Et-Tevbe Sûresi 23-37. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
23. - “Ey iman edenler! Eğer küfrü imandan sevimli bulursa, babalarınızı, kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden her kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Müfessirler, bu âyet-i kerime’nin, Mekke fethedilmeden önce orayı bırakıp dârülislam olan Medine’ye hicret etmeyen kişileri dost edinmeyi yasakladığını ve bu sebeple nazil olduğunu söylemişlerdir. Zira Abbas b. Abdülmuttalib: "Ben hacılara su dağıtıyorum: "Talha b. Şeybe de; "Ben Kâbenin sahibiyim" demişler ve "Bizim, hicret etmemize gerek yoktur." şeklinde sözler söylemişlerdir. Ayeti kerime de bu gibi insanların dost edinilmemelerini emretmiştir.
Mümin, din kardeşliğini esas alır. Bu kardeşliği soy kardeşliğinden üstün tutar. Nitekim diğer bir âyette şöyle buyuruluyor: "Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmin babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa Allah’a ve peygamberine düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin
24. - “De ki: “Eğer babalarınız, Oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler size Allah'tan, resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, o zaman Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun ve Allah vasipler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Ey Muhammed, hicret etmekten ve cihad etmekten geri kalanlara de ki: "Eğer babalarınızla, oğullarınızla, kardeşlerinizle, eşlerinizle, kendilerinden yardım istediğiniz kabilelerinizle, kazandığınız mallarınızla, hicret ettiğiniz takdirde kesatla uğrayacağından korktuğunuz ticaretle, içinde yaşamaktan hoşlandığınız evlerinizle başbaşa kalmak sizin için, küfür diyarını terk edip Allah rızası için hicret etmekten, Resulünün emrine uymaktan ve Allah'ın dinine yardım için cihad etmekten daha sevgili ise, Allahın hemen veya daha sonra gelecek olan emrini bekleyin. Şunu da bilin ki Allah, itaatinden ayrılan fâsıklar güruhunu hayır işlemeye muvaffak kılmaz.
Mücahide göre ayette zikredilen ve geleceği bildirilen, Allah'ın emrinden maksat, Mekke'nin fethidir.
Zuhve b. Ma’bed’den o da dedesinden rivayetle dedi ki: Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ile birlikte idik. O da Ömer b. el-Hattab’ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer şöyle dedi:
- Allah’a yemin ederim ey Allah’ın Rasulü, kendi canım müstesna, ben seni her şeyden çok seviyorum. Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ise şöyle buyurdu:
- Beni kendi canından bile daha çok sevmedikçe hiç biriniz iman etmiş olmaz, diye buyurdu. Bu sefer Hz. Ömer:
- Şu anda Allah’a yemin ederim, seni kendi canımdan da çok seviyorum. Bunun üzerine Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurdu:
- İşte şimdi oldu ey Ömer.
Yine sahih hadiste Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'in şöyle buyurduğu sabittir: “Nefsim elinde olana yemin olsun, ben kendisine babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadığım sürece olmadığım sürece hiçbiriniz iman etmiş olmaz.”
25. - “Andolsun ki Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmiştir. Hani çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size bir faydası olmamış, yeryüzü de genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra gerisin geriye dönüp gitmiştiniz.”
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Hicrî sekizinci yılda Mekke’yi fethettikten sonra aynı yılın Şevval ayında Mekke ile taif arasında bulunan Huneyn vadisinde Huneyn savaşını yaptı.
Mekke’nin fethinden sonra halk, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) tarafından serbest bırakılmış onlar da Müslüman olmuşlardı. Durum sakindi. İşte o günlerde Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'a Hevazin kabilesinin, Müslümanlarla savaşmak için, reisleri Mâlik b. Avf en-Nadrî´nin başkanlığında toplandıkları beraberlerinde sakif kabilesi, Cuşem oğulları ve Sa’d b. Bekr oğullarının da bulunduğu haberi ulaştı.
Bunlar, Mekke'nin fethiyle bütün Arap kabilelerinin, Müslümanların kontrolüne girmekte olduğunu görüyor, bunu önlemek için de acele tedbir alınması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu sebeple bu hareket onlar için bir ölüm kalım meselesiydi. Bunu ispat etmek ve icabında askerlerin geri dönüp kaçmalarını ölmek için de savaş meydanına, kadınları, çocukları, malları davarları ve her şeyleri ile birlikte gelmişlerdi.
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'de, Mekke'nin fethi için gelen Muhacir, Ensar ve diğer Arap kabilelerinden oluşan on bin kişilik kuvvetin yanında Mekke fethinde müslüman olup kendisine katılan iki bin kişi ile birlikte on iki bin kişiye ulaşan ordusuyla Huneyn'e yürümüştü.
Asker içinde "Bugün azlıktan dolayı asla mağlup olmayız." diyen ve sayılarının çokluğuyla övünenler vardı. Bu sözü Resulullah da işitmiş ve hiç hoşuna gitmemişti.
İki ordu Huneyn vadisinde karşılaştı. Savaş sabah karanlığında başlamıştı. Müslümanlar ta vadiye inerken Hevazin kabilesi pusuda bekliyordu. Müslümanları habersiz yakalayıp yağmur gibi ok yağdırdılar. Kılıçlarını çekip hücuma geçtiler. Komutanlarının emrettiği gibi hep birden saldırıyorlardı. Bu beklenmedik saldırı karşısında müslümanlar geri çekilmek zorunda kaldılar.
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ise bindiği katırını düşmanın üzerine doğru sürüyordu. Sağ tarafında amcası Abbas sol tarafında da Süfyan b. el-Haris bulunuyor ve katırın hızlı gitmesini önlemeye çalışıyorlardı. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), müslümanları, geri dönüp savaşmaya davet ederek şöyle diyordu. "Ey Allah’ın kulları bana yönelin bana. Ben Allah'ın Resulüyüm. Ben, Peygamberim. Bunda yalan yok. Ben, Abdulmuttalib'in torunuyum."
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ile birlikte, Ebubekir, Ömer, Abbas, Ali, Fadl, Ebu Süfyan b. el-Haris, Eymen, Üsame b. Zeyd dahil yüz kadar sahabî düşmana karşı direniyordu. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), sesi gür olan amcası Abbas´a yüksek sesle müslümanlara "Ey mübarek ağaç altında Resulullaha beyat eden insanlar" diye bağırmasını söyledi. Bunun üzerine Abbas, sesinin çıktığı kadar, müslümanlara "Ey, Mübarek ağaç altında biat eden insanlar." "Ey, Bakare suresinin sahipleri." diye bağırmaya başladı. Bunu duyan sahabeler "Lebbeyk, Lebbeyk." Buyur emret, emrine amadeyiz." diye cevap verdiler. Kaçanlar geri dönüp Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’a gelmeye başladılar. Hatta bineğini bırakıp koşarak gelenler vardı. Resulullah(صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın etrafında bir grup toplanınca onlara, tam bir istekle saldırmalarını emretti. Allah'tan düşmanını mağlup etmesini ve kendisine yardım etmesini diledikten sonra yerden bir avuç toprak aldı ve onu düşmanın üzerine serpti. Düşman içinde gözlerine ve ağzına bu topraktan isabet etmeyen kimse kalmadı. Böylece şaşırdılar ve savaşamaz hale geldiler. Nihayet mağlup oldular. müslümanlar bunların bazılarını öldürüp bazılarını da esir almışlardı. İşte Huneyn savaşı bu şekilde müslümanların zaferiyle sonuçlandı.
Bera b. Âzib müslümanların, çetin bir imtihan verdikleri bu savaşta, müşriklerin önünden nasıl kaçtıklarını ve Resulullahı beyaz katır üzerinde yalnız bıraktıklarını beyan ederek şunları söylemiştir: Ebu îshak diyor ki: "Bir adam gelip, Bera’ya" Ey Ebu Umare, sen Huneyn savaşında kaçtın mı?" diye sordu. Bera’da: "Ben şehadet ederim ki: Resulullah kaçmadı. Fakat İnsanların hızlı olanları acele ettiler. Hevazin kabilesinden olan düşmanda onlara ok yağdırdı. Ebu Süfyan b. el-Haris, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın beyaz katırının yularından tutmuştu. Resulullah da: "Ben Peygamberim bunda yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in torunuyum." diyordu.
Ebu İshak diğer bir rivayette diyor ki: "Kays kabilesinden bir adamın, Bera b. Azib'e şunları sorduğunu işittim. "Siz, Huneyn savaşında Resulullahı bırakıp kaçtınız mı " Berab. Azib de dedi ki: "Fakat Resulullah kaçmamıştı. Hevazin kabilesi atıcılıkta maharetli insanlardı. Biz onlara hücum edince dağıldılar. Biz, ganimetlere üşüştük. Bunun üzerine onlar bize oklarla karşılık verdiler. Ben, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın, beyaz katırı üzerinde olduğunu gördüm. Ebu Süfyan b. el-Haris katırın yularını tutuyordu. Resulullah’da: "Ben peygamberim, bunda yalan yok." diyordu.
26- “Sonra Allah, Resulü ile müminlerin üzerine sekinet indirmişti. Görmediğiniz ordularını da indirmiş veya kafirleri azaba uğratmıştır. Kafirlerin cezası işte budur.”
Sonra Allah, Peygamberinin ve müminlerin üzerine güven ve huzur indirerek ve sizin görmediğiniz Melekleri asker olarak göndererek üzerinizden sıkıntı ve belayı kaldırdı. Kâfirleri ise öldürterek, esir ettirerek, mallarını yağma ettirip, kendilerini zillete düşürerek cezalandırdı. Kâfirlerin cezası işte budur.
Said b. Cübeyr demiştir ki: "Huneyn savaşında, müminlere destek olmak için Allah teala, özel işaretleri bulunan beş bin melek göndermiştir. Bu meleklerin, müminlere nasıl yardım ettikleri hakkında ise, Huneyn savaşı sırasında müşrik iken daha sonra müslüman olan bir kişi şunları anlatmıştır. "Huneyn savaşında biz, Resulullahın ordusuyla karşılaştık. Onlar bize, bir koyunun sağılma zamanı kadar dayanamadılar. Biz onları dağıtınca, aralarından kovalıyorduk. Nihayet beyaz katırın sahibinin yanına vardık. Bir de ne görelim, o, Resulullah imiş. İşte onun yanında karşımıza, beyaz tenli, güzel yüzlü adamlar dikildiler ve bize dediler ki: "Yüzünüz kararsın. Haydi geri dönün." İşte o sırada biz mağlup olduk. O sırada onlar bizim omuzlarımıza bindiler. İşte savaş orada sona erdi.
Yezid. Âmir de, müminlerin dağılmaları halinde Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın nasıl bir tavır takındığını beyan ederek diyor ki: "Huneyn savaşında müslümanlar dağılınca Resulullah yerden bir avuç toprak aldı. Onu, müslümanları kovalayan müşriklerin yüzüne serpti ve dedi ki: "Yüzünüz kararsın. Haydi geri dönün." İşte o sırada oradan uzaklaştık. Herkes gözüne isabet eden toz ve toprakları siliyordu. Yezid, o savaşta henüz müşrikti.
Yezid b. Âmir´e: "O gün Allah'ın, müşriklerin kalplerine soktuğu korkuyu nasıl hissediyordunuz." diye sorulunca o bir taş alıp testiye vuruyordu. Testi ses çıkarıyordu. Yezîd diyordu ki: "İşte bizim içimizde böyle bir korku vardı."
Huneyn savaşında Hevazin Kabilesi mağlup olduktan sonra müslümanlar çok miktarda ganimet almışlardır. Resulullah, müslüman olup geri gelirler diye ganimetleri hemen dağıtmamış, "Cirane" denen yerde belli bir süre bekletmiştir. Gelmediklerini görünce de ganimetleri dağıtmış, daha sonra Hevazin kabilesinden müslüman olan bir heyet, ganimetlerin, kendilerine iade edilmesini istemişlerdir.
Katede’nin rivayetine göre, ganimetlerin vadesi hususunda, Resulullah’ın Bekr kabilesinin Sa´d oğullan kolundan olan, süt annesi gelip, Huneyn savaşında alınan esirlerin geri verilmesi hususunda Resulullah’tan ricada bulunmuştur. Resulullah da ona: "Benim onları iade etmeye hakkım yok. Ben ancak benim hakkıma düşenleri iade etme hakkına sahibim. Fakat sen, yarın gel insanlar benim yanımda olacaklar. Ben payıma düşeni sana verince onlar da verirler." demiştir. Resulullahın süt annesi ertesi gün gelmiş, Resulullah, onun altına elbisesini sermiş, süt annesi de onun üzerine oturmuş ve esirlerin iadesini istemiştir. Resulullah, payım verince diğer insanlar bunu görmüşler ve onlar da kendi paylarına düşenleri vermişlerdir.
Ganimet mallarının iadesi hususunda Mervan ve misver b. Mahreme, Uf-ve b. Zübeyr´e şunları anlatmışlardır.
"Hevazin kabilesininin heyeti, müslüman olarak Resulullaha gelince, Resulullah, ayağa kalktı. Onlar, Resulullah’tan, mallarını ve esir edilen adamlarını kendilerine iade etmesini istediler. Resulullah da onlara dedi ki: "Benim elimde şu gördüğünüz şeyler var. Bana en sevimli olan söz, doğru söylenen sözdür. Sizler, ikisinden birini seçin. Ya esirleri veya mallan isteyin. Ben, sizin için beklemiştim." Resulullah Huneyn savaşından sonra Taife gitti. Oradan döndükten sonra, on küsur gece Hevazin kabilesinin ganimetlerini dağıtmayip bekletmişti. Hevazinlilerin heyeti, Resulullahın, kendilerine ancak iki şeyden birini vereceğini anlayınca şöyle dediler: "Biz esir alınan adamlanmızı tercih ediyoruz." Bunun üzerine Resulullah, müslümanların arasında ayağa kalktı. Allahı layık olduğu şekliyle övdü ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki kardeşleriniz tevbe ederek geldiler. Ben, esirlerini onlara iade etme kanaatine vardım. Sizden kim, gönül hoşluğuyla bunu yapmak isterse yapsın. Kim de Allah'ın bize vereceği ilk ganimetten karşılığını vermemiz üzere payına düşeni borç olarak vermek isterse versin." Bunun üzerine insanlar: "Ey Allah'ın Resulü, biz bunları gönül hoşluğu ile veriyoruz." dediler. Resulullah da buyurdu ki: "Doğrusu bizler içinizden hanginizin buna razı olduğunu hanginizin razı olmadığını bilemiyoruz. Siz gidin. Görüşünüzü bize temsilcileriniz bildirsin." İnsanlar Resulullaha varıp insanların, gönül hoşluğu ile, esirlerin geri verilmesini kabul ettiklerini ve buna izin verdiklerini bildirdiler.
Said b. el- Müseyyeb, Huneyn savaşında müslümanlann altı bin esir aldıklarını, Hevazinlilerin müslüman olup gelmeleri üzerine bu esirlerin kendilerine iade edildiklerini rivayet etmiştir.
27. - “Sonra Allah bunun ardından dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah Gafur’dur, Rahim’dir.”
Onlara islama girmelerini ilham ederek, müslüman olup tevbelerini kabul etmek için mühlet vererek tevbelerini kabul eder. Allah islam ile önceden geçmiş olan küfrü örtmüş olduğu için bağışlayıcı Gafurdur, gerçek dostlarına, düşmanlarına karşı zafer verdiği için de çok Rahim’dir.”
28. - “Ey iman edenler! Doğrusun müşrikler ancak necistir. Onun için bu yıllarından sonra mescid-i Haramı yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi lütfundan zenginleştirir. Muhakkak ki Allah Alim’dir, Hakim’dir."
Çünkü onlar necaset hükmünde olan şirkle içiçedirler. Bu sebeple onlar necaset sahibi kimseler olurlar. Diğer taraftan ne abdest alır, ne gusleder, ne de pislikten uzak kalırlar. O bakımdan onlar necasetle iç içe dirler veya bizzat necasetin kendisidirler Çünkü onların ruhlarının zerreleri ve bütün düşünceleri zaten Pis ve necistir.
Onun için yıllardan sonra mescid-i haram'a yaklaşmasınlar yani müşrik oldukları sürece hac edemezler, umre yapamazlar. Burada sözü geçen bu yıllardan kasıt Hz Ebubekir (ra)'ın Hac emirliği yapmış olduğu hicretin 9. yılıdır. yaklaşmanın ne yenilmesinden maksat da, buna göre hac ve umre etmelerinin yasaklanmasıdır. Hanefilerin görüşü budur. Onlara göre müşrikler ve diğer kafirler hareme mescid-i harama ve diğer mescitlere girmekten men olunurlar. Şafii (ra)'ye göre ise kafirler sadece mescid-i Harama girmekten men olunurlar. İmam Malik'e göre mescid-i harama ve diğer mescitlere girmeleri engellenir. Bu makamda böyle bir nehir müslümanların Allah'ın yapılmasını yasaklamış olduğu bir şeye imkan vermemeleri gerektiğini ifade etmektedir.
Eğer müşriklerin Hac ve umreden engellenmeleri ve onların hacca gelmeleri sebebiyle müslümanların bir takım kazanç ve kar sağlamalarının kesileceği sebebiyle fakirlikten korkulacak veya korkacak olursanız; Allah dilerse sizi yakında kendi lütfundan zenginleştirir. Göğün ve arzın hayırlarından sizleri zengin kılar ve bu zenginlikleri onların yerine ihsan eder. Yahut da bu zenginlik size bağışlayacak ganimetlerle ya da müslüman hacıların ticaretleri vesilesiyle bütün bunlarla veya başka herhangi bir yolla sizleri zengin kılar. Burada Allah dilerse tabirinin kullanılması bütün işlerin Allah'ın maşiyetine bağlı kabul edilmesinin ve böylelikle yalnız ondan beklenilmesinin öğretilmesi içindir.
Allah bütün halleri kulların menfaatlerini bilen alimdir emellerin gerçekleştirmekte hüküm ve iradesinde hakimdir.
29. - “Kitap verilmiş olanlardan Allah'a da ahiret gününü de inanmayan Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle -kendi elleriyle küçülmüşler olarak cizyeyi verinceye kadar- savaşın.”
Şanı yüce Allah’ı gereğince tanımayan kimseler. Çağdaş yahudiler Allah’ı gereği gibi tanımamaktadırlar, hristiyanlar ise Teslis inancına sahiptirler. Dolayısıyla onlar Allah’a iman etmemektedirler. Diğer taraftan onlar ahirete de iman etmiyorlar. Çünkü onlar bu ahirete inanmaları gereken şekilde inanmamaktadırlar.
Allah'ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan kitap ve sünnette haram kılınan şeyleri haram kabul etmemektir bu ve İslam dininin hak din olduğuna inanmayarak hak dini din olarak edinmeyenlerle işte bunlarla savaşılması emrolunan bu nitelik sahibi kimselerle kendi elleriyle kendileri tarafından hazırlanarak ve imtina etmeksizin küçülmüş olarak yani kendilerinden küçülmüş ve zillete uğramış halde sizce verince ya veya bunu ödemeye kabul edinceye kadar savaşılması gerekiyor buna sizce denilmesinin sebebi yerine getirmeleri ve ödemeleri gereken bir karşılık ve bir miktar olmasından veya küfrün cezası oluşundandır. İman Şafii'den nakledildiğine göre küçülmüşlük Müslümanların ahkamının onlara daha uygulanmasıdır. Daha sonra Yüce Allah:
30. - “Yahudiler dediler ki: “Üzeyir Allah'ın oğludur.” Hristiyanlar da dediler ki: “Mesih Allah'ın oğludur” Bunların ağızlarında dolaşan sözleridir ki, daha önce küfretmiş olanların sözüne benzetiyorlar. Allah kahretsin onları! nasıl da uyduruyorlar?”
Fenhas, Sellam b. Mişkem ve Numan b. Evfa gibi bir kısım Yahudiler, Üzeyir, Tevrat'ı tekrar ortaya çıkardığından "Bu Allah'ın oğludur" demişlerdir. Hristiyanlar da Meryemoğlu İsa Mesih, babasız meydana geldiğinden "O, Allahın oğludur" demişler ve böylece Hristiyanlar, kendilerinden önce inkâra düşen Yahudilerin putperestlerin durumuna düşmüşler ve onların sözlerine benzer sözler söylemişlerdir. Allah onlara lanet etsin! Nasıl da haktan döndürülüyorlar ve saptırılıyorlar.
Müfessirler, Yahudilerden kimlerin, Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğunu İddia ettikleri hususunda çeşitli görüşler zikremişlerdir.
a- Ubeyd b. Umeyr'in oğlu Abdullah'a göre, Üzeyir'in, Allah’ın oğlu olduğunu söyleyen kimse "Fenhas" ismindeki tek bir Yahudidir. "Şüphesiz ki Allah fakirdir. Biz ise zenginiz. Diyen de bu kişidir.
b- Abdullah b. Abbas´a göre ise, Üzeyir'in, Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen kimse tek bir Yahudi değil bir kaç Yahudidir. Bunlar da Sellam b. Mişkem, Numan b.Evfa, Şa´s b. Kays ve Malik b. Sayf dir. Bunlar, Resulullahın yanına gelip ona: "Biz sana nasıl tâbi olalım Çünkü sen, bizim kıblemiz olan Kudüs'ü bıraktın. Üzeyir'in, Allah'ın oğlu olduğu inancını da kabul etmiyorsun." demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur."
Yahudilerin, Üzeyir´e "Allah'ın oğludur." demelerinin sebebi hususunda Abdullah b. Abbas ve Süddiden, özetle şunlar zikredilmiştir. Yahudilerin, Tevrat'ı ve Tabutu bırakarak sapmaları üzerine, Allah teala onların elinden tabutu almış ve düşmanları olan Âmâlikalara vermiş Tevrat'ı da onlara unutturmuş ve kalelerinden çekip almıştır. Salih bir zat olan Üzeyir Allah'a dua edip yalvarmış, Tevratın tekrar Yahudilere gönderilmesine dair niyazlarda bulunmuştur. Allah teala, Üzeyirin duasını kabul edip Tevrat'ı tekrar Üzeyir'in kalbine ilah etmiş o da İsrailoğullarına bildirmiştir. İşte bunun üzerine İsrailoğullarından bazıları "Üzeyir, Allah'ın oğlu olduğu için Allah Tevrat'ı tekrar ona iade etti." demişlerdir.
Hıristiyanlar da "İsa Mesih Allah'ın oğludur. Onun insanlardan bir babası yoktur. Babasız evlat olmaz o halde o Allah'ın oğludur." demişlerdir. Böyle iddialarda bulunanlara Allah lanet etmiştir. Âlemlerin rabbi olan yüce Allah, böyle şeylerden münezzehtir. Zira o, her şeyin yaratıcısı ve rabbidir. Oğul evlat sahibi olmak, ana baba olmak gibi haller yaratıklara mahsus hallerdir. Bu gibi şeyler Allah’a isnad edilemez. Bu iddialarda bulunanlar, ne kadar büyük bir sapıklık içinde bulunduklarını bir bilseler.
31. - “Onlar Allah'ı bırakıp hahamları, rahiplerini ve Meryem oğlu mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlar tek ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. Ondan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.”
Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar da Papazlarını rabler edindiler. Bu din adamlarının helal saydıklarını helal, haram saydıklarını da haram saydılar. Aynca Hıristiyanlar Meryemoğlu İsa´yı da Rab edindiler. Halbuki Yahudi ve Hıristiyanlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşiardı. Allah, onların koştukları ortaklardan beridir.
Âyette zikredilen hahamlardan maksat, Yahudilerin din âlimleridir. Papazlardan maksat ise, Hristiyanların manastırlara çekilen ve dini hususlarda ictihadda bulunan âlimleridir. Allah teala bu âyet-i kerime´de Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını rabler edindiklerini zikretmiştir. Bu ifadeden maksat onların din adamlarını ilah edinerek onlara tapmaları değildir. Bundan maksat, Allah'ın emir ve yasaklarım bırakıp din adamlarının koydukları emir ve yasaklara uymalarıdır. Nitekim, Resulullah´tan rivayet edilen şu hadîs-i şerif ve birçok tabiinden rivayet edilen şu görüşler, din adamlarını rabler edinmelerinden maksadın, onların emir ve yasaklarına uymak olduğunu göstermektedir.
Adiy b. Hatim diyor ki: "Ben, Resulullahın yanına gittim. Boynumda altından bir haç bulunuyordu. Bana dedi ki: "Ey Adiy, bu putu çıkarıp at." Ben onun, Tevbe suresinin "Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah'tan başka rabler edindiler." âyetini okuduğunu işittim. (Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü biz onlara ibadet etmiyorduk ki,) Resulullah da buyurdu ki: "Dikkat edin, Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı. Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyolardı.
Huzeyfetül Yemani "Yahudi ve Hristiyanlar, Allah'ı bırakıp ta hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler." buyuruluyor. Bunlar, haham ve papazlara tapıyorlar mıydı " diye sorulunca o şu cevabı vermiştir: "Hayır Yahudi ve Hristi-yanîar,bunlara tapmıyorlardı. Fakat haham ve papazları, kendilerine bir şeyi helal yapınca onlar onu helal görüyorlar bir şeyi haram yapınca da onu haram sayıyorlardı."
Abdullah b. Abbas da demiştir ki: Hahamlar ve papazlar, Yahudi ve Hristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah'ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirleri tutmuşlardır. Bu sebeple Allah, hahamları ve papazları "Rabler" diye isimlendirmiştir."
Rebi b. Enes diyor ki: "Ben, Ebul Âliye´den "Yahudiler ve Hristiyanlar, hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler." âyetinin manasını sordum ve dedim ki: "îsrailoğullarında bu rab edinme olayı nasıldı " O dedi ki: "Hahamlar bize ne emrettiyse ona uyduk. Neyi de yasakladıysa, sözlerini dinledik. Halbuki bunların emrettikleri ve yasakladıkları şeylerin hükmü, Allah'ın kitabında mevcuttu. İnsanlar din adamlarının telkilerini nasihat kabul edip aldılar ve Allah'ın kitabını arkalarına attılar. Böylece Allah'ı bırakıp din adamlarını rabler edinmiş oldular.
Âyet-i kerime´de "Halbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka iîah olmayan Alîaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı." Duyurulmaktadır. Bunun izahı şöyledir: "Hahamlarını, papazlarını ve îsa Mesih'i rabler edinen Yahudi ve Hristiyanlar, yalnızca tek bir mabud olan Allah'a ibadet etmekle ve tek bir rabbe itaat etmekle emrolunmuşlardı ki o da her şeyin kendisine kulluk ettiği ve her yaratı|ın, kendisine itaat ettiği Allah'tır. Bütün yaratıklarının, birliğine ve rabliğine boyun eğmeleri gerekmektedir. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah, "Üzeyir, Allah'ın oğludur, İsa Mesih Allah'ın oğludur... diyen ve Allah'ı bırakıp ta hahamlarını ve papazlarını rab edinip onların koydukları nizamlara uyan müşriklerin söylediklerinden ve yaptıklarında uzaktır beridir."
32. - “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Kafirler hoşlanmasa da.”
Hahamlarını ve papazlarını rabler edinen bu kafirler Allah'ın nuru olan İslamı yalanlayarak ve insanların onu kabul etmelerini engel olarak ağızlarıyla söndürmeye kalkarlar. İnkarcılar istemese de Allah dinini mutlaka yüceltecek ve nur olan hakkı tamamlayacaktır. Onların bir hesabı Allah'ında bir hesabı var vardır. Asıl yürürlüğe girecek olan da Allah'ın muradıdır. Bu ayeti kerime ile müminler, onlara karşı savaşa teşvik edilmekte ve onlara güzel sonuç müjdesi verilmektedir. Kitap ehli tarafından İslam'a son vermek için peş peşe girişilen tarihi, siyasi, askeri ve ekonomik çabaları, misyonerlik müesseselerinin İslam'a karşı tuzak için neler harcadıklarını bilen ondan sonra da yine İslam'ın dimdik ayakta durduğunu ve her savaşta nihayette zafer'in İslam'ın olduğunu gören bir kimse bu ayeti kerimenin pratikteki manasını da kavramış olacaktır.
33. - “Dinini bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidayet ile ve hak din ile gönderen O’dur. Müşrikler hoşlanmasa da.”
Kendi dinini diğer bütün din sahiplerinin üzerine egemen kılmak için veya hak dini bütün diğer dinlere üstün kılmak için resulünü hidayet ile Kur'an ve Sünnet ile hak din islam'ı gönderen O’dur. Müşrikler böyle bir üstünlük ve yücelikten hoşlanmasa da Allah onlardan daha güçlüdür. Allah bunu İslam dinini bütün dinlere galip getirmek için yapmıştır. Ayeti kerimede geçmekte olan bütün dinlere üstün kılmak şeklinde İzah edilen ifadelerin harfi tercümesi Allah onu bütün dinlere galip getirsin diye veya Allah ona bütün dinleri açıklasın diye iki şekilde mümkün olduğundan müfessirler bunu iki şekilde izah etmişlerdir.
Abdullah bin Abbas şöyle buyuruyor: “Bu ayeti kerime'nin bu bölümünde Allah Peygamberi Muhammed (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)'e bütün dini hususları açıklaması ve hiçbir şeyi ona gizli bırakmaması için onu hidayet ve hak din ile göndermiştir. Müşrikler ve Yahudiler ise Resulullah'ın böyle olmasını hoş karşılamamışlardır. Fakat Allah onların hoş görmemelerine rağmen Resulullah'a bütün dini meseleleri öğretmiştir.
34. - “Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara, işte onlara pek acıklı bir azap müjdele!”
Hahamlar ve rahipler insanların mallarını Allah'ın helal kılmadığı yollarla alırlar ve haksız bir şekilde yerler ve insanları Allah yolundan alıkoyarlar. Hak yoldan çevirmek için çeşitli uygulamalarla kendi kafalarınca engeller oluştururlar. İnsanlar hak dine ulaşamasınlar diye bunu yaparlar. Onlar altın ve gümüşü biriktirmekle hoşlanılmayan iki hasletle ortaya çıkarlar. Birincisi Allah yolundan çevirmek, İkincisi ise dünya malına değer vermek. Bu değer verdikleri malları Allah yolunda harcamayıp cimrilik gösterirler. Bu kötü niteliklere sahip olan müslümanlar da onlarla aynı hükmü tabidirler. Yine bu nas ile servetlerini biriktirip de hak yolda infak etmeyen Müslümanların kastedilmiş olması da muhtemeldir. Onlar kitap ehlinden olup rüşvet alan kimselerle birlikte bu durumlarının kötülüğü daha ileri bir şekilde anlatılsın diye zikredilmişlerdir. Burada sözü geçen biriktirmekten kasıt tercih edilen görüşe göre zekatı ödenmeyen maldır. Onları Allah yolunda harcamayanlara yani bu hazineleri biriktirdikleri malları Allah'ın meşru kıldığı yerlerde emrettiği şekilde harcamayanlara ateşten daha şiddetli hangi azap olabilir ki onlara bu acıklı azabı müjdele.
35. - “O gün de onlar cehennem ateşinde kızdırılacak ve bunlarla alınları böbürleri ve sırtları dağlanacaktır. İşte bu kendiniz için biriktirdiğinizdir, öyleyse tadın biriktirdiklerinizin tadını.” (denilecektir).
Kıyamet gününde biriktirmiş oldukları bu mallar altınlar gümüşler cehennem ateşinde kızdırılıp yakılıp tutuşturulacak bunlarla alınları böğürleri ve sırtları dağlanacak Özellikle bu mağazaların zikredilmesinin sebebi fakiri gördükleri vakit yüzlerini asmaları fakirle birlikte aynı mecliste bulundukları zaman ondan uzaklaşmaları kenara çekilmeleri ondan kaçmaları ve sırtını çevirmeleridir yahut da Bunun manası şudur onlar önlerinden arkalarından ve yan taraflarından olmak üzere dört bir taraftan bağlanacak ve yakılacaklardır ve onlara dünyada kendiniz için biriktirmiş olduğunuz mallar işte bunlardır bu biriktirdiklerinizin cezasını tadın denilir yani kendisinden faydalanmak üzere biriktirdiğiniz bu mudur denilecek. Sizler faydalanmak maksadıyla biriktirmiş olduğunuz Bu mallardan zarar göreceğinizi bilmediniz! böyle bir ifade onları Azarlamak için söylenecektir. dünyada iken biriktirmiş olduğunuz bu malın vebalini burada tadınız veya sizin biriktirmeye yönelişinizin cezasını tadınız denilecektir.
36. - “Doğrusu Allah katında gökleri ve yeri yarattığı günden beri ayların sayısı Allah'ın kitabında 12 aydır. İşte bu en doğru dindir. O halde bunlarda nefislerinize zulmetmeyin. sizinle top nasıl toplu olarak savaşıyorlarsa, Sizde müşriklerle toplu olarak savaşın ve bilin ki muhakkak Allah takva sahipleriyle beraberdir.”
Şüphesiz doğru Allah katında bir yılın ayları 12'dir. Bundan maksat şudur şeriatın hükümleri hilaller vasıtasıyla sayılan kameri aylara bina edilmiştir. Şemsi aylara göre değil. Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman neleri meydana getireceğine hüküm verdiği anda her şeyi yazdığı kitabında yılın aylarının sayısının 12 olduğunu yazmıştır. Bu 12 aydan dördü haram aylardır. Bunlar peipeişe gelen Zilkade, Zilhicce, ve Muharrem ayları ile Cemaziyelahir ile şaban arasında bulunan Recep ayıdır. Size ayların sayısını ve haram olanını haber veren bu din dosdoğru bir dindir. Haram ayların kutsallığına uymayan veya onları yerinden kaydırıp erteleyenlerin yaptıkları ise batıldır. Sizler yılın bütün aylarında, özellikle bu aylarda Allah'a isyan etmeyin. Allah'ın bu aylarda haram kıldığı savaş gibi şeyleri kendinize helal saymayın. Müşrikler işbirliği yaparak, hep birlikte size karşı savaştıkları gibi sizler de ayrılığa düşmeksizin hep birlikte müşriklere karşı savaşın ve bilin ki sizler müşriklere karşı savaşır ve Allah'ın emir ve yasaklarına uyacak olursanız, düşmanlarınıza karşı Allah sizinle beraber olacaktır. Böylece kimse size galip gelemeyecektir.
37. - “Nesi (haram ayları geciktirmek) küfürü arttırmaktan başka bir şey değildir. onunla kafirler şaşırtılır. Bunu bir yıl helal, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayıca uyusunlar da Allah'ın haram ettiği helal kılmış olsunlar. Böylece onların amellerinin kötülüğü kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah kafirler güruhunu hidayete erdirmez.”
"Nesi" cahiliye araplarında haram olan bir ayın hürmetinin bir başka aya ertelenmesi demektir. Çünkü onlar savaş ve talan yapan kimselerdi kendileri savaştayken haram ayı girecek olursa savaşı terk etmek onlara ağır gelirdi. Bu bakımdan o ayda savaşmayı helal kılar ve onun yerine başka bir ayı haram kılarlardı.
Savaş ve benzeri davranışların yasak olduğu haram ayların yerlerini değiştirip onların bu kutsallığını geri bırakarak başka ay’a kaydırmak, inkarcılıkta ileri gitmekten başka bir şey değildir. Allah, kâfirleri işte bu davranışlarıyla saptırır, onlar, haram olan ay'ı bazı yıl helal bazı yıl da haram sayarlar. Böylece güya, Allahın haram kılmış olduğu dört ay´ı tamamlamış olurlar. Halbuki onlar bu davranışlarıyla, Allah’ın haram kılmış olduğu bir şeyi helal kalmış olurlar. Şeytan onlara, yapmış oldukları çirkin amellerini güzel gösterdi. Allah, kâfir olan bir topluluğu doğru yola iletmez, onlan iyi ameller işlemeye muvaffak kılmaz.
Araplar birbirleriyle devamlı olarak savaşırlardı. Adı geçen haram aylar gelince, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanından beri kendilerine hürmet gösterilen bu aylarda savaşmama mecburiyetine uyarladı. Fakat bu iş onların zoruna giderdi. Bu sebeple haram olan ayları başka aylarla değiştirerek savaşı devam ettirirlerdi. Meselâ: Haram ay olan Muharrem ay’ı geldiğinde, devam ettirmek istedikleri bir savaş varsa, onu, ikinci ay olan Safer ay’ı olarak kabul eder ve savaşa devam ederlerdi. Safer ayını ise Muharrem ay’ı olarak kabul eder ve savaşmazlardı. Böylece Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını ise haram kılmış olurlardı. İşte âyet-i Kerime, onların bu hallerine işaret etmektedir.
Müfessirler, müşriklerin haram aylar olan, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarını ne şekilde değiştirerek helal aylar yaptıkları ve başka ayları da bunların yerine koyup haram ayları saydıkları hususunda çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
Bu hususta İbn-i Zeyd diyor ki: "Araplar cahiliye döneminde, haram aylarında birbirlerine kızmaz ve dokunmazlardı. Öyle ki kişi babasını öldüren kimseyle karşılaşsa ona elini kaldırmazdı. Kinane oğullarından "Kalmez" isimli bir kimse bu duruma düştü. "Suçluyu bize getirin." dedi. Onlar da "Bu ay Muharrem ayıdır." dediler. O da: "Bu yıl Muharrem ayını erteleriz. Her iki ay da Safer ayı olur. Gelecek yılda ise onu kaza ederiz. Her iki ay da Muharrem ay´ı olur" dedi. Onlar da söylediklerini yaptılar. Ertesi yıl olunca dedi ki: "Safer ayında savaş yapmayın. Onu Muharrem ayı ile birlikte haram ay, sayın. Bunlar iki haram ayıdır. Geçen yıl, muharrem ayını ertelemiştik. Bu yıl onu kaza ediyoruz..." İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...