Sihir, Kehanet ve yıldız falı
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Peygamberlerin getirdikleri inanç sistemlerinin doğruluğunu ispat edilmek istendiğinde, onların ellerinde veya onlara yakın bir şekilde görülen olağanüstü olaylar da delil olarak gösterilir. İşte onların gösterdikleri bu olaylara da mucizeler adı verilmektedir. Peygamberlerin henüz olmamış ama gelecekte meydana gelecek olaylardan haber vermeleri de bu türden mucizelerdendir. Onların bildirdikleri şeyler aynen bildirdikleri gibi ortaya çıkar. Ancak bunlar insanlara karşı delil olarak gösterildiğinde, insanlar bunları kabul etmekten kaçınarak, sihir, kehanet ve fal yoluyla da bu şekilde gelecekten haber verilebildiğini ileri sürmektedirler. Onlar bu iddiaları ile adeta peygamberlerin göstermiş oldukları şeylerin de sihir, fal ve kehanet türünden olduğunu ileri sürerler.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Şöyle buyurmuştur “Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve süregelen büyük bir büyüdür derler.” Kamer Suresi / 2
Söz konusu iddianın sahipleri, mucizenin sebepler alemi ile bir ilişkinin bulunmadığının farkında değillerdir. Sihir gerçekte sebepler aleminin bir parçadır. Sihir, fal ve kehanet gibi şeyler sebepler dünyasından kopuk değildir. Mucize ise farklıdır.
Bundan dolayı müslüman'ın, gerek bir peygambere ait mucize türünden ve gerekse bir veliye ait keramet türünden olan harikulade olaylar ile sihiri birbirinden ayırmasını sağlayacak bir bilgiye sahip olması gerekmektedir.
Bunun yanı sıra müslümanın, kehanet ve fal yoluyla verilen haberler ile bir peygamberin verdiği gelecekle ilgili haberleri birbirinden ayırmasını sağlayacak bilgiye sahip olması da son derece önemlidir. Peygamberlerin gelecekle ilgili olarak verdikleri haberler kesin doğrudur. Olacağını söyledikleri şeyler aynen kesinlikle olur. Kehanet ve fal yoluyla verilen haberlerin içine ise, zanna dayalı olarak söylenilmiş sözler, bazı işaretlerden çıkarılmış haberler, ihtimaller ve yalanlar karışır.
İlmiyle her şeyi kuşatmış olan Yüce Allah'ın vahiy ile şeytanların telkinleri ve yalancıların uydurdukları şeyler arasında çok büyük bir farklılık bulunmaktadır. Bir Kahin bir gün doğru konuşsa bile başka zaman sözlerine bir sürü yalan karıştırır. Bu söylediklerini de, diğer tarafındaki gelişmelerden çıkardığı anlamlara dayandırır; ya da Şeytanlar, meleklerin aralarında geçen konuşmalara kulak verip çaldıkları haberlerin içine daha bir sürü şey katar ve ona telkin ederler, o da bunların başkalarına aktarır.
Önemli olan müslüman'ın sihir, fal ve kehanet türünden olan haberler İle mucize, keramet ve geleceğe dair doğru bilgi türünden olan haberleri birbirinden ayırmasına yardımcı olacak bilgiye sahip olmasıdır. İslamiyet, mucize, keramet ve gayb (bilinmeyenler) alemine ait haberlerden söz ederken, sihir, kehanet ve falcılığın olabileceğini de reddetmemiştir. Ancak, sihir, kehanet ve falcılığı haram kılmıştır. Bu itibarla, sihir, kehanet ve falın tanınmasının pratikte üç etkisi olmaktadır.
Birinci etkisi: Bu şeylerle, peygamberlerin ve veli kulların bildirdikleri arasındaki farkı görebilmek
İkinci etkisi: Müslümanın bu yolla sihir, kehanet ve falcılık davalarından kendini uzak tutabilmek.
Üçüncü etkisi: Sihir ve kehanetin de varlığına inanmak. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde sihirin varlığından söz edilmiştir. Yüce Allah bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“İinsanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı.” Bakara 102
Kehanetten ise Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in hadis-i şeriflerinde söz etmiştir.
İlim adamları, sihirin, insanın elde edemeyeceği bir şeyin elde edilmesi amacıyla şeytanlara yaklaşması olduğunu söylemişlerdir. sihir, hazırlanışları nasıl olacağı ilimdir. Bu ilim yoluyla, kişilerin nefisleri, unsurlar (toprak, su, ateş, hava) aleminde etkiler göstermeye güç getirebilir… Sihirle ilgili ilimler birtakım zararlar taşımaları ve yıldız ve benzeri türden Allah'tan başka bir varlığa yönelmeyi gerektirmeleri nedeniyle şeriatlar tarafından benimsenmemiş ve tamamen terk edilmiştir. Sihir hakkında bilgiler Hz. Musa Aleyhisselam'ın peygamber olarak gönderilmesinden önce yaşanmış olan Nabat ve keldaniler gibi topluluklara ait kitapların içinde bulunuyordu. Bu ilimler, Babil'de oturmuş olan Süryaniler ve keldaniler ile Mısır'daki kıptiler ve daha başka çeşitli topluluklar arasında yaygın durumdaydı. Onların bu konuda yazılmış kitapları ve eserleri bulunuyordu. Onların kitaplarından bugünkü dillere çok az şey tercüme edilmiştir. İnsanlar daha sihir ilmini bu kitaplardan almışlar, sonra buradaki bilgileri geliştirmiş ve yeni yeni çalışmalar ortaya koymuşlardır. Yedi Yıldız kitapları, Tam Tam el-hindi, yıldız ve merdiven resimleri ve daha başka çalışmalar bu sahada ortaya konulmuş olan çalışmalardan bazılarıdır.
Akıl sahipleri daha önce sözünü etmiş olduğumuz etkisi dolayısıyla sihirin varlığından şüphe etmezler. Bundan Kur'an-ı Kerim'de söz edilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi "Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!” Bakara / 102
Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde sihirden bahsedilmiştir. Ümmetin eskileri, sihirin varlığına ve riyazet nefsi zorlayıcı yaşantı yoluyla yahut daha başka yollarla elde edilebilecek gizli ilimlerden olduğuna inanırlardı. Sonrakilerin çoğu ise sihirin bir el çabukluğu ve göz boyamacılık olduğu ve bundan tabiat üstü bir sebebe dayanmadığı görüşünü benimsediler. Ancak bu görüş sağlam bir delile dayanmamıştır. Bizim de kur'an-ı Kerim'deki naslar dışında sihirin varlığı konusunda bir delilimiz yoktur.
Şeriatın yıldız falcılığı yolunun, batıl bir yol olduğunu ortaya koyduğu bilinmektedir. Yıldız falcılığı, toplumların zihinlerinde bozukluğa yol açması sebebiyle insanlık medeniyetine zarar vermektedir. Yıldız falcılığı yoluyla verilen haberlerden biri herhangi bir şekilde doğruya uyduğunda bilgi sahibi olmayan insanlarca yıldız falcılığı yoluyla verilecek bir diğer haberlerin de doğruya uyacağı zannına kapılmalarıdır. Oysa ki durum hiç de böyle değildir. Üstelik Yıldız falcılığını doğrulayan, olayları, yaratıcısından başka bir şeye nispet etme hatasına düşmektedirler.
Falcılık Avrupalılar tarafından, yıldızların ve gök varlıklarının haberlerine bakarak gelecekte olacak olaylar hakkında bilgi vermek şeklinde tanımlanmaktadır. Bu alana bilinen derecesine çıkartan ilk toplumda keldaniler toplumu olmuştur. Daha sonra onlardan eski Mısırlı kıptileri onlardan da Yunanlılar almışlardır. Daha sonra Yunanlılardan Hindistanlılara ve Romenlere geçmiştir. Bu meşguliyet eski çağlardan itibaren orta çağlara kadar İnsanların ilgilendiği bir alan olmuş ve o dönemlerde çok sayıda insan bununla uğraşmıştır.
Eski çağlarda insanların çoğu yıldızları tanrılaştırıyor ve onlara ibadet ediyorlardı. Bunun gibi yıldızlardan herhangi birinin varlıklar aleminin idaresinde belli bir yeri olduğunu sanıyorlardı. Bu inancı en çok benimsemiş olanlar da keldaniler ile eski Mısırlılardı. İşte böyle batıl bir inanıştan, yıldız falı gibi bir ilgi alanının doğmuş olmasına hayret etmemek gerekir yıldızlar; Tanrılar ve Tanrıların oğulları olarak kabul edilir. Onların ruh ve canları ve varlıklar üzerinde tasarruf güçleri olduğuna inanılması, onların hareketlerine ve birbirlerine yaklaşmalarına bakılarak ne yapmak istedikleri hakkında fikirler çıkartılmaya çalışılması da normal hale gelir. İslamiyet gelip, hayali ve duygusal tanrıların varlığını reddedince ve tek ve gerçek ilah olan yüce Allah'a kulluğu hiç deyince, artık yıldız falcılığı için bir yol kalmamıştı. Necim ve astroloji İslam'ın getirdiği inanç sisteminde yüce Allah'tan başka bir varlığın yaratıklar üzerinde bir etki gösterebildiği inancını reddeder.
Kehanet de gayb alemine ait işlerin yani gizliliklerin bilinmesinde cinlerden yararlanılmasıdır. bu alan, Araplar arasında bilinen bir alandı. Araplar’dan birinin başına, özelliğini yahut geleceğini bilmek istediği bir olay gelince, bir kahine gider ve işin kendisini ilgilendiren tarafına kain'e bildirirdi. içlerindeki her bir kahinin de cinlerden yanına gidip gelen ve istediği konularda bilgilerileri kendisine ulaştıran bir dostu olurdu. Bu uygulama aklın kabul edemeyeceği bir şey değildir. Avrupa'daki ruh çağırma uygulamaları, araştırmacıların bu konuyu anlamalarını daha da kolaylaştırmaktadır.
Kahin gelecek zamanda olacak şeyleri haber veren kişidir.. bu kişi gizlilikleri bildiğini ve gayb aleminden haberler alabildiğini ileri sürer. Araplar arasında bir takım işleri bildiklerini ileri süren kahinler vardı. kendilerine Arap denilenler gelişmeleri ve o gelişmeler hakkında fikir veren bazı durumlara göre anladıklarını ileri süren kimselerdi. Örneğin bunlar bu yolla çalınan şey kimin çaldığını, kaybolan bir şeyin nerede olduğunu bilebildiklerini söylerlerdi. bir kadın zina işlemekle suçlanır Bunun arkadaşı veya Sahibi kimdir diye sorar Ona göre bir şeyler çıkarırdı. Arapların buna benzer daha başka işler hakkında fikirlerin eline başvurulurdu. Bunun yanı sıra Yıldız falcılarını müneccimleri Kahin olarak adlandırırlardı.
Sihirin varlığını inkar etmek bilgisizliktir. Sihirin varlığını inkar edene karşı çıkılması ise, bu bilgisizliğin ortadan kaldırılmasıdır ve bir fazilettir.
Sihirin varlığının kabul edilmesinin şeriat açısından zararlı olduğu kanaati ise yersiz bir kanaattir. Çünkü sihirin etkisi peygamberlerin bedenlerinde olabilmektedir. Peygamberler ise kendilerinde başkalarında görülen rahatsızlıklar ve hastalıklar gibi bedenlerinde rahatsızlıkların ve hastalıkların görülmesi mümkün olan insanlardır.
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’e ve sihir yapıldığında da o, özellikle kadınlarla ilgili işlerden bir şey yapıyormuş gibi birtakım hayallere ve zanlara kapılıyordu. bu husus ise Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinin muhtevasına uymaktır: “ onlar o iki melekten kadınla kocasının arasına açmalarını sağlayacak şeyleri öğreniyorlardı.” Bakara 102 Buna göre Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e şehir yoluyla dokunulan zararın onun peygamberliği ve şeriatı üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olmamıştır bunun için yüce Allah'a şükrediyoruz. sihir ise şeytanın işlerindendir. şeytan üflemek dokunmak ve vesvese vererek insanın üzerinde şehrin etkisini gerçekleştirir. şiirci ise şeytanın bu konuda kendisine bilgi vermesi ve ondan yardım görmesi yoluyla işlem yapar. şeytandan bu konuda gerekli telkinleri aldıktan sonra birtakım sözler söyler ve ip bağlarına üfleyerek şeytandan aldığı telkinleri başkalarına Karşı kullanır.
Sözün insanların yapıları ve nefisleri üzerinde etkisi olmaktadır. Bundandır ki, bir insanın hoşuna gitmeyecek bir söz duyduğunda sinirlenir ve ateşi yükselir. Hatta öyle bir sözden dolayı insanların yüzü kıpkırmızı olmuş duydukları bazı sözlerden de ağır ifadelerden dolayı ölen insanlar olmuştur. Eğer ki konu çok fazla uzamayacak olsaydı bunlardan söz ederdik.
İmam Nevevi sahihi Müslim şerhinde şöyle söylemiştir:
“Sihir yapmak haramdır. İlim adamlarının İcma ile bu fiil büyük günah günahlardandır. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Bu fiili kişiyi helaka götürücü yedi fiil arasında sayılmıştır. şehirin küfrü gerektiren şekli bulunduğu gibi, küfürü gerektirmeyen şekilde bulunmaktadır. kişi Eğer şehrin küfrü gerektiren türünü yaparsa, küfrüne hükmeder deyip tövbesi işlenir ve öldürürler. Eğer tövbe ederse, tövbe şey kabul edilir. Eğer küfrü gerektirmeyecek türünü isterse, o zaman da azarlanır. İmam Malik'in şöyle söylediği bildiril: “Sihir yapan kişi kafir olur. Sihirden dolayı öldürülür ve tevbeside istenmez. Bilakis zındık gibi kesin şekilde öldürülmesine hükmolunur.”Kadı yaz da şöyle söylemiştir: “ Tabiinden olan bazı ilim adamları ile imam Ahmed de, şiir hakkında İmam Malik'in söylediği şeyi söylemişlerdir.” Müslüm şerhi(14/176)
Konuyla ilgili rivayetler
Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'a sihir yapıldı. Öyle ki, bazen yapmadığı bir işi yaptığı zannına kapılıyordu. Böyle bir gün yanımda bulunduğu sırada, yüce Allah'a dua etti. Sonra da:
"Farkettin mi, ey Aişe! Yüce Allah, kendisinden bilgi istediğim hususta bana bilgi verdi!" diye buyurdu. Ben: "Ne gibi bir şey, ey Allah'ın Resulü?" diye sordum. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’da şöyle buyurdu:
"İki adam bana geldi. Biri başımın tarafında, diğeri de ayaklarımın tarafında oturdu. Sonra biri arkadaşına: "Bu kişinin acısı nedendir?" diye sordu. Öteki: "Kendisine sihir yapılmıştır" diye cevap verdi. Sonra beriki: "Ona kim sihir yapmıştır?" diye sordu. O da: "Zuraykoğullarından yahudi Lebid bin el A'sam" diye cevap verdi. Beriki: "Sihri neye yaptı?" diye sordu. Öteki: "Tarağa, baştan dökülen saçlara ve taze hurma kovasına" diye cevap verdi. Beriki: "O şu anda nerededir?" diye sordu. Öteki: "Zi Ervan kuyusunda" diye cevap verdi.
Ravilerden bazıları kuyunun adını Zervan kuyusu olarak zikretmişlerdir. Zervan kuyusu ise Zuraykoğullarına ait bölgede bir kuyudur.
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) daha sonra, sahabelerden bazı kişilerle birlikte söz konusu kuyunun yanına gitti ve içine baktı. Kuyuda hurma ağaçları vardı. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) daha sonra Hz. Aişe (r.a)'nin yanına döndü ve şöyle buyurdu: "Vallahi, kuyunun suyu adeta içine kına karıştırılmış gibi. Hurmaları da şeytanların başları gibi." (Hz. Aişe (ra) dedi ki):
“Ben “Ey Allah’ın Resulü! Onu çıkardın mı” diye sordum. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu:
“Hayır. Beni, yüce Allah şifa ve afiyete kavuşturdu. Öte yandan insanların heyecana kapılıp bazı hareketlere geçmelerinden endişe duydum.” Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) daha sonra bu şeyin gömülmesini emretti ve gömüldü.” (Buhari (101235) 76-Kitabu'l Tibb. 50-Sihir babı. Müslim (4/1719) 39-Kitabu's Selam. 17-Sihir babı.)
Zeyd bin Erkam (ra)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Yahudilerden bir adam Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e sihir yaptı. Bundan dolayı günlerce rahatsızlık çekti. daha sonra Cebrail Aleyhisselam gelerek kendisine “ yahudilerden bir adam sana sihir yaptı. bunun için ip bağladı ve şöyle şöyle bir kuyunun içine attı” diye bildirdi. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’de oraya adam gönderip, o sihir bağını oradan çıkarttırdı ve çözdü. bunun sonra Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) adeta bağlardan çözülmüş gibi yerinden kalktı. Ancak bu olayı söz konusu yahudiye zikretmedi ve bir daha da hiç yüzüne bakmadı.” Burada ifade edilen olay birinci hadiste belirtilen olayla aynı olay değildir. (Nesai (7/112) 37- Kitab-ı Tahrimi’ld Dem. 20- ehli kitabın seyircileri Babı isnadı sahihtir.)
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) hanımı Hz. Aişe'den rivayet etmişler İmam Malik Hz Aişe radıyallahu anha kendisine ait bir cariyeyi onun bulunmadığı bir sırada Azat etti daha sonra Hz Aişe radıyallahu hastalandı bu sırada sintli biri yanına gelerek sana sihir yapılmıştır diye söyledi Hz Aişe radiyallahu anha bana kimseyi yaptı diye sordu. sordu. O da: "Şöyle şöyle özelliklere sahip bir kadın. Şu an bu kadının eteğine bir bebek işemiştir" diye söyledi. Hz. Aişe (r.a) bunun üzerine hizmetindeki bir cariyeye: "Git bana filanca kadını çağır" diye söyledi. Daha sonra o kadını komşularının evinde buldular. Kucağında da, altına işemiş bir bebek vardı.
Kadın (söz konusu cariye): "Şu bebeğin çişini yıkayıp geliyorum" dedi. Sonra onu yıkayıp geldi. Hz. Aişe (r.a) kendisine: "Sen bana sihir mi yaptın?" diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Hz. Aişe (r.a) "Niye?" diye sordu. Kadın: "Azad edilmek istedim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a) "Sen asla azad edilemiyeceksin" diye söyledi. Kardeşinin oğluna, onu bedevilerin cariyelerine en kötü muamele edenine satmasını, parasıyla da azad edilmek üzere başka bir cariye satın almasını söyledi. Hz. Aişe (r.a) bu şekilde yaptı (o cariyeyi sattırıp parasıyla başka bir cariyeyi azad etti.)"
Amre şöyle söylemiştir: "Hz. Aişe (r.a)'nin rahatsızlığı yüce Allah'ın dilediği kadar bir süre devam etti. Sonra rüyasında kendisine "üç ayrı kuyunun suyunu birbirine ekleyip bu su ile yıkan, şifa bulursun" diye söylenildiğini gördü. O da yıkandı ve şifa buldu."
Bir Açıklama:
Yukarıdaki hadiste kendisinden söz edilen Sindlinin Hz. Aişe (r.a)'ye söyledikleri, bazı kimselerin sihri ve sihirciyi ortaya çıkarabileceklerini göstermektedir. Müslüman toplumlarda, yukarıda sözü edilen şahıs gibi, meşru bir yoldan gerçekleştirilmesi mümkün olduğunda, sihir çözme işini yapanların bulunduğunu ve buna karşı çıkılmadığını anlıyoruz. Sihir yapan ile, sihiri sihir yoluyla ortaya çıkaran veya sihiri, sihirle çözen arasında bir fark yoktur. Kur'an'da ve sünnete meşru olan yol ile yapılacak işlemler meşru bir yol izlemektir.
Ebu Davud, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu: "Yıldızlar konusunda bilgi edinen, sihirden bir yol öğrenmiş olur. Sonra bunun üzerine yapabildiği kadar ilave yapar." (Ebu Davud (4/15) Kitabu't Tıbb. 220-Yıldızlarla ilgili bab. İbni Mace (2/1228) 33-Kitabu'l Edeb. 28-Yıldızların öğrenilmesi babı. Bu hadis hasendir.)
“Yüce Allah şu yıldızları 3 şey için yaratmıştır: Bunları göklerin süsü eylemiştir. Şeytanların kovulma aracı ve yolumuzu bulmamıza yarayan işaretler kılmıştır. Kim bunlar hakkında bunun dışında bir yorum yaparsa, yanlış bir yorum yapmış, nasibini zayi etmiş ve kendini ilgilendirmeyen ve hakkında bir bilgi sahibi olmadığı, üstelik peygamberlerle, meleklerin bile bilmeye güç yetiremedikleri işe girişmiş olur.” Katade bin Di’ame (Ra)’nin böyle söylediği rivayet edilmiştir. Buhari (6/295) 59- Kitabu Bed’i’l Halk yıldızlarla ilgili bab.
Burçların hiçbir şekilde gizli özellik yüklenmesi uygun değildir. Şu burçta ağaç dikersen şöyle olur denilmez. Bir takım yıldızlara bakarak kehanet ortaya koyanlar vardır. Şeytanların göklere çıkıp haber almaya kalktıklarında kor parçaları (Şihablar) atılır. Şeytanlara atılan maddelerin görünen yıldızlardan alınmış parçalar olması şart değildir. Parçalanmış yıldızlardan alınan parçalar da olabilir. Bilindiğine göre güneş sisteminde parçalanmış ve parçaları göğün içinde Merih ve Müşteri yıldızı arasındaki arasındaki bölgeye dağılmış olan bir yıldız bulunmaktadır.
Safiyye bintu Ebi Ubeyd (ra)’dan, o da Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Hanımlarının birinden şu şekilde rivayet edilmiştir: “ Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu: “Kim bir arafa kahine gider Ona bir şey sorar ve söylediklerini de doğrularsa kırk gün namazı kabul olunmaz.” Müslim
Taberanide Abdullah bin Mesud (ra)’dan rivayette ise “ Kim bir kahine yahut arrafa giderek söylediklerine kesin inanırsa, Hz. Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’e indirilmiş olanı inkar etmiş olur.”
Kendilerinin imanlı cinlerle ilişkileri olan bazı insanlar bulunmaktadır. Bu insanların, söz konusu cinler aracılığıyla bazı olmuş olayları bilmeleri mümkün olabilir. Eğer bu yönleri kesinlikle kazanırsa, bu gibiler, kahinler ve araflar sınıfına girmez. İnsanları yanıltmaları ve yasak edilmiş bir şeyi işlememeleri durumunda, sundukları hizmetlerde hoş karşılanmayan işlerin arasına girmez. Uygulamaları ise yerindedir ve bu uygulama ile şeriatın yasak kılmış olduğu bir usulü kullanmış sayılmazlar.
Buhari, Ebu Hureyre Radıyallahu şu şekilleri rivayet etmiştir: “Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu: “ Yüce Allah gökte bir hüküm verdiğinde melekler onun sözüne boyun eğdiklerini göstermek amacıyla kanatlarını çırparlar. Böylece tıpkı dümdüz taşların oluşturduğu zincir gibi bir manzara oluşur. Kalplerinde heyecan ve korku geçtikten sonra: “Rabbiniz ne buyurdu” diye sorarlar. Sonra: “Hak buyurdu. O yücedir, büyüktür” derler. Bu konuşmaları gökte konuşulanlara kulak dikenler duyarlar. Gökte konuşulanlara kulak dikenler ise şu şekilde birbirlerinin üstüne yığılmış halde olurlar.- suffan onların bu üst üstüne yığılmışlıkları anlatmak için avuçlarını birbirine yapıştırıp parmaklarını iç içe geçirdi- en üstte konuşulanlardan bir şey duyan, duyduk duyduğunu altındakilere iletir. O kendi altındakilere iletir. Sonra diğeri de kendi altındakileri ve bu şekilde seyirciye kadar yahut kahine ulaştırılır ve onların dilinden başkalarına aktarılır. Bazen öyle olur ki, o konuşmaları dinleyen şeytan herhangi bir şey duymaya fırsat bulamadan arkasından Yıldız parçalarından alınan bir kor yetişir. Bazen de bu kor kendisine ulaşmadan konuşulanlardan bir şey duyar. Ancak bu duyduklarına 100 tane de yalan katar. ancak hakkında “ şöyle şöyle günde bize şöyle şöyle söylenmemiş miydi?” denilir ve gökten duyulmuş olan sözü Dolayısıyla doğrulanır.” Buhari
Sözü kahine ileten kişi, şeytanlardan bir şeytandır. böyle birinin ise ne meleklerden, ne de başka varlıklardan nakletmiş olduğu rivayete güvenilir. işte kahinlerin kehanetleri ile peygamberlere gelen vahiy arasında büyük fark budur. peygamberlere gelen vahiy mahsundur. Çünkü vahiy bize, günahtan korunmuş olan melekler ve peygamberler aracılığıyla iletilmektedir. Bunlar ise yalanlanamaz ve yalancılıkla itham edilemezler. ama öte taraftaki yalancıların bazen doğru konuştukları da olabilir.
Buhari ve Müslüm de Hz aişe'den rivayet edilmişdir: “ Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve kahinler hakkında soru soruldu. o da: “ bir şey değildirler” diye buyurdu. bunun üzerine: “Ey Allah'ın resulü! Onlar bazen bize bir şeyler söylüyorlar ve söyledikleri doğru çıkıyor” dediler. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) de şöyle buyurdu: “Bu, size söyledikleri doğru çıkan sözler, cinlerden birinin gizlice kaptığı bir bilgidir. bu bilgiyi söz konusu cin, dostunun kulağına iletir. onlar da buna 100 tane yalan katarlar.” Başka bir rivayette ise cin bu duyduğu şeyi dostunun kulağına tavuğun gıdıklaması gibi okur.” Buhari
Buhari’den nakledildiği bir başka rivayette şöyle bildirilmiştir: “Melekler bulutların arasında gökte olan ilişkilerle ilgili konuşurlar. şeytanlar da bu konuşmalardan bir şey duyarlar ve kahinin kulağına cam cızırtısı gibi okurlar. onlar da buna 100 tane yalan katarlar.”
Cinlerden birinin gizlice bilgi kapması hızla varıp bilgiyi dinlemesi ve çabucak kaçmasıdır Nitekim Yüce Allah bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “ yalnız meleklerin konuşmalarından bir söz kapan olursa, onu da delici bir Kors takip eder.” Saffat Suresi 10
Gelecekle ilgili olaylar hakkında bilgi vermek ile olmuş olaylar hakkında bilgi vermeyi mutlaka birbirinden ayırmak gerekiyor. aynı şekilde Müslüman bir insanın Müslüman bir cinle bağlantı kurması ile, şeytan ile bağlantı kurulması da birbirinden ayırmak şarttır. Müslüman bir insanın Müslüman bir cinle bağlantı kurması olayı mümkündür ve olmaktadır. böyle bir bağlantıdan yerine göre faydalı bir sonuç elde edilebilir.
Müslim Abdullah Bin Abbas'tan rivayet etmiştir: “Resulullah s(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in ensar'dan olan sahabelerinden bir adamın bana bildirdiğine göre, bunların bir gecede sulasalı sen ile birlikte oturdukları sırada, Gökte bir yıldız kayması olmuş ve bundan dolayı ortalık aydınlanmış. bunun üzerine Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) kendilerine şöyle buyurmuş: “cahiliye döneminde yıldız kayması olduğunda siz ne derdiniz?” Onlar şöyle cevap vermişler: “ Allah ve Resülü, daha iyisini bilir de, biz “ bu gece büyük adam olacak biri doğdu ve büyük adam öldü derdik. bunun üzerine Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurmuş: “ Bu yıldızlar, ne verir senin ölmesi, ne de birinin doğması nedeniyle kayarlar. ancak Şani Yüce olan Rabbimiz bir hüküm verdiğinde, arşın taşıyıcıları tesbih ederler. sonra gökteOlanlardan daha az kademelerde bulunanlar tesbih ederler. Böylece tesbih şu dünyanın göğünde bulunanlara kadar ulaşır. daha sonra arşın taşıyıcılarının hemen alt kademesinde bulunanlar, arşın taşıyıcılarına “ rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar bu soruyu soranlara rablerinin ne buyurduğunu bildirirler. bu şekilde göktekiler birbirlerine böyle sorarak Yüce Allah'ın ne buyurduğunu öğrenirler. Cinler de konuşulanları kaparak dostlarına iletirler. ancak işte Bu cinlerin arkasından Yıldız korları atılır. o cinlerin bu yolla elde edip getirdikleri bilgiler doğrudur. ama kahinler bu bilgilere ilaveler yapmaktadır.”
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...