Kadiri Yolu

 

El-Enam Suresi 33-45. Ayetlerin Tefsiri

El-En’âm Sûresi 33-45. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 03 . 12 . 2024

       بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم      


قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ


33. -“Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri söz seni üzüyor. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar, lakin o zalimler Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” 

Ey Muhammed senin hakkında şüphesiz ki o yalancıdır şeklindeki sözleri seni üzdüğünü çok iyi biliyoruz. Aslında onlar senin yalancı olduğunu söylemiyorlar, onlar senin doğru söylediğini biliyorlar. Ancak getirdiğini yalanlıyorlar yani bunlar Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, onların zalim olduklarına delalet etmektedir. Seni yalanlamak Allah’ı yalanlamak demektir, çünkü sen Allah tarafından mucizelerle doğrulanmış resulsün. Hakikatte onlar seni yalanlamıyorlar, olsa olsa Allah’ı yalanlıyorlar, çünkü elçinin yalanlanması onu gönderenin yalanlanması demektir.

Bu ayette iftiralara ve yalanlamalara karşı Resulullah (Sav) teselli edilmekte ve onların bu çirkin iftiralarına aldırmamasını tavsiye etmektedir. 

Ebu Salih diyor ki: “Bir gün Cebrail (Aleyhisselam) Resulullah (Sav)'e geldi. Resulullah üzgün bir halde oturuyordu. Cebrail (Aleyhisselam) ona sordu “Seni üzen nedir?” Resulullah da şöyle dedi: “Şunlar beni yalanladılar.” Cebrail Aleyhisselam ona dedi ki: “Onlar seni yalanlamıyorlar. Senin doğru söylediğini biliyorlar. Fakat zalim olan insanlar, Allah'ın ayetlerini inkar ederler.”

Hz Ali radıyallahu an Ebu Cehil'in Peygamber Efendimize şöyle dediğini rivayet edilir. “ Ey Muhammed, biz senin, akrabalık hukukunu gözeten ve doğru söyleyen bir kimse olduğunu biliyoruz. Biz seni yalanlamıyoruz fakat biz senin getirdiğin şeyleri yalanlıyoruz.” Bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. 

İbni bir hatim Ebu Yezid el medeni'den rivayet ediyor: “Peygamber (sav) Ebu Cehil ile birlikte karşılaşmış ve onunla tokalaşmış. Bunun üzerine adamın birisi Ebu Cehile:

-  Ne o ben senin şu dininden dönen kimseyle tokalaştığını görüyorum?  demiş Bunun üzerine ebu Cehil şöyle cevap vermiş:

-  Allah'a yemin ederim ki ben onun bir peygamber olduğunu çok iyi biliyorum! Fakat bizler Abdimenaf oğullarına ne  ne zaman tabi oldu ki (bundan sonra arkalarından gidelim)? Ebu Yezid bunu söyledikten sonra: “onlar hakikatte seni yalanlamıyorlarmış daha lakin o zalimler Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlarmış” buyruğunu okudu. Ebu Salih ve Katade de der ki: “Senin Allah'ın resulü olduğunu bildikleri halde yine inkar ediyorlar.”

Muhammed b. İshak ez Zuhri'den; Ebu Cehil, Ebû Süfyan Sahr b. Harb ve el- Ahmes b. Şerik’in birbirlerinden habersiz olarak geceleyin peygamber (sav)’in Kur'an okuyuşunu dinleyip sabaha kadar bu şekilde devam ettiklerine dair kıssayı zikrettikten sonra şunu kaydeder: Sabah olup etraf aydınlanınca dağıldılar. Yolda buluştular. Her biri ötekine: “Buraya ne sebeple geldin? diye sorunca, niçin geldiğini anlattılar. Daha sonra Kureyş gençlerinin durumlarını öğrenmelerinden ve bunun sonucunda da İslam'a meyletmelerinden çekindikleri için aynı şeyi tekrarlamak üzere birbirleriyle sözleştiler. Ertesi gece olunca, diğer iki arkadaşının daha önce sözleşmiş olduklarından dolayı gelmeyeceğini zannederek her birisi ötekinden habersiz olarak yine gelip Kur'an dinlenmeye koyuldular. Sabah olunca tekrar yolda birbirleriyle karşılaştılar. Birbirlerine levmettikten sonra aynı şeyi tekrarlamak üzere sözleştiler. Üçüncü gece yine yerlerine geldiler, sabah olduğunda aynı şeyi bir daha tekrarlamamak üzere ahidleştiler, sonra dağıldılar. Sabah olunca el-Ahnes b. Şerîk bastonunu alıp Ebû Süfyân b. Harb'ın evine gitti ve ona:

- Hanzala'nın babası! Muhammed'den dinlediklerinle ilgili olarak görüşünü bana söyle. dedi. Ebû Süfyan şöyle dedi:

- Ey Sa'lebe'nin babası! Allah'a yemin ederim, ondan bildiğim bazı şeyler

dinledim. Bunlarla ne anlatılmak istendiğini de biliyorum. Bazı şeyler de dinledim ki, ne mânâsını biliyorum, ne de onlarla ne denilmek istendiğini. Bu

sefer el-Ahnes şöyle dedi:

"Adına yemin ettiğin kişi hakkı için söylüyorum; ben de aynı durumdayım." Daha sonra yanından ayrılıp Ebû Cehil'in evine vardı, şöyle dedi:

- Hakem'in babası! Muhammed'den dinlediklerin hakkındaki görüşün

nedir? Ebû Cehil:

- Ne dinledim ki? diye sordu, sonra şöyle devam etti:

- Bizler ve Abdi Menaf oğulları şeref konusunda anlaşmazlık halindeyiz. Birbirimizle yarışıyoruz. Onlar yemek yedirdi, biz de yedirdik. Bineği

olmayanlara binek verip taşıdı, biz de aynısını yaptık. Onlar verdi, biz de

verdik. Nihâyet her ikimiz de (bitip tükendik) diz üstü çöktük. Yarışan ve

yarışta atbaşı giden iki kişiyi andırıyorduk. Sonunda şöyle dediler: "Bizim

aramızdan semâdan vahiy alan bir Peygamber vardır. Biz böyle bir noktaya

nasıl ulaşabiliriz? Allah'a yemin ederim, ebediyen ona iman etmeyecek, onu

tasdik etmeyeceğiz." Bunun üzerine el-Ahnes yanımdan kalkıp gitti.

Ibn Cerîr rivâyet ediyor... Yüce Allah'ın: "Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri söz seni üzüyor. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlarmış da lakin o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlarmış." (âyet 33) buyruğu ile ilgili olarak es-Süddî'den şunları rivâyet etmektedir: Bedir günü, el-Ahnes b. Şerîk, Zühreoğullarına şöyle dedi:

- Ey Zühreoğulları! Muhammed sizin kız kardeşinizin oğludur. Sizler kız kardeşinin oğlunu savunmaya en lâyık kimselersiniz. Eğer o gerçekten bir

Peygamber ise bugün onunla savaşmamalısınız. Eğer yalan söyleyen bir kişi

ise, kız kardeşinin oğluna gelecek zararı defetmeye herkesten lâyık sizler olmalısınız. O bakımdan Ebu'l-Hakem'in yanına varıncaya kadar burada durunuz. Şayet Muhammed yenik düşerse, sizler esenlik içerisinde geri dönersiniz. Eğer Muhammed gâlib gelirse sizin kavminiz size herhangi bir kötülük yapmayacaktır. -İşte o gün ona el-Ahnes (sinsi demektir) adı verildi. Daha önceden adı Ubeyy idi- sonunda el-Ahnes ve Ebu Cehil bir araya geldiler. el-Ahnes Ebu Cehil ile başbaşa kaldı ona şöyle dedi:

-  Ey hakemin babası! Bana Muhammed hakkında haber ver. o doğru mu söylüyor yalan mı söylüyor? Bak burada senin söylediğin sözler işitecek benden başka bir kureyşli yoktur. Ebu Cehil şöyle dedi:

-  Nasıl olur da böyle sorarsın? Allah'a yemin olsun Muhammed doğru söylüyor. Muhammed asla yalan söylemedi. Fakat Kusayoğulları Liva’yı, Sikaye’yi ve Hicabe'yi ve Nübüvveti alıp giderken diğer Kureyşlilere geriye ne kaldı? İşte Yüce Allah'ın: “Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlarmış da, lakin o zalimler Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar” buyruğunda anlatılan durum budur. İşte burada söz edilen “Allah'ın ayetleri” Muhammed (sav)’in kendisidir. 


***


وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ

34. - “Andolsun ki senden öncede nice peygamberler yalanlandı da, yalanlamalarına sabrettiler. Onlara eziyet de edildi. Nihayet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. andolsun ki, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana gelmiştir.

Ey Muhammed, bu kâfirlerin, seni yalanlamaları ve onlardan görmüş ol­duğun eziyetler seni üzmesin. Çünkü bu muameleler ilk defa sana yapılmış de­ğildir. Senden önceki Peygamberler de yalanlanmışlardır. Onlar, ümmetlerinin kendilerini yalanlamalarına karşı sabırlı olmuş, metanet göstermişler ve bu yol­da çeşitli eziyetler görmüşler, buna rağmen, kendilerine zaferimiz ulaşıncaya kadar davalarını, ısrarla devam ettirmekten geri durmamışlardır.

Allah'ın, Peygamberlerine vaad etmiş olduğu zaferi değiştirecek hiçbir kimse de yoktur. Allah’ın zaferi sana da ulaşacaktır. Önceki Peygamberlerin, ümmetleri ile olan kıssaları sana gelmiştir. Sen bunları bilmektesin. Kâfirler azaba uğratılmış, müminler ise kurtarılmışlardır.


***/***

وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

35. - “Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya gücün yetseydi, onlara bir ayet gösterirdin. şayet Allah dileseydi onları hidayet üzerine toparlardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.” 

Onların Küfürde direnip İslam'ı kabul etmeyişleri sana ağır ve zor geliyorsa “yeri delmeye” kendisi sebebiyle iman edecekleri bir ayet çıkartıncaya kadar yer altına girebileceğin bir tünele girmeye “Veya göğe bir merdiven dayamaya” yahutta  göğe bir merdiven dayayarak ona tırmanıp “Ve onlara bir ayet getirmeye gücün yetseydi…” Senin gücün bunları yapmaya yetmez demektir. Kavminin İslam'a girmelerine karşı olan tutkusunu açıklamaktır, o kadar ki o eğer yer altında yahut semadan onlara bir mucize getirebilecek olsaydı, iman etmeleri ümidiyle bu mucizeyi getirirdi, ancak Allah'ın bir muradı vardır. “Şayet Allah dileseydi onları hidayet üzerinde toplardı.” ancak onların hidayet seçecek duruma getirdi. Ancak onların küfrü seçeceklerini bildiği için onları hidayet üzere toplamayı da murat etmemiştir. “Öyleyse sakın cahillerden alma” Bu gerçeği bilmeyen ve bu gerçekte var olan büyük hikmetlerin farkına varamayan bilgisizlerden olma. 

اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

36. - “Ancak dinleyenler icabet ederler. Ölülere gelince onları Allah diriltir, sonra ona döndürülürler.” 

Ey Muhammed, şu inatçı kafirlerin senden ve senin, tevhid inancına davetinden yüz çevirmeleri sakın senin ağrına gitmesin. Çünkü senin yaptığın daveti ancak, Allah’ın kulaklarına hakkı işitmeye açtığı ve doğru yola tabi olmayı kolaylaştırdığı “Ancak dinleyenler icabet ederler” Yani senin çağrını, davetini kalpleriyle işitip dinleyenler kabul ederler. Başkaları ise, kafirlere gelince, onlar işitmezler çağırını kabul etmezler. O yüzden Allah “Ölülere gelince” yani kalpleri ölmüş olduğundan dolayı Allah cesetleri ölmüş kimselere benzettiği kafirlere gelince “Onları Allah diriltir, sonra O’na döndürülürler” işte asıl o vakit işitirler, bundan önce işitemezler.

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

37. - “Ve dediler ki: “Ona rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?” De ki: “Şüphesiz Allah ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.”

O Mekke kafirleri. “Muhammed'e rabbi tarafından bir alamet, bir mucize indirilseydi ya” dediler. Hatırlarsak enam suresinin 8. ayetinde “Ona bir melek indirilmeli değil miydi?” Kâfirler bu ne biçim Peygamber ki, yemek yiyor, çar­şılarda geziyor. Yahut kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da ondan yese ya! Ey Muhammed, onlara de ki: “Allah, bir alamet indirmeye elbette ki kadirdir. Fakat onların çoğu, alameti indirmenin neticesinin nereye varacağını bilmezler. Şayet bunu bilmiş olsalardı onu istemezlerdi. 

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

38- “Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar rablerine toplanırlar.”

Ey insanlar, yeryüzünde hareket eden, küçük büyük, hiçbir canlı varlık, iki kanadıyla havada uçan hiçbir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi birer topluluk olmasınlar. Biz, bunlardan herhangi birini levh-i Mahfuzda tespit etme hususun­da herhangi bir eksiklik bırakmadık. Bütün varlıklar yok olduktan sonra tekrar rablerinin huzurunda bir araya toplanacaklardır.

Evet, bütün varlıkların rabbi olan yüce mevla, bütün canlı varlıkların yaptıklarını tesbit etmekte, hatta onların hareketlerini ve davranışlarını levh-i Mahfuzda zapt altına almaktadır. Hesaba çekme yurdu olan âhirette bunları bir araya toplayıp, dünyada yaptıklarının karşılığını verecektir.

Bu hususta Ebu Hureyre diyor ki: "Allah, kıyamet gününde hayvanları, kuşları ve bütün yaratıkları bir araya toplayacaktır. O gün Allah'ın adaleti öyle bir dereceye ulaşacaktır ki, boynuzsuz hayvanların hakkını boynuzlu olanlardan alacak ve buyuracaktır ki: "Hepiniz toprak olun." İşte bu nedenle kafir olan in­san "Keşke bende toprak olsaydım" diyecektir.

"Ebu Zer diyor ki: "Resulullah (s.a.v.), birbirleriyle boynuzlaşan iki koyun gördü ve bana "Ey Eba Zer, bunların niçin boynuzlaştıklarını biliyor musun" dedi, "Hayır" dedim. Resulullah (s.a.v.) "Fakat Allah biliyor ve aralarında hüküm verecektir." buyurdu.

Hayvanlar için bunu yapan rabbimiz, biz insanların amellerini hiç zayi edip onları muhafaza altına almayı ihmal eder mi bizi, âhirette cezalandırma veya mükafatlandırmayı terkeder mi "Halbuki o, biz insanları, diğer hayvanla­ra vermediği akıl, anlayış ve idrak özellikleriyle yaratmıştır.

İbn Abbas (r.a) dedi ki: “Devemin yuları kaybolacak olsa dahi onu Allah’ın kitabında bulurum.”

El-Mursi’de şöyle demektedir: “Kur’an, öncekilerin de sonrakilerin de bütün bilgilerini toplamış bulunmaktadır. O kadar ki, onu söyleyenlerden başka hiç kimse içinde bulunan ilmi gerçekten kuşatamaz. Ondan sonra da Allah’ın Rasulü (sav) kuşatabilir. O da yüce Allah’ın kendisine has kıldığı şeyler dışındakileri bilebilir.

Buhari'de bir rivayette İbni Mesud radiyallah'tan dedi ki: “ Allah dövme yapanları ve yaptıranları, güzelleştirmek için Kaşlarını alıp dişlerini arasını törpüleyerek ince telleri, Yüce Allah'ın yaratışını değiştirenleri lanetlemiştir. Bu konuda bir kadın İbni mesud'a bir şeyler söyledi de o da şu cevabı verdi:

- Ben mushafı baştan sona kadar okudum senin söylediğin şekilde bir ifadeye rastlamadım. İbn Mesud şöyle dedi:

-  Eğer gerçekten okumuş olsaydın, bunu görürdün. Sen: “ peygamber size ne verdiyse onu alın ve neyi yasak ettiyse ondan sakının.” Haşr / 7 buyurun okumadın mı?  Kadın:

-  Evet deyince İbni nasıl şöyle dedi:

-  İşte gerçek şu ki aleyhissalatu vesselam bunu ne etmiş bulunmaktadır. Allah azze ve celle kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. 


وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

39. - “Ayetlerimizi yalanlayanlar ise karanlıklarda kalmış sağırlardır, dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, kimi dilerse doğru yol üzerinde tutar.

Ayetlerimizi yalanlayanlar, cehalet ve anlayışsızlık bakımından, karanlık­lar içinde kalmış olan sağır ve dilsize benzerler. Hem sağır hem dilsiz hem de karanlıklar içinde kalan böyle bir insan, doğru yolu nasıl bulabilir. Allah, kimi imandan saptırmayı dilerse onu saptırır. Kimi de hidayete ulaştırmayı dilerse onu, doğru yol olan İslam'a sevk eder. O, yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf sa­hibidir.

  

***/***


قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

40. - “De ki: “Bana haber verir misiniz? Eğer üzerinize Allah'ın azabı gelse veya size kıyamet gelirse Allah'tan başkasını çağırırsınız? Eğer sadıklardan iseniz?

Ey Muhammed, o müşriklere de ki: "Söyleyin bana, şayet size Allah'ın azabı gelecek veya hesap vermek için dirilip kabirlerinizden kalkacağınız kıya­met günü gelip çatacak olsa, bu felaketlerin, üzerinizden kaldırılması için Allah'tan başkasının yardımını mı dilersiniz eğer sizler, ilahlarınızın fayda veya za­rar vermeye kadir oldukları iddianızda doğru iseniz cevap verin bana. 

بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟

41. - “Hayır, ancak ona dua ederseniz de, isterse yalvardığınız şeyi giderir. Ve siz de şirk koştuklarınızı unutursunuz.” 

Hayır Allah'tan başkalarına değil bu sıkıntılı anlarda bilakis Allah'a yalvarırsınız. O da sizden sıkıntıyı gidermeyi dilerse duanızı kabul edip onu sizden kaldır. Çünkü o her şeye kadir olandır. Her şeyin sahibidir. Bu durumda sizler artık, Allah'a ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. Çünkü o sırada sizin zihinlerinizde sadece Rabbinizin zikri yer almaktadır. Zira başınıza gelen sıkıntıyı gidermeye kadir olan sadece O’dur başkası değil.

 ***/***


وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

42. - “Andolsun ki, biz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik, yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntıya soktuk.” 

Ey Muhammed, şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Onlara da emir ve yasaklar koyduk. Onlar, Peygamberlerimizi ya­lanlayıp emir ve yasaklarımıza karşı geldiler. Biz de onları, sıkıntı, fakirlik, has­talık ve zararlara uğratarak imtihan ettik. Belki yaptıklarından vaz geçip bana yalvarırlar ve sadece bana kulluk ederler diye.

***/***

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

43. - “Onlar hiç değilse kendilerine bir azabımız geldiği zaman yalvar malı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaşmış, şeytan da onlara yaptıklarını süslü göstermişti.”

Onlara azabımız geldiği zaman, onu kendilerinden kaldırmamız için rablerine yalvarmalı ve ona boyun eğerek itaat etmeli değilmiydiler. Fakat tam ak­sine onların kalpleri katılaştı.  bu sebepten dolayı başlarına gelen belalar onları kötülüklerden alıkoymadı, aksine Allah’a yalvarıp yakaracakları yerde daha bir azgınlaştılar. Allah’ın cezalandırmasını küçümseyerek ve azabı­nı hafife alarak Peygamberleri yalanlamaya devam ettiler. Şeytan, Allah'ın sev­mediği, onların yaptıkları bu işleri kendilerine süslü gösterdi. Amelleri çirkin ve kötüydü ama onlar kendilerini hala beğeniyorlardı. Nitekim Allah’ın emrinden sapmış kimselerin bu durumda olduklarını görüyoruz. Üstelik, böyle sapıklar oldukça fazladırlar. Onlar bu sapıklıklarına öyle adlar yakıştırmaktadırlar ki, bu onların içinde bulundukları delalet ile ne kadar övündüklerini, onu ne kadar beğendiklerini göstermektedir.

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ

44. - “Onlar, kendilerine hatırlatılan şeyleri unutunca biz de kendilerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilen o şeyler yüzünden sevinince ansızın onları yakaladık da, tümüyle ümitsiz kalıverdiler.”

Kendilerine hatırlatılan vahyi, darlık ve sıkıntıları unutunca, yani bunlardan alınması gereken ibret ve öğütleri almayıp kötülüklerden de uzaklaşmayınca, bu öğütten yüz çevirdiler, unutur gibi oldular ve onları ellerinin tersiyle bir kenara ittiler. “Bizde kendilerine her şeyin kapılarını açtık.” Sağlık, bolluk, türlü çeşitli nimetler, dünya hayatında rahat makam, refah ve şeref gibi şeylerin kolaylıkla elde edilmesi gibi her şeyin kapılarını açtık. Bu ise yüce Allah’ın kafirleri derece derece azaba yaklaştırması ve onlara zaman tanıyışının bir sonucudur, yüce Allah’a mekrinden sığınırız. 

Mal, çocuk, rızık, makam, mevki ve işlerin kolaylaştırılması gibi “O şeyler yüzünden sevinince ansızın” onlar her şeyden habersizken “onları yakaladık da, ümitsiz kalıverdiler.” Her türlü hayırdan yana ümitlerini kestiler. Ve onları hasret içinde bıraktık. “Ümitsiz kalıverdiler” insanın başına gelen şeyler dolayısıyla üzülmek, yahut elde edilemeyen şeyler için pişman olmak demektir. 

Ukbe bin Amir diyor ki Resulullah (sav): ”Kulun günah işlemesine rağmen Allah'ın, dünya nimetlerinden okulun sevdiği şeyleri ona verdiğini gördüğün zaman bil ki bu, Allah tarafından Onun için bir oyalamadır.” buyurdu ve sonra bu ayeti okudu. 

İbni Ebi Hatim rivayet ediyor ki: Hasan el-Basri dedi ki: “Her kime Allah bolluk verir de, onun kendisine karşı bir fitne olduğunu fark edemeyecek olursa, o doğru dürüst bir şey göremiyor demektir. Her kime de darlık verir de bununla gözetilmekte olduğunu görmüyorsa, o dosdoğru dürüst bir şey göremiyor demektir. Daha sonra da bu ayeti okudu: Devamla dedi ki: “Kabe'nin Rabbine yemin ederim; İşte önce ihtiyaçlarının verilmesi, sonra azap ile yakalanması o kavme karşı bir tuzaktır.”

Yine İbni hatim rivayet ediyor: Katade dedi ki: “ Allah'ın emri bir kavme ansızın gelir. Allah hangi kavmi azap ile yakaladı ise, bu onların sarhoşlukları, aldanışları ve nimetler içerisine gömüldükleri bir sırada olmuştur. O bakımdan sakın Allah hakkında aldanışa düşmeyin. Çünkü Allah hakkında fasıklar topluluğundan başkası aldanmaz.”

Yine İbn Ebi Hatim rivayet ediyor… Ubade b. es-Samit’den dedi ki:  Resulullah (Sav) şöyle buyurdu: “ Allah bir kavmin kalmasını - veya mahsullerinin artmasını- murad edecek olursa, onlara orta halli davranmayı ve afif (dürüst, temiz, namuslu ve iffetli) olmayı ihsan eder. Allah bir kavmi de helak etmek isteyince onlara - veya üzerlerine-  bir hainlik kapısı açar: “Nihayet kendilerine verilen o şeyler yüzünden sevinince ansızın onları yakaladık ümitsiz kalıverdiler.” Nitekim daha sonra şöyle buyurmaktadır “Ve böylece zulmedenler ruhunun kökü kesildi hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur.”


فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

45. - “Ve böylece zulmedenler güruhunun kökü kesildi. Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur.”

Ve böylece zulmedenler ruhunun kökü kesildi son fertlerine kadar helak edildiler. Geriye onlardan kimse bırakılmadı. Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur bu zalimlerin helak edilmesi esnasında yüce Allah'a hamd etmenin vücudunu ilan etmektedir. Ve bu durum Yüce Allah'ın en büyük nimetlerinden en geniş kısmetlerindendir.

İnsanlar kendilerine bir nimet verildiğinde bunu Allah'ın rızasının bir alameti olarak kabul ederler. Başka türlü bir durumla karşılaştılar mı onu da Allah'ın gazabının bir alameti olarak kabul ederler. Böyle bir durumda da onlar da Allah'a karşı bir yalvarma ona bir dönüş ve bir tövbe de bulunmaz. İnsanların büyük çoğunluğu, başkalarının sahip olduğu nimetlere aldanırlar veya onların düştükleri sıkıntıları göz önünde bulundurarak Allah katındaki makamları hakkında ahkam keserler. Bütün bu gibi kimselerin Allah'ı tanımaları oldukça kısır ve Allah'ın kahru galebesini, fiilini anlayabilme kabiliyetleri oldukça sınırlıdır. Burada, şunu  idrak etmeliyiz: İstidraç ve mühlet vermek bazen kişi hakkında söz konusu olabileceği gibi, bazen bir ümmet, bazen bir kavim, bazen bir devlet için olabilir. O bakımdan insan Allah'ın gazabından sakınmalı ve kendi kendisini hesaba çekmelidir. 



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar