Kadiri Yolu

 

Sahabe ve Tâbiîn Devri Meşakkati

Sahabe ve Tâbiîn Devri Meşakkati – Tasavvufî Bir Bakış

Tasavvuf ehlinin üzerinde birleştiği büyük bir hakikat vardır: Hak yolunun güneşi meşakkat bulutlarının ardından doğar. Kim Hakka yürümek isterse, önce nefsinin bağlarını çözer; sonra insanlardan, şeytanlardan ve kader imtihanlarından gelen türlü sıkıntılarla terbiye olur.

Bu sünnetullâh, yalnız sûfîlerin yolu değildir; peygamberlerin, sahabenin ve tâbiînin de değişmez yoludur. Çünkü Hak, sevdiğini meşakkatle arıtır, musibetle inceltir, çile ile yüceltir.

Resûlullah’ın (s.a.v.) şu buyruğu bu yolun özü gibidir: “İnsanların belâ yönünden en ağır imtihan edilenleri peygamberlerdir. Sonra derecelerine göre sâlihlere sıra gelir.” Sahabe ve tâbiîn devri, işte bu ilâhî kanunun en parlak tecellilerinden biridir.


Meşakkat Bütün Sınıflara Şamildi

İslâm’ın ilk günlerinde çekilen sıkıntılar belli bir topluluğa mahsus değildi; kadın–erkek, köle–hür, genç–ihtiyar, fakir–zengin… Kim “Rabbim Allah’tır” dediyse ateşin içine atıldı.

Bu meşakkatler tasavvuf dilinde “tezkiye yağmurları” olarak görülmüştür. Çünkü yağmur nasıl toprağı temizleyip bitkiyi büyütüyorsa, bela da kalbi temizler, imanı büyütür.


Bilâl-i Habeşî: Tevhidin Çöl Ortasındaki Nidası

Bilâl (r.a.) kızgın kumlara yatırıldığında sadece bedenine işkence etmiyorlardı; tevhid nidasını boğmak istiyorlardı. Fakat o, kamçının her vuruşunda daha gür haykırıyordu: “AHAD! AHAD!” — “Bir Olan Allah’tır!”

Tasavvuf erbabı bu sahneyi şöyle yorumlar: Bilâl’in dili ‘Ehad’ derken, kalbi ‘Ben yokum, Sen varsın’ diyordu. İşte meşakkat, kuldan benliği söküp atınca tevhid o zaman tamam olur.


Yasir Ailesi: İlk Şehitlik Hırkasını Giyenler

Yasir ailesi bütünüyle imtihan edildi: Baba Yasir’in sabrı, anne Sümeyye’nin iffeti ve vakarı, genç Ammâr’ın gözyaşı… İlk şehide “kadın” olması, tasavvuf ehli için derin bir işarettir: Hak yolunda cinsiyet yoktur; kalbin cesareti vardır. Sümeyye (r.a.), iffetin ve imanın nasıl birleştiğini tüm çağlara gösterdi. Zulüm yere döküldü, şehadet göğe yükseldi.


Osman b. Maz’un: Himayeyi Bırakıp Allah’ın Himayesine Girmek

Osman b. Maz’un (r.a.) müşriklerin korumasında iken kardeşlerinin çektiklerine şahit oldu ve söyledi: “Ben müşrikten değil, ancak Allah’tan eman isterim.”

Tasavvufta buna “tevekkül sıçrayışı” denir: Kul görünür dayanakları bırakır, görünmeyeni tutar. Gözü patlatıldığında şöyle dedi: “Sağlam gözüm de Allah yolunda böyle olmayı ister.” Bu söz, sûfîlerin “acıda vuslat kokusu vardır” demesine örnek olmuştur.


Habbâb b. Eret sırtında geçmeyen işkence izleri

Habbâb bazı kaynaklarda altıncı, bazılarında yirminci müslüman olarak zikredilir. Demircilik yapan Habbâb b. Eret, okuma yazma bildiği için bazı müslümanlara yeni nâzil olan âyetleri öğretirdi. İslâmiyet’i kabul ettiği için Habbâb’a bazan kızgın taşlar üzerinde işkence edilirdi. Nitekim hilâfeti zamanında Hz. Ömer’i ziyarete giden Habbâb’a halife, “Yanıma gel, bu meclise Ammâr’dan sonra senden daha lâyık kimse yoktur” diye iltifat etmiş, Habbâb da yıllar sonra bile izleri silinmeyen sırtındaki işkence kalıntılarını göstermişti (İbn Mâce, “Muḳaddime”, 11). 

Hubeyb b. Adiy: Ölürken Bile Ümmeti Düşünen Bir Gönül

Hubeyb (r.a.) darağacına götürülürken iki rekât namaz istedi. Namazı bitince şöyle dedi: “Ölümden korktuğumu sanmayasınız diye kısa tuttum.”

Tasavvuf büyükleri bu hâle “şehit olana secde hâli yakışır” der. Ölüm anında bile Resûl’e selam gönderdi. Cebrâil hemen o selamı Medine’ye ulaştırdı. Bu hadise, Allah dostlarının sözlerinde geçen şu hakikati temsil eder: “Hakk’a yakın olanın sesini mesafeler engelleyemez.”


Tâbiîn Devri: Meşakkat İrtifa Kazandı

Sahabenin ardından gelen nesil, zulmü başka yüzlerle gördü. Bu kez imtihanın rengi değişti ama şiddeti azalmadı. Düşman müşrik değil, zalim Müslüman yöneticilerdi. Tasavvuf ehli bu durumu şöyle açıklar: “Dış düşmanı yenmek kolaydır; içteki zalimi yenmek zordur.”


Haccâc’ın Zulmü ve Sâid b. Cubeyr’in Azameti

Haccâc’ın zulmü, hadis kitaplarında “zalimlerin timsali” olarak geçer. Dünya sevgisini ilahlaştırmış bir yöneticinin karşısına, dünyayı elinin tersiyle iten bir Allah dostu çıkmıştır.

Said b. Cübeyr (r.h.) haccâcın her sorusuna kalbinden gelen bir ilahi vecd ile cevap verdi: “Seni yanan ateşe atacağım!” dedi. “Bunun senin elinde olduğunu bilsem seni ilah edinirdim,” dedi Said Altın, yakut ve mücevherler getirdi; “Kıyamet korkusunu buna değişmem,” dedi. Müzik çaldırdı; “Bu bana Sûr’a üfleniş gününü hatırlattı,” dedi. Son nefesinde okuduğu ayetler ise bir velinin istiğrak hâline işaret eder: “Ben yüzümü, hanif olarak göğü ve yeri yaratana çevirdim.” – En’âm 79 “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” – Bakara 115

Duası şöyleydi: “Allah’ım! Bundan sonra hiçbir canı öldürmesine fırsat verme.” Bu dua göklerde duyuldu. Haccâc sadece 15 gün sonra öldü.


Meşakkatin Tasavvufî Hakikati

Sahabenin ve tâbiînin meşakkatleri tasavvufta şu üç hakikatin delilidir:

1. Meşakkat olmadan vuslat olmaz. Fenâ (benliği yok etme) ancak bela ateşinde pişer.

2. Sabır, kulluğun tacıdır. Belaya sabreden, Allah’ın velayet elbisesine bürünür.

3. Her zulmün sonu vardır, fakat sabredenin sonu yoktur. Zalim yok olur, sabreden ebedîleşir.

Nitekim Hallâc-ı Mansûr şöyle der:

“Belâ, dostun kapısındaki gülün dikenidir.
Diken olmadan gül kokusuna varılmaz.”


Meşakkat Yoldaşlıktır

Sahabe, meşakkati şeref bildi. Tâbiîn, meşakkati yolun süsü bildi. Sûfîler, meşakkati vuslat kapısının anahtarı bildi. Onların çektiği çileler sadece tarih değildir;  bugün bizim kalbimizi diriltmesi için anlatılan birer feyiz pınarıdır.

Her mümin, kendi nasibince aynı yoldadır. Çünkü Hak yolunda yürüyen herkesin omzuna şu nida dokunur: “Sabret! Çünkü sabır, Allah’ın sana verdiği en büyük hediyedir.”


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar