun yol arkadaşı O'dur. Ne vakit sermayeni elinde tutan ve derdine uygun ilacı kendisinde bulunduran bir kimseyi bulursan onu eteğini iyi tut.


Zünnûni Mısrî, bir mesele için Mağrib'e gidip, eski şeyhlerden bir Aziz'in yanına vardı. Aziz, niçin geldin? şayet öncekilerin ve sonrakilerin ilmini öğrenmek için geldiysen bu mümkün değildir. Her şeyi bilen sadece Hak Teâlâ'dır. Şayet onu aramak için geldiysen o, yola ilk adımını attığın ve ilk nasibini aldığın yerde de vardı.


Şeyhülislâm: Hak kendisini arayanların yoldaşıdır ama yine de taliplerin elinden tutup, onları kendisini talep etmeleri için koşturur.


Zünnûn’a göre avam günah işlediği, havas gaflete düştüğü için tövbe eder. Kendisine ârifin kim olduğu sorulunca “Buradaydı, gitti” diye cevap vermiş, bununla Allah’ı tanıyan kişilerin her an mânen ilerlemekte olduklarını ve uzun süre aynı hal üzere kalmadıklarını ifade etmiştir. Diğer bir rivayete göre bu soruya, “bulunan ve ayrı olan” diye cevap verdiği, bu sözle, “Ârif bedeniyle insanlar arasında bulunan, ama gönlü onlardan ayrı ve Allah ile birlikte olan kişidir” demek istediği nakledilir. 

Hücvîrî’nin Keşfü’l-maḥcûb’da naklettiğine göre Nil nehrinde gezinti yapmak için bir tekneye binen Zünnûn ve arkadaşları başka bir teknede taşkınlık ve dine aykırı işler yapan bir grup görünce arkadaşları ona, “Ey şeyh! Dua edin de bunların hepsi suya batsın, böylece onların şerri ve uğursuzluğu toplumdan uzak olsun” demişler, Zünnûn ellerini açıp, “Yüce Allahım! Bu insanlara dünyada hoş bir hayat nasip ettiğin gibi âhirette de hoş bir hayat bahşet” diye dua etmiş, arkadaşları bu sözlerine şaşmış, teknedekiler ise yaklaşıp Zünnûn’u görünce ağlamaya başlamış, tövbe ederek iyi birer insan olmuştur. 

Zünnûn’un, “Yemekle dolu midede hikmet durmaz” diyerek az yemeyi tercih ettiği nakledilir. Ona göre semâ ve mûsiki Hakk’ın bir ilhamı olup kalpleri Allah’a yönlendirir. Mûsikiyi Hak ile dinleyen kişi hakikate erişir, nefsiyle dinleyen kişi ise zındık ve günahkâr olur.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs