Kadiri Yolu

 

Kadere İman

Kadere İman


Kadere İmanın Tasdiki:

Kadere imanı, gerçekte Allah’a imanın ve Onu tanımanın bir parçasıdır. Allah’ı hakkıyla tanıyan ve Onun ilim, irade ve kudret sıfatlarını bilen kişi, zorunlu olarak kadere de iman eder.

Kaderi ispat konusunda kadere imanla ilgili ayetler çoktur ve açıktır. Kur’an, imanın rükünlerini toplu halde beş olarak saymış ve kaderi de tek olarak zikretmiştir.
Kader ile ilgili Sünnet rivayetleri

Cibril (a.s) hadisinde olduğu gibi altı rüknü bir arada zikretmiştir. Cibril (a.s) hadisinde söyle rivayet edilmiştir: “(Cibril)”Bana imandan haber ver,” dedi. O (Hz. Peygamber (a.s) da: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmen ve bir de kaderin hayrına ve şerrine inanmandır” dedi. Cebrail (a.s) de: “Doğru söyledin” dedi,” Ravi dedi ki: “Biz ona hayret ettik, hem soruyor, hem de peygamberi tasdik ediyordu.

Kaza ve kader akidesi:

Allah’ı bilme, O’na kulluk etme, teslim olma, boyun eğme ve tevekkülü içine alan bir çok manayı araştırmak demektir. Aynı zamanda da o, ehli sünnet ve’l cemaatin ‘Her şey Allah’ın iradesi, ilmi ve kudreti ile vardır.’ fikrini pekiştirir özelliktedir. Kaza ve kader inancı, ‘ihtiyarı (seçim, tercih) reddetmediği gibi, cebri de kastetmez.

Muhakkak ki, bu dünya işlerinin üzerinde geçerli olduğu etkin bir irade ve kader vardır. Aslında bu gereklidir de. Çünkü bu alem, Allah’ın isimlerini açığa vuruyor ve Allah’ı tanımayı açıklıyor.

İlahi hikmet, yaratmaya hüccet olan cüz-i ihtiyari (kısmi irade) nin mevcud ve hissedilir olmasını gerekli kıldı.

Kader Ve Kaza Hakkında Görüşler:

Mutezile’nin söylediği gibi bu, insanın içine yerleştirilmiş kuvvet yolu üzere olması yerine, doğrudan imdad (yardım etme) ile olmuştur. Bu gerçeği yanlış  anlamasından ötürü Mutezile karışıklığa düşmüştür. Mutezile ‘ihtiyar’ı ancak insanın içine yerleştirilmiş bir kuvvetten olduğunu düşünmüştür.

Cebriye ise: her şeyin Allah’ın iradesi, kudreti ve ilmi ile olmasının zorunlu  olduğunu söylemiştir. Onlar böylece ‘halis ceb’i söylemişlerdir.

Ehli sünnet ve’l cemaat’e gelince; onlar ihtiyarın asıl olduğu görüşündedirler. Buna göre Allah’ın kudreti kendi dilemesine göre amel eder, dilemesi de ilmine göre amel eder. İlim ise keşfedicidir, zorlayıcı değildir. Fakat Allah, bir şeyi yaratmada kendisiyle birlikte bağımsız bir failin olmasını istemez. Bundan dolayı kadere iman, Allah’a imanın bir kısmıdır. Böyle olunca da, Allah’ın ilmini, kudretini ve iradesini bilen biri, kadere de iman eder. Allah eşyanın tümünü ezelden beri bilir. Yaratmak istediği şeyleri ezelde belirlemiştir. Onun ilahi kudreti de irade etttiği şeyi açığa çıkarmıştır. Allah Teala bütün bunları Levh-i Mahfuz’da kaydetmiştir. İşte kader budur. Kaza ve kader, Allah’ın ilmine, iradesine ve kudretine inanmayı da kapsar. Aynı şekilde Levh-i Mahfuz’a iman etmeyi de içerir. Çünkü Allah bize bundan haber vermiştir.

Kadere iman ile ilgili görsel sonucu

Kaza Ve Kader Ne Demektir?:

Kader: Allah Teala’nın, ilmi ezelisi ile tüm mahlukatın gelecekte ne üzere bulunacağını bilmesidir.
Kaza: Allah (c.c.)’in, eşyayı ilmi ezelisi ve iradesine göre yaratmasıdır.

Bazıları bu tarifin aksini yaparlar ve kazanın yerine kaderi. kaderin yerine de kazayı geçirirler.
Bazan de kader kelimesi, Allah’ın varlık işini üzerine ikame ettiği muhkem nizam (sağlam düzen) için kullanılır. Bu da en kapsamlı anlamıyla kaderin içinde vardır. Nitekim Cenab-1 Hak şöyle buyuruyor: “Biz her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yarattık.” (Kamer: 49)
İki manadan biri de şu ayeti kerimede vardır: “Kainatta mevcut herşeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu, ancak belli bir miktar ile indiririz.” (Hicr:21)
“Onun katında her şey ölçü iledir.” (Rad: 8)

İnsanlar yaratma ve yaratıcı konusundaki inançları bakımından şu kısımlara ayrılırlar:
1- Allah’ı inkar edip maddeye inanan maddecilik, materyalizm
2- Allah’a inanmakla birlikte maddenin kadem oluşu fikrini benimseyenler
3- Müdahalenin olmadığına inanmakla birlikte varlıkların yaratılmış olduğuna kail olanlar. Onlara göre kainatta yalnızca kanunlar ve sebepler vardır, ilahi iradenin veya ilahi kudretin hiçbir müdahalesi yoktur. Bu üç gurup da, ehli sünnet ve’l cemaatin icmasıyla kafirdir

4- Varlığın içine yerleştirilmiş güce ve kısmi müdahaleye inanmakla birlikte, varlıkların yaratılmış olduğu fikrini kabul edenler… Ehli sünnet vel cemaat, bunlar hakkında ihtilafa düşmüştür. Onları kafir sayanlar olduğu gibi.
sapık sayanlar da vardır.

5- Varlık aleminin yaratılmış olduğuna ve bu alemin sürekli bir yardıma muhtaç olduğuna inananlar. Bunlar herşeyin bir başlangıcı olduğuna ve bu başlangıcın Allah’ın ilmi, kudreti ve iradesi ile meydana geldiğine, ilahi yardımın sürekli olduğuna ve herşeyin başlangıç ve devamlılık bakımından Allah’in ilmi iradesi ve kudreti ile olduğuna inanırlar.

Kulun ve fiillerinin mahluk olduğunu, her şeyin bir başlangıcı, devamlılığı ve sonu bulunduğunu kabul edenler ise ehl-i sünnet ve’l cemaattir. Bu akideye nasslar da şahitlik etmektedir. Ehli sünnet ve’l cemaat akidesini kabul etmeyen bazı alimler, bu konuda hataya düşmüşler ve başkalarını da hataya düşürmüşlerdir.

Bu alimler Mutezile mezhebi üzerindedirler ve hatalarının farkına varmazlar. Bu da duygunun kendilerine hakim olmasındandır. Çünkü bu mesele çeşitli şekiller arasında şu başlıklar altında dönüp dolaşmaktadır:
1- Allah ezeli olarak bilir, buna göre de irade eder ve kudretiyle de ortaya çıkarır.
2- Allah bilir ve irade etmez, ama buna rağmen bir şey meydana gelir.
3- Allah bilir, irade etmez ve yaratılana kudret vermez.
4- Allah bilir, irade buyurmaz ve kudreti ile ortaya çıkarır.
5- Allah bilir, irade buyurmaz ve kudreti ile de ortaya çıkamaz

Birinci şekil, Onun rububiyetinin celali ile ittifak eder. Rububiyetinin yüceliğine iman etmek, kulluk ile mükellef olmayı gerekli kılar ve tevekkül ve dua fikri ile de uyum sağlar. O da Allah’ın en yüksek ve en yüce kemalinin görüntüsüdür.

Allah’ın şu kelamı ile ittifak halindedir:
“Allah yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya Suresi: 23) Birinci şekil, kadere imanı gerçekleştirir.

Kader Konusunda Bazı Meseleler:

1- Kulun kaderi tasdik etmesi ve takdir ettiği konularda Allah’a boyun eğmesi vaciptir.

2- Vuku bulan şeylerde teslim olmak, hemen taat üzere şükretmeyi ve günahlardan tevbe etmeyi gerekli kılar.

3- Müslümanın, mükelleflik konularında, istikbalde, muhtar (seçme hakki bulunan biri) olduğuna ve muhtar olduğuna göre tasarrufta bulunacağına inanması gerekir.

4- Yine kulun kader konusunda Allah’ın hükmüne teslim olması; kesb ve kader konusunda Allah’ın iradesi ve kudreti ile olduğu konusunun nasıl cem edileceği hususunda vesveseye kapılmaması gerekir. Çünkü Allah olmuş ve olacakları bilir, onu iradesiyle tercih eder ve bunun sonucu olarak kendi kudretiyle onu meydana çıkarır. Burada bir sınır vardır ki,o da Allah’ın sorumlu olmayışıdır. Nitekim bu konuda şöyle buyurur: “Allah yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya Suresi: 23)

5- Bir yönden ilahi meşiet ile, diğer yönden emir ve rıza arasında fark vardır. Olmuş ve olacak her şey Allah’ın iradesi iledir. Fakat olmuş ve olacak her şey Allah’ın teşrii emri veya rızası ile değildir. Kafirin küfrü, günahkarın günahı,
Allah’ın teşrii emri ile olmadığı gibi, onun rızası ile de değildir. Fakat her ikisinin de meydana gelmesi Allah’ın iradesi iledir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Allah kötülüğü emretmez.” (Araf Suresi: 28)

6- Kafirin küfrüne; sapığın sapıklığına; fasığın fıskına meşieti delil getirmesi doğru değildir.

7- Kader konusuna dalmak, kalbi ızdırabın ve gönül huzursuzluğunun belirtisidir. Bunun için kader konusuna dalmak mekruh sayılmıştır. Çünkü bu konudaki dikkatsiz sözler, kişiyi karışıklığa ve tereddüte götürür.

8-Bazı islami fırkalar, Allah’a zulüm nisbet etme anlayışından korkarak kaderi inkar etmişlerdir. Aslında onlar daha şiddetli bir zulme düşmüşlerdir. Çünkü onlar, Allah’tan iradenin kapsamını, kudretin kapsamını ve ilmin kapsamını nefyetmişlerdir.

Özet olarak:

Kadere iman, Allah’ı bilmenin, Onun sıfatlarını ve fiillerini tanımanın en yüksek görüntüsüdür. Kadere inanmak, insanın ubudiyetteki makamına uygun düşer, insanın muhtaç bir varlık oluşu ile uyum sağlar, insana rıza ve saadeti bollaştırır, şecaat ve atılganlık verir. Kadere iman, Allah’a tevekkül etmenin anahtarıdır. Bunlar ve diğerleri kader inancının müspet yanlarıdır. Bizler aynı zamanda bir çok şeyle mükellefiz: Kadere inanmakla, Allah’a tevekkül etmekle, amel etmekle ve sebeplere sarılmakla mükellefiz. Marifet, iman, teslim ve amel, bu makamda Müslümanın terbiyesidir.

Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” (Kelf Suresi: 29)

Ehli sünnet ve’l cemaat, Mutezile ile şu konularda ihtilafa düşmüştür: Kulların fiillerini yaratması meselesi ve kader sıfatı ile irade sıfatının bu evrende cereyan eden her şeyle ilgilerinin şümulu meselesi. Bu mesele ihtilafın en önemli meselesidir.

Mutezile, kulun kendi fiillerini kendisinin yarattığını ve insanın içine yerleştirilmiş bir gücün bulunduğunu söylemiştir. Bu anlayışa göre Allah, sebepleri içlerine yerleştirdiği güce göre çalışır şekilde yarattı. Cereyan eden şeylerde irade ve kudretinin doğrudan bir müdalesi yoktur. Bu ve Mutezilenin diğer akideleri dini nasslara aykırıdır.

Çünkü Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Allah her şeyin yaratıcısıdır, O, her şeye vekildir.” (Zümer Suresi: 62)
“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azabetsin, onları rezil etsin…” (Tevbe Suresi: 14)
“Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı…” (Enfal Suresi: 17)
“Hastalandığın zaman bana şifa verendir,” (Şuara Suresi: 80)
“Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?” (Vakia Suresi: 63-64)
“Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir.” (Araf Suresi: 155)

“Güç ve kuvvet ancak Allah iledir” cümlesi, islam’ın önerdiği zikirlerdendir.
“el Kayum- Her şeyi yerine getiren” sıfatı, Allah’ın isimlerindendir. Bu da her şeyin Allah’ın sayesinde varlığını sürdürmesini gerektirir.
“es Samed – Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey Ona muhtaç olan” sıfatı da Allah’ın isimlerindendir. Bu da mahlukatın, Allah’a muhtaç olmasını gerekli kılar
“el Muizz – Yücelten, şereflendiren”
“el Muzill Alçaltan, zelil eden,”
“el Kabız Canları alan, rızıkları tutan,
“el Basit Hayat bahşeden, rızık yağdıran”
“el Mukaddim öne geçiren,”
“el Muahhir – Geri bırakan,.”
“el Muhyi – Dirilten, hayat veren”
“el Mumit öldüren” sıfatları da Allah’ın isimlerindendir. Bunlar da, meydana gelen her şeyin Allah’ın yarattığı kendi fiili olduğuna işaret eder.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“O, her an yaratma halindedir.” (Rahman Suresi: 29) Bu da “İnsanın kendi fiillerinin kendisi yarattığı” fikri ve “Allah tarafından içe yerleştirilmiş güç” düşüncesi ile tezat teşkil ediyor. Çünkü bu iki fikir de sonuç olarak şu düşünceye götürür: “Allah sebepleri ve musebbebatı (sebepler sayesinde olanları) yarattı ve onları, içlerine koyduğu güç ile cereyan etmeye bıraktı. Cereyan eden şeylerde de Onun doğrudan hiçbir müdahalesi yoktur.”

Eğer durum Mutezilenin savunduğu gibi ise, dua ve tevekkül düşüncesi ne olacaktır? Ve bu kadar dini naslar nerede kalacaktır? Yalnızca Fatiha suresini düşünürsek, onda ehli sünnet ve’l cemaat mezhebine bir çok delil görürüz.
“Hamd alemlerin Rabbi Allah’a aittir.” Bu ayet hamdin ve övgünün her türlüsünün Allah’a ait olduğunu söylüyor. Çünkü hakikatte fail O’dur. Bundan dolayı da övgüyü ve hamdi hakeden O’dur. Her türlü hamdin sadece O’na ait olması gerekir. Bir insanı bir şeyden dolayı övsek, bu şey Allah’ın sayesinde ve Allah’tan olduğu için, hamdi övgüyü hakeden yalnızca Allah olur. Bu da ehli sünnet ve’l cemaat akidesinin haklılığına şahitlik ediyor.

Yine Fatiha suresinde yüce Allah: “Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” diye buyuruyor. Bu ayet de ehli sünnet ve’l cemaat’in lehine bir delildir. Meydana gelen olaylarda Allah’ın bir müdahelesi yoksa, kendisine kullukta Ondan nasıl yardım isteriz? Yine Fatiha’da: “Bize doğru yolu göster veya doğru yola ilet” buyrulmaktadır. Bu ayeti kerime de ehli sünnet ve’l cemaat’ın düşüncelerinde haklı olduklarına delildir.

Eğer hidayet ve doğru yolu gösterme veya doğru yola iletme Allah’ın elinde olmasaydı, bir günde şu kadar kez Ondan hidayet ister miydik? Gerçekten kitap ve sünnet metinleri, ehli sünnet vel cemaatin sahip olduğu:

“Her şey Allah’a muhtaçtır ve meydana gelen her şey, Allah’ın yardım ve fiili ile olmaktadır” düşüncesinin doğruluğuna tanıklık etmektedir.

“İnsan kendi fiillerini kendisi yaratır” ve “içe yerleştirilmiş güç” fikirleri, kadere imanı zedeler, Ehli sünnet ve’l cemaat, Mutezile’yi “Kaderiyye: Kaderi inkar edenler” diye isimlendirmişlerdir.

Allah’ın ezelde bildiğine, ezelde irade buyurduğuna, kendi kudretiyle de meydana getirdiğine ve bunu Levh-i Mahfuz’da kaydettiğine; şu anda olan ve ileride olabilecek olan şeylerin Allah’ın ilminin, iradesinin ve kudretinin eseri, Levh-i Mahfuz’da kaydetmesinin muktezası olduğuna iman etmekle, kadere inanmak iç içedir.

Bir çok meselenin kader konusundan ötürü ortaya çıktığına ve büyük prensiplerin ondan doğduğuna ve onun ayrıntısına girdiğine göre, bu durum bizleri bu meselelerin ve prensiplerin içine sokuyor. Her insan bu konuya girmeye ve bu durumda selamet kıyısına ulaşmaya ehliyetli değildir. Bundan dolayı, açıklayacak ve şüpheleri giderecek kadarı hariç, kader konusuna dalmak mekruh sayılmıştır. İmam Ahmed’e kaderden soru sorulmuş da şöyle cevap vermiştir:

“Her şey Allah’ın takdiri ve meşiet (dilemesi)iyle cereyan eder. Onun meşieti (dilemesi) geçerli olur. Allah’ın dilemesi hariç, kulların dilemesi, geçerli olmaz. Allah’ın onlar için dilediği şey olur, dilemediği şey ise olmaz. Allah’ın kazasını geri çevirecek ve Onun hükmünü geçersiz kılacak ve Onun emrini hükümsüz kılacak hiç kimse yoktur.”

Kaynak: El-esas Fi’s Sünne-İslam akaidi- Said Havva

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs